🌚 YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM 🌝 (Düzenlendi)

9.5K 966 84
                                    

Andhalath'da günler, olması gerekenden daha hızlı bir şekilde geçip gidiyordu. Düşününce, Jasen'le buraya sanki önceki gün gelmişiz gibi hissediyordum ama aslında ikinci haftanın içerisine girmiştik.

Geçen bu günlerle birlikte, Rhilinlerin bana karşı olan tutumlarında da bazı gözle görülür değişiklikler olmuştu. Artık eskisi kadar kuşku duymuyorlardı benden, birçoğu yanıma gelip sohbet bile ediyordu. Onları tanıdıkça, aslında ne kadar iyi yürekli olduklarını daha iyi anlamıştım, sadece önceki gibi bir hataya düşmek istemedikleri için başlarda bana biraz temkinli davranmışlardı.

Fakat hâlâ bana küçük şeytan gözüyle bakanlar da yok değildi. Diğerleri ne kadar samimi davranmaya çalışıyorsa, beni dışlayan grup da bir o kadar tutucu davranıyordu bu konuda. Bu Rhilinlerin en başında da fesat hemcinsim Haileen geliyordu.

Neden böyle davrandığını bilmiyordum. Ben ona bir şey yapmamıştım ki! Kabul ediyorum, onu ilk gördüğümde yıldızlarımızın barışmadığını zaten anlamıştım ama yine de bu kadar aşağılayan bir tarzda bana bakması gerekmiyordu.

Seradaki dersten sonra, Haileen bizi malikânenin bahçesinde bulmuştu. Delici bakışları karşısında elbette sinmemiştim fakat oldukça huzursuz olmuştum.

O günden beri ne zaman Jasen beni Mepis'te bir yere götürmeye kalksa, Haileen aniden ortaya çıkıyordu. Bir şeyleri bahane ederek yanımızda olmaya çalışması gözümden kaçmamıştı. Bu durumdan dolayı duyduğum rahatsızlığı dile getirmemiştim ama Jasen hep olduğu gibi bunu da anlamıştı.

"Haileen'in yanında rahat edemiyorsun, bunun farkındayım ama kaç defa kibarca ona durumu izah etmeye çalıştıysam da bunu anlamıyor. Göz önünde olmayı fazlasıyla seven biri," demişti.

Aslında ben neden anlamak istemediğini biliyordum, bir süredir Haileen hakkındaki bir gerçeğin farkına varmıştım; kesinlikle Jasen'den hoşlanıyordu. Her adımında gizli bir ajan gibi onu takip etmesi bu yüzdendi. Fakat bunu Jasen'e söylemeyecek kadar akıllıydım. Çünkü öğrendiği takdirde yaptığım tespit hakkında gelecek asra kadar konuşup bunu bana tekrar tekrar hatırlatabilecek potansiyele sahipti.

Şimdi ise, malikânenin hemen arka tarafına kurulmuş olan küçük sahada maç izlemek için hazır bekliyorduk. Yanımda Kaia da vardı; Jasen ve Gaton da takımda olduğundan ikimize tribünde maç izleme görevi düşmüştü.

Kaia'nın anlattıklarına göre; lakros Eski Dünya'nın Kuzey Amerika’sında ortaya çıkmış bir spordu. Orada yaşayan yerliler, bu sporun kendilerine Tanrı tarafından gönderildiğini düşünüyorlardı.

Teknik olarak basketbol ve futbola benzeyen bu spor, erkek ve bayan sporculara göre takım sayısında farklılıklar gösteriyordu. Bayanlar on iki kişiyle oynarken, erkekler açık alanda on, kapalı sahalarda altı kişiyle oynuyorlardı. Bu oyunda sert ve küçük bir top kullanılıyor ve her oyuncuda topu sürüklemek ve ele geçirmek, karşı takımın kalesine gol atmak için ucunda bir ağ olan sopa bulunuyordu.

"En büyük tutkuları bu," diye beni aydınlatmaya devam etti Kaia. "Tanrım! Onları önceden görmeliydin. Demek istediğim, hiç susmadan saatlerce lakros hakkında konuşuyorlardı. Sanırım bütün erkekler aynı. Yeniden Doğuş'tan önce de Eski Dünya'da futbolun ve basketbolun en gözde spor dalları olduğunu duymuştum. Erkeklerin en büyük ilgisi bu ikisi üzerineymiş."

Fazla bir bilgiye sahip olmadığımdan onu sadece dinliyordum. Kaia'yla ilgili bir şeyin farkına varmıştım; her ne kadar kendini arka planda tutmaya çalışan biri de olsa, en az Gaton kadar zeki birisiydi. Hemen hemen her konuda bir şeyler biliyordu.

"Merhaba hanımlar!"

Arkamıza dönüp baktığımızda, Deick'in bize sırıtmakta olduğunu gördük. Stadyumun canlı ışıkları altında sarı saçları pırıl pırıl parlıyordu.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now