Bölüm 48

15.5K 1.1K 310
                                    

Gözlüğümü gözlerimden çıkardıktan sonra Eyşan'ın yanına geçtim

Rất tiếc! Hình ảnh này không tuân theo hướng dẫn nội dung. Để tiếp tục đăng tải, vui lòng xóa hoặc tải lên một hình ảnh khác.

Gözlüğümü gözlerimden çıkardıktan sonra Eyşan'ın yanına geçtim. Tıpkı benim gibi onunda gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Tanımadığım insanlar önce Eyşan'a baş sağlığı diliyordu, sonra bana yaklaşıyorlardı. Yıllar öncede ben bu anı yaşamıştım. O zaman kaybettiğim kişi babamdı, canımdı. Şimdi ise çok fazla vakit geçirmediğim bir kız.

Ama kalbimdeki sızı aynıydı.

Boş veremiyordum mesela. Siyah takımlı insanları gördükçe daha çok çekiliyordum yalnızlığa. Bağırmak istiyordum mezar ortasında.

'Bugün bir kız öldü!' Diye haykırmak istiyordum; ama sustum. Gözlerim sol tarafıma taktığım fotoğrafa kaydığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Bakışlarım tekrar karşıya baktığında cenaze aracı gelmişti. İleride Candaş, Karan ve İlker göründüğünde ellerimi önümde kavuşturdum. Derin bir nefes aldığımda tabutu omuzlarına almışlardı. Perişan halde onu taşırken hepsi, yavaş yavaş yürüdüler. Her attıkları adımda daha çok veda ederken Çiçek'e, çevreme bakındım. Yorgun gözlerim o adamı aradığında bulamadım. Olduğum yerde içim başka bir huzursuzluğa bürünmüştü.

"Koca nerede?" Diye fısıldadığımda Eyşan'ın bakışları bana döndü.

"Ne yapacaksın babamı?"

"Çiçek'in cenazesinde olamayacak kadar önemli bir işi mi var merak ettim." Dedim ters bir sesle. Sesli bir nefes verdikten sonra önüne döndüğünde dudaklarımı ıslattım. Bende önüme döndüm. Tabutu, açılan çukurun yanına indirdiklerinde rüzgardan bozulan şalımı tekrar düzelttim. Tabutun kapakları açılırken imam sure okumaya başlamıştı. Dudağımın kenarını dişlerimin arasına alırken açılan tabutun içindeki Çiçek'i gördüm. Kefene sarılmış bedeniyle hâlâ inanamıyordum bu gerçeğe. Herkes yardım ederek onu tabuttan çıkardığında yavaşça mezarın içine bıraktılar. Candaş ayakta dikilerek öylece izlerken mezarın içindeki adamlardan birine tahtalar verildi. Sırayla dizmeye başladığında Candaş'ın kafasını salladığını gördüm.

"Yapma!" Diye kükrediğinde gözlerim dolmuştu. "O böyle nefes alamaz!" Dedi haykırarak. Gözlerindeki yaşlar sakallarına karışırken aşağıya inmek için çabaladı; fakat Karan ve İlker koluna girerek onu engellemişlerdi. "Lan, yapmasınlar!" Diyerek kendini yırttı. "Göremeyeceğim onu! Yapmasınlar." Dedi yalvararak. Karan, gözyaşları içinde onu iteklemeye uğraşırken, "Daha çok üzülecek." Dedi. "Huzursuz olmasın."

"Burada huzurlu olamaz o! Benim kardeşim yapayalnız huzurlu olamaz!" Diyerek yere doğru dizlerini kırdı. Dudaklarımdan firar eden hıçkırığı gizlemek için parmak uçlarımla kapatırken elimdeki gözlük yere düşmüştü. "Yalvarıyorum bırakın abi! Bakın ben kabullenemiyorum bunu! Ne olur bırakın!" Dedi güçsüzce. "Yıllarca ben büyüttüm onu! Şimdi benden onu bırakmamı istemeyin." Diyerek kafasını salladı. Ağlamaktan başka çaresi olmadığını bile bile isyan ediyordu. Gücü bile yoktu ayakta durmaya. İlker, onu sakinleştirmeye çalışırken adamlar tahtaları dizmeye devam etmişti. Daha sonra çukurdan çıkarak ellerine kürek aldılar. Toprak attılar üzerine. Candaş, uzaktan bakmakla yetindiğinde o çukur yavaş yavaş doldu. İlker, Candaş'ı bıraktıktan sonra adamlardan küreği aldı. Bir kezde o bıraktı kendinden bir toprak.

ALTIN VURUŞNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ