7.

10.2K 441 16
                                    

Derin
Ertesi sabah yine erkenden yola koyuldum ve müzik dinleyerek hızlı adımlarla okula vardım. Bahçeye girdiğimde boş olduğunu görmek içimi huzurla doldurdu. Bu iyiye işaretti. Bugün benim için iyi geçeceğe benziyordu. Sonra öğle arası zili çaldı. Ben çantamdan sandviçimi çıkartmış sınıfın boşalmasını beklerken aynı zamanda da müzik dinliyordum. Yaklaşık on dakika içinde nihayet sınıfta yalnız kalınca sandviçi sardığım folyoyu açtım ve iştahlı bir ısırık aldım. Bu sabah yine kahvaltı yapmamıştım ve çok açtım. Aslında genel olarak kahvaltı yapmadan çıkıyordum ve bu yüzden annemle sürekli tartışıyorduk. Sanki kahvaltı hazırlıyormuş gibi bir de yemememden dem vurup duruyordu. Üşengeçliğimden yapmadığımı söylüyordu aslında bu konuda haksız sayılmazdı ama genel olarak kahvaltı yapmayı sevmiyordum. Sandviçimin son parçasını da ağzıma tıktığımda göz göze geldik ve biranda öksürmeye başladım. Yüzüm renkten renge girerken boğazıma takılan ekmek yüzünden ölmek üzereydim. Biranda panikle yanıma geldi ve sırtıma vurmaya başladı. Ekmek nihayet ağzımdan fırladığında utançla gözlerimi kocaman açtım. Kulaklık kulağımdan düşmüştü ve masamın üstündeki koca bir tükürüklü ekmek parçası ile karşı karşıyaydım. Onu görmesini istemiyordum ama alamıyordum da. Hareket edemiyordum. Yeniden önüme geldiğinde ona bakamadım. Çantamı alıp kaçmak istiyordum. Lanet ekmek parçası önümde öylece dururken ikimiz de konuşmadan duruyorduk. Konuşsana aptal! Bir şey söyle! Konuyu dağıt bir şey yap! Normalde hiç susmazsın şimdi ne diye bön bön suratıma bakıyorsun?! Gözlerimi sıkıca yumdum ve sırada küçüldükçe küçüldüm. Keşke küçülerek yok olmak mümkün olsaydı.

Ve nihayet o sesini duydum.

" Neden bir defalık bile olsa sözümü dinlemiyorsun? "

Gözlerimi araladığımda hala bana bakıyordu. Kaşlarımı çatarak başımı çevirdim.

" Doyduysan kalk artık. "

Utançla, titreyen elimi alev alev yanan yanağıma yerleştirdim. Sadece bir kerecik olsun beni rahat bırakamaz mısın?

" Hadi diyorum. Bak kalkmazsan ben kaldırırım. "

Başımı hızlıca iki yana salladım ve çantamı kavrayıp doğruldum. Geri çekilip geçmemi işaret etti. Ben de el mecbur ilerlemeye başladım. Ellerim hala titriyordu ve yüzümün bu kez kıpkırmızı olduğuna emindim. Ben tam Müzik Odasını geçip aşağı inecekken kolumu kavradı.

" Bu taraftan. "

Yeniden içerideydik. Kapıyı kilitlediğinde yine geri geri gittim ve duvarın dibine çöküp dizlerimi kendime çektim. Başımı dizlerime dayarken o da yürüyordu. Birkaç adım sonra ayak sesleri kesilince ben de başımı kaldırıp ne yaptığına baktım. Karşı duvarın dibine çökmüş aynı benim gibi oturuyordu. Fakat başı dikti ve gözleri bendeydi. Hemen başımı indirdim. On beş dakika olduğunda konuştu.

" Konuşmayacak mısın? "

Ses çıkartmadım. O ekmek rezaletinden sonra bayılmadığıma şükretmeliydi. Lanet olsun! Yüzüm yeniden yanmaya başladığında devam etti.

" Peki. Benim konuşmamı ister misin? "

Ben yine ses çıkartmadım.

" Ama sen böyle yaparsan ben ne yapacağımı nereden bilebilirim ki? "

Sessizlik.

" Peki. 'Konuşmamı ister misin?' soruma başını sallayarak cevap verebilirsin değil mi? "

Yine sessiz kaldığımı görünce iç geçirdi.

" Dün Hazar başını sallamanı istediğinde ona yardımcı olmuştun. Bana da olsan ölür müsün? "

Biranda başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerim kocaman olmuştu. Hazar mı dedi o? Dün orada sadece ikimiz yok muyduk yani? Orada mıydın? Nasıl ya!

" Beş. Altı. Yedi. "

Biranda kaşlarımı çattım ne yapıyordu bu?

" Sekiz. Dokuz. On. On bir saniyedir yüzüme bakıyorsun. "

Biranda utançla başımı eğdim. Ah hadi ama! Ciddi olamazsın! Güldü. Kahkahası beni utandırmıştı. Fazla içtendi. Ellerimi yumruk yaptım. Bu çocuk resmen benimle alay ediyordu. Biranda öfkeme hakim olamayıp ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. Merakla beni izliyordu. Kapının önünde durdum ve sıktığım ellerimi omuz hizama kaldırıp hızla kapıya vurmaya başladım. Aniden ayağa fırladı ve yanıma geldi.

" Hey Hey! Ne yapıyorsun! Bir şey var sanacaklar! Dursana! "

Bileklerimi kavrayıp beni kendine çevirdi.

" Sakin ol. Tamam kızma. "

Başımı eğdim ve ellerimi çekmeye çalıştım. Ama bırakmadı.

" Sana ulaşmama yardım et." diye fısıldadığında elleriyle verdiği savaşı bıraktım. Titreyen ellerimi yavaşça bıraktı ve konuştu yeniden.

" Şu titremelerin normal değil biliyorsun değil mi? "

Ukala ve bilmiş bir tavırla kurduğu bu cümle üzerine hızla önünden ayrıldım ve yine duvarın dibine çöktüm. Bu kez tüm öğle arası boyunca burada kaldık. Yemek yemek için bile ayrılmadı lanet olası! Tam bir saat boyunca öylece durduk. Ne o tek kelime etti ne ben. Arada başımı kaldırıp ne yapıyor diye baktığımda çoğunlukla göz göze geldiğimiz için yine bir utançla başımı eğdim. Ama bazen de onu başını duvara yaslayıp gözlerini kapatmış halde buluyordum. Onu ilk defa bu kadar yakından inceliyordum. Köşeli bir yüzü vardı. Koyu kumral saçları daima dağınıktı. Ukala olmayı hakkedecek derecede çekiciydi. Kirli sakallarını tüm ikazlara rağmen tıraşlamıyordu iyi ki de tıraşlamıyordu. Bu dağınık hali onu fazlasıyla çekici gösteriyordu. Esmer teni ve kahverengi gözleriyle kızlarda hayranlık uyandırması şaşılacak şey değildi. Keşke içi de dışı kadar güzel olsaydı. Tamam Hazar gibi serseri değildi belki ama hadi ama insan azıcık kibarlıktan nasibini alır. Kimseyi umursamadan etrafındakileri cazibesinin kapsama alanına usulca alıyordu. Bu onunla göz göze gelmeme isteğimi çok daha fazla arttırıyordu. Gözlerini açtığında başımı eğdim. Ölmek için çok gençtim...

AYRIKOTUWhere stories live. Discover now