BÖLÜM -4-

1.1M 62.9K 2.2K
                                    

"215 arşiv dosyası nerede Hamra?"

Elimin tersi ile çekinmeden alnımdan akan teri silerken, masanın üzerinde duran dosyalarda gözlerimi gezdirdim. Kahretsin. Unutmuştum!

"Hemen getiriyorum Ahzal Bey!" diyerek arkamı döndüğümde topuklularımın üzerinde hızlanmaya bile takatim yoktu. Ama o arkamdan, "Hızlı." demekle yetinmişti.

Pislik herif! Sabahtan beri benimle ne alıp veremediği varsa bütün arşivleri o tozlu yerden isteyip duruyordu. Deli olmuştum. Toza alerjim vardı ve ben bir saat hapşırmaktan nefret ediyordum.

Tanrım! Bu adamdan nefret ediyordum.

Asansöre binip boş olduğundan en köşeye geçtiğimde 22. katta duran asansöre gelince, bezmişlik edasında Demre binmişti. Gözleri yerden çaresizce bana kalktığında bir an ışıldasada daha da ölü bakıp nazlanmaya başlamıştı bile.

"Merhaba..."

"Merhaba." dedim boş boş. Yanıma gelip omzuma yaslanırken neredeyse yere düşecektik. İçeriye girenler bize tuhaf tuhaf baksa da umursadığımız söylenemezdi. Biz gençtik. Ne zorumuz vardı da yazın tatil varken çalışmaya geliyorduk?

"Ölüyorum Hamra!" dedi ağlamaklı bir sesle.

"Sen onu bir de bana sor. Abin bana kök söktürüyor." dediğimde koluma sarılıp cevap vermemekle yetindi. Konuşamayacak kadar yorgundu. Öğlen onunla buluşamamıştık bile. Tanrım! Açlıktan midem kazınıyordu.

Asansörden indiğimizde de birbirimizden ayrılmak zorunda kaldık.

Uyuşuk adımlarla arşiv odasına gidip istediği dosyayı ararken, arşivin başında bekleyen Kemal amca bana derdimi anlarmış gibi gülümsediğinde ben de ona çekinmeden gülümsedim. Gelip giderek burada adamla samimi olmuştum iyi mi? Aslında iyi adamdı. İki tane büyük oğulları varmış. Birisi mühendis, diğeri ise öğretmenmiş. Çok sıcakkanlı bir adam olduğu için onunla konuşmaktan çekinmiyordum.

İçeriye girip yine dosyaları ararken burayı düzenlemek için görevlendirilmiş birkaç stajyer aralarında sohbet ediyorlardı. Birinin adı Merve diğerinin adı ise Hüma'ydı garip bir isimdi ama benim ismimin de normal olduğu söylenemezdi.

Kızlar beni görünce anlayışlı bir şekilde gülümserken, "Yine ne aramaya geldin bakalım?" diye sordular. Ben de gülümsedim ama yüzümden bitmişliğimin okunduğunun farkındaydım.

"215"

"Ah, çok şanslısın. Az önce 200 dosyalarını yerleştiriyorduk." diyerek hemen solunda olan rafa uzandı ve elini üzerinde dolaştırıp bulunca kocaman gülümsedi ve eline aldı. Bana uzattığında hâlime hâlâ gülüyorlardı.

"Al bakalım. Umarım bir daha dosya istemez." dediğinde "Umarım." demekle yetindim. Fazla konuşacak takatim bile kalmamıştı. Bir an önce iş saatim bitse yeterdi.

Oradan çıkıp tekrar asansör beklediğimde yanımda duran adam kızgın bir şekilde telefonda biriyle konuşuyordu. Boyu benden uzundu ve üzerindeki takım elbiseye bakılırsa iyi paraya sahip olan birisi gibiydi.

Burada ucuz malı iki güne anlayabilirdiniz hele ki zenginlerle 8 senedir birlikte aynı ortamda yaşıyorsanız, kesinlikle çözebiliyordunuz.

Yukarıya çıkıp elimdeki dosyalarla Ahzal Bey'in odasına girdim. Önündeki dosyaları incelemiyor olsaydı gerçekten okkalı bir küfür savuracaktım. Elbette ki içimden olacaktı bu. Ama olsun. En azından rahatlardım.

İçeriye girdiğimde başını kaldırıp bakmadı bile önündeki dosyayı dikkatle incelerken geniş omuzları âdeta dosyaların üzerine kara bulut etkisi ile gölge yapmıştı. Uzun sayılacak saçları önüne düşmüş ve onu geriye atmaktan bezmiş bir eda ile umursamıyormuşçasına kâğıda bakıyordu. Kirpiklerinin ardındaki zümrüt yeşilleri gözükmüyordu. Kravatını çıkarmış, o da bunalmış bir eda ile kollarını dirseklerinin üzerine kadar sıvamıştı. Hafif damarlı ve kaslı olan kolları açıkta dururken bir kolunun, benim kolumdan tam üç tane olacağına garanti verirdim.

Dosyayı diğer dosyaların üzerine koyduğumda hâlâ kafasını kaldırmamıştı.

"Başka istediğiniz bir şey var mı efendim?" diye sorduğumda sadece elini kaldırıp gitmem için işaret yapmıştı. Kasıntı pislik herif. Nerden geliyordu bu özgüven?

Benim de kocaman bir şirketim olsaydı ben de egolu olurdum şimdi. Adamın hakkı var.

Of. Gerçekten yorgunluktan kafayı yedim.

Odama gidip koltuğuma kendimi attığımda ayakkabılarımı dayanamayıp çıkardım. Kahretsin. Ayaklarım onların üzerinde durmaktan şişmiş ve acımaya başlamıştı. Çıkmama tam tamına 45 dakika vardı ve ben ölmek üzere gibi hissediyordum. Elime telefonumu alıp Demre'ye mesaj attım.

"Bu gece ayaklarıma masaj yaparsan seninle pazar günü 8 shot atarım."

Göz kapaklarım yorgunluktan neredeyse kapanmaya yüz tutmuştu. Uzun süre geçmeden elimde titreyen telefonuma baktım. Demre mesaj göndermişti.

"Bırak 8 shotu 'Absent' içsen yine de bu akşam benden parmağımı kaldırmamı bekleme."

Söylediği diğer içkinin çok ağır ve Türkiye'de yasak olan bir içki olduğunu biliyordum. Tanrım! Onu da çok yormuşlardı. Onun şimdi gece çenesi kesin durmazdı. Bir insan yorgun olunca neden çok fazla konuşurdu anlamıyorum.

-*-

Genç kız gözlerini kapatmış, patronunun kalan 45 dakikasında kendisini çağırmaması için dualar ediyordu. Ayaklarını masanın hemen yanına uzatmış rahatlamanın bir nebze de olsa tadını çıkarırken, yanlardan çıkan bebek saçları hafiften tenine yapışmıştı.

İçeride ise ona yeniden iş vermek için kendisine çağıran patronu vardı. Ama duymuyordu elbette. Çoktan uykuya dalmıştı bile. Ama gürültüyle ortak telefonu çaldığında yerinden sıçrayan güzel kız, telaşla ne yapacağını şaşırmış şaşkınlıkla etrafına bakınıyordu.

En sonunda masanın üzerinde çalan telefonu fark edince hızla ahizesinden alıp kulağına götürdü.

"Ah, şey, ıhmmm. Efendim?" dedi sonunda ne diyeceğini bulamayarak. Diğer tarafta ise geveleyen kızı duyan genç adam kızın çıkardığı garip seslere karşın kaşlarını çatmış ellerini yumruk yapmıştı.

"Sen beni duymuyor musun? Çabuk odama gel." demesi ile korkuyla gökyüzü mavisi gözlerini açan güzel kız yerinde doğruldu ve,

"Özür dilerim efendim. Hemen geliyorum." dedi. Telefonu kapatıp hızla masadan çıkıyordu ki ayağına batan halının sert zeminine karşın olduğu yerde durup sinirle homurdanarak geri döndü ve işkence aletlerini ayağına geçirmeye çalıştı.

Ayağını içine yerleştirmeye çalıştığı topuklu ayakkabısı kendisine izin vermezken şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

Ne oluyordu?

Birkaç kez daha çalıştı ama olmadı. Ayağı bir türlü içine girmiyordu. Çıkarttı ve tekrar içine yerleştirmeye çalıştı ama yine olmadı. Neredeyse ağlaması burnuna gelmişti. Nefes nefese kalmış bir şekilde eğildi ve ayakkabısını ayağına geçirmeye çalıştı. Bu sefer de eli acıyınca ofladı.

"Sen ne yapıyorsun orada?"

Patronunun sert ve bariton sesi kulağına iliştiği gibi ayağa fırlayan güzel kız, telaş ve şaşkınlıkla önüne düşen saçlarını rastgele geriye iterken, "Hiçbir şey." diye hızla konuştu.

Ama genç adam karşısında yerinden hızla doğrulmuş kızı masanın diğer tarafında şüpheyle süzerken sinirli bir şekilde homurdandı. Bir saattir küçük hanıma sesleniyordu ama bir türlü gelmeye teşrif edemiyordu.

"Hemen 22. kata git ve yönetici Gökhan Bey'den istediğim anahtarı al."

Genç kız panikledi. Tatlı bir edayla gözlerini kırpıştırdı ve bir ayaklarına bir de patronuna baktı.

"HEMEN!" Gürleyen patronu yüzünden yerinden hoplarken, o telaşla yerinden çıkıp çıplak ayakları ile patronunun karşısında dikilmişti.

Onu üstten aşağıya süzmemek için kendisini zor tutan adam kaşlarını çatmış hâlâ karşısında duran kıza bakıyordu. Onun boyu falan mı kısalmıştı? Hem, neden yerinde kıvranıyordu?

Ellerini arkaya almış Hamra tıpkı küçük bir kız gibi o kocaman gözlerini patronuna dikmiş azar işitmemek için ne yapabilirim diye düşünüyordu. Öyle tatlı duruyordu ki genç adamın bu güzel kızın kendisine bakışlarını görünce bir yerinde kıvrandı. Sonrasında ise sesli bir şekilde yutkundu.

Bağırsa olmayacaktı. Gerçekten karşısında çocuk vardı.

Ama o gün gördükleri ise hiç de bir çocuk olmadığının bire bir kanıtıydı.

O dar bluzunu delmeye çalışırcasına büyük olan göğüslerini hatırlıyordu. Üzerinde olan kırmızı sütyenden üst taraflarının nasıl fışkırdığını sanki birkaç saat önce görmüş gibi bütün her şeyiyle aklındaydı.

İncecik beli ve altına geçirdiği o küçücük kırmızı dantelden şeyin yandaki şeritlerini bile hatırlıyordu. Hele o üzerinde düşecek gibi duran geceliği...

Tanrım! Bu kız kendisini öldürecekti.

Yerinde irkilip ciddi profilini yine yüzüne takınan Ahzal güzel kızın yüzüne bakmamaya çalışarak üstten aşağıya hızla süzdü. Amacı onu kendisine getirmekti ama gözlerine takılan şeyle kızın yüzüne bakmayı kesip tekrar aşağıya indirdi.

O da neydi? Onlar kırmızı ojeli küçücük beyaz ayaklar mıydı kendisine mi öyle geliyordu?

Şaşkınlıkla patronunun ayaklarına baktığını gören Hamra utanarak ne yapacağını şaşırdı. Hay aksi! Ne yapacaktı şimdi? Bu huysuz adama da laf anlatamazdı ki şimdi.

"Bu hâl ne?"

Yüksek sesle kulağına ulaşan sesten yine irkilen kız, artık bir daha korkarsa düşüp bayılacaktı. Karşısında kaşları çatık zümrüt yeşilleri sinirle parlarken âdeta kendisine vuracak gibi duruyordu.

"Şey..." dedi ama sesi titrek ve ürkek çıkmıştı. Patronu karşısındaki kızın korkuyla yerinde kıvrandığını görse de taviz vermedi.

Kendisini gerçekten de delirtmek istiyordu bu kız.

Kırmızı ojeli ayak çok görmüştü. Neden şimdi bu kadar etkilenmişti ki? Fetiş mi olmuştu şimdi de?

Bu düşünce adamı daha da sinirlendirdi.

"Sana bu ne dedim?" diye sinirini yöneltirken güzel kız artık dayanamadı. Korkudan gözleri dolarken tepinip ağlamak istiyordu. Bu haksızlıktı. Canı acıyordu ve ayakkabısını birkaç saniye çıkarmak istemişti. Ne yapsaydı yani ayakları şişip o pahalı ama işe yaramaz ayakkabının içine girmiyorsa?

Ağzını da açamadı. Alt dudağı birkaç kez gerçekten bir çocuk gibi titremişti. Gözlerini patronunun alev almış zümrüt yeşillerinden farklı her yerde dolandırıyordu.

Genç adam kızın yüzündeki değişimi ve korkuyu görürken bir de alt dudağının titrediğini fark etmesi ile huzursuz oldu. Fazla bağırdığını fark etmişti. Ama hâlâ karşısındaki kızın ayaklarının neden çıplak olduğunu anlayamıyordu.

Öne doğru tereddütle bir adım attı. Ama ağzını açmadı. Neredeyse ağlayacak olan küçük kızı kollarına alıp, "Ağlarsan gözlerine karabiber dökerim." demek istiyordu. Ama neden kollarına alacaktı ki? Bu yanlıştı üstelik.

Karşısındaki kızın ayaklarının bir şirkette çıplak olması da yanlıştı.

Dudaklarını araladı ve yere, çıplak ayaklarına bakan kıza karşın ister istemez yumuşadı.

"Ne oldu?"

Sesindeki yumuşaklığı fark eden adam derin bir nefes aldı.

KIRMIZI KİTAP OLUYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin