🌚 SEKİZİNCİ BÖLÜM 🌝 (Düzenlendi)

11.8K 1.1K 82
                                    

"Nereye gittiler? Söylesene. Nereye götürdüler onları?"

Dakikalarca aynı soruları, yakasından tuttuğum Tasarım'ı sarsarak sormayı sürdürdüm. Bir cevap almam gerekiyordu. O anda, en ufak bir bilgi kırıntısına bile muhtaçtım. Başlarda sadece panikle hareket etsem de, bir müddet sonra iyice sinirlenmiştim. Lânet suratında sonsuza dek kalacağı aşikâr olan sırıtışı bana yanıt vermeden, dalga geçer gibi bakmayı sürdürüyordu.

"Yeter. Bırak artık onu. Görmüyor musun? Çoktan öldü."

Yanımdaki yaralı Tasarım'a aldırmadan hareketlerimi şuursuzca tekrarladım. Hatta cesedin yüzüne okkalı bir tokat savurdum. Bu hareketim boş sokakta patlama sesi gibi yankı yaptı.

Demir gibi eller beni belimden kavradılar ve çırpınmama aldırış etmeden ölü Tasarım'ın üzerinden kaldırıldım.

"Ölüye dayak atmak da neyin nesi? Ne çeşit bir sadistsin sen?"

"Bırak beni!"

Hınçla kollarımı göğsüne dayayıp onu itekledim. Geriye doğru sendeleyip dengesini korumayı başardı. Normalde eminim ki bu hareketimden etkilenmezdi, Adonis'i çağrıştıran bedeni önümde kocaman bir kanıttı çünkü. Fakat belli ki, yaraları onu zayıflatıyordu.

Soluk soluğa sokağı baştan aşağı incelemeye başladım. O da sessizce arkamdan geliyordu. Ighira'nın yaralandıktan sonra sığındığı binanın girişine gelince durdum.

Yerde kan izleri vardı.

Eğilip dikkatle bakmayı sürdürürken, ekranı kırılmış bir çağrı cihazına rastladım.

Kafamda deli gibi koşturan düşünceler beni bir türlü rahat bırakmıyorlardı. Her türlü ihtimal gözümün önüne gelirken, bu fikirlerin ve ürkütücü hislerin ağırlığına daha fazla dayanamadım. Olduğum yerde diz çöküp kaldım.

Son zamanlarda ne kadar çok ağlar olmuştum!

Her şey için ağlıyordum. Kayıplarım için, içinde bulunduğum durum için ve belirsizlikle dolu, karanlık bir tünele doğru uzanan gelecek için...

Bundan böyle, beni bekleyen geleceğin asla renkli olmayacağını biliyordum artık...

Karanlık, soğuk ve kimi zaman da duyarsız olan ruhuma en uygun günler kapıdaydı...

Yan sokaktan duyulan fren sesine bile aldırmıyordum. Artık hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi geliyordu. Ailemi aramaya giderken benimle olan insanları da kaybetmiştim. Hepsi benim yüzümdendi!

"Sesleri duyuyor musun?"

Duyuyordum. Bu akşam tenimi ürperten ayak sesleri yeniden sokaklarda yankılanıyordu.

"Çabuk ol. Buradan gitmeliyiz."

Tasarım'a öfkeyle, kocaman açtığım gözlerimle baktım.

"Ne zaman 'biz' olduk?"

Kasılan çenesiyle birlikte bana yukarıdan bir bakış attı.

"Ne var biliyor musun? Ne hâlin varsa gör!"

Arkasını dönüp hızla uzaklaşmaya başladı. Yine yalnızdım işte. Hep olduğum gibi...

Artık sesler daha da yakınlaşmaya başlamıştı. Gönülsüzce diz çöktüğüm yerden kalkıp gölgelere saklanmak için yürüdüm. Bunu yaparken dikkatsizce davrandığım bir gerçekti, nihayetinde ayaklarım ne olduğuna anlam veremediğim bir cisme takıldı. Ellerimi öne uzatarak son anda yere çarpmaktan kurtuldum.

Ellerimle yokladığımda bunun bize ait olan sırt çantalarından biri olduğunu fark ettim. Devreye girmek için hazır bekleyen gözyaşlarını yok sayıp hızla çantayı sırtıma geçirdim ve yaklaşık bir saat önce içerisinden bir arka sokağa çıktığım binaya koşup sığındım.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin