KIRK ALTINCI BÖLÜM

8.4K 884 119
                                    

Sabahın bunaltıcı sıcağını göz ardı ederek ormanda ilerlemeye devam ediyordum. Jasen'den ayrı geçen on beşinci günüm başlamıştı. Artık kaygılarımı saklayacak ne gücüm ne de isteğim vardı. Sabah akşam beş karış bir suratla bekliyordum. Üstelik bunu yapan yalnızca ben değildim. Diğerleri de benim gibi artık kendilerini teselli edecek sözler söyleyemiyorlardı. Ben de bu yüzden çareyi kısa süreli kaçışlarda bulmuştum. Sessizce evin arkasında uzanan ormana giriyor ve sadece tabiatın sesini dinliyordum.

Birbirinden güzel görünen yabani meyveleri gördüğümde, belime astığım keten torbalardan birini çıkarıp içini doldurmaya başladım. Frenk üzümleri ve yaban mersinleri iştah açıcı derecede iriydiler. Birkaç tanesini ağzıma attım ve o müthiş tatlarının damağımda iz bırakmasına izin verdim.

Bir yarım saatimi meyve toplayarak harcadım. Bir yandan da ulu ağaçların gölgesinden ilerlemeye devam ediyordum. Işığın ulaşamadığı yerler daha serindi.

Daha önce Kaen'le çıktığımız keşif gezisinde tesadüfen rastladığımız mantarları yeniden görünce dudaklarım kıvrıldı. Akşama tek çeşit yemek yemeyecektik anlaşılan.

Diz çöküp belimdeki ipe bağlı olan bıçağı çekip çıkardım ve mantarlara fazla zarar vermemeye çalışarak onları teker teker kestim. Kısa sürede dört kişiden fazlasına yetecek kadar mantar toplamayı başarmıştım.

Çalılıkların hemen arkasından gelen bir sese kulak kesildim ve anında zıplayarak ayağa kalktım. Bir hayvan olabilir miydi? Onlara denk gelmek çok da şaşılacak bir şey değildi, arada sırada karşıma çıkıyorlardı ve kesinlikle şimdiye kadar bana bir zarar vermemişlerdi.

Ses gittikçe yaklaşırken bunun koşan birine ait olduğunu kavradım ve bıçağı torbanın içine attığım gibi koşmaya başladım. Her adımımda belime astığım torba bacağıma ve oradan da savrularak kalçama çarpıyordu, hatrı sayılır bir miktarın ezildiğine emindim ama durup bunun için üzülecek durumda değildim.

Hızla koşarken bir taraftan da aniden karşıma çıkan kuru dalların yüzüme çarpıp kesik açmaması için ellerimi önüme uzatıp kendime yer açmaya çalışıyordum. Kayın ağaçlarının olduğu tarafa gitmeliydim, orada ağaçlar daha sıktı ve saklanma olasılığım daha fazlaydı.

Beynimde ardı ardına sıralanan sorular her adımımla omzumu dürtmeye devam ediyorlardı. Gelen kimdi? Niye beni takip ediyordu? Yoksa...

Birden bunun günler önce Airsoft oynarken beni tehdit eden Rhilin olabileceği gerçeği akılıma geldi. Kesinlikle o olmalıydı, ondan başka kimse olamazdı. Açık açık bana düşmanlığını gösteren kimse çıkmamıştı şimdiye kadar.

Haileen'i unutma! diyen duygusal yanım, işi gereği duygusal davranıyordu. Dişi Rhilin beni kelimeleriyle tehdit etmese de bunu bakışlarıyla gayet güzel başarıyordu ama şu anda onun böyle bir işe kalkışacağını zannetmiyordum. Oyun oynadığımız gün bile hırs yapıp peşimden gelmemişti çünkü. Belki de çoktan vurulduğumu düşünmüştü ve izimi sürerek boşuna zaman kaybetmek istememişti, kim bilir?

Ayaklarımın altından kayıp giden çimlere aldırmadan koşmaya devam ettim. Takipçim bana yaklaşmıştı, hem de tahmin ettiğimden de daha yakında olmalıydı. Kesik kesik nefes alışını duyabiliyordum.

Sağ tarafıma doğru kıvrılan ormanın patika yoluna girdim ve hızımı hiç azaltmadan koştum. Evin yakınlarında bir yere çıkabilirsem işim kolay olacaktı. Ağabeyim ve iki adet Rhilin orada beni bekliyor olacaklardı çünkü. Bana bir zarar gelmesine müsaade etmezlerdi.

Nefes alışverişimde zorlanmaya başlamıştım, ciğerlerim yanıyormuş gibi acıyla haykırıyorlardı. Ama duramazdım. O Rhilin beni yakaladığı takdirde geçen sefer elinden kaçırdığı fırsatı bu kez değerlendirmeye kararlıydı. Ona kendimi öylece teslim edemezdim. Sonuna kadar mücadele etmem gerekiyordu.

KUSURSUZ #1- Yeniden Doğuş  (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now