🌚 YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 🌝 (Düzenlendi)

10.2K 1K 50
                                    

Jasen’in kendi ırkına vermiş olduğu gözdağı karşısında ne demem gerektiğini bilemiyordum.  Buna değer miydi? Benim için hem de?

“Bunu yapmamalıydın,” hâlâ laboratuvarda, tezgâhların arkasında otuyorduk. “Onlar sonuçta senin ailen Jasen. Neden onları karşına almak için uğraşıyorsun ki?”

Önünde duran stereo mikroskopla ilgilenen Jasen’in özellikle bana bakmadığı gibisinden bir hisse kapıldım. Birden bire bütün ilgisi siyah–beyaz renkteki alet olmuştu.

“Artık kim olduklarını ve neye hizmet ettiklerini sorgulama vakitleri gelmişti. Ben sadece bu süreci onlar için hızlandırmış oldum, o kadar. Birinin çıkıp onlara bunu göstermesi gerekiyordu.”

“Doğru söylüyorsun,” Gaton elini yanağına yaslamış, bir bana bir Jasen’e bakıyordu. “Son zamanlarda ne yazık ki Lexan ve onun gibi düşünenler biraz fazla katı görüşlü olmaya başladılar. Kendi içimizden olanlarla bile ayrılığa düşüyoruz bu yüzden. Ama diğer yandan, Kaunis vakası-”

“Kaunis’in bununla bir ilgisi yok!” Jasen’in gözleri hiddetle parladı. “O olay farklıydı, tamam mı? Bunu biliyorsun, Gaton. Cyra’nın öyle olmadığını da biliyorsun.”

“Biliyorum. Sadece sana onların ne düşündüğünü anlatmaya çalışıyorum. Bu sefer yaş tahtaya basmamaya kararlılar, Jasen. Yeni bir faciaya tahammülleri yok.”

Jasen’in parmakları iki günlük sakallarında dolaştı. Onu tanıdığım günden bu yana, ilk defa bu kadar tükenmiş görünüyordu.

“Hiçbir şey olmayacak,” diye mırıldandı kendi kendine. “Bu defa buna izin vermeyeceğim.”

Gaton’la ikisinin arasında geçen bu konuşma hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tek bildiğim, Kaunis’in, Jasen’in ağabeyi Jasiri’nin eşi olduğuydu. Ve şu anda o da hayatta değildi.

Gerilim dolu anlar üçümüzün de arasında gezinirken, laboratuvarın kapısında Kaia belirdi. En azından onun suratından gülümsemesi eksilmemişti.

“Hey millet, hadi kalkın bakalım. Cyra’ya bu akşam onu yemeğe çıkaracağımı söylemiştim. Öncesinde de bu tatlı kıza Mepis’i bir güzel tanıtalım.”

Kaia’nın şen şakrak sesi kesinlikle etkili olmuştu. Jasen’in çatılan kaşları normale döndü, sert ifadesi yerli yerinde dursa da, gözlerine bambaşka bir pırıltı yerleşmişti şimdi.

Dördümüz birlikte şehrin tam da o anda bulunduğumuz batı yakasında gezinmeye başladık. Parlak, gün ışığına benzer ışıklandırmaların aydınlattığı sokak boyunca yürürken hâlen kendimi dışarıdaymışım gibi hissediyordum, toprağın üstündeki gündüz vaktinden hiçbir farkı yoktu.

Dev ağaçlarla kaplı gezi parkının içerisinden yürümeye devam ettik. Arada Jasen’e kaçamak bakışlar atıyordum. Ona Gaton’la konuştukları konunun ne olduğunu sormayı deli gibi istiyordum ama kendisini geri planda tutuyordu ve bu da tüm cesaretimi kırıyordu.

Canının sıkkın olduğu güzel yüzüne yansımıştı. Belki de ilk kez, tüm o alaycı ve şaka dolu yüzünü sergilemekten bıkmıştı. Gerçekte böyle miydi? Bana gösterdiği yüzünü maske olarak mı kullanıyordu? Eğer öyleyse, onu aslında hiç tanıyamamış olduğumu düşündüm. Oysa, Jasen beni açık bir kitap misali okumuştu. Tüm korkularımı, kaygılarımı ve çekincelerimi biliyordu. Nerede, ne söyleyeceğimi tahmin edebiliyordu.

“Sanırım birazdan yağmur yağabilir,” diye yukarıyı işaret etti Kaia. “Bugünlerde şehir sıcaktan kavruluyor. Ethrwen ve birimdekiler Eski Dünya’da yapay bulut yapmayı başarmış Berndnaut Smild’in buluşunu geliştirmeyi başardılar. Güneş enerjisini kullanarak çalıştırdıkları motorlar bulutları hareket ettirecek. Böylece şehrin her yerinde aynı anda yağmur yağabilecek.”

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now