🌚 ALTINCI BÖLÜM 🌝 (Düzenlendi)

12K 1.1K 57
                                    

Sakin ama aynı zamanda buz gibi bir erkek sesiydi duyduğum. Şu; konuşarak insanları baştan çıkaranlara benziyordu. Kadife gibi, etkileyici bir ses... Fakat o anda bunlara takılıp kalacak durumda değildim, çünkü nefes almam bile güçleşmişti. Boğazımı sıkmasıyla birlikte öksürmeye başladım. Son bir gayretle, sol elim vasıtasıyla belimde duran bıçağı çekip aldım ve arka tarafıma doğru fırlatmayı düşündüm ama elim o kadar güçsüzdü ki, ortamın sessizliğini yaran dehşet verici bir sesle, parmaklarımın arasından kayıp yere düştü.

Minik bir kız çocuğunu taşıyormuş gibi pozisyonunu bozmadan beni binanın içerisine soktu ve kapıyı kapattı. Karanlıkta yön duygumu kaybetmiştim, duyduğum korku da buna eklenince çırpındım ama hiç etkili olmadı.

Bir kat yukarı çıktık.

Bir kapıdan içeri girer girmez, elini ağzımdan ve boynumdan çekmeden beni kendisine doğru çevirdi. Tabancamı elimden alıp yere fırlattı ve yine vücudunu bana bastırdı. Ellerim otomatikman kollarını kavradı, tırnaklarımı derisine geçirmek için yanıp tutuşuyordum.

"Gerçekten bana zarar verebileceğini mi düşünüyorsun? Şimdi de seni mi gönderdiler? Bu kadar mı acizsiniz?"

Konuşurken hareket eden dudaklarına takılı kalan gözlerim karanlıkta yüzünü daha iyi görebilmek için kısıldı. Fakat fazla çabalamama gerek yoktu, bu oda diğer yerlere kıyasla loş bir ışığa sahipti. Çıtırtılardan anladığım kadarıyla bir yerlerde bir şömine yanıyordu.

Başımı biraz geriye atıp yüzüne bakmayı denedim, omuz hizasına geldiğim için ancak bu şekilde yüzünü görebilirdim.

Yaşadığım tüm dehşete ve muhtemelen beş dakika sonra nefes alamadığım için öleceğimi bilmeme rağmen, gözlerim baktığı her noktayı en ince ayrıntısına kadar zihnime kazıdı.

Bu zamana dek, on sekiz yıllık hayatım boyunca pek çok insanla karşılaştığım söylenemezdi ama tam şu anda baktığım yüz, hayatım boyunca gördüğüm en güzel yüzdü. Şömineden yükselen kızıl ışık, yüzünde etkileyici bir kontrast oluşturuyordu. Buğday rengi teni, sanki güneş altında belli bir zaman geçirmiş gibi görünmesini sağlıyordu. Koyu kahverengi saçları ve kenarlarında altın harelerin dans ettiği kahverengi gözleri vardı. Yüzünün sert hatları, usta bir heykeltıraşın elinden çıkma nadide bir eser havası katıyordu ona.

"Anlamadığımı mı sandın?" dedi başını eğip gözlerimin içine bakarak. Artık yavaş yavaş bilincimi kaybetmek üzereydim, yüzü bulanıklaşmaya başlamıştı. "Ama fazla ümitlenme güzel kız. Diğerleri gibi sen de elin boş döneceksin."

Tüm gücüne rağmen, onun da titrediğini hissedebiliyordum. Ellerim sanki yapışıp kalmış gibi olduğu kollarından kayıp sırtına doğru ilerledi, esasen ne yaptığımı bilmiyordum. Galiba düşmemek için son bir kez çabalıyordum.

Parmaklarım bilmediğim bir sıvıya bulaşınca gözlerimi zorlayıp odaklanmaya çalıştım ve o anda onun da kesik bir nefes aldığını duydum. Yere düşene kadar, beni bıraktığını fark edememiştim. Bütün hücrelerim oksijen alabilmek için âdeta birbirleriyle yarışıyordu. Güçlükle ağzımı açıp kapatarak nefes almaya çalıştım.

Dirseğimi yere dayayıp kalkmak için çabaladım ama yabancı yeniden yanımdaydı. Dizini karnıma dayayıp doğrulmama engel oldu, elleri her an benden gelebilecek bir tehdide karşılık hazır vaziyette duruyordu. Dudaklarıma titrek bir gülümseme yerleşti, cidden bu hâlimle ona zarar verebileceğimi mi düşünüyordu?

"Bırak beni," diye fısıldadım. Ses tellerimin tahrip olması mümkün müydü? "Ben sana zarar vermeye gelmedim."

Kulağımın dibinde kısa, tok bir kahkaha attı.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now