YÜZ YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM

6.8K 698 248
                                    

“Işığın savaşçısı haksızlığa uğrarsa, çektiği acıyı başkalarına göstermemek için genellikle yalnız kalmaya çalışır.

Bu hem iyidir, hem de kötüdür.

İnsanın, yüreğinin kendi yaralarını ağır ağır sarmasına izin vermesi bir şeydir, zayıf görünmek korkusuyla sabahtan akşama kadar düşüncelere dalıp oturması başka şey…

Hepimizin içinde bir melek ve bir de şeytan vardır; sesleri de birbirine benzer.
Bir sorunla karşılaşınca şeytan, kendi kendimize konuşmamızı destekler, ne kadar savunmasız olduğumuzu bize göstermektir amacı. Melekse davranışlarımız üzerinde düşünmeye yöneltir bizi ve arada bir başkasının dudaklarını kullanır kendini ifade etmek için.

Bir savaşçı, yalnızlıkla başkasına bağlılık arasında denge kurar.”

PAULO COELHO – IŞIĞIN SAVAŞÇISININ ELKİTABI

Saklandığımız yer, birbirlerinin köşelerine doğru konuşlanmış binaların çevrelediği, kare şeklindeki bir siteydi. Ortada kalan boşluk alanda minik bir süs havuzu vardı ama içi boşaltılmıştı. Kendimi soğuk ve kurtuluşumun mümkün olmadığı bir hapishanede gibi hissetmiştim. Etrafımda dönüp bakınırken, gökyüzüne doğru yükselen yapıların içinde hiçbir sıcaklık ve yakınlık barındırmadığını gördüm. İçlerinde yaşayan Vhalaxlar burayı gerçekten de seviyorlar mıydı acaba? Gördüğüm kadarıyla, benim beğeni kategorime girmemelerine karşın, oldukça lüks sayılan bir işçiliğe sahiplerdi. Yani burada ikamet edenler, cepleri boş olan kişiler değillerdi. Ve buna rağmen bu ruhsuz yerde günlerini harcamaya devam etmişlerdi, öyle mi? Hıh, insanların gerçekten de çok farklı zevkleri vardı.

Jasen sol tarafımıza düşen binaya doğru yönelirken, biraz yavaşlayıp Kaen’le ikisinin arkasında kaldım. İçimdeki huzursuzluğun sebebi, az sonra beni muayene edecek olan doktorun bir şeyleri fark edip etmeyeceğini bilmiyor olmamdı. Ya onların yanında bende ters giden birtakım şeyler olduğunu anlayıp söylerse? O zaman ne yapardım ben? Hem ağabeyimi, hem de Jasen’i nasıl teselli etmeye kalkışırdım? Kendimi mecburen beni bekleyen sona hazırlıyordum ve duygularımın üzerine bir örtü serdiğimde, bunu gerçekleştirmede hayli başarılı olduğum bile söylenebilirdi. Lâkin onlar bunu anlamayacaklardı, anlasalar bile anlamazlıktan gelmek için uğraşacaklardı.

O ya da bu şekilde, ölümümü asla kabullenmeyeceklerdi…

Binanın içerisine girip de insanlarla karşılaşınca, tıpkı bir örümcek ağı gibi beynimi istila eden hastalıklı düşünceler furyasını zihnimde oluşturduğum el figürünün tek bir hareketiyle yok ettim ve o ana odaklandım.

Köşe başlarında, binanın her katındaki sahanlıklarda bir sürü insan vardı. Önünden geçtiğimiz her daireden farklı farklı kişilere ait sesler yükseliyordu. Yaşça daha küçük olanlar ve çocuklar, oradan oraya koştururken, buraya kısa sürede nasıl adapte olabildiklerini şaşkınlıkla izledim. Sanırım yaşanan zorluklar ve kötü günler, insanları seçicilik yapma konusunda daha da olgunlaştırıyordu ve bir yerden sonra, ayrıntılara takılıp kalmak yerine, o an sahip olduklarıyla yetinmeyi tercih ediyorlardı.

“Sığınağa inmeliyiz, orada küçük bir acil servis tarzı yer kurdular. Yaralı olanların bakımını falan yapıyorlar.”

Kaen’le birlikte Jasen’i takip edip sahanlığın sonunda, alt kata doğru inen merdivenlere ulaştık ama Jasen hemen yan tarafımızda duran asansöre doğru ilerledi.

“Hâlen çalışır vaziyetteler. Neden kullanmayalım ki?”

Sadece saniyeler sonra sığınağa varmıştık. Birkaç metre arayla tavana yerleştirilmiş olan sensörlü lambalar, biz ilerledikçe bir bir yanmaya başladılar.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now