YÜZ ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

7.2K 736 247
                                    

Akıllarda gerçek üstü bir sohbet olarak kalacak olan bu konuşmanın ve biten yemeğin ardından, kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başladı. Sanırım herkes sevdikleriyle ellerinden geldiğince daha fazla zaman geçirmek istiyordu. Dile dökülmüş bir şey değildi fakat derinlerde hissedilen duygu buydu: Bir daha birbirlerini görememe ihtimalinden kaynaklanan korku ve endişe…

Oturduğum yerde başımı hafifçe önüme eğdim. Çoğu kişi ortamı terk etmişti ama ben ve Kaen ile Jasen, bir de birkaç kişi daha orada kalmıştık. İnsanlara saygı duymam gerektiğini anlayacak kadar sağduyum hâlâ vardı, galiba bu tür hisler zihinden silinse bile, kalbe yerleşip kaldıkları için izlerinin silinmeleri o kadar kolay olmuyordu.

“Ne düşünüyorsun?”

Jasen kulağıma doğru eğilip fısıldadığında, el ele tutuşmuş bir aileyi izlemekle meşguldüm. O kadar güzel görünüyorlardı ki! Çocukların her şeyden habersiz neşe dolu cıvıltılarına gülümseyen anne ve babaları onları kucaklarına aldıktan sonra çıkışa doğru hızlı adımlarla ilerlediler.

“Her şeyi. Olanı ve biteni ve de olacak olan şeyleri. Viisas’ın anlattıklarından sonra hemen umutlanmak istemiyorum ama gerçekten de böyle bir şey olabilir mi Jasen? Sahiden de buradan gidebilir miyiz? Buraya ve bu zamana nispeten daha güvenli bir yer bulabilir miyiz?”

Başımı eğdiğim için yüzüme düşen saçlarımı itinayla geri çekti. Bunu yaparken de gözlerini benimkilerden ayırmamıştı.

“Ben buna inanmak istiyorum güzel kız. Gerçek olmasını tüm kalbimle diliyorum. Lexan da, Viisas da söyledikleri her şeyde haklıydılar. Savaşın iyisi ya da kötüsü olmaz. Ardında hep bir yıkım bırakır. Bir taraf kazanır ve diğeri kaybeder, bu işin doğası bu. Lâkin biz kazansak bile öyle bir dünyayla karşı karşıya kalacağız ki, belki de asırlardır tatmayı beklediğimiz bu zafer duygusunu gerektiği şekilde yaşayamayacağız.

Çünkü her şey değişecek, dengeler bozulacak. Ne olursa olsun, her iki taraf da doğaya ve canlılara zarar vermiş olacak.

Bunun geri dönüşü olmayabilir. Demek istediğim, zaferi göğüsleyen taraf bile dedikleri gibi bir müddet sonra doğa şartlarına yenik düşerek yok olabilir.

Ama öte yandan, Viisas’ın bahsettiği şey, bir rüya gibi. Rüyadan çok bir sihir, bir tılsım gibi…

Gerçekleştiği takdirde o hep anlatıla gelen öykülerdeki gibi bir şey yaşayacağız. O büyülü anlara tanık olacağız.”

Hakikaten de öyleydi. İnsanın içine girip bir daha çıkmayı aklından bile geçirmeyeceği türden bir masalı anımsatıyordu.

“Umarım öyle olur,” derken ona bakıp gülümsedim. Jasen’in bu fikirle ne kadar heyecanlandığını ve içinde delice bir fırtına koptuğunu anlayabiliyordum bakışlarından. Sanırım ait olduğu ırkın bütün özelliklerini fazlasıyla benimseyip üzerine oturtmuştu. Bu zor zamanlarda bile, kapımıza dayanmış savaş vaktinde, hâlen halkını ve yanlarında yer alan diğer insanları düşünüyordu. Belli ki uzun zamandır önceliğinin kendisi olmasını bırakmıştı. Geriye kalanlar onun için çok daha önemliydi.

“Hadi annemi bulalım,” Kaen’in bana seslenmesi sonucunda bu kez ona doğru döndüm. Lyenia ortalarda görünmüyordu. Bakışlarım bütün mekânda dolaştı ama onu bir türlü bulamadım.

“Nerede? Daha biraz önce buradaydı.”

“Tummalı kadınlarla birliktedir. O ve Andhalinli diğer kadınlar buranın yerli halkına yardımcı olmak için sabah – akşam çalışıyorlar. Her gün başka bir yerde, başka bir işi yaparken buluyorum onları. En son köyün çıkışındaki dere kenarında çamaşır yıkıyorlardı.”

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin