ELLİ İKİNCİ BÖLÜM

7.9K 849 73
                                    

Artık hücrede değildim. Rhilinler'le iş birliği yapmayı kabul ettiğimden beri – aslında kendi aralarında yaptıkları oylama sonucu bu kararı almışlardı, ben de onları onaylamıştım – yeniden zindanların dışına çıkmıştım. Fakat her an gözetim altındaydım, etrafımda bana neredeyse nefes aldırmadan dolanıp duran muhafızlar vardı.

Yeniden malikâneye dönmüştüm. Ama bu kez eskisi gibi başım dik yürüyemiyordum. Süngüm düşmüştü, sık sık kendimi duvarların arasında kaybolup gitmeyi dilerken buluyordum.

Ve Jasen'i de doğru düzgün göremiyordum...

Hâlen kendisine ait olan evdeydi. Kaen'le birlikte az sayıdaki eşyamızı oradan alırken sessizce bizden biraz uzakta durmuş ve bizi izlemişti. Kendisini böyle geri çekiyor oluşunun beni ne hâle getirdiğinin farkında mıydı acaba?

Fakat ona serzenişte bulunmaya hakkım yoktu. Bundan böyle hiçbir şeye hakkım yoktu!

Beni tamamen silip atmadığını biliyordum. Jasen gerçekten de tanıdığım ruhu en hassas olan kişilerden biriydi. Bunu çabucak atlatacak biri değildi yani. Lâkin artık kendisini savunma moduna geçmişti. Aldığı yaralar onu bunu yapmaya mecbur bırakmıştı.

Kaldığım odadan çıkarken dalgındım. Aklım sürekli ikizim olan Vhalax'la karşılaşacağım ana odaklanıp duruyordu. Neler olacaktı acaba? Gerçekten gelecek miydi? Ya ben? Ben onu görünce ne yapacaktım? Buna hazır mıydım?

Hazır olsak da, olmasak da bunu yapmak zorundayız! Söz konusu sevdiklerimiz olunca her zaman kendimizi boş vermiyor muyuz? Şimdi de öyle yapacağız! Mantığım haklıydı haklı olmasına da işte, yine de kendimle ilgili tereddüt içerisindeydim.

"Cyra?" Kaen ne ara yanıma gelmişti de ben fark edememiştim! Başını hafifçe eğip bana bakarken nefesimi tuttum. "Yine kaçmaya mı çalışıyorsun yoksa? Öyleyse boş hayallere kapılma bebeğim, doğru revire gidiyoruz."

Ağabeyim ara sıra, benim farkında olmadığımı düşündüğü zamanlarda bana kaçamak bakışlar atsa da, sanki hiçbir şey olmamış, ben hâlen onun deyimiyle bebeğiymişim gibi davranıyordu. Onun bir gram bile azalmayan sevgisi ve şefkati karşısında sürekli ağlıyordum. Annemiz gibi benden uzak durmuyordu, beni suçlamıyordu o. Aksine, gerçeği öğrendiğimizden beri daha fazla üzerime düşer olmuştu.

"Ben iyiyim, sahiden bak. Bir şeyim yok."

Başını sallarken kaşlarını çatmıştı, mavi gözleri bana onaylamadığını gösteren bir bakış attı.

"Boş yere nefesini tüketme tatlım," dedikten sonra kolumdan kibarca tutup beni revire doğru götürdü.

O kafesin içinde kapalı kaldığım zamanlarda vücudumda kesikler açılmıştı, parmaklıklar o kadar keskindi ki, dalgınlıkla hafifçe kavradığınızda bile can yakan bir kesik oluşmasına neden oluyordunuz.

Ben de yarı bilinçsizce, yarı tüm öfkemi ve kırgınlığımı atmak isterken kendimi parmaklıklara atıp durmuştum. Yalnızca kollarımda ve ellerimde değil, bacaklarım da dâhil vücudumun pek çok noktasında yaralarım vardı. Ben el değmemiş, katıksız bir mazoşisttim.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, bir de en son kelepçelere vurulmuştum. Bileklerimi öyle sıkmışlardı ki, çıkarırken muhafızlar bile zorluk yaşamışlardı. O bölgelerdeki derim sıyrılmış, anında kanama başlamıştı. Şimdi de aynı yerlerde, aynı boyutlarda insanın midesini ağzına getiren, iğrenç görünümde yaralar oluşmuştu.

Doktor revirde değildi ama onun masasında oturan bir başkası vardı.

Jasen birinin şekerleme yapması için çok da konforlu olmayan sandalyede bacaklarını ileri doğru atmış bir vaziyette oturuyordu. Sol kolu gözlerinin üzerini örtüyordu, diğer elinin parmakları gelişigüzel bir şekilde karnında ritim tutuyor olmasa, gerçekten de uyuduğuna inanabilirdim.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now