26.

7K 359 3
                                    


Derin
Ertesi gün de yine hızlı adımlarla erkenden yola çıktığımda bir yandan Merih'in benim için söylediği ' Bir bahar akşamı ' nı dinliyor - benim için demek ne kadar doğruydu bilmiyordum çünkü bana uyuz oluyordu ve belki de bu davranışı ile sinirlenmeme sebep olmak istemişti fakat bende uyanan duygular bambaşkaydı - bir yandan da soğuk havanın içime işlemesine izin veriyordum. Evet. Huzurluydum. Çok garipti belki. Sonuçta Merih'in mide kanamasının da Hazar'ın kontrolsüz öfkesinin de nedeni bendim ama huzurluydum. Bunda biraz da Merih'in kusursuz sesinin payı olabilirdi. Kusurusuz kelimesinin beden bulmuş hali miydi acaba? Sonra biran Hazar'ı düşündüm. Sanırım ikisi arasında kusursuza en yakın olan Hazar'dı. Kusursuz bir burun, kusursuz incecik düz bir çizgi halindeki dudaklar, kusursuz yüz hatları, kusursuz bir vücut, gür ama Merih'inki kadar uzun olmayan saçlar. Gerçekten de insan hayret ediyordu, saçları bile öyle düzenliydi ki onu dıştan görünce kusur ölçüm cetvelinin maximum değerini ifade eden sınır noktasının o olduğu düşünülebilirdi. Daha kimyevi bir dille anlatacak olursak etraftakiler gerçek gaz ise o ideal gazdı. Biran tepemdeki düşünce bulutuna göz devirdim. Sanırım kendimi şu kimya ödevine çok kaptırmıştım. Ama yine de bu tanım ona cuk oturmuştu. " İdeal "
Gerçek olamayacak kadar kusursuz ulaşılamayacak kadar uzak. Evet ona ulaşmak imkansızdı. İMKANSIZ. Ne zaman ne düşündüğünü öylesine kestiremiyordum ki bu çok sinir bozucuydu. Gerçi öte yandan ben de ondan farklı sayılmazdım ve sanırım birileri iç dünyama dahil olmaya çalışsa onlara dik dik bakardım. Sanırım mı? Kesinlikle olacaktı o. Derin bir iç geçirirken şarkı değişti. Merih'in yumuşacık dinlendirici sesi bir kez daha kulaklarımı okşarken aklım ister istemez ona kaydı yeniden. Merih. Hazar'ın düzenli görünüşü aksine tam bir serseriye benziyordu. Hazar'ın o görünüşünün altında hiç de mülayim ve beyefendi birinin yatmadığı ise apayrı bir ironiydi. Ama sanırım Merih ona nazaran daha uysaldı. En azından insanlarla konuşuyordu. Hatta 'ben'imle bile. Sert yüz hatları, dağınık saçları ve kirli sakalıyla kesinlikle kusursuz kelimesini tanımlamasa da ' cazibe ' kelimesinin sözlükteki anlamı olabilirdi. Nakarata girdiğinde gülümsedim. Kendisi değilse de sesi kusursuzdu. Karşımda şarkı söylediğini görür gibi olmuştum. Ve hey? Bunun beni huzursuz etmesi gerekmez miydi? Yutkundum. Yüzümdeki tebessüm de solmuştu. Önceden yalnızca aklıma gelmesi bile ellerimin titremeye başlamasına neden olurken dakikalardır onu düşünüyor olmam da neyin nesiydi böyle? Hem de hiç iyi şeyler düşünmüyordum. Allah aşkına bananeydi ki ondan, cazibesinden? Biran kendime kızdım ve kulaklıkları kulaklarımdan çektim. Müzik çalarımı çantama tıkarken adımlarımı daha da hızlandırdım. İlaçlar bu kadar hızlı etki etmezdi. Peki ben neden bu kadar rahattım? Resmen yolun başından beri onu ve vücudunu hayal ediyordum. İşte bu şimdi utanmama neden olmuştu. Ellerimi yanan yanaklarıma bastırdım. Rahatlamalı mıydım bilmiyordum. Utanmam iyi bir şey miydi? Allah'ım. Sanırım yol boyunca yaptığım şeyin tam olarak bilincinde değildim, idrak yollarımı onun sesi tıkamıştı ve ben de düşünmemem gereken şeylere gereğinden çok daha fazla zaman harcamıştım. İşte tek mantıklı açıklaması buydu. Çenemi kaldırıp başımı dikleştirirken yüzüme yine sert bir ifade oturmuştu. Beynime uyarı gönderdim. Böyle yapacaksa onun görevini mideye falan bırakabilirdim? Onu düşünmek midemin kaldırabileceği bir şey değildi ne de olsa! Yutkunduğumda yine midemin bulanmaya başladığını fark ediyordum. Harika!

***

Nihayet işkence gibi gelen sürede kimi zaman koşarak kimi zaman başka şeylerle ilgilenmeye çalışarak yolu bitirmiştim ve işte bahçedeydim. Ve yine çok şükür ki kimse yoktu. Ah hayır acele hüküm! Biranda karşıma dikilince korkarak kısa bir çığlık attım. Gülümsedi.
" Demek bu yüzden okula girdiğini göremiyormuşum. "
Ne diyordu bu çocuk? Ayrıca burada ne işi vardı? Ameliyattan çıkalı daha iki gün olmamış mıydı?
" Neden bu kadar erken geliyorsun? "
Bu defa sesinde alaydan çok merak hissetmiştim. Başımı eğdim. Burada ne işi olduğunu sormak istiyordum fakat dilim bana ihanet ediyordu. YİNE! Kollarını göğsünde kavuşturduğunu gözümün ucuyla görebilmiştim.
" Neyse erken gelmen iyi olur. Biz de hem öğlen aralarında hem de sabahları bir saat çalışırız. "
Bu teklifi üzerine- tabi bu daha çok haber verme gibi bir şeydi- gözlerim kocaman oldu ve başımı kaldırıp ona baktım. Bu halimi görünce sahte bir tebessüm yerleştirdi yüzüne ve koluma girip ilerlemeye başladı. Aynı zamanda da beni ilerletmeye. Kolumdaki kolunu umursamamaya çalısıyordum ama bu mümkün müydü ki?! Bacaklarım yine benden bağımsız hareket etmeye başladıklarında hızla kolumu onunkinden ayırdım. Bu defa şaşırma sırası ondaydı. Kaşları yukarı doğru kalkarken ondan birkaç adım uzaklaştım ve başımı iki yana salladım.
" Iı. "
Ne ıı Derin? Çocuk bundan ne anlayacak? Iı koluma girme? Iı Müzik odasına gitmeyelim? Iı çalışmak istemiyorum? Iı benim sosyal fobin var aptal beni yalnız bırak!? Derin bir iç çektiğimde nihayet konuştu. Ve yine o garip söz öbeğini kurdu.
" Özür dilerim. "
Özür dilemek? Merih benden özür mü diliyordu? Hem de ayık kafayla mı? Yaptığı bunca zorbalıktan sonra onu özür dilemeye böylesine ani bir şekilde iten şey ne olmuştu peki? Merih yine her zamanki Merih'ti. Ben yine her zamanki ben. Değişen neydi? Mide kanamasının kişilik faktörüne etki ettiğini sanmıyordum. Ama bu çocukta bir haller vardı. Başımı ona çevirdiğimde gerçekten de düşünceli ve endişeli gözüküyordu. Bu hali bana nedense öleceğimi düşündürtmüştü. Son günlerimi yaşıyor olmalıydım. Bunun başka bir açıklaması olamazdı...

AYRIKOTUWhere stories live. Discover now