İKİ ATEŞ ARASINDA (Tamamlandı)

By Se1enK

791K 40K 28.1K

BİZ ASLA TEK OLAMAYIZ. Lidya'nın yalnız geçirdiği çocukluğu belleğinde derin izler bırakır. Ondan daha popüle... More

PROLOG
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
ÇAĞAN' DAN
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
KİTAPLARIM
11. BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17. BÖLÜM
18.BÖLÜM
19. BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
32.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN
33.BÖLÜM
34.BÖLÜM
35.BÖLÜM
36.BÖLÜM
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39.BÖLÜM
40.BÖLÜM
41.BÖLÜM
42.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46.BÖLÜM
47.BÖLÜM
48.BÖLÜM
49.BÖLÜM
50.BÖLÜM
51.BÖLÜM
52.BÖLÜM
54.BÖLÜM
55.BÖLÜM
56.BÖLÜM
57.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN - 1
ÇAĞAN'DAN - 2
ÇAĞAN'DAN - 3
58.BÖLÜM
59.BÖLÜM
60.BÖLÜM
61.BÖLÜM
62.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN - 4
ÇAĞAN'DAN - 5
63.BÖLÜM
64.BÖLÜM
65.BÖLÜM
66.BÖLÜM
67.BÖLÜM
68.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN part1
ÇAĞAN'DAN part-2
69.BÖLÜM
70.BÖLÜM
71.BÖLÜM
72.BÖLÜM
73.BÖLÜM
74. BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN -FİNAL-
75. BÖLÜM
76.BÖLÜM
77.BÖLÜM
78. BÖLÜM
79.BÖLÜM
80.BÖLÜM
KARA BATAK
FİNAL - 1
FİNAL - 2
SONSÖZ
EPİLOG

53.BÖLÜM

5.1K 313 219
By Se1enK

Playlist - Zeyde Wolf / Heroes


....

Sabah olduğunu kendi kendime uyanmamdan anladım. Olabildiğince dinlenmiş ve uykuya doymuştum. Bu huzurumu hiç bir şeyin bozamayacağım düşünürken karnıma saplanan ağrı ile gözlerimi tekrar kapattım. Her şey rüyamdaki gibiydi, perdeler savrulmaya başladığında gözlerimi açıp yerimden kımıldadım ama sanki üstüme binlerce ton ağırlık binmişti. Kokusundan tanıyarak "Çağan." diyerek konuşmaya çalıştım.

Ses vermese bile, uyuduğu nefes alırken çıkardığı hafif sesten belki oluyordu. Bir bacağının, bacaklarımın üzerine dolandığını hissediyordum. Ağırlığıyla ezilirken, sıkıştığım yerden onu iterek "Uyansana." dedim. Uyku sersemi sesim gerçekten eziliyor gibi çıkmıştı. Ben bulunduğum yerden çıkmaya çalıştıkça, bedenime dolanan kollar beni daha sıkı bir şekilde yatağa sabitledi.

Daha gözlerimi açalı bir kaç dakika bile olmamasına rağmen, terlemeye ve yorulmaya başlamıştım. Karnımdaki ağrı ise akın akın yükseliyordu. Sonunda dayanamayarak, iç içe geçmiş bedenlerimiz arasından ince parmaklarımı bir iğne gibi Çağan'ın karnına sapladığımda, irkilerek derin bir soluk verdi. Fırsatı bulunca, kolunu üzerimden atıp yataktan doğruldum.

Örtüyü huysuzda yana savunduğumda, çarşaflar ortaya çıkmıştı. Gördüğüm manzarayla bir kaç saniye donup kalarak, örtüyü geldiği gibi çarşafın üzerine geri kapattım. Bu karnımın neden bu kadar çok ağrıdığını açıklıyordu. Fiziksel acımı bile gölgeleme bırakan bir utanç kalbimi sıkarken, Çağan her şeyden habersiz esneyerek "Ne oldu?" diye sordu.

Yatağın o kısmına doğru kımıldamasıyla daha çok panikledim. "Kalk! Çabuk kalk yataktan!"

Gözlerim hala yatağa ve onun altındakilere çakılı kalmıştı. Bunu bu yaşta nasıl becerdiğimi aklım almıyordu. Çağan, yanımda heykel gibi kalmıştı ve kalkmaya niyeti yok gibiydi. "Tekrar soruyorum, ne oldu?" dediğinde, kendimi bu durumdan kurtaracak şeyler arıyordum ama aklım çalışmıyordu. Çabucak ölmeli ve bu utançtan kurtulmalıydım.

"Çağan lütfen gider misin?" dedim zoraki bir sakinlik ve kibarlıkla.

Ama kibar olmak bile işe yaramıyordu. "Beni delirtmeden ne olduğunu söyle!" diye sesini yükseltti.

Gözlerimi sıkı sıkıya bastırıp "Yatak." diye fısıldadım. Elini yatağın üzerinde gelişi güzel gezdirip , örtünün ucunu kaldırdı. "Yaralandın mı!"

Ucundan çekiştirdiği örtüyü, bacaklarımın üzerinden kaldırmasın diye geri çekiştirdim. Sesindeki endişe benim suskunluğumda daha büyük bir korkuya dönüşüyordu. "Ben mi yaptım?" diyerek ellerini yatakta bir şeyler aranır gibi gezdirdi. "Hamile miydin!"

Beynimde patlayan volkanlarla, avucumu ağzıma bastırdım. Başıma gelen şeyleri, sürekli kendine bağlaması beni artık şaşırtmamalıydı. Kendi sesime ve söyleyeceklerime tahammül edemeyerek "Senle alakalı değil." dedim. "Bu her ay oluyor."

Duraksayıp, büyük bir gürültüyle yutkundu. "Bu kadar çok mu?"

Utanç okları kalbime saplanırken, kollarını geri kakıştırdım. "Saçmalayı kesip, gidecek misin artık!"

Kendimi iğrenç hissederek, boynumu ondan ters yöne koparırcasına çevirip gözümden kaçan bir kaç damlayı elimin tersiyle sildim. Böyle uyanmak istememiştim ama hep kötü şeyler oluyordu. Çağan yüzündeki aydınlanma hissiyle "Biliyorum." diyerek kafasını sallandırdı. "Bu normal bir şey." Sonra biraz daha paniklemişti. "Normal bir şey değil mi? İyisin sen?"

Daha fazla uzatmasına engel olarak "İyiyim." diye cevapladım. "Bir duş alıp, üzerimi değiştirirsem daha iyi olacağım. Beni yalnız bıraksan yeter."

"Olmaz." diyerek itiraz etti. "Seni böyle bırakamam."

Yataktan kalkıp, diğer taraftan yana doğru dolandı. Hayatımda hiç bu kadar rezil olduğumu hatırlamıyordum. Üzerime eğilip, kollarını dizlerim ve kollarım altına dolayarak beni kendime çekti. "Bu her ay oluyorsa, alışmam gerekiyor."

Havaya doğru yükselirken, kollarımla boynuna tutunup "Unuttum." diye açıklamaya çalıştım. Tek kelimelik aptal bir cevaptı ve bende bu aptallığın cezasını çekiyordum. Tutamadığım hıçkırığımı boynuna doğru bırakıp "Bir daha unutmayacağım. Yemin ederim hep aklımda tutacağım." dedim.

Kolları arasında süzüldüğünü hissediyordum. Beni teselli ederek "Sorun değil." dedi. "Geçti bitti bile, ağlama. Ne sulu göz oldun başıma."

Hıçkırıklarımı yutarak nefes aldım. "Senin başına mı?"

Kulağa güzel bir şeymiş gibi geliyordu. "Tabi, benim başıma."

Başka türlüsünü düşünmek bile imkansızdı. Yere eğildiğinde, ayaklarımı banyonun zeminine basıp kolları arasında çıktım. Başını hızlıca havaya kaldırdı. "Bakmıyorum hadi, kapat kapını."

...

Hızlıca temizlenip, kabinden çıktığımda lavabonun kenarına bırakılmış temiz çamaşırlar fark ettim. Eğer kıyafetlerim banyoya kendi kendine gelmediyse, Çağan getirmiş olmalıydı. Kapının açılıp kapandığını bile duymamıştım. Bacaklarımı tamamen örten bir taytın arasına, iç çamaşırımı kıstırmıştı. Eşyalarımı karıştırmasına sinir olsam da, hızlıca giyindim.

Çağan' a söylenmek için banyodan çıktığımda, havaya savurduğu çarşafı ağır ağır yatağa sererken bana döndü. Odamın her zaman ki kasvetli havası değişmiş gibiydi, bir şeyler farklıydı. Gün ışıkları penceremden sanatsal bir açıyla süzülüyor, temizlenmiş yatağımın üzerinde parlıyordu.

Çağan bana kendimi suçlu hissettirecek kadar büyük bir anlayışla yardım ederken, ona minnet duymamı engelleyemiyordum. Ona önce kızmış, sonra teşekkür etmenin eşiğine gelmiştim. Dengemi iyiden iyiye bozuyordu. Ardından pişmanlığın o eskimiş tadını aldım. Onunla bu şekilde uyanmak istemezdim. Günaydın bile diyememiştim.

Karşısında sessizce dururken, bana küçük bir gülümseme gönderdi. Alay eder değilde, bana kendimi iyi hissettiren cinstendi. Odamın içini öyle bir aydınlatmıştı ki, kendimi duvar kenarında bir gölge gibi hissetmiştim. Çekincelerimden sıyrılarak "Ben böyle olsun istememiştim." dedim. Şimdi kendimi biraz daha aklı başında sağlıklı düşünceler içinde hissediyordum. "Unutsan olmaz mı?"

Çağan yüzünü sorun değil anlamında sallandırırken yatağın ucuna oturdum. Belli etmemeye çalışsamda hem sırtımın hemde karnımın ağrısı bedenimi bitkin düşürecek kadar yoğundu. Çağan, neredeyse aklımı okuyarak "Ağrın mı var?" diye sordu.

"Hayır." diyerek yatağıma uzandım. Yumuşatıcı kokan çarşafların serinliği harikaydı. Ona teşekkür edemiyordum ama verdiği hizmetin tadını çıkarmaktan kendimi alamıyordum da. Yanıma yaklaştığında kalbim hızlansa da, hareketsiz kaldım. Kenara uzanıp kapattığı gözlerini, bir süre sonra açtı.

Ardından abartıyla esneyip, öyle bir şaşkınlık nidası çıkardı ki, rol olduğu aşırı belliydi. "Aa sende uyandın mı?" diyerek gülümsedi. "Günaydın."

Çoktan uyanmış gözlerimi kırpıştırdım ama rolüne kolaylıkla uyum sağlayabilirdim. "Evet, bende şimdi uyandım. Sanada günaydın."

Gözlerini, gözlerime dikip iç çekti. Mavi hareleri olduğundan daha parlaktı. Bir an rolünü bozacağını sandım ama yatakta doğrulup kollarıyla bir tür gerilme hareketi yaptı. "Ne çok uyumuşuz değil mi? Saatin üç olduğundan haberin var mı?

Ağzımdan gerçekten kaba bir ses çıkardım. Uyumamıştık, resmen ölmüştük ve günün yarısı bitmişti. Sırt üstü doğrulmaya çalıştığımda omzumun yanından itip geri düşmemi sağladı. "Sen biraz daha yat. Bugün kendini iyi hissetmediğini duydum."

Gözlerimi şüpheyle kıstım. "Kimden duydun?"

Eğer şimdi uyandıysak, kendimi nasıl hissettiğimi bilmemesi gerekirdi. Rolünü bozması için onu zorlarken, dirayetle dayandı. "Kuşlardan işte... Hem sen ne yemek istersin? Kahvaltı mı? Yoksa normal yemek mi?"

Ellerimi karnımın üzerinde birleştirip, midemi yokladım. "Canım bir şey istemiyor, biraz daha yatacağım."

"Ben bir şeyler ayarlarım." diyerek, boğazımdan içeri bir şey sokmaya ant içmiş bakışlarını üzerimde gezdirdi. "İstediğin başka bir şey var mı?"

Aslında bir ağrı kesici hiç fena olmazdı. Ama ondan daha fazla şey isteyecek kadar şımarmamıştım. Zaten gözlerini bir kaosun içine açmıştı. Basitçe kafa sallayıp "Teşekkürler." diye fısıldadım.

Gözleri şefkatle yumuşadı. "Teşekkür edecek bir şey yok, ben halimden memnunum."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Kelimelerimi durdursam da, gözlerim teşekkür eder gibi bakıyordu. Çağan yataktan inip tereddütle durdu. Yutkunurken bir şeyler söylemek ister ama söyleyemez gibiydi. "Bir şey mi söyleyeceksin?" diye meraklandım.

"Söylemek değil de, vermek istediğim bir şey var." dedi. Elini cebine soktuğunda, umutla bekledim. Bir ağrı kesiciye hayır diyemezdim.

"Aslında bunu sana dün gece verecektim. Ama çok şey konuşunca, bende unuttum." diyerek avucunun içini bana gösterdi. "Bunu senden geri almamam gerekirdi."

Elini açtığında, gördüğüm bileziğe baktım. Onu benden aldıktan sonra, geri vermemişti. Zaten o günden sonra da hep kötü şeyler yaşanmıştı. "Değer verdiğim çok az şey var. Bir sen varsın, bir de annem ve bana onu hatırlatan tek şey." dedi kısık bir sesle. "Değer verdiğim şeylerin, dünyanın pisliklerinden uzak olmasını istiyorum. Annem dünyadan çok uzakta. Onun güzel bir yerde mutlu olduğunu düşünüyorum. Ama sen yanımdasın ve uzun yıllar boyunca seni bırakmaya hiç niyetim yok. Sadece bir sefer koruyamadım seni. Bileziği pis bir elde görmeye katlanamadım. Biliyorum, bunu senden almamam gerekirdi... Bir kere senin olmuştu. Bundan sonra, eğer kabul edersem, tekrar taşımanı istiyorum."

Bir cevap bekleyerek, gözlerimin içine baktığında sanki reddetmemi kabullenmişti. Sonuçta bende çok fazla hata yapmıştım. Bileğimi ona uzatıp "Takabilir misin?" dedim.

Bileziğin anahtarını bileğimde kapatırken, bu kez ne kadar değerli bir şey olduğunu biliyordum. Taşıdığım şeyin ağırlığının farkına varmıştım. Çağan, bileğimin iç kısmını öperek mırıldandı. "Bende sana teşekkür ederim."

...

Tekrar uyuyamayacağımı sanıyordum ama hafiflemiş bir ağrıyla uykulu gözlerimi açtım. Baş ucumda ağrı kesici ve bir bardak su vardı. O kadar susamıştım ki, kapsüle saldırıp suyla beraber yuttum ve bir süre yüz üstü uzanıp, yastığımın kokusunu içime çektim. Daha ne kadar böyle yatabilirdim, bilmiyordum. Çağan evde bir yerlerde can sıkıntısından kıvranıyor olmalıydı.

Keyfimi uzatıp, evin sessizliğini dinlerken, aşağı kattan yükselen sesi duydum. İlk başta anlayamasam da, büyükçe bir şeyler kırılmıştı. Neredeyse aynı anda kalkıp, yataktan fırladım. İçime kötü bir his yayılmıştı. Merdivenlerden zıplaya zıplaya inip, alt katın girişinde durdum. Girişe düşen valiz, askıya çarpıp devirmişti. Zincirleme oluşmuş kaza alanının üzerinden atlayıp, mutfak tarafına yöneldim.

Hiç beklemediğim bir kişi, telaşla evin içinde geziyordu. Beni görünce hareketini durdurup, eliyle alnını sildi. "Oğlum nerede?"

Yavuz'un daha çok panik yapmaması için "O iyi, evdeydi ama birazdan gelir." dedim. Çağan'ın nerede olduğunu bilmiyordum. Ama evde değilse bile, beni uzun süre tek başıma bırakmazdı.

"Yalan söyleme Lidya, hastahanede mi?"

Yaşlı yüzü biraz daha kırışmış ve saçları daha fazla kırlaşmıştı. Endişelenmesi gayet normaldi ama yaptığı gereksiz dramdı. "Yalan söylemiyordum." diye omuz silktim. "Evdeydi. Gelir şimdi."

Beni hiç dinlemiyordu. "Hangi hastahanede?"

Ben Çağan'dan daha çok yaralıydım ve o iyiydi. "Hastahanede değil. Evde işte!" diye cırladım. Ona hiç sesimi yükseltmezdim ama son zamanlarda dayanamıyordum.

Suratı korkutucu bir ifadeyle gölgelenirken, kaşlarını kaldırdı. "Sesine hakim ol."

Dişlerimi sıkıp, ona inatla baktım. Bazı şeyleri bağırmadan anlamıyordu. "Hastahanede değilse, nerede?" diye sordu. En azından söylediğimi anlamıştı ama geri kalan kısmı bende bilmiyordum. Çağan'ın nereye gittiyse, oradan çabucak dönmesini umarak "Bilmiyorum." diye cevapladım.

"Bilmiyorsun demek!" diye çıkıştı sanki yalanımı ispat etmiş gibi. "Eğer Çağan' a bir şey oldu da, söylemiyorsan..."

Söylemiyorsam ne olurdu? Kendimi daha fazla, sakin tutamayacağını anlayarak yanımdaki koltuğun sırtına tutundum. Sakinleştirici bir nefes alırken "Annem nerede?" dedim.

Benden bir açıklama bekleyen gözlerinin dikkatle üzerimde dolaştığını hissediyordum. Cevap vermediğimden, sorduğum soruyu yanıtlamak zorunda kaldı. "O bir sonraki uçakla gelecek. Yer bulamadık."

Yavuz'un oğluna hiç benzemeyen gözleri, en az onun kadar dikkatliydi. Kolumun üzerinde durunca, gözlerini kısıp bana doğru adımladı. Beynim ne olduğunu anlasa da, bedenim geç kalmış bir tepkiyle bileğimi sırtımın arkasına saklamıştı.

Kapı tarafına döndüğüm sırada, arkamdan inanamayan sesi yükseldi. "O ne?" Bağırtısıyla birlikte bir kaçış yolu bulmak için, kapana kısılmış fareler gibi koşturmaya başlamıştım. Bir yandan da elimi saklayacak bir cep arıyor, kaybolmak, yok olmak istiyordum.

"Lidya diyorum!" diye parladığında daha da hızlandım. Ne yanlış yaptığımı anlamasam da, Yavuz'un sesi tüylerimi diken diken edecek kadar korkunçtu. Ve ne olduysa bileziğimi gördükten sonra olmuştu. Aslında görmemesine dikkat etmiş, hep saklamıştım ama bugün unutkan günümdü.

Merdivenlere ulaşıp özgürlüğe doğru bir basamak çıkmışken, sırtımı kavrayan pençeleriyle korku ve acı karışımı bir çığlık attım. Sırtım deli gibi yanıyordu. Elini, dirseğime çekip, beni merdivenlerden aşağıya sürükledi. Bileziğimi taktığım kolum gözlerinin önüne geldiğinde, zaten gördüğü gerçekten artık iyice emin olmuştu.

"Bunu nereden buldun?" diye hırıltılı sesiyle bağırdı.

"Evde buldum, çok beğendim aldım."

Yalan atmaya çalışsam da, titreyen sesim beni ele veriyordu. Yavuz, bunu fark ettim edip "Yalan." diye bağırdı. "Bunu evde herhangi bir yerde bulamazsın."

Haklıydı. Ortaya bırakılmayacak değerli bir eşya olmasının yanında, Bağnu eve geldiğinden beri Çağan'ın annesine ait ne varsa yok etmişti. "Ben çok beğendim. Çağan'a sordum. Almama izin verdi." diye toparlamaya çalıştım.

Bileğimi daha çok sıktı. "Çağan öyle bir şey yapmaz."

"Ben vermesi için yalvardım." dedim. "Bu kadar değerli olduğunu bilsem istemezdim."

Bana inanıyor gibi olmuştu ama ben onun gözünde hala bir yalancıydım. "Çıkar şunu." diyerek metal sapı bileğimden çekiştirdi. Çağan'ın artık onu bana verdiğini hatırlayarak, kolumu geri çekiştirdim. Ağzımdan itiraz dolu kelimelerim çıkmıyordu ama onu geri vermekte istemiyordum. Metal sapı kolumda çevirirken, basamaklarda bir adım yükselerek ondan uzaklaştım. "Dur." diye bana net bir emir verdi.

Onu dinlemeyerek kendimi geri çektim. Ama kolumu o kadar kuvvetli tutuyordu ki, bir anda direnecek tüm gücüm bitmişti. Ayak bileğim basamağın kenarında yamulurken, dengemi kaybettim. Yerdeki kırmızı yuvarlak halıya yaklaşırken, ellerim duvar kenarını sıyırdı. Kısa bir an, Çağan'ın sesini duyuyor gibi olmuştum. Sırtım yaşamadığım kadar büyük bir acıyla sarsıldı. Utanmasam çocuk gibi ağlayacaktım.

Yerde toparlanmaya çalışırken, içimden Çağan'a saydırıyordum. Hep tam zamanında gelirdi ama bu sefer beş dakika önce gelse daha iyi olacaktı. Yavuz'un onu gördüğü an, az önceki canavar ifadesi sakin bir ihtiyara döndü. Oğluna adımlarken, Çağan onu acımazsızca itip, kendinden uzaklaştırdı. Gerçekten iç karartıcı bir manzaraydı. Bende şu anda, Yavuz kadar acınası görüyordum. Yere bir sinek gibi yapışmışken, bileziğimin yerini yokladım. Bu rezaleti boşuna yaşamadığım için seviniyordum. Neyse ki bileziğimi kaptırmamıştım.

Çağan, kollarımın iki yanından tutup beni hızla ayağa kaldırdı. Ağrıyan bedenimin sızısını, dudaklarımı birbirine bastırıp hapsettim. Yavuz'da bana yardım etmeye benzer bir hareket yaptığında, Çağan önüme geçip onu engelledi. Bende yüzümü saçlarımın altına saklayıp, ondan olabildiğince uzak durmuştum. Mutsuzluk acıyla birlikte damarlarımdan akın akın yayılıyordu. Yavuz'dan uzak durma ihtiyacıyla basamaklardan çıkıp kendimi odama kaçmaya baktım. Çağan'da yanımda, etrafımda ve arkamda dolanıp sırtım dışında tutacak ve bana destek olacak bir yer arıyordu.

Pesimden odama girip, hızla çarptığı kapıya sert bir yumruk vurdu. Hala olayın şokunu atlatamamış halde duruyordum. Üstelik Çağan, her an çığrından çıkabilirdi. Kapıya attığı öfkeli bakışları sürerken, bileziğimin takılı olduğu kolumu onun görebileceği şekilde kaldırıp "Merak etme, vermedim. Kızmana gerek yok." diye belirttim.

Sinirden titreyerek önce koluma, sorma yüzüme baktı. "Kızdığım şey bu mu sanıyorsun? Buna mı kızıyorum ben!"

Neden kızdığı önemli değildi. Sadece sakinleşmesini istiyordum. "Kızacak hiç bir şey yok." diyerek sakince durdum.

Saf ve hınç dolu gözlerini büyükçe açtı. "Senin canından daha değerli değildi Lidya. Benim yüzümden böyle yapmak zorunda değildin. Bileziği verip, kendini kurtarmalıydın."

En azından sevinir sanıyordum ama tam tersi olmuştu. "Benim bileziğim değil mi? Vermeyeceğim. Ayrıca canım uğruna savaşmışım gibi davranma!"

"Seni merdivenlerden itti!" diye parladı.

"Sadece iki basamaktı."

Sanki çıldıran benmişim gibi başını salladı. "Sana nasıl davrandığını gördüm."

"Zayıfladım bu aralar. Ayrıca bugün kendimi pek iyi hissetmiyorum. Normal bir insan o kadar şeyden yere düşmez."

Sinirle kendini sıkıp, söylediklerimi kulak ardı etti. "Durduk yere, melek gibi davranma."

Kapının kilidine uzandığı sırada, dışarıdan gelen sesle irkildim. Yavuz kendini duyurmak için hafifçe bağırarak "Çağan orada mısın? Lidya yanında mı?" diye sordu. Cevap vermeden, bakışlarımı Çağan'a sabitledim. Eli, kilidin üzerinde donup kalmıştı.

"Bir çocuk kapıya pizza getirdi. Kapıyı açta vereyim, kardeşinle beraber yiyin."

Yavuz, yumuşak bir tonda konuşuyordu ve davranışları da uzlaşmaya yakındı. Gene de, az önce yaşadığım olayın acısını ne bedenimden ne kanımdan atabilmiştim. Çağan, kilidini kapatacakken "Sakın." diye tısladım. "Eğer o pizzayı almazsan, şeytan yanımı görürsün."

Ani değişimime omuz silkti. Benden pek korkmamış gibiydi. Onu ikna etmek için, biraz melekleşerek sesimi kıstım. "Acıktım ben."

Yüzü belli belirsiz şefkatle dalgalanırken, kapıyı açıp kolunu geçebileceği kadar bir aralıktan dışarı uzatıp, bir pizza kutusuyla birlikte geri çekti. Kapı açıldığı hızla geri kapanırken, Yavuz'un "Ça..." diye başladığı kelimesi çarpma sesine karıştı.

Çağan, babasına yüzünü ekşitip kartonu karnıma doğru uzattığında ellerimi uzatıp aldım. Hala sıcak olan pizzadan, ağız sulandırıcı bir koku yayılıyordu. Dünyayı unutup, midemin sesini dinleyecekken, diğer taraftan Yavuz'un sesi giderek çaresiz ve acınası bir hal aldı. "Kaç zamandır görmedim, seni merak ediyorum Çağan. Allah seni bana bağışladı. Sen olmasan ben ne yapardım. Beş dakika yüzünü göreyim. Yaran var mı bakayım. İçim böyle rahat etmiyor."

İçimde kıvranan kıskançlığa dayanarak, Mavi gözlerinin içine baktım. "O senin baban."

İnsanın bir babasının olması böyle bir şeydi. Anlamasam da, görebiliyordum. Ama Çağan, gerçeği görmezden gelerek "Bunu, sana dokunmadan önce düşünecekti." dedi.

Sesi, dışarıdan duyulamayacak kadar alçak olsa da, Yavuz'un bizi duyduğunu sandım yada baba yüreği hissediyordu. "Kardeşine öyle yaptım diye mi kızgınsın? Yoksa annenin hatırası için mi?"

Yaptığı yanlışı fark etmesi, içimi rahatlatmak yerine kalbimi sıkıştırmıştı. Bir kötülük fark edilse bile, bu hatanın büyüklüğünü değiştirmiyordu. Baba dediğim adamla aramızda bir duvar vardı ve ben araya kendi ördüğüm duvarları da çektim. Fısıltısı sanki çok uzaklardan geliyordu. "Kızım." dediğinde onu duymak için kulağımı kapıya dayadım. "Eğer çok beğendiysen, bilezik sende kalabilir." dedi. "Affet olur mu? Bir anda nefsime yenildim."

Onun kızı olan Lidya, onu hemen oracıkta affetmişti. Hem yaşlıydı, hemde Çağan için çok korkmuştu. Ama daha önce canımı yaktığı zamanlarda olmuştu. Onlar için bir bahane bulamıyordum. Kara bulutlarım etrafımı sararken, Çağan ne düşündüğümü anlamaya çalışır gibi beni izliyordu. Sanki yapacakları, ağzımdan çıkacaklara bağlıydı. Kendimi büyük bir sorumluluğun altında hissetmiştim. Tüm nefretimi bastırıp "Konuş onunla." dedim.

İstediğim şeyden emin olamayarak "Birlikte çıkalım." diye önerdi.

Kararlılıkla direndim. "Hayır, sen çık."

"Sen konuşmazsan, bende konuşmam."

Huysuzluğu beni çileden çıkarıyordu. Gerçek bir sarı inadı vardı. "Sen çık!" diye ısrar ettim.

İnatla kaşlarını çattı. "Sen kalıyorsun da, neden ben gidiyorum?"

İnatçıydı ama kendiyle beni bir tutuyor olmasıysa tam bir saflıktı. Aramızda ki en büyük farkı yüzüne karşı bağırdım. "Çünkü o senin baban!"

Bunu ilk kez itiraf etmiştim. Ağzım daha önce söylememiş olsa da, beynim gerçeği hep biliyordu. "Benim babam değil." dedim.

Çağan'dan yüzümü çevirdiğimde, bir süre mesafesini koruyarak yüzümü inceledi. Tepkisiz suratımda, ağlamanın ve üzüntünün kalıntılarını bile bulamayacaktı çünkü kendimi belli etmeyecektim. Aradığı izleri bulamayınca, kapıyı usulca açıp odadan ayrıldı. Geride kapının kapanırken çıkardığı ses kalmıştı. Başka bir şey söylememişti. Hem ne diyebilirdi ki?

Saçmala Lidya, o senin baban. Bende senin küçük erkek kardeşinim. Biz sıcak ve samimi bir çekirdek aileyiz.

Bu trenin çoktan kaçtığını, hatta hayatım boyunca bana hiç uğramadığını biliyordum.

₪₪

Continue Reading

You'll Also Like

2.3M 125K 30
Bir mahalle hikâyesidir.
386K 636 2
UYARI : +18 sahneler fazlasıyla bulacaktır, yetişkin içerik!!! Enemies to lovers... ⛓️ ~mafya İyi kalpli ama yaşadığı ilişkiler yüzünden kırık olan...
551K 22.9K 43
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
82.8K 5.4K 17
Ömer abi: Melis nerde? BxB kurgusudur