Bölüm 20

1.5K 28 4
                                    

    
     Sınav zamanına değin iyi bir şekilde çalışma tempomu sürdürdüm. kendime bir hedef belirledim x üniversitesi y fakültesi diyelim bu hedefe. neden bu şehri seçtim inanın o zaman için bilemiyorum. puanı ne çok düşük ne çok yüksekti ,ancak hemen hemen eş puanlarla alan diğer okullara değilde buna karşı bir ilgi duymaya başladım. gereksiz bir ilgi. hedefin neresi diyenlere burayı söyleyerek cevap veriyordum.niye o şehir lan diyene mantıklı bir cevabım yoktu, ancak fena da bir şehir olmadığından pek üstelemiyorlardı. babamda birkaç defa sordu nereyi istiyorsun vs diyererk. ona da aynı cevabı verince; bölüm için hoşnut kalsa da ,dışarda okumak zordur vs diyordu... neyse artık ismende kesinleşmiş bir hedefim vardı.. ( hala bu saçmalık var mı ? bilmem ama bizim zamanımızda rehberlik adı altında böyle abuk sabuk gazlamalar, şartlamalar vardı. işte rotası olmayan gemi bir limana varamaz gibi saçma sapan içi boş cümleler. beni de zorladılar belki bir şehir ve bölüm ismi belirtmem adına bilemiyorum, bende bunu seçtim. hayatta her seçiminin net bir açıklaması yoktur zaten
    
babamın sağlıklı olmasından aldığım moralle kafam rahat bir şekilde sınava girdim.bu arada ki süreçte çok farklı meseleler olmadığından anlatımın suyunu çıkarmamak adına es geçiyorum. sınava bir lisede girdim, kitapçığı açtım ve genel olarak karıştırdım. cidden çok basit gelmişlerdi, herşey benim adıma pozitif gelişiyordu. çok çalışkan bir öğrenci değildim ancak kendi seviyeme göre yine iyi birşeyler yapmıştım.hep istediğim mühendisliği kazandım o sınav sonucunda. artık inşaat mühendisi adayıydım.
     kazandığım okul çok büyük bir şehirde değildi, fakat çok ufakta sayılamazdı. zaten o dönemlerde mantar gibi her şehirde türeyen üniversitelerde yoktu. babamla beraber gidip kayıt işlemleri, kalacak yer gibi hususları hallettik. baba tarafımdan olan akrabalarım ile aramız gayet iyiydi.her ne kadar eskiye kıyasla daha iyi bir maaşı olsa da memur maaşı hiç bir zaman tatmin edemez sizi, çünkü gelişen ve sürekli ihtiyaç yaratan dünyada aslında hiçbir maaş tatmin edemez sizi.
    

her neyse... bahsettiğim üzere memur maaşı da o zaman bize az gelmeye başlamıştı.her gün yeni bir bok çıkıyordu.şu an 29 kapılı buzdolabı gibi olmasa da (-ki bence o gardrop) işte daha iyi televizyonlar, daha iyi müzik setleri, eski tarz basit çamaşır makineleri yerine otomatikleri vs...

yeni çıkan şeylerde pek ucuz değildir bilirsin.bu işin tekniği budur. sürekli hükümetler gelir giderdi biz çocukken,ne nedir ne taktur belli değildi... hoş gençken de değişmedi bu durum... velhasılı baba tarafımda bize destek oldular,o dönem devlet yurdunda değilde daha kaliteli bir yurda kaydoldum. özel diyebileceklerinizden. akrabalarda üçer beşer destek mahiyetinde yardım ettiler bana kıyak geçtiler anlayacağın. daha rahat edeyim diyerek, babama vefa borcu ödeyerek. çünkü babamda çocuk yaşından itibaren çalışarak kendinden yaşça küçük amcalarıma kol kanat germiş, okumalarını sağlamış bir adam. çok çilekeş bir adamdı babam,5 yaşından beridir çalıştığını söyler... ilkokul dönemlerinde bu çalışma hız kazanır,hem de öyle bir çalışmak ki; sabah okula gitmeden simit satıp, okuldan gelince de gece yarısına kadar sinemada çalışmak gibi... hayatında en sevdiği şey uyuyabilmekti babamın. çocukken en imrendiği şeyin ne elbise ,ne ayakkabı olduğunu söylerdi sadece uyumak... insan onların hayatına eğilince, kendinin ne kadar asalak ve basit olduğunun farkına varıyor. sadece kendi çıkarları için yaşayan ,en ufak bir sorunda yakınan bizler o kadar büyük nimetlere nankörlük ediyoruz ki... varlık içinde olduğumuzdan pek çoğumuz varlığın kıymetini bilemiyor

neyse aralarda çok vakit kaybetmeden devam edeyim yurt seçimi ve kayıt meseleleri üzerinden...

rahatına aşırı düşkün bir adam olmayan benim bile hoşuma gitmişti bu özel yurt işi.az önce sizi eleştirdiğim statü farkı hikayesine bende kapılmıştım ki ; normalde en hakir insanı kardeş sayan bir insan olmama rağmen.

okuyacağım şehirden, evimize otobüsle dönüyorduk. malum yorgunluk üzere kısa süreli uykularla seyrediyor yolculuğum. yine bu kısa uykuların birinde kulağıma bir ses geldi.bu ses cızırtıların eşliğindeki bir uğultu şeklindeydi... bu onun sesiydi,ilk kez görüntüsüz bir şekilde sadece ses ile hitap etmişti... bir aşamayı daha katettik dedi... sadece bu kadar. yine aptal düşüncelere, telaşlara sürüklendim, bunun anlamı neydi ?
    
okulların açılmasına az bir süre kala yeni şehre doğru yol aldım.tek başıma olduğumdan,ya da aptal olduğumdan yurdun yerini bulmakta epey sıkıntı çektim.ilk günden 'homunagoyim' diye mırıldanmalara başlamıştım. yaşadıklarım beni daha çabuk öfkelenen, tahammül eşiği gittikçe düşen bir adama çevirmişti. razı olduğunu sanıyorsun herşeye ama öyle görünüyor sadece. aslında razılığın sadece çaresizlikten ileri gelen bir olay. bunu tüm hal ve davranışlarında tespit edilebilir bir şekilde sunuyorsun. baktım olmayacak, taksiye atlayıp elimdeki adresi verdim taksiciye daha sonra ( şehri tanıdıktan sonra ) o taksici muallakninde beni kazıkladığını öğrendim. hayat bana karşıydı aq.hayatta en sevmediğim şeylerden biridir, kandırılmak.asla tahammül edemem, ancak şunu da biliyorum ki neden nefret ediyorsanız bir şekilde daha sık karşılaşıyorsunuz bu tip meselelerle. biraz toy olmanın verdiği pısırıklıkla itiraz edemedim taksiciye, valizlerimi de kendim indirdim bagajdan. yurdun girişinde ayrı bir oda şeklinde tasarlanmış ufak büroya girdim. karşımda muhtemelen benden 1-2 yaş büyük bir çocuk vardı.biz yurda kayıt yaptırdığımızda, yurdun sahibinin üniversitede görevli bir öğretim üyesi olduğunu biliyorduk, çünkü onunla senet imzalamıştık. karşımdaki benden muhtemelen az biraz büyük olduğu simasından belli olan, ancak mustafa tipi hanzo elemana nasıl hitap edeyim derken 'hocam' çıkıverdi ağzımdan.o dönem 'hocam' entel dantel muallaklerin kullandığı kelime olarak kabul edilirdi. bende sık kullandığım için daha sonraki dönemlerde kendimi 'insan insanın hocasıdır' felsefesi ile kandırıp, muallakliği içime sindiremedim.

'hocamdediğim için bu götveren kendini cidden hoca sanmış olacak ki ,gotü havalandı biraz. kendini bir bok sanmış gibi iyice gevşedi yağlı gotü üstüne.

ben buraya kayıt yaptımıştım mehmet hoca ile görüşmüştük, odanın anahtarını teslim alacaktım... sorumlu kimse görüşmem mümkün müdür ? '' dedim naif bir biçimde. süt isteyen bir kedi masumiyetinde...
     sorumlu benim... odalarda düzenlemeler yapıyoruz. yurdumuz yeni olduğu için , bazı yanlışlıklar olmuş kayıtlarda. başka başka arkadaşlar kayıt almışlar fazlalık var dedi... hala yağlı gotü üstünde, fabrikatör ayhan bey moduna bağlamış... hem de bazı hanzolar, kibar ya da insancıl davrandınız mı kendini 'maho ağa' sanabiliyor... acı ama gerçek

ne demek yani ? dedim,ses tonum hafif sertleşti. karşımda böyle siklemez bir adam görmek hoşuma gitmedi. dedim ya yumuşak davrandınız mı, her türlü siker bu tipler

işte 4 kişilik odaları 6 kişi yapacağız,ona göre paranızdan yarım taksit keseceğiz

ben odayı ve kişi sayısını seçmedim mi ? anlaşmayı onun üzerinden yapmadık mı ? yarım taksit ne demek oluyor dedim. hava sıcak, tahammül eşiğim sıfıra yakın. lazlardan özür diliyorum ama karşımda en sik kafasından bir laz var

beğenmiyorsan iptal edelim, allah allah deyip sesini yükseltince, bunun üzerine bir bağırdım

ver lan o zaman depozitomu, üstüne depozito bedeli kadarda para vereceksin o zaman. burayı tanımam etmem, anlaşmışız böyle saçma iş mi olur ? diye kükredim resmen

yaaa sabahtandır herkes şikayet ediyor, bizde insanız ne söylense onu yapıyoruz, müdürü müyüm buranın... herkes bize fırça atıyor a bağladı.bre gotveren hem olayı alevlendirip bu noktaya getiriyorsun, sıkıyı görüncede küçük emraha bağlıyorsun dedim içimden... herkesle kendi anladığı dille konuşmak lazımdır,bu da bir ders oldu bana

Türkiye De Yaşanmış Cin Ve Hayalet Olayları 3 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin