🌚 İKİNCİ BÖLÜM 🌝 (Düzenlendi)

26.3K 1.6K 138
                                    

Duyguları bir kenara bırakırsak, hayatımızın büyük bir bölümü boyunca savaşmaya hazır şekilde yetiştirilmiştik. Çocuk yaşta ellerimize kendimizi savunmamız için çeşitli silahlar verilmişti. Hiç yadırgamamıştık. Çünkü her gün, acı bir yolunu bulup bizlere uğruyordu. Sadece ölüm gelmiyordu. Ölüme alışmıştık. Öyle bir dönem yaşamıştık ki, çoğu insan ölümün bizler için bir lütuf olduğunu düşünmeye başlamıştı.

Bir elini omzuma koymuş olan Kaen'e bakarken, zihnim bugün de savaşmaya hazır olduğunu haykırıyordu ama kalbim aklımla aynı dilden konuşmuyordu. Korkuyordum, kendimden çok sevdiklerim için endişeleniyordum.

"Korkma."

Bu gece bu kelimeyi ne kadar çok dile getirmişti Kaen. Sanki durmadan söylerse, kelimenin sihri bana bulaşacaktı.

"Korulukta saklanalım," Daiwyn'in gözleri herhangi bir iz bulabilmek için etrafı taradı. "Burada durarak onlara fırsat vermiş oluyoruz."

Dikkatli adımlarla ağaçların arasına karışıp beklemeye başladık. Kamyoneti ve aldığımız pek kıymetli malzemeleri yolda bırakmıştık, fakat ne yazık ki onları da yanımızda taşımak gibi bir lüksümüz yoktu.

Bana bir ömür gibi gelen, aslında birkaç dakika süren sessizliğin ardından ansızın esmeye başlayan rüzgâr beraberinde tiz sesleri de getirdi. Yabancı, insana ait olmayan bir dilde konuşuyorlardı. Başımı biraz olsun hareket ettirme cüretinde bulundum, kara gecenin içinde parlayan bir düzine kadar parlak göz görüş alanıma girdi.

Dosdoğru bize doğru geliyorlardı, sadece saniyelerimiz vardı.

Tüm kaslarımın gerginleştiğini hissetmemle beraber aynı anda hazır olduğumu da biliyordum. Tüfeği sıkıca tutmama karşın, aklım bıçağımdaydı. Bıçakla daha rahat hareket edebiliyordum, bir şekilde onu vücudumdan bir parça olarak görmeye başlamıştım. Sol elim hâlâ tüfeği kavrarken, sağ elim ayak bileğime doğru indi ve bıçağımı aldım.

Nefesler tutulmuştu, herkes ilk kimin harekete geçeceğini bekliyordu. Gelen gruba en yakın kişi ben ve Masey'dik. Kısacık bir an göz göze geldik, belki de bir saniye bile sürmemişti ama birbirimizi onaylamak için başımızı salladık. Aynı anda atağa geçecektik.

En azından düşüncemiz bu yöndeydi…

Spot ışıklarını andıran, bir süreliğine gözlerimi kör eden parlak bir ışık üzerime tutuldu. Işığa uyum sağlamaya çalışırken, nereden geldiğini bilmediğim ağır bir şey hızla başıma çarptı ve yere boylu boyunca uzanmama neden oldu.

Bunlar Tasarım değillerdi.

Mutantlardı.

Tasarımların Yeniden Doğuş'la birlikte Dünya'ya yaydıkları, hilkat garibeleriydiler. Çarpıktılar; görenlerin ilk başta onlara karşı acıma hissi ağır basıyordu ama oldukça tehlikeliydiler.

Kontrol altındaydılar; kendilerine ait hiçbir eylemde bulunmuyorlardı. Programlanmış robot misaliydiler; Tasarımlar savaş meydanlarına ilk önce onları sürerlerdi çünkü bizlerdeki ve onlardaki gibi kalplerinde korku hissini taşımıyorlardı.

Boğazıma sıkıca yapışan ellerin sahibi mutant da korkmuyordu. Kızıl gözlerinden hiçbir şey okunmuyordu. Baş kısmı biraz olsun normaldi, alt ve üst dudağının ayrı yönlere bakıyor olmasına da pek fazla şaşırmamıştım.

Beni asıl şaşırtan vücuduydu. Kolları insana ait olamayacak türdendi. Pullu, parlak siyah bir derisi vardı. Elleri sanki koluna sonradan dikilmiş gibiydi, her parmağın eklem yerinden metal, jilet gibi keskin olduğu her hâlinden belli olan uzantılar çıkmıştı.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now