BÖLÜM -10-

792K 39K 2K
                                    

Hellö 💦

"Ay benim aşkım gelmiş. Benim kızıl Barbie'm gelmiş. Şu yatışa bak. Allah'ım erkek olsam yavşarım. Bir dakika... Ben zaten şu anda sana yavşıyorum... Ay! Ne atıyorsun be?"

Gözlerini kocaman açmış güzel kız neredeyse kudurmanın eşiğindeydi.

"Sabahın köründe odamda ne işin var senin Maviş?" diye uyku mahmuru ve siniri karışık sorarken arkadaşı ona doğru ilerledi ve üzerinde bulunan pikeyi kenara fırlattı.

"Özledim kızım seni, bir haftadır yoksun. Aşkından yanıp tutuştum. Adonislere küstüm, barlara yakardım Hamra'm ne... Yahu neden atıyorsun!" diye bağırması ile güzel kız yatağında kalan son yastığa sımsıkı sarılıp başına getirdi ve boğuk sesi ile konuştu.

"Aşkına da sana da başlatma Demre, defol git odamdan. Bugün Pazar."

"Eeeee? Ne yapayım yani?"

"Odamdan git yoksa ben göndereceğim Demre!"

"Özledim, diyorum senin dediğine bak. Ah! Abim sana da bulaştırmış şu ketum tavrını. Halo! Benim ben. Maviş. Demre olan Maviş."

"O mavi gözlerini, fırında iki yüz yetmiş derece sıcaklıkta kızartıp ağzına vereceğim. Sussana kızım!" diye sonunda kafasını yastığın altından kaldıran arkadaşına dehşete girmiş gözlerle baktı Demre.

"Hamra sen sinirlenince çok korkunç bir şey oluyorsun biliyorsun di mi? Bakma bana öyle korkmaya başladım." dediğinde Hamra artık dayanamayıp elindeki son yastığı da arkadaşının kafasına fırlattı.

"Şimdi daha fazla kork. O mavi gözlerini yerinden çıkaracağım. Kaçma! Buraya gel..."

Yataktan fırlamış güzel kız uyku mahmurluğunu çoktan atmış sinirden kuduruyordu. Önünde ise çığlık atarak kaçan arkadaşının beline kadar uzanan sarı saçları bir o yana bir bu yana savruluyordu.

O saçları kesecekti.

Evet, bunu yapacaktı...

Koşarak merdivenlerden inen ikili, evi âdeta ayağa kaldırmıştı. Demre açık olan bahçe kapısından dışarıya çıplak ayakları ile fırladığı gibi arkasından, Hamra da çıkmıştı. Çimenle döşeli bahçelerinde pislik yoktu ama Demre çıktığı anda telaşa kapılmadan edemedi. Ayakları kötü olursa Fırat aşkıyla atışırdı sonra...

Ah! Evet, adam ayak fetişiydi...

Tabii bu koşmasını engellemedi. Arkadaşı onu öyle bir sinirle kovalıyordu ki en son sinirlendiğinde kafasını pasta kremasına buladığı günden beri, sinirlenince Hamra'ya kesinlikle yaklaşma taraftarı değildi...

"Ayağıma bir şey batarsa sen bittin..."

"Asıl benim ayaklarıma bir şey olursa Fırat seni de beni de çiğ çiğ yer..."

"Sen o geri zekâlıyla hâlâ görüşüyor musun Demre?" diye çıkışan Hamra daha da sinirlenmişti. Fırat denen adam kendilerinden biraz büyüktü ve Demre'ye tuhaf bakardı. O adamı ilk gördüğü günden beri kesinlikle hoşlanmamıştı. Ama doğrusu şuydu ki Hamra, Demre'nin hiçbir sevgilisinden hoşlanmazdı.

"Bana pırlantalarla döşeli bir kolye yaptırmış, Allah'ım. Görmelisin." diyen Demre'nin sözlerine karşılık şaşkınlıkla gözlerini açtı Hamra.

"Kızım sen zaten zenginsin..."

"Ama ben kendime pırlanta almıyorum sonuçta."

"Ben sana çok başka şeyler alacağım merak etme. Seni bir yakalayayım..."

Nefes nefese konuşan iki güzel kız koşmaktan artık yorulmuşlardı.

"Ay vallahi hamlamışım. Bu ne canım? İki koştum vallahi böbreklerim ağzımdan çıkacak biraz sonra. Yeter Hamra. Özür dilerim. Bak fena mı oldu sabah... Ahhhyyyy..."

Ve iki genç konuşmayı kesmek zorunda kaldılar. Çünkü arkadan ona yetişen Hamra onu tuttuğu gibi etrafında döndükleri havuza atmıştı. Atarken ayağı kaydığından kendisi de ardından düşmüştü.

Yüzeye çıkan ikili saçlarını yüzlerinden çekerken son nefeslerini alırcasına nefes alıyorlardı âdeta.

"Hamra, sen delisin."

"Bir daha beni sabahları uyandırdığında olacakları tahmin edersin umarım."

"Abim kılıklı olup çıkmışsın kızım sen. Bu ne sertlik? Benim yumuşak Hamra'm nerede?"

Güzel kız ıslak kirpiklerini kırpıp kendisine bakan arkadaşına yüzünü astı.

"Hiç de bile. O moruk abin benim yanımdan bile geçemez..."

"Ne demezsin. Bir hafta adamla kaldın. Şu hâline bak. Huysuz olup çıkmışsın." diye alt dudağını büzen Demre'ye çatık kaşlarıyla baktı. Sonra ne yaptığını fark edip kaşlarını çatmayı kesti ve yüzüne hızla kocaman bir gülümseme yerleştirdi.

"Yok canım. Saçmalama lütfen. Tamam kızmayacağım. Hadi gel."

"Bana ne..." dedi Demre suyun içinde kollarını bağlayıp çocuk gibi omuz silkerken. Hamra ise arkadaşının bu hâline gülüp ona doğru yavaşça yaklaşmaya başladı.

"Geliyor musun? Yoksa ben mi yardımcı olayım." dedi sinsi gülümsemelerinin ardından...

Demre o anda mızmız hâlini bırakıp arkadaşının sinsi yüz ifadesini izledi ama geç kalmıştı anlamakta. Kendisine fırlatılan su ile çığlığı basmıştı bile...

İkili havuzda birbirlerine su atıp boğmaya çalıştıklarından beri etraflarındaki insanları unutmuşlardı bile...

-*-

"Hayır bunu giymeyeceğim."

"Giyeceksin."

"Giymeyeceğim."

"Giyersen sana Game Of Thrones dizisinin yedinci sezon bölümlerinin hepsini bulurum..." demesi ile Hamra'nın dikkatini sonunda çekebilmişti.

"O bir kere olur tatlım. Geçen sene internete sızmıştı. Bu sene araştırdım ama sızmamış..."

Demre ise bilmiş bilmiş gülümsedi ve...

"Hah! Sızmadıysa da sızdırırız güzelim. Burada senin ve benim bara gitmemiz söz konusu..."

"Ya bir git Maviş. Adamlar da sana, 'Tabii Demre'cim, al tepe tepe kullan bölümleri.' diyecekti..." dediğinde Hamra onun omzuna yavaşça geçirmişti.

"Bana bak kızım. Dellendirme beni yakarım çıranı. Abime veririm seni, hayatın boyunca huysuz bir adamın yanında heba olup gidersin..." demesi ile Hamra gözlerini kocaman belertmiş arkadaşına bakıyordu. Öğrenmiş miydi patronu ile yakınlaşmasını?

Ama en son kavga etmişlerdi ve son kalan günlerde ise resmiyetten başka bir şey dolanmamıştı ortalıkta. Evet, adam birazcık sinirliydi ve kendisine ne kadar yakınlaşmak istese de izin vermemişti. Ama hak etmişti işte. Ne demekti farklı anlam çıkarmak? Çıkarılacak anlam mı kalmıştı ortada? O adam göğüslerini okşamıştı be...

"Yine sinirlendirdi, Huysuz Moruk." diye mırıldandı Hamra kendi kendine. O zaman sinirinden farkında olmadan arkadaşının elinden aldığı kot şortu ve kırmızı göğüs bölgesi dantellerle döşenmiş V yaka bir askılı giymişti bile... Tabii Hamra bunları fark edene kadar çoktan Demre onun makyajına yardım etmiş ve ayakkabılarını seçmişti bile...

O gece ikili oldukça eğlendiler. Hamra ağzına birkaç yudumdan başka içecek almamış, Demre ise Fırat ile kahkahalar eşliğinde sohbet etmişti. Birlikte dans etmişler, en sonunda Fırat'ı postalayan Demre'nin gazı ile daha da keyiflenmişti geceleri...

-*-

"Ben hâlâ kendimi, kendimde hissetmiyorum. Geceden kalmayım diye bana serum taksalar iyileşir miyim?" dedi Demre göz altındaki morlukları yok etmeye çalışarak.

Hamra ise elbisesinin eteklerini aşağıya çekiştirirken mırıldandı.

"Serum kilo aldırıyormuş..."

"Hadi oradan..."

"Ben bir keresinde anesteziye girmiştim hatırlıyor musun?" diye sorduğunda arkadaşı dönüp ona başını sallamıştı. Hamra dudaklarını yalayıp saçlarını tepesinde toplarken tekrar konuştu.

"Yanımda benimle birlikte anesteziye girecek bir kız vardı. Kız altmış altı kiloydu, hatırladığım kadarıyla. Annesi ve kendisi serum yediği için kilo aldığını söylemişlerdi..." dediğinde Demre gözlerini kısıp ona bakmış ve...

"Bence kızlarının boğazlarına dur diyemedikleri için utançlarından böyle bir şey diyor olabilirler..." demişti.

"Aman, bir fikrim yok. Hadi, acele et. Geç kalacağız..."

Geceden kalma ikili uykularını alamamış ölü gibi hazırlanmaya çalışırlarken işe falan gitmek istemiyorlardı.

Hamra, işten ayrılmayı planlıyordu ama buraya gelmeden önce yaptığı hesaplamalarına bakılırsa bu sene üniversitesinde rahat bir şekilde çalışmadan okuması için aldığı bu maaşı biriktirmeliydi. Üstelik bundan sonra o huysuz patronunun ise kendisine bulaşacağını sanmıyordu. Ne de olsa en son kavgalı ayrılmışlardı...

"Pis adam." diye mırıldandı ayakkabılarının cırt cırtlarını takarken.

"Bir şey mi dedin?" diye soran Demre'ye karşın başını olumsuz anlamda sallayan Hamra, o adamın yüzünden yine sinirlenmişti.

Kendisini ne kadar ucuz bir kız yerine koysa da bir yandan da adama hak vermeden edemiyordu. Sonuçta kendisini o cüretkâr jartiyer ile görmüştü, ilk gördüğünde. Üstelik bara giderken de Demre'nin kendisine zorla giydirdiği mini etek vardı...

Nefesini sıkıntıyla dışarıya verdi güzel kız. Ne olursa olsun. Bir adam asla kendisini sorgusuz sualsiz böyle bir mertebede tutamazdı.

Birlikte arabaya atlayıp şirkete gittiklerinde yine her sabah olduğu gibi güvenliğe ve danışmana selam verdiler. Koşturarak dolanan insanlar sabahın yoğunluğu ile pazartesi yorgunluklarından eser olmaksızın çalışıyorlardı. Demre ve Hamra ise onları izlerken bile yorulduklarından, bugünün çabuk geçmesini dilediler...

Asansöre çıkıp kendi katlarında indiklerinde birbirileri ile vedalaştılar. Hamra kendi odasına girip çantasını her zaman ki yerine koyduktan sonra masasına baktı ve bir haftada hiçbir şeyin değişmediğini gördü...

Odasından çıkıp patronunun masasına baktığında ise tertemiz duruyordu. Anlaşılan gelmeden önce bu oda iyice paklanmıştı.

Odasından çıkıp Neslihan Hanım'ın masasının önünde durduğunda telaşla dosyaları masaya yerleştirirken Hamra'yı gördüğü gibi gülümsedi.

"Ah! Gelmişsiniz. Günaydın. Bunlar Ahzal Bey'in imzalayacakları dosyalar..."

"Neden bana haber vermediniz, Neslihan Hanım?"

Hamra artık sinirini çıkarabilirdi öyle değil mi? Karşısında duran kadın kendisine bir hafta zehir gibi geçirecek kadar sorumsuzluk yapmıştı. Yanında kendi kıyafetlerini götürse bu kadar olay yaşamaz, telaşlandığından adam onu arabada öpmez ya da adamın yatağına gittiğinde elini sütyenine sokamazdı. Ah! Aklına geldikçe sinirleri tepesine çıkıyordu.

"Anlamıyorum..." dedi Neslihan Hanım kahve gözlerini güzel kıza dikerken.

"Diyorum ki biz iş gezisine gidecekmişiz ama benim akşam arkadaşımla kulübe gideceğim vakit haberim oluyor. Üstelik uçak bizi bekledi o kadar. Bu ne sorumsuzluktur? Beni o kıyafetlerle ne hâle düşürdüğünden haberin var mı senin?"

Evet, bazı kararlar verilirdi. Bazı sözler söylenirdi ve bu kararlar gerçekliği temsil ederdi. Buharlaşan suyun ardından kuru bir bardak kalırdı ve bardaklar yalnız olmayı sevmezdi...

Hamra'nın da artık sabrı taşmıştı. Buraya geldiğinden beri başına gelmeyen kalmamış, bir asistanın işlerini yapmaktan fazlasını yapmıştı. Karşısında duran bu kadın ise sorumsuzluğu yüzünden hayatında işitmediği sözleri işitmesini sağlamıştı.

Neslihan ise oturduğu yerde karşısında kendisine çıkışan küçük kıza hayretle baktı. Nasıl kendisine bu şekilde bağırabilirdi?

"Unutmuşum Hamra Hanım. Özür dilerim. Bu kadar sorun çıkarmanızı anlayamadım..."

Hamra, şaşkınlıkla kaşlarını havaya kaldırdı ve kadına baktı.

"Ne demek sorun çıkarmak? Neslihan Hanım, siz Ahzal Bey'in seyahatlerini planlarken bana haber vermeniz, benim de Ahzal Bey'i programdan haberdar etmem gerek. Bu görevin bana ait olduğunu siz söylemiştiniz üstelik..."

Neslihan Hanım ise karşısında sinirden kuduran güzel kızın kendisinden küçük olup bu şekilde fevri konuşmasına dayanamadan ayağa kalmış ve dikleşmişti.

"Hamra Hanım! Unutmuşum. Neden uzatıyorsunuz anlayamadım. Elimden şu anda bir şey gelmez üstelik..."

"Gelmez mi?"

Hamra karşısında diklenen sekretere sinirle baktı. Tırnaklarını avucuna geçirirken bağırıp çağırmamak için kendisini zar zor tutuyordu. Dışarıdan gören bir insan onları ciddi bir şey üzerine sohbet ediyor sanırdı ama orada kopan fırtınaya kapılacak olan insana zehir püskürteceklerini her ikisi de biliyordu.

"Neslihan Hanım. Ben hiçbir hazırlık olmadan DW'ye sunum yaptım. Konuya hakim değildim üstelik. Hem onu geçtim yanımda bir kıyafet bile götüremedim. Patronum kapımın önünde sorumsuz bir insanmışım gibi beni bekledi ve bir de onun üstüne kocaman uçak sizin yüzünüzden bizi bekledi..."

"Hamra Hanım! Ben size hesap verecek değilim. Benim patronum Ahzal Bey!" dediğinde ise o anda asansör kapısı açılmıştı. İçinden çıkan iri bedeni ile uzun adam, anında nefesleri kesecek kadar yakışıklıydı. Sert çehresi, aurası ile bulunduğu ortama anında yayılırken iki genç kadın oldukları yerde toparlandılar ama ikisinin de gözlerinden ateşler çıkmak üzereydi.

"Günaydın, Ahzal Bey." dedi hemen Neslihan Hanım. Hamra ise olduğu yerde kaşları çatık gelen adama bakıyordu.

Ahzal iki güzel kadına doğru ilerlerken aralarında dönen gerginliği anlamıştı elbet. Akıllı bir adamdı. Kadınların ise sinirli olduklarında ne kadar yırtıcı olduklarını bilirdi ve bu kızıl afet oldukça yırtıcı duruyordu.

Dudaklarını yaladı bu düşüncelerin üzerine. Genç kızla o konuşmadan sonra adam akıllı iki kelam edememişti. Kendisinden oldukça uzak ve mesafeli davranıyordu. Üstelik kendisine yaşlı demesini hâlâ anlamlandıramıyordu. Evet, kendisinden sekiz yaş küçük olabilirdi ama yaşın ne önemi vardı ki? Güzel kızın kendisine nasıl baktığını biliyordu...

Bu durum aklına gelince yine sinirlendi, genç adam. Kaşları çatıldı ve iki kadının karşısında durdu.

"Ne oluyor burada?"

Hamra ağzını açmadı. Yan gözle Neslihan'a baktığında ise Neslihan Hanım hızla konuya girişti.

"Ahzal Bey. Hamra Hanım bana gezi hakkında birkaç direktif veriyordu."

Genç adamın kaşları havaya kalktı ve kızıl harelerin arasında boyanmış gök mavisi gözlere baktı.

"Ne gibi direktiflermiş bunlar?" dedi Neslihan Hanım'a bakarak. Ama hâlâ Hamra'ya bakmaya devam ediyordu. O güzel kızın yüzünü ve güzelliğini izlemeye kim doyabilirdi, bilmiyordu. Hâlâ anlamlandıramamıştı ama güzel kız o ince kaşlarını çatmış âdeta sinirden saçlarının rengini almış yüzü ile o kadar mükemmel duruyordu ki büzüşmüş dudaklarını, dudaklarının arasına almamak için kendisine olağanca sözler söyledi içten içe...

"Kendisine geziyi söylemediğim yüzünden, bir de yaşımdan küçük insandan azar işitiyorum. Anlayamadım Ahzal Bey..."

Genç kadının masum ayaklarına yatıp Ahzal'ın görüş açısına girmek istediğini anlayınca daha da kızardı Hamra. Sinirden topuklarını yere vurmak isterken Neslihan Hanım'a baktı ve...

"Anlamıyor musun gerçekten? Sorumsuzluğunuz bana bir haftaya mal oldu..." dedi.

Bu sözleri duyan Ahzal güzel kızın sözlerini çok farklı anladı. Kaşları çatıldı ve kasları gerildi.

"Siz de yapmanız gereken programları Neslihan Hanım'a tekrardan sorsaydınız öğrenirdiniz Hamra Hanım. Neslihan Hanım sizden daha tecrübeli ve kıdemli..."

Bu sözleri duyan Hamra'nın boğazına bir yumru oturdu. Bedeninde değişen hava anında kendisini bir uçurumdan sürüklerken âdeta gözleri dolmuştu. Karşısında kendisine ters ters bakan patronuna şaşkınca bakarken, ağzını açsa ağlamaktan korktu. O yüzden çıt sesini çıkarmadan başını öne doğru bir kez salladı ve arkasını dönüp ilerledi.

Üniversitede çalışmaya da razıydı. Burada artık gerçekten çalışamazdı.

Patronunun odasından kendi odasına doğru ilerledi ve aldığı A4 kâğıdına siyah pilot kalemi ile istifa dilekçesini yazdı. Bir yandan burnunu çekiyor bir yandan da gözlerini silmeye çalışıyordu. Hayatında hiç bu adamdan yediği azar kadar anne ve babasından yememişti.

Sinirle homurdandı. Yerinden büyük bir hırsla kalktı ve gözlerini tekrar silip topuklarını yere vura vura patronunun odasına girdi. Büyük masasında oturmuş önündeki dosyaları inceleyen genç adam kendisine doğru gelen topuklu seslerini duymuştu ama inadına başını kaldırmamıştı. Bu güzel kız iyi bir dersi hak ediyor, diye düşünüyordu ama önüne koyulan kâğıt ile düşüncelerini yarıda kesmişti. Göz ucuyla kâğıda baktığında ne olduğunu anlaması uzun sürmedi.

Kaşları çatıldı ve uzanıp kâğıdı eline aldı. Genç kıza hâlâ bakmamıştı. Kâğıdı gözden geçirdiğinde ise gerçekten istifa ettiğini gördü genç adam...

"Bu ne Hamra?" dedi Ahzal gözlerini güzel kızın ağlamaktan kızarmış ve hafif şişmiş gözlerine kaldırarak. Gördüğü yüzle neredeyse şoke oldu. Güzel kızın gözleri bir kurbağa gibi şişmiş, burnunun ucu da kızarmış ve dudakları da ağlamaktan şişmişti. Bir an nefesi kısıldı. Bu narin güzelliğin ağlamasına inanamadı. Ne kadar da kırılgan duruyordu öyle. Bir de bunu geçip hâlâ başını dik tutması yok muydu?"

"İstifa dilekçem Ahzal Bey. Demre buraya alıştığına göre daha fazla kalmama gerek kalmadı."

Güzel kızın sözleri ile apışıp kalan patronu öylece bakakalmıştı. Hamra'nın istifa edeceği aklının ucundan bile geçmemişti. Güzel kızın önceden çalıştığı yerden aldığı maaşın beş katını ödüyordu bu kıza. Ne olmuştu da daha ilk maaşını almadan istifa edebiliyordu? Dışarıda olanlar yüzünden miydi? Ama hak etmişti. Kendisi ile geçirdiği bir haftanın ne kadar kötü olduğunu sekreterinin yanında nasıl ima ederdi?

"Ne yaptığının farkında mısın sen?" dedi hâlâ şaşkınlığını üzerinden atamazken.

Güzel kız sesli bir şekilde yutkundu ve başını dikleştirdi.

"Kesinlikle..."

O an da kapı çalındı. İçeriye giren Neslihan Hanım ikiliyi karşılıklı gördü ama buna dikkat kesilemedi.

"Göktuğ Bey geldi efendim."

Ahzal daha ne olduğunu anlayamadı. Neslihan'ı göndermek ve bu karşısında duran kızıl afetini öperek cezalandırmak istiyordu ama son sözlerinden sonra bunları yapması imkânsız olmuştu. Üstelik... Neden öpecekti ki? Giderse gitsindi. Ne cezasıydı bu?

Ama içeriye giren uzun ve yakışıklı beden gülümseyerek Neslihan Hanım'a teşekkür ettikten sonra Ahzal'a döndü.

"Günaydın Ahzal Bey. İlk iş günümde kahveni içmeye geldim..."

Ahzal kendisine hitap edilen sözlere karşın yüzüne memnun bir ifade oturtmaya çalıştı ama olmadı. Göktuğ Bey ise öne doğru atılıp masanın yanına geçmiş ve patronunun elini sıkmıştı. O sırada yeni fark ettiği kızıl saçlı kadının kendisine şaşkın şaşkın baktığını fark edince ilk önce kaşları çatıldı. Sonrasında ise şaşkınca bakakaldı.

"Hamra?"

Güzel kız nefesini tutmuştu. Karşısında duran yakışıklı, masmavi gözleri ve bakımlı saçları ile duran iri adama baktı.

"Göktuğ..."

Göktuğ güzel kıza doğru hareket etti. Yüzüne yayılmış kocaman gülümseme ile âdeta odaya renk verirken kollarını açtı ve güzel kızı sardı.

"Gerçekten sensin..." dedi kokusunu burnuna çekerken. Genç kız ise ne yapacağını şaşırdı. Şu melankolik hâlinin arasında karşısına çıkan bu adama karşın nasıl bir tepki vereceğini anlamlandıramadı. Ama ayıp olmasın diye adamın sarılmasına karşılık vermişti...

Ahzal ise olduğu yerde dumur kesilmiş karşısında olan sarılmayı olağanca siniri ile izliyordu.

Hamra, Göktuğ'a mı sarılıyordu? Yoksa kendisine mi öyle geliyordu?

Bu görüntüye daha fazla dayanamayacağını fark ederken ikili birbirinden ayrıldı. Göktuğ uzun boyu ile kendisinden kısa olan güzel kıza baktığında kocaman gülümsüyordu.

"Seni görmeyi hiç beklemiyordum... Tanrım! Sen ağladın mı?" O anda yüzündeki gülümsemesi değişmiş adam telaşla güzel kızın kafasını kocaman ellerinin arasına aldı. Hamra ise karşısındaki bu adamın ağladığını anlaması üzerine bir küfür savurdu.

"Ah! Hayır... Şey ben..." diye geveledi ve bir adım geriye gidip genç adamın ellerinden kurtuldu. Tam da o sırada arkalarından o dağ gibi adamın sert ve diktatör sesi duyuldu.

"Siz tanışıyor musunuz?" dedi.

Göktuğ, Ahzal'ın çok yakın bir arkadaşıydı. Onunla üniversitede tanışmışlardı. Kendisinden bir yaş küçük olsa da muhabbeti çekilir sayılı insanlardan birisiydi, Göktuğ onun için. Ama şimdi karşısındaki görüntü... Hiç de bu adamı çekilir yapmıyordu. O kimdi de Hamra'ya sarılıyordu? Daha kendisi ayık kafayla sarılamamıştı üstelik...

"Evet, tanışıyoruz elbette. Hamra'yı çok yakından tanırım..." dedi Göktuğ patronuna açıklama yaparken.

"Hatırlarsın. Sana anlattığım bir kız vardı. Kırmızı saçlı..." dediğinde Ahzal ilk önce hatırlayamadı. Gözlerini kıstı ve eski anılarına kısa bir yelken açtığında aklına gelen ilk unsurla gözleri kocaman açıldı...

"Bu o kız işte. Beni bırakıp giden koca yürekli eski sevgilim..."

Yazar: İlayda Melis Okurgan

Youtube: Mel Okurgan
Instagram: ilmelistan
Twitter: ilmelistan

YARDIMCI HESAPLARI

Wattpad: melis_hikayeleri
Instagram: melseytanlari
Facebook: melis hikayeleri

KIRMIZI KİTAP OLUYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin