NEFSİNİ BİLEN KENDİNİ BİLİR

11 1 0
                                    

Bismillahirrahmanirrahim.

İnsan bedeninin bütününde mevcut olan, iç içelik normuyla bir birine geçmiş bulunan kalp, sır, dimağ, ruh, ve nefs insanı oluşturan madenledir.  Bir soğan gibi kat ve kat birbirini tamamlarlar.

Oysaki bizleri büyütüp yetiştiren anne ve babamız, okullarda ki öğretmenlerimiz, en yakın akrabalarımız bizleri hayatla savaşa hazırlarken, bizi sadece vücuttan ibaret bir canlı gibi gösterdiler. Belki bilmediklerinden veya anlatamadıklarından…

Her şeyin, bilhassa dini vacibelerin zor gelmesi, isteksizlik veya erteleme meseleleri, bu işlerin mahiyetini bilmememizden öte geliyor. Ne kadar çabalasak da bir tıkanıklık oluyor. Çünkü kendimizi bilmeden göreve talip oluyoruz. Vazifeyi üstleniyoruz. Sorumluluğun verdiği güç ile bir dönem sendelemeden ilerliyoruz fakat sonra git gide ağırlaşan bu yük bizi eziyor ve yapamıyorum,  olmuyor cevapları ile vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Oysa cevap şu; yapmıyorum!

Rabbimiz buyurmuş ki; ‘’ kimseye taşıyamayacağı yükü, yüklemeyiz’’ bizlerde biliriz ve hep söyleriz, Allah kimseye kaldıramayacağı kadar dert vermez. Madem böyle bir gerçek var, o halde yükümüz ağır değil. Bilsek belki de yük bile değil, bir ihtiyaç. İşte bizler bu sorumluluğu bir yük sanıyoruz. Neyi, ne kadar taşıyacağımızı bilmeden, üstelik içimizde bu sorumluluğu almak/aldırmak istemeyen bir mekanizma varken, bir şeylere kalkışıyoruz.

Yapmamız gereken kendimizi bilmek. Kaç kilo taşıyacağını bilmeyen kişi yükün altına girerse kendini sakatlar. Hiçbir şey kaldıramaz hale gelir.

Bizler elhamdülillah insan olarak var edildik. Cenab-ı Hakk ile, insan arasında olan başka bir mahlukat yok. Eşref-ül Mahluk’tur insan. Yaratılmışların en şereflisi. İnsanın tanımını yapmaya sayfalarım yetmez ancak bilinmesi gereken ve başta bahsettiğimiz şu madenlere bir bakalım. Bizi, biz yapan madenler…

Peki nedir bunlar? Özetleyelim …

KALP; Kalp imanın mahalli ve hissiyatın merkezidir. Bütün fırtınalar burada kopar. Gerçekten de böyledir. Cenab-ı Hakk zatı ile on sekiz bin aleme sığmaz. İlmi ve esmaları on sekiz bin aleme tecelli eder ancak bu alemler Allah’ın varlığını içine almaya yetmez. Mevla buyurmadı mı ‘’ Ben hiçbir yere sığmam, beni seven mümin kulumun kalbine sığarım’’ diye? Öyle ise insan ivedi bir şekilde kendine gelmeli. On sekiz bin alem, insanı içine alamaz ancak insan on sekiz bin alemi kendi içinde cem etmiştir. İnsan kendini bilmeli, kalbini bilmeli, kalbinin içindekini bilmeli. Kalp her canlıda var demeyin! Hayvanlarda olanın adı yürektir. Tüm hayvanlarda vardır. İnsanda ki kalp gönül demektir. Hani çalabın tahtı olan gönül…

★★★          ★★★          ★★★

SIR; Sır, Cenab-ı Hakk’a bakan bir bölümdür. Kul ile rabbi arasında ki gizli bir dehlizdir. Buradaki samimiyet ve teslimiyet, kişinin rabbine olan makamını yakınlaştırır. Hafi ve Ahfa sır dehlizinde bulunan ve ihlasa açılan kapılardır. Sırrın ötesindeki perdeyi aralar…

★★★          ★★★          ★★★

DİMAĞ; Us, yani akıldır. Peki akıl bizim bildiğimiz akıl mıdır? Hayır. Akılı, akılı veren akıla bağlarsan olur sana dimağ. Yoksa günlük hayatta kullandığımız zekadır. Bir çok sivri zeka vardır akıldan münezzeh. At bilgileri zekaya, doldur, doldur, doldur. Genel kültür havuzuna dal. Sonuç? Sen oldun şimdi ‘’kim beş yüz milyar ister.’’ Zeka, akıl olmadan hiçtir. Nice öğretmenler, filozoflar, bilim adamları, zekasının esiri olmuştur da, akıla pencere açamamıştır…

★★★          ★★★          ★★★

RUH; Ruh insanın özü, cevheridir. Kaderi ezeli ve ebedi olan Halık’ımızın nefesidir. En kıymetlimiz ve sonsuzluk yolculuğunun muhatabıdır ruhumuz. Ufak bir misal vermek gerekir ise; bir tarafta küfre düşmüş, hayatını böyle yaşamış ve sonlandırmış birini düşünelim. İçki, kumar, zina her haltı yemiş. Ömrü billah bir lahza bile rabbini anmamış ve altmış yaşında ölmüş. Diğer yanda ise bir mümin. Namazında, niyazında, orucunda, zekatında… vazifeden kaçmamış, her emri görev bilmiş, seve isteye kulluğunu ifa etmiş. Rabbi için yaşamış, onun rızasını gaye edinmiş ve altmış yaşında ölmüş. İki kişi de aynı süre dünya hayatını yaşamış, altmış sene. Ama birisi sonsuz cehennem ve sonsuz ızdıraba duçar kalırken, diğeri sonsuz cennet ve sonsuz nimet ile mükafatlandırılıyor, neden? İkisi de altmış sene yaşamış, adalet mi bu? Evet adalet, hem de ilahi adalet. Çünkü insanda muhatap alınan ruhtur. Ruh sonsuz cihetinde yaratılmıştır. Sonsuzluğa bakar. Kişinin yaşamış olduğu dünya hayatı, o kişinin imtihan süresidir. Hayat süresi ele alınmaz, o süre zarfında yapılan icraata bakılır…

Gençler Yazıyor ~2~Where stories live. Discover now