Önümdeki sırt erkeksi bir kahkahanın ekosuyla titreşti. "Hep yavaş gitmemden şikayet ediyordun ne oldu?"

Böyle dediğim için kendime hayret ettim. Kafamı sırtına gömüp gözlerimi kapattığımda korktuğumu anlamıştı ama hızını kesmedi. "Merak etme Lidya, ben hep böyle sürerim. Sadece seninleyken yavaştım."

"Hala benimlesin!" diye bağırarak arkasında oturduğumu hatırlattım.

Midem biraz daha hızlandığımızı hissediyordu. "Bu yüzden acelem var."

Son kelimelerinde sesi garip bir şekilde değişmişti. Motosikletten atlama istediğime zorla karşı koyuyordum. Çağan'ın durmasını bekledim. Sadece durmalıydı. Ama belki bir saate yakın durmadan sürdü. Şehirden çıkıp medeniyetten uzaklaştıkça midem hızın ve gidişatın etkisiyle kasıldı. Şehirler arası yolda ıssızlığa doğru ilerliyorduk.

İlerde bezin istasyonuna benzeyen bir yer gördüğümde "Çağan dur! Midem bulanıyor!" diye bağırdım.

Yalan attığımdan şüphelenmişti, haklıydı. "Olmaz." dediğinde yalan söyleme seviyemi bir tık daha arttırdım. "Öleceğim artık. Midem çok kötü dur!"

O kadar gerçekçiydi ki, duyanlar etimden et koparılıyor sanabilirdi. Direksiyonu ani bir manevra yakıp hedeflediğim yere yönelince gülümsememi tutup hasta rolüme devam ettim. Tam istediğim yere olmasada istasyonun en sonunda bir ağacın altına park etti. Durduğumuz an kollarımı ondan çekip karnımı tuttum. Ben yalandan kıvranışlarımı sürdürürken bir şekilde motosikletten inip önümde dineldi. Saçlarımı önümden çekip yüzümü görmeye çalışıyordu.

Sabahtan beri güneşte kaldığım için kızarmış ve hasta göründüğümden emindim. Kafamı kaldırıp ilerdeki küçük marketi gösterdim. "Bana Elmalı soda iyi gelir...." diye sızlanırken bana otomatik makina gibi kafa sallanıp arkasını dönüp koşmak için atıldı. Bir kaç adım attıktan sonra aniden durup bana döndü. Bir kaç ampulu yanmış gibi gözüküyordu. Ama bana bir şey olmasından korktuğunuda biliyordum. İstemeyerekte olsa geri döndü. Hala motosikletin üstünde aylakça oturuyordum. Yere doğru sallanan bacaklarımın önüne eğilip babetlerimi bir hareketle çıkardı.

Ona kırgın kırgın baktığım an pişman olsa da ayakkabılarımı geri vermedi. Markete doğru koştuğunda çıplak ayaklarıma boş boş baktım. Çağan akıllıca bir şey yapmıştı. Ayakkabılarım olmadan kaçamazdım. Doğaçlama yapmam gerekecekti. Gözlerimle etrafta hızlı bir tur atıp materyal aradım. Doğadaki malzemelerden yararlanabilirdim.

İç güdülerim beni Kibariye'ye yönlendirdi. Biraz ilerde bir doğan görünümlü şahinden evlere şenlik düğün müziği yayılıyordu. Tüm kapıları açılmış arabada rastgele serpilmiş bir grup erkek popülasyonu içkileri eşliğinde serinleme çabasındaydı. Gözlerimi bir süre onlara dikip beni fark etmelerini sağlamalıydım ama zaten bana bakıyorlardı. Kafalarını kaldırıp birbirlerini dürtükleyip sırıttılar.

On metre uzaktan kız kesme güçlerine sığınıp gömleğimin yakasındaki düğmeleri koparır gibi açtım. Sıcaklamıştım. Elimi ensemdeki saçlarıma atıp buklelerimi havalandırdım. Umutlanıp başlarını havaya kaldırdıklarında gülümsemeyle karşılık vererek umutlarını perçinledim. Biri arabadan düşercesine atlayıp kapıya yasladı. Elinde gazete kağıdına sarılı tenekeyi bana doğru uzatıp şerefe işareti yaptı. Planımın bana ait kısmı başarılı olmuştu, geri kalan kısmı Çağan'a kalıyordu.

Elinde marketten aldıklarını koyduğu poşet ve babetlerimle birlikte görüş alanımda dikildi. Bana yürürken yarı yolda yön değiştirip arabaya doğru yöneldi. Poşet ve ayakkabılarımı yere fırlatıvermişti. O olası bir kavgaya doğru ilerlerken motosikletten atlayıp çıplak ayaklarımda poşetin yanında koşturup ayakkabılarımla beraber elmalı sodamı da aldım.

İKİ ATEŞ ARASINDA (Tamamlandı)Where stories live. Discover now