🌚 ON ALTINCI BÖLÜM 🌝 (Düzenlendi)

10.6K 1K 32
                                    

Çok değil, yalnızca altı gün olmuştu grubumla Uthia'ya ayak basalı. O gün de tıpkı şimdiki gibi ufka bakıp sabahın ilk ışıklarını izlemiştim. Ve garip bir şekilde umutluydum.

Şimdiyse buradan ayrılıyordum. Bu topraklara ayak bastığım saatlerde, buradan gidiyordum.

Fakat tabiat bile bazı şeylerin farkına varmış gibiydi. İlk geldiğimde kaybımı iki kişiyle; annem ve Kaen'le ifade ediyordum ama şimdi bu sayı dokuza çıkmıştı. Dokuz kayıp! Yüreğim dokuz kişinin acısıyla çarpıyordu. Bulutlar da yasıma ortak olmuş gibi sessizce akıtıyorlardı gözyaşlarını, toprağa düştüğünde bunun adı yağmur oluyordu.

Jasen, benden iki adım önde yürüyordu. Dakikalardır konuşmuyorduk. Aramıza belirgin bir sınır çizmiş, bu çizgiden ne kendisi geçiyor, ne de benim geçmeme izin veriyordu. Zaten bunu yapmaya ne cesaretim ne de gücüm vardı. Arkasından elimden geldiğince hızlı yürüyerek onu takip ediyordum.

Hastanenin olduğu sokaktan çıktıktan sonra, daha köhne ve kesinlikle daha bakımsız bir başka sokağa girdik. Hâlâ önceki günün izleri kaldırımlarda ve yollardaydı. Rengârenk konfetiler, albenili afişler her adımımızda bir yerden karşımıza çıkıyordu. Yaşananlardan sonra, festivalin üzerinden uzun bir zaman geçmiş gibi hissediyordum, oysaki yalnızca iki gün geçmişti.

Şiddetini artıran yağmurdan korunmak için ceketime iyice sarındım ve kapüşonumu başıma geçirdim. Jasen'e baktığımda, onun bu duruma pek de aldırmadığını gördüm. Saçları şimdiden sırılsıklam olmuştu, alnına ve ensesine yapışıyordu.

Birden arkasını dönünce sendeledim, ona çarpmamak ve ayaklarımın üzerinde durabilmek için garip bir şekle girmiştim. Ne var ki sırtımdaki çanta yerçekimine yenik düşüp omzumdan kaydı, sağ tarafıma doğru tehlikeli biçimde eğilmeye başlamıştım.

Ve bu kez Jasen geç kalmıştı. Beni tutmak için elini uzattığı esnada kalçamın üzerine, yere oturur gibi pat diye düştüm.

Normalde böyle bir durumda canım ne kadar yanarsa yansın, bunu kimseye belli etmezdim. Fakat şimdi dikişli bir bacağım ve kırık bir elim vardı. Bu ikisinin sancıları varlıklarını bana unutturmamak istercesine, tenimin altına sızıp, her dokuma, her hücreme yerleşmişti. Şimdi bu da yetmiyormuş gibi, bir de kalçamın ağrısı eklenmişti diğerlerinin yanına.

Nefret ettiğim şey yine olmuştu...

Gözyaşlarım yine yanaklarımı ıslatıyordu...

Jasen önümde diz çökmüştü ama bana bakmıyordu. Yağmur nedeniyle ıslak kirpikleri birbirine yapışmıştı.

"Bu kadar sakar olman normal mi?"

Başını hafifçe kaldırmasıyla göz göze geldik. Konuşmadı... Konuşmadım... Dik dik bakıyor olmam ona gereken cevabı vermişti zaten. Dün geceden beri bambaşka bir Jasen vardı karşımda. O her sözüme alayla yaklaşan adam gitmiş; yerine mümkün olduğu derecede az konuşan, sürekli donuk bakışlar atan bir başkası gelmişti.

Bir an olsun gözünü kırpmadan bana karşılık vererek bakıyordu. Bu defa ben de sinmedim. Sınırlarımı zorlayarak o pes edene kadar baktım gözlerine.

En sonunda sıkıntılı bir "of" çekti ve çevik bir hareketle ayaklarının üzerinde yükseldi. Sol elini tutunup kalkmam için bana doğru uzatmıştı, başı ise sokağın çıkışına dönmüştü.

Bana tıpkı bir angaryaymışım gibi davranıyordu. Yanaklarımın iç kısmını sertçe ısırdım. Aksi hâlde sessizce dökülen gözyaşlarımın boyut değiştirip hüngür hüngür ağlamama sebep olması işten bile değildi.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now