İKİ ATEŞ ARASINDA (Tamamlandı)

Od Se1enK

791K 40K 28.1K

BİZ ASLA TEK OLAMAYIZ. Lidya'nın yalnız geçirdiği çocukluğu belleğinde derin izler bırakır. Ondan daha popüle... Viac

PROLOG
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
ÇAĞAN' DAN
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
KİTAPLARIM
11. BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
32.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN
33.BÖLÜM
34.BÖLÜM
35.BÖLÜM
36.BÖLÜM
37.BÖLÜM
38.BÖLÜM
39.BÖLÜM
40.BÖLÜM
41.BÖLÜM
42.BÖLÜM
43.BÖLÜM
44.BÖLÜM
45.BÖLÜM
46.BÖLÜM
47.BÖLÜM
48.BÖLÜM
49.BÖLÜM
50.BÖLÜM
51.BÖLÜM
52.BÖLÜM
53.BÖLÜM
54.BÖLÜM
55.BÖLÜM
56.BÖLÜM
57.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN - 1
ÇAĞAN'DAN - 2
ÇAĞAN'DAN - 3
58.BÖLÜM
59.BÖLÜM
60.BÖLÜM
61.BÖLÜM
62.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN - 4
ÇAĞAN'DAN - 5
63.BÖLÜM
64.BÖLÜM
65.BÖLÜM
66.BÖLÜM
67.BÖLÜM
68.BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN part1
ÇAĞAN'DAN part-2
69.BÖLÜM
70.BÖLÜM
71.BÖLÜM
72.BÖLÜM
73.BÖLÜM
74. BÖLÜM
ÇAĞAN'DAN -FİNAL-
75. BÖLÜM
76.BÖLÜM
77.BÖLÜM
78. BÖLÜM
79.BÖLÜM
80.BÖLÜM
KARA BATAK
FİNAL - 1
FİNAL - 2
SONSÖZ
EPİLOG

18.BÖLÜM

7.5K 456 536
Od Se1enK

Multimedia - Küçük Lidya

Playlist - LP/ Lost on you

....

Yokluğumda Çağan ve Aras'ın kavga etmeleri umrumda değildi. Sadece onları acı çekerken izlemeyi kaçırdığım için üzülürdüm. Bunun içinse artık kendimi riske atamayacaktım. Sonra aklıma Çağan'ın erafımda olmadığı zaman neden dövüştüğünü düşündüğüm aklıma geldi. O iyi bir çocuktu ve ilk kez bir canavara dönüştüğünü görüşüm bundan sadece bir kaç ay önceydi. Bu süre boyunca bana hiç göstermediği bu yüzüne alışmıştım.

Görmediğim başka yüzleri de olabilirdi. Beni garson kıyafetleriyle gördüğünde beğenmişti ve o üniformayı giyen tek kız ben değildim. İçimdeki evine bağlı mahalle teyzesi benim kocam yapmaz dediyse de onu sözünü bitiremeden öldürdüm. Çünkü gene evde yalnızdım. Servisten inip arkama baka baka eve girdiğimde bile peşimden koşan bir Çağan göremedim. Bağnu ve takımıda evde değildi.

Derin bir nefes alıp boş boş etrafa bakındım. Bir garsona göre fazlasıyla lüks bir evde yaşıyordum. Bu taş duvarlar maddi olarak dünyadaki çoğu insandan daha değerli olduğu için ona bir isim bile vermiştim. Adını KT rezidansı koymuşken benim evim dememe imkan yoktu.

Topuklarımın çıkardığı ses zeminde yankılanırken ağır ağır odama yürüdüm. Çocukluğumdan kalma eski alışkanlıkla elim koltuğun altındaki sırt çantama gitti. Bu huyum evde her yalnız kalışımda tekrar ederdi. Çünkü evden kaçmak için fırsat kollardım. Filiz Abla odamı temizlerken gördüğünde afet çantam diyorum ama o benim evden kaçış çantam. İçinde kıyafetlerim ve bir miktar nakit para var. Boyum uzadıkça ve moda değiştikçe içindeki elbiseleri dönemsel olarak değiştirdim.

Artık kaçmayı düşündüğümden değil ama yılların alışkanlığından dolayı ondan vazgeçememiştim. Son bir kontrol yapmak için fermuarı açıp kıyafetlerimi çıkardım. Yere dizlerimin üzerine oturup ne var ne yok karıştırırken karanlık düşüncelerin aklımı sardığını hissedebiliyordum.

İnsanlar eşit değildi. Bunu altı yaşımdan beri biliyorum. İlk kez bu evde adaletsizliği gördüm. Kendi kendime yaşadığım dünyada hiç birşeyin eksikliğini çekmezdim ama Çağan'ın sahip olduklarını gördükçe kaybımın acısını her gün tekrar yaşamak zorunda kalmıştım. Çocukken buna dayanacak gücüm yoktu. Bu yüzden evden o kadar çok kaçtım ki firar konusunda Müge Anlı'ya yakalanmayacak kadar deneyim sahibi olmuştum.

Bu deneyimlerim hiçte kolay elde edilmemişti. Çantamı hazırlamadan önce gerçekten felaket bir kaçış denemesi yaşamıştım. O zamanlar duygusal davranıp kafesin kapısının açık olduğu fırsatları kolluyordum. Kısa bir boşluk zinciri kırık deliler gibi sokaklarda koşturmam için yeterliydi. Bende öyle yaptım.

İzmir Fuarının en kalabalık anında Lunapark'ta gezerken her zamanki gibi tüm ilgi Çağan'ın üzerindeydi. Beni tutan bir elin olmayışını fırsat bilip onlardan geri geri uzaklaştım. Yabancı insanlar aramıza girip etten duvar ördüğünde arkamı dönüp son hızla koşmaya başladım.

Ciğerlerim havasızlıktan patlayacak duruma gelince mola veriyordum. Annem ve babam fark etmemişti ama Çağan'a yakalandığımı lunaparktan çıkınca fark ettim. Ne kadar hızlı gidersem gideyim peşimden ayrılmıyordu. İnsan kalabalığının arasında gördüğüm boşluklardan fırlayıp delice koşturdum. Çarptığım insanlardan fırlatan bir dondurma üstüme bulaştığında bile vazgeçmedim.

Dinlemek içim durduğumda Çağan hiç koşmamış ve yorulmamış gibi yanımda dikiliyordu. Bu şekilde yorgunluktan ölene kadar koşturup fuarın çıkış kapısına gelmiştim. Sanki o kapıdan çıkarsam özgür olacak gibiydim. Çağan olmasaydı ve önümde dikilip bana aksi bir suratla bakmasaydı herşey daha kolay olacaktı. Ona baktığımda yüzünü inatla buruşturup önümden çekilmedi.

Başka çarem yoktu. İçimde biriken tüm öfkem ve özgürlük arzumla birlikte üstüne yürüyüp göğsünün ortasına bir yumruk geçirdim. Gerçekten onu devirmeyi başarmıştım. Zor bastırdığım kahkahalarımla birlikte üstünden atlayıp geçerken neredeyse havalara uçacaktım.

Ama kapıdan çıkıp bir kaç metre koştuktan sonra tüm gücüm bitiverdi. Adım atacak halim kalmamıştı. Nefes almak bile öyle zordu ki ne yapacağımı bilmez halde kalabalığın içinde durup dinlenmeye çalıştım. Kıyafetlerim kirlenmişti, susamıştım ve param yoktu. O zaman fark ettim ki Çantasız olmuyordu.

Geri dönüp Çağan'ı aradım. Onu itip bıraktığım yerden bir kaç metre uzaklaşmış sendeleye sendeleye yürüyordu. Gözlerini ağlayacak gibi kısıp kendini durdurmak için tekrar büyük büyük açtı. Pantolonunun yırtılan kumaşından kanadığı belli olan diziyle ve ağlamamak içim sıktığı yüzüyle acınası görünüyordu. Bu onu incilttiğim ilk andı.

Benim olduğum yönün tersine doğru tökezlediği sürece asla hedefine ulaşamayacaktı. Çağan engelini atlattığıma göre kaçabilirdim. Ama tüm iç güdülerimi hiçe sayıp istenilenin tam tersini yaptım, ona arkadan yaklaştım. Sırtını dürtükleyip bana dönmesini sağladığımda az kalsın ağlayacaktı.

"Ben senden kurtulamayacak mıyım? Git başımdan istemiyorum seni!" diye bağırdığımda geri adım atıp tökezledi. Bir bacağı titriyordu. Yaralıydı ve kumlar yapışmıştı. Ona hiç acımadım. Benim bir suçum yoktu. "Yolumda durmasaydın canın yanmazdı." dedim.

Anında eski inatçı haline geri dönüp bana diklendi. "Babana mı kaçıyorsun? Ben kendi babama sordum. Baban seni bırakmış. Hep bizimle kalacakmışsın! Seni almazmış..."

Anında dolan gözlerimi kırpıştırıp "Yalan söylüyorsun!" diye cırladım. "Benim babam beni seviyor. Senin babam öyle dememiştir. Yalan atıyorsun."

Çocuk olduğum için çocukça ağlarken Çağan "Yalan söyledim." diye beni susturmaya çalıştı. "Yalan söyledim, tamam Lidya. Babam öyle demedi, sen İstanbul'a kaçma diye dedim."

Asıl şimdi yalan söylüyordu. Yavuz gerçekten bunları söylemişti ama ona inanmıyordum. Babam öyle biri değildi. Vazgeçmedim, eve gidince kendime bir çanta hazırlayıp öyle kaçacaktım. Etrafta bizi gören yetişkinlerin kaybolan çocuk alarmları çalınca çabuk bulunmuştuk. Kimse neden ağladığımı anlamadı. Kaybolduğum için baba diye ağladığımı sandılar.

Yavuz ve Bağnu bizi güvenlikten aldıkları zaman hiç ağlamamasına rağmen teselliyi alan Çağan oldu. Benim dibimden ayrılmamış ve tüm iteklemelerine rağmen sakinliğini korumuştu. Bağnu bana bağırıp ne olduğunu sorduğunda "Çağan kayboldu. Peşinden onu bulmaya gittim." dedim.

Çağan, Yavuz'un kucağındayken yalanımı kafasını sallayarak onayladı. Bu durum benim azar işitmemi engellemişti ve "Aferim, Çağan'a ablalık yap." öğüdümden sonra bir anne sarılması kazandırmıştı. Yalan söylemek annem bana inandığı sürece kötü bir şey değildi. Daha sonra pişman olacağımı bilsemde o gün kaçmadığım için mutlu olmuştum.

Eve gittiğimde çantamı hazırladım ve bundan on yıl sonra bile atmaya kıyamıyordum. Çıkardığım eşyaları tekrar içine tıkıştırırken açık unuttuğum kapı aralandı. Eve benden sonra geldiğine sinirlendiğini belli etmeden buz gibi bakışlarımı ona diktim. Çağan içeri girip benim göremediğim şeyleri görebiliyormuş gibi odayı taradı. Benim görebildiğim ise odanın ortasına yayılmış bir kız ve ondan saklamak için hızlıca koltuğun altına sürdüğün bir çantaydı.

Ne yaptığımı yakalayıp panikledi. "Evden mi kaçıyorsun gene!"

Şimdi yapsam bu bir kaçış değil, reşit insanlar gibi bir gidiş olurdu ve Çağan beni durduramazdı. Sadece gerçek bir engelim vardı. "Nereye gidebilirim ki?" dedim. "Gidecek yerim mi var."

Bunları boşvermişçe söylesemde acınası olduğunun farkındaydım. Çağan yürüyüp yanıma çöktü. Odama bu kadar rahat girmesi şaşırtıcıydı. Dudaklarımı büzdüm, son zamanlarda otoritem sarsılıyordu. Biraz yanımda duran çantama göz ucuyla baktım çünkü o bana güven veren tek şeydi. Çağan'da baktığım yeri fark edip "Gidecek yerin olsa kaçacak mısın?" diye sordu.

İşi şakaya vurmak istedim. Yarım ağız gülümsemeye çalışırken "Ben fakir bir garson kızım, en fazla mutfağa gidebilirim." dedim.

Gülmeden donukça bana baktı. Komik olmadığını bilsemde ondan bir tepki beklerdim. Gülmek dışında her şeyi yapsada Çağan pek fazla gülmezdi. Bazen yanakları seğirir, dudakları gevşerdi ama gülümserken dişlerini hiç görmemiştim.

Aradığı şeyi bulmuş gibi bilmişse kaşlarını çattı. "Evet, o garsonluk meselesi..."derken her sinirlendiğinde olduğu gibi bir yumruğunu sıkmıştı. Diğer eliyle kolumu tutup kendiyle birlikte yerden kaldırdı. Sadece kısa bir anlık boşlukta kendimi duvarın dibinde buldum. Kalbim panikle atınca siyah Lidya kafasını kaldırıp sağa sola bakındı. Çağan tüm öfkesine rağmen güvenli alandaydı. Arkasından gitme diye bağırsamda beni Çağan ile baş başa bıraktı.

"Sen nasıl bir şey bu? Hem de Aras denen o belanın yanında. Nasıl Lidya? Nasıl!"diye bana söyleyecek kelime bulamıyormuş gibi baktı.

Bazı şeyleri en az benim kadar abartıyordu. "Çalışmak normal bir şey." diye omuz silktim.

Sert ve kesin bir "Hayır!" dedi. "Sen bunu çalışmak için değil beni delirtmek için yapıyorsun. Borç denen o saçmalık için değil mi? Pişmanım dedim. Yanlıştı dedim. Durmadın."

"İnsanlar durmaz, çalışır." diye Çağan'ı akla ve mantığa davet ettim. Ama onlar bunda hiç yokmuş gibi "Aras'a mı?" diye bağırdı. "Onca yer arasında o belanın otelinde mi?"

Böyle bir tepki vermesini bekliyordum. Benim çalışmama izin vermeyecekti. Bende işten attıramayacağı bir yer bulmuştum. Aras'ta iş isteme sebebim buydu.

"Bu gün seni yorulurken izlemek çok zordu. Bunu benim yüzümden yaptığını bilmek daha zor. Bu noktaya geleceğini tahmin bile edemezdim. Benim yüzümden üzülme Lidya, düşünme, çalışma, hiç bir şey yapmana gerek yok. Eski haline dön yeter. Ama çalışma."

Söylediklerinden sadece çalışma kısmına takıldığım için "Çalışacağım!" diye saldırdım.

Ağzından ateşler püskürtüp cevap verdi. "Çalışmayacaksın!"

Bu medeniyetten uzak karı koca kavgasını yüz yıl bile sürdürebilirim. İnatla "Çalışacağım." dedim.

Üstüme yürüyüp "Çalışmayacaksın." dedi. "Senin paranı asla almayacağım!"

Paramı almayacaksa boşuna debeleniyorum demekti. Çağan'ın yüzüne fırlatmadıktan sonra para kazanmanın hiç eğlencesi yoktu. Ona alabileceği başka şeyler vermeliydim. Öfke ateş gibi tüm bedenimi sardı. Yana doğru bir adım atıp kaçacakmış gibi yaptığımda benimle beraber döndü. Kollarımda biriken kuvvetle birlikte avuç içlerimle göğsünün ortasına bir darbe indirdim.

Kaçacağımı saydığından boş bulunup darbemle birlikte koltuğa yığıldı. Üstüne düşüp pat diye oturdu. Kendini toparlamasına fırsat vermedende bacağımı koltuğun diğer yanına atıp dizleriyle aralık bacaklarının üstüne oturdum.

Ellerini koltuğun iki yanına koyup dik oturur duruma geldi ama yerinden kalkamadı çünkü bacaklarının üstüne bedenimin tüm ağırlığını vermiştim. Bana şaşkınlık, şok, hayret ve gizleyemediği bir hevesle baktı. Boy farkımızdan dolayı onunla yüzlerimiz hiç aynı hizada kalmamıştı. Bu şekilde yüzü tam karşımdaydı.

Hiç düşünmeden aldığım bu kararlar beni ummadığım yerlere getiriyordu. "Parayla ödeyemiyorsam, başka türlü öderim." dedim.

Çağan'ın beni istediğini biliyordum. Bunun için uygun bir konumda sayılırdım. Sevinmesini ve hemen kabul etmesini bekledim. Çok şey istemiyordum. Tek istediğim şey onu pişmanlık denizinde boğmaktı. Israrlarıma daha ne kadar dayanabileceğini bilmesemde bana kaşar demenin acısını ondan çıkarmak istiyordum.

"Bu şansı bir daha bulamazsın. Yüzyıl sonra bile gelmeyebilir. Hem bende böylece borçlu hissetmem. Benim için yapamaz mısın?" dedim.

Karşımda normal bir insan olsa bana inanırdı. Çağan ise beni tanıyordu. Şüpheye düştü ama inanmadı. İradesinin sarsıldığını hissederken biraz daha bastırdım. "Bu gün çok yoruldum. Çalışmak çok zor, böylesi daha kolay. Anla beni..."

Bugün ne kadar yorulduğuma bizzat şahit olmuştu. Gözlerini acır gibi yüzümde gezdirdikten sonra yutkunup ciddi bir ifade takındı. Az önceki şevkati anında uçup gitmişti. "Fermuarımı aç." dedi.

Bir anlık şokla ona bakakaldım.

"Bunu istemiyor muydun Lidya? Çok basit fermuarımı açarsan istediğin olacak."

Gözlerimi kırpıştırıp bir fermuar aradım. Tişörtü düzdü. Ayakkabılarındaysa bir fermuar olamazdı. Nefesimi tutup tek seçeneğim olan yere eğildim. Pantolonundan başka yerde bir fermuar yoktu.

Yanlış anladığımı düşünüp bunu düzeltmesi için Çağan'a baktım. Hiç kımıldamadan durmuş benim ne yapacağımı bekliyordu. Bunu başlatan kişi olarak geri adım atmaya gururum izin vermezdi. Çağan bana böyle baktıkça başka çarem kalmıyordu.

Bir elimi uzatıp o bölgeye doğru yönlendirdim ve tekrar Çağan'a baktım. Bakışlarıma karşılık "Ya kiranı öde ya sonsuza dek sus." dedi.

Düşünemiyordum, beynimdeki küçük küçük Lidyalar etrafta koşuşturup çığlıklar atıyordu. Onlarda Çağan'ın bu kadar gaddar olmasına alışkın değildi. İçimdeki ses hayır dedi, o gaddar değil bunu sen istedin. Karanlık Lidya o kargaşanın arasında zıplayıp bana deli gibi bağırıyordu. Sondajla orayı, yık geç diye emir verirken beyaz Lidya durun diye yalvardı. Belki sonra lazım olur!

Hepsini susturup kaldırdığım iki elimide fermuarın üzerine uzattım. Neden tereddüt ettiğimi bilmiyordum. Sadece elimle arasındaki bir kaç santim boşluğu kapatıp o fermuarı koparmalıydım. Ama olmuyordu.

Ellerim kimsenin sözünü dinlemeden kendi kendine hareket etti. Korkak insanlar gibi titremeye başladı. Parmaklarım kontrolsüzce dalgalandı. Başımı kaldıramadan tüm dikkatimi ellerime verdim. Yapamayacağımı anlamıştım ama duramazdım.

Çağan içimden geçenleri okumuş gibi titreyen ellerime ellerini uzattı. Hedefine ulaşamadan yarı yolda kalan ellerim ona yakalandığında hala titriyordu. Parmaklarımı sıkıp avucunun içine bastırdı. "Özür dilerim..."

Kafamı kaldırıp direk gözlerine baktığımda sustu. Eski haline döndüğünü görünce rahat bir nefes verdim. Yüzü allak bullak olmuştu ama gözlerindeki tanıdık parlaklık beni rahatlattı.

Gözlerini bana dikip konuştu. "Sevmediğin bir erkeğin sana dokunmasına izin vermem. Bu ben olsam bile yapamam. Sende kendini nefret ettiğin biriyle cezalandırma. Bunu kendine yapma."

Ellerimdeki titreme bacaklarıma kadar yayılmıştı. Dediklerinde haklıydı ondan hemen uzaklaşmam gerekiyordu. Tuttuğu ellerime bakıp hafif bir gülümseme bıraktı. " O zaman bu konu kapanmıştır."

Ellerimin titremesini ve başarısızlığımı kast ediyordu. Bu kira ödenecek diye yaptığım onca yaygara ve her fırsatta soktuğum destelerce laftan sonra en kritik anda kilitlenmiştim. Bir cevap vermeme gerek yoktu. Şu an yenilmiştim.

Baş parmağıyla avucumun içinde daire çizip titrememi durdurmaya ve beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Aslında dokunuşundan o kadar nefret etmediğimi fark ettim. Ağlarken bana sarıldığında gözyaşlarım diniyor, ellerimi tuttuğunda titremesi geçiyor ve beni her seferinde sakinleştiriyordu. Beni öptüğü zamansa çılgına dönüyor ve ona karşılık vermeden duramıyordum

"Yapamayacağını biliyordum Lidya. Sadece ne istediğinden emin olmak istemiştim. Artık anlaşıldığına göre bir daha bana ahlaksız teklif yapıp kendinide benide üzme." dedi.

Evet, bir gün onu ya öldürecek ya öldürtecektim. Bu yaptıklarını yanına bırakamazdım. Beni oyuna getirip alay etmişti. Uzun süren sessizliğimi ağzımı açarak bozdum. "Tamam, bu şekilde olmuyor anladım. Ama sana hala borçlu hissediyorum bunu bil istedim." dediğimde itiraz eder gibi kafasını salladı.

Ondan önce konuşup onu susturdum. "Sana kızdığımı söylemeyeceğim. Beni kırdığın yada üzdüğünü de söylemeyeceğim. Çünkü söylediklerin gerçekti. Ben gerçeklerden korkup hayallere sığınan biri değilim. Büyümemi birilerine borçlu olduğum bir gerçek. Senin yerinde olmak istediğimde bir gerçek. Sadece gururum borçlu yaşamaya dayanamıyor. Ödeme içinse elimden bir şey gelmiyor." derken dikkatle beni izledi.

Her sözümde ellerimi daha çok sıkmış, daha sık nefes almış ama susmuştu. "Sen hiç kimseye borçlu değilsin." dedi.

Söylediği hiç bir şey bu sabit fikrimi değiştiremeyecekti. Alayla gülüp "Gerçekler..." dedim.

Beni vazgeçiremeyeceğini anlamıştı. "Lidya." diye derinlerde bir yerden kabaran öfkesini bastırmaya çalıştı. "Borçlu değilsin. Borçlu olsan bile çoktan ödemiş olurdun."

Benim kayıp bir hazinem yada mısırda ki dedemden kalma bir piramidim vardı da Çağan benden habersiz mallarımı yürüttü diye düşündüm. Çünkü para, paranın satın alabileceği diğer şeylerle ödenirdi. Ona sorar gibi bakınca cevabını göstererek vermek istedi.

"Sana fazla dokunmamaya çalışacağım. Çok az, çok az..." derken kafasını yerleştirip omzuma koydu. Ellerimi hala sıkıca tutup bırakmamıştı. Bedenim anında gerilsene durup ne istediğini anlamaya karar verdim.

Söylediği gibi çok fazla dokunmadan dudaklarını uzak tutup burnunu askılı elbisemden açıkta kalan tenime sürttü. Bir kaç derin nefes çektiğinde gözlerimi kapattım. Nefesi tenimi okşuyordu ve kulağıma çok yakındı.

"Çok güzel kokuyor. Bu bile olmayan borcunu ödemeye yeter." dedi.

Gözlerimi açıp "Ona parfüm diyorlar Çağan. İstersen sana bir şişe alabilirim. Sık sık kokla." dedim.

Yüzünü görmesemde dudaklarının gerilişini hissedebiliyordum. Dudakları benim için büyük tehlike yaratarak kulağıma yaklaştığında kasıldım. Gerildiğimi hissedip duraksadı. Omuz ucuma geri dönüp dudaklarını sürttü.

Geri çekilmeden tenime doğru fısıldadı. "Parfüm değil. Çocukluğundan beri aynı kokuyorsun. Bu senin kendi aroman. Ne zaman duysam beni rahatlatıyor. Önceleri bütün kızların böyle koktuğunu düşünürdüm ama bu sadece sensin."

Son bir hırıltılı nefes alıp tüm iradesini kullanarak kafasını omzumdan geri çekti. "Bir daha kira yada borç dersen Lidya. Yemin ederim bu evi yakarım." diye bana söz verdi. Sesindeki sertlikten mi bilmiyorum ama gerçekten odasında bir bidon bezin sakladığına ve o çakmağı çıkacağına inandım. Kafamın içindeki küçük küçük Lidyalar kendi aralarında beşlikler çaktı. Çağan'ı en sonunda delirtmiştim.

Gözlerimi açıp ona hayretle bakarken ellerini çekip beni serbest bıraktı. "Dediklerimi anladıysan ve teklifinden vazgeçtiysen kalksan iyi olacak." dedi.

Ciddi ciddi sınırına gelmiş gibi duruyordu. Şansımı daha fazla zorlamamak için bacağımı çekip kendimi koltukta ondan uzağa yuvarladım. Bu kadar çabuk gitmemi beklemediğini anlayabiliyordum. Hayal kırıklığıyla iç çeksede bir girişimde bulunmadı.

...

Bugün işte üçüncü günümdü. Uğursuz sayım ikiyi atlattığıma göre kötü bir şey olamazdı. Olaysız, sıradan bir iş günü yaşayacaktım. Karanlık Lidya, bu düşüncelerime doğru alaycı kahkahalar attı. Bir an gerilsemde neden güldüğünü söylememişti. Kızların soyunma odasında dolabımdan çıkardığım üniformamı giyip, üstümden çıkardığım kıyafetlerimi astım. Bunu marka kıyafetlerimi kimseye belli etmeden yapmaya alışıyor gibiydim.

Diğer kızlar mesafeli olduğundan bunu yapmak çok daha kolay oluyor. Bana karşı soğuk hallerini, yakalıklarında yazan isimlerini bile öğrenmeye zahmet etmediğim için hak etmiştim. Gerçi Çağan ve Aras yüzünden benden uzak durduklarını hissedebiliyordum. Onlardan önce çıkıp mıntıkama yürüdüm. Yolumda durmadıkları sürece benim için sorun yoktu.

Etrafı kolaçan ettiğimde Çağan dünle ayni şekilde masasına inci gibi dizilmişti. Sonra çok ilginç bir şey yaptı. Yanındaki sandalyesine koyduğu siyah sırt çantasından dikdörtgen ciltli kağıt sayfaları ve bir çubuk çıkardı. Bunların kitap ve kalem olma ihtimalini kısa bir an aklım almadı. Açtığı kitabının üzerine eğilip hareket etmeyi kesince bundan emin oldum. Kımıldamadan ve tamamen konsantre olmuş şekilde kitaba yapışmıştı.

Derinlerden bir yerden fışkıran öfkemi bastırdım. Onun tekrar cici çalışkan çocuk olması demek, ailemin onu daha çok sevmesi demekti. Bu düşünceyi geri plana atarak Çağan'ı düşünmemeye çalıştım. Ben kendi ayakları üzerinde duran bir genç kızdım ve artık kendi yoluma bakıyordum.

Yanına sipariş almaya gittim. Beni fark edince çalışkan halinden sıyrılıp Lidya görmüş Çağan moduna döndü. Hevesle "En sevdiğin ders ne?" diye sordu.

Merak etmişti, bu yüzden cevaplamaktan kaçındım. "Lise dersleri beni ilgilendirmiyor, biliyorsun artık üniversiteli sayılırım." dedim.

Amacım bu yazın sonunda üniversiteye başlamak ve garsonluk dışınfaki kariyer basamaklarında yükselmekti. Ben hayatta dört nala yol alırken Çağan'ın hala lisede kalması beni nedense mutlu etti. Çünkü bu düşünce onu üzüyordu.

Verdiğim cevaptan rahatsız olsada yıkılmadan inat etti. " Söyle Lidya, söylemezsen sipariş vermem."

"Sipariş vermezsen buradan gidersin." diye kapıyı işaret ettim.

İç çekip pes etti. "Peki, dünkünden olsun."

Kahvesini makinamdan işaretleyip arkamı döndüm. "Tarih severim."

Arkamda hareketlenip kitaplarını karıştırdığını duydum. Kahvesini getirdiğimde de gerçekten tarih çalışıyordu. "Lidya." diye hevesle bana bir şeyler anlatmak istedi. Gözleri istekle parlıyordu. Fincanı masasına hızlıca koyup ondan uzaklaştım. Bana anlatmak istediği şeyi söyleyemeden susmuştu ama görev yerime döndüğümde kafasını kitabına eğdiğini gördüm.

Hem ders çalışıyor, hem de bundan zevk alıyordu. Uyanamadığım bir kabusun içindeydim. Çağan'ın henüz ana okulundayken birinci sınıfta olan benden daha önce okuma yazmayı öğrendiği an aklıma geldi. Ürperdim.

...

Diğer masalarla ilgilenmek için dalgın dalgın beklerken garson kızlardan biri yanıma geldi. "Tekrar Lidya diyorlar..."

Kendiside bu dejavudan bıkmış gibiydi. Bende iki gündür süre gelen Lidya akınından bezgindim. Bu sefer farklı olarak içime kötücül hisler yayıldı. Bana söylediği masa Çağan'ın masasından oldukça uzaktı. Şaşkın şaşkın masaların arasında dolanıp beni kimin çağırdığını aradım. Her kim olursa olsun, benim için normal bir müşteriydi. Siparişini alıp istediklerini getirecektim. Benim için bir sorun değildi, ta ki masada oturan kızla erkeği görene kadar...

Ayak bileğimi ani bir manevrayla döndürüp lobinin ortasını ikiye ayıran içi balık dolu büyük akvaryumdan duvarın arkasına saklandım. Gündüz gözüyle hayaller görmeye başlamıştım çünkü Ela ve Enes saklandığım akvaryumun kenarındaki masada oturuyordu.

Ela'yı gotiğe, Enes'i ise Çağan'a dövdürdüğümden beri ilk defa görüyordum. Sanki cepheye inmiş gibi her an saldırıya hazır olan oturuşları ve etrafı kaçamak kaçamak kolaçan etmeleri hoşuma gitti. Beni bile isteye çağırmışlardı. Lidya ile bir randevuları vardı.

Köşede bir fare gibi saklanmayı kesip dışarı doğru bir adım attım. Bir kaç adım sonra Enes kafasını kaldırıp kulaklarını dikti. Geldiğimi görmüşlerdi. Onları tanımazdan gelip sipariş aletimi çıkardım. Benden bekledikleri şiddetli tepkiyi alamadıkları için istedikleri şeyleri söylediler. Gösterinin ilk yarısını olaysız bitirdiğimi sanarak arkamı döndüğümde Enes'in sesi "Bu aldıklarımız ne kadar ediyor?" diye sordu.

Beni delirtmek için yaptıkları bu hamleye sakınca cevap verdim. "Fiyatlar menüde yazıyor."

Göz ucuyla Ela'ya baktım, o sessizce dinliyordu. Enes " Senin matematiğin iyidir Lidya, hesaplayıver." diye pis pis sırıttı. "Yada boşver, senin maaşına yakındır zaten."

Hayatımda görmediğim kadar klişe bir sahne yaşıyordum. Onlara ayni pislikte bakışlar atıp "Bu zengin gençlerin fakir garson parçasıyla alay ettikleri sahne mi?" dedim.

"Yapma Lidya. Sadece basit bir hesap istedik senden."

Enes ağzını yaya yay öyle bir konuştu ki, onunla çıkmayı neden kabul etmediğimi daha iyi anladım. Sinirlerimi zıplatmışlardı. Bastıra bastıra "Şu an meşgulüm." dedim. "Bağırmam ile Çağan'ın buraya gelip şu masayı kafana geçirmesi arasında geçecek süreyi hesaplıyorum."

Kafasını kaldırıp sağa sola döndürdü. Çağan'ın burada olduğunu fark etmediğini anladım. Bunda tam önlerinde bulunan akvaryum duvarın etkisine büyüktü. Ela'da ayni şekilde gerilmişti ama Çağan bizi göremeyecek kadar uzaktı. Ona güvendiğimden değil, ben istemesem bile o bir çeşit hobi olarak bana karışıyordu.

Enes okulun yemekhanesinde boşanma haberini okuduktan sonra bir çeşit Çağan saldırısına uğramıştı. Naif bünyesi bu olayı hala atlatamamış olacak ki ağzını açıp boş boş baksada bana cevap vermedi.

Bunu Ela'nın bana getir götür yaptığı yüzlerce poğaçanın bedeli olarak düşünmüştüm. Siparişlerini almak için mutfağa yürürken Çağan'dan uzak olan uzun yolu tercih ettim. Çünkü o bir bakışıyla yüzümün halinden bir terslik olduğunu anlardı. Bir olay çıkarmasını istemiyordum. Tepsimle birlikte Ela-Enes ittifakının yanına döndüğümde ses çıkarmadan tabak ve bardaklarını yerleştirmemi izlediler.

Bitirip geri çekildiğim sırada Ela sessizliğini bozdu. "Beğenmedik. Geri götür."

Gayet kararlıydı, ona en kötü bakışlarımdan birini attığımda bile geri çekilmedi. "İşler senin içinde iyi gitmemiş. Baksana Aras'ın oteline yamanmışsın. İnanamıyorum... Okulun kraliçesi şimdi bir garson. Bunu yaptığına göre belli ki Aras'a fena kancayı takmışsın. Ben zaten onun bir suçu olmadığını biliyordum. Sen ayarttın onu!"

Son kelimelerine doğru sesi incelerek cırlamıştı. Bir kaç masa çevremizdeki insanlar bize baktıysada önlerine döndüler. Neden çalışıyor olduğumun mantığını Ela'ya açıklamak istesemde açıklamayamazdım. Beni dinliyor gibi durmuyordu. Öfke gözlerini kör etmişti. Ela harelerinin derinlerinde daha başka şeyler vardı. Gördüğüm şeyle şaşırdım.

Ağzımdan "İntikam mı?" diye bir soru çıkıverdi. "Sorun hala Aras mı?"

Hiç bir zaman Aras ile sevgili olma gibi bir planım olmamıştı. Bu kadar işe yarar olmasaydı onun görüşmeyi çoktan kesmiş olurdum. Ama Ela bana bağırarak daha çok gaza getiriyordu.

"Ben kullanmadığım şeyleri her zaman sana vermişimdir Ela." diye gülümsedim. Yüzü sinirle kasıldığında gülümsemem daha da büyüdü. "Benim istemediğim herşey sana kalır. Baksana, Enes bile sende. Onunla çıkmayı kabul etmedim ama bugün burada birliktesiniz. Ayni şey Aras içinde oldu. Ben onu ayartmayı bırak, seninle çıkmasını bile söyledim ama sen onu elinde tutmayı bilemedin. Şimdi beni suçlayıp intikam mı alıyorsun?"

Enes'e küçümseyici bir bakış atıp tekrar Ela'nın öfke dolu yüzüne döndüm. "Enes'i anlıyorum, onun kuyruk acısı var. Çıkma teklifini kabul etmediğimden beri benim köşeye sıkıştığım hiç bir fırsatı kaçırmıyor. Ama sen Ela? Arkadaştık biz!"

"Hiç bir zaman arkadaş değildik biz." dedi. Tepsiyi kafasına geçirmek istesemde "Aynen." diyerek yüklediğim tepsimle geriye çekildim.

Bir adım attığımı hatırlıyorum. Enes'in yanından geçerken attığım ikinci adımda ayak bileğimi geri çekemedim. Dünya garip bir açıyla yamuldu. Havada devrilirken tutunabileceğim başka bir şey yoktu. İki elimle sımsıkı tuttuğum tepsime yapışırken dizim halıda yanarak sürttü. Ne kadar düz durmaya çalışsamda yer çekimi yenebileceğim bir şey değildi. Tepsinin yerle buluşmasının gürültüsü bomba gibi patladı. Yüzüm ve kollarımla boylu boyunca tepsinin yanına düştüm.

Ben yerde yüz üstü yatarken taban ve bardakların kırılma sesi günler hatta aylar boyunca sürdü. O kulak tırmalayıcı ses bir türlü durmak bilmiyordu. Kafamı yere gömüp göz kapaklarımı sıktım.

Hayatımda ilk defa düşmüştüm ve bu toplum içinde en utanç verici şekilde olmuştu. Enes'in ayak bileğime vurduğu tekmeyi hala hissediyordum. Bu çocuk beni rezil etmek için yaratılmıştı ve bende onları iyi eğitmiştim. Benimle takılmanın hakkını vermişlerdi.

Yerde öylece yatmışken ayağa kalkmaktan korkuyordum. Çünkü kalkarsam çok kötü şeyler olacaktı. Kafamı dayadığım zeminde patlayan adım seslerini duysamda derin derin nefesler alıp durdum. Kolumda hissettiğim bir el beni havaya kaldırmaya çalışıyordu.

Ela'nın sesi "Aras!" diye çığırdığında gözlerimi açtım. Önümde tabak ve bardak kırıklarından oluşan bir enkaz vardı. İki tabak arasına sıkışmış çatallardan birine uzanıp aldım. Bana Aras değil, Karanlık Lidya yardım edebilirdi.

Bir çift kol koltuk altlarımdan yakaladığında kendimi bir anda ayakta buldum. Ela'nın neden Aras diye çağırdığını anlamıştım, çünkü o tam karşımda durmuş beni inceliyordu. Vücudumda ufak bir hassar kontrolü yaptıktan sonra panikle sol dirseğimi tuttu.

Benimse gözüm hiç bir şey görmüyordu. Kolumu bir hışımla ondan çekip düşmanlarıma döndüm. Arkamdan Alevler yükseliyor patlamalar oluyordu. Öfkemin rüzgarının onlara doğru estiğini hissettim. Saniyeler yavaşladı ve zaman durdu.

Enes'in yüzünde apaçık bir dehşet vardı. Bu kadar kötü düşmemi beklemiyor gibiydi. Gözlerini benim arkamda bir noktaya dikti. Ela ise pişman ve üzgün halde yanıma yada benim yanımda duran Aras'ın yanına gelmek için hamle yapmıştı. Sandalyeden kalktıktan bir kaç adım sonra durdu.

Önce plan yapar, en son çare olarak fiziksel şiddette başvururdum. Bu durumdayken düşünemiyordum. Elimdeki çatalı avucumun içine daha sert bastırıp Enes'e doğru hamle yaptım.

İçimde kalan biraz mantık onun ruh halini analiz etmeye devam ediyordu. O, benden bu kadar fazla korkmazdı. Bir adım bile atamamışken sandalyesinden kalkıp geri çekildi. O an anladım ki korkuyla büyüyen gözleri bana değil, omzumun arkasından gelen kişiye odaklanmıştı.

Merakıma yenik düşüp onunla birlikte kafamı çevirdim. Kolumun dibinden geçen bir gövde bana rüzgarını savurup Enes'e doğru koştu. Aras yanımda durup sürekli dirseğimi tutmaya çalışıyordu. Ela hala mesafesini koruyup bizi izliyordu. Enes'in yakasına yapışmış bu açık saçlı çocuğun Çağan'dan başka biri olma ihtimali yoktu.

Bir kaç saniye gözlerimi kapatıp açtım, dünya eski hızına dönmüştü ve Çağan, Enes'e yapışmış onu bilinmez noktalara doğru sürüklüyordu. Enes mücadele etsede onun Çağan'a göre güçsüz duran vücudu direnemiyordu. Aras'ta onun diğer kolundan tutunca derbest edilerek otel lobisinden dışarı doğru götürüldü.

Arkalarından bakakalmıştım. Sessizce bekleyen Ela omzuma dokununca irkildim. Yavaş yavaş kendime geliyordum. "Ne duruyorsun, beni bırakıp aşkının peşinden koşsana!" diye bağırdığımda sanki benimle ilgiliymiş gibi koluma doğru uzandı. Onun bu sahte ilgisine ve duygusal köpek bakışlarına kanamazdım.

Ondan uzaklaşıp cam kırıklar üstüne basa basa derbest grubunun peşinden koşturdum. Ela arkamdan geliyordu. Elimde sımsıkı tuttuğum çatalım ve Ela, Enes'i çıkış kapısının ilerisinde yolun karşısındaki açık otoparkta bulduk. Burası aynı zamanda servislerin kalktığı yerdi.

Koşmaktan nefes nefese kalmış halde "Bırakın!" diye bağırdım. Çağan benim yüzüme bir an bile bakmamıştı, sadece sırtını görebiliyordum. Gözümün önünde bir kaç yumruk attıktan sonra Enes'in diz kapağına bir tekme geçirdi. Aras bile öfkeli görünüyordu. O da vurmaya yeltenince Çağan koluyla dur işareti yapıp araya girdi. "Sen karışma!"

Tüm dikkatini attığı bir kaç darbeyle yere yığılan Enes'e vermişti. "Bu kadar mı?" diye bağırdı. "Bu kadar çabuk mu yıkılıyorsun? Erkek ol ve ayağa kalk!"

Çağan'ın sesi şansımıza boş olan arabaların arasında yankılanırken Enes ayağa kalkmak için hiç mücadelede bulunmadı. Aksine yerde büzüşmüştü. Tıpkı benim bir kaç dakika önce olduğum gibi yerdeydi. Ben gelmeden önce ona ne kadar zarar verdiklerini bilmiyordum ama içim hiç soğumamıştı. Belli ki benim gibi olan Çağan'da durmadı.

"Hangi bacağındı?" dedikten sonra bir cevap beklemeden rastgele bir bacağının üstüne tekme atıp ezdi. Enes'in gırtlağından çıkan acı dolu feryatla birlikte Ela'nın beni onlardan uzak tutmaya çalışan kolundan sıyrılıp Çağan'ın yanına gittim. Birini bu şekilde topluma açık alanda güvenlik kameralarının göreceği şekilde dövmek suçtu.

Çağan yanındaki varlığımı hissedince duraksadı. Derin bir nefes çektiğini duydum. Koluma uzanıp elini üzerinde gezdirdi. Ancak o zaman fark edebilmiştim. Dirseğimin arkasındaki bir kesikten kan süzülüyordu.Kırıkların içinde yattıktan sonra bu durum kaçınılmaz olmuştu. Acısını hissetmiyordum, kolumu sıyırıp asıl işeme odaklandım.

Enes yerden biraz kalkmak istesede Çağan dibime doğru yaklaşınca geri pustu. "Lidya, ben özür dilerim. Bir anda oldu."

Ona küçümseyici bakışlar attım. "Bunu istemiyordun Enes?" diye sordum. "İntikamını aldın, gurur duy."

Kafasını hızlı hızlı sağa sola sallayıp itiraz etti. "Bunu istememiştim..."

Neşesiz soğuk bir kahkaha attım. "Sonucunun bu olacağını bilsen tabi ki istemezdin." Bu duruma düşmek istemediğinden emindim. Bunu Çağan'dan kurtulmak için söylesede içimden bir ses ona inanıyordu. En fazla bir kaç kötü laf söyleyip hıncını çıkartıp giderdi.

"Ela!" diye seslendiğimde eski alışkanlığıyla yanıma geldi. "Benim için şu servisin bagajını açar mısın?"

Benim için bir şey yapmasına izin verdiğim kişiler sadece arkadaşlarımdı ve Ela bunu lise hayatı boyunca onlarca kez yapmıştı. Bana arkadaş değiliz desede o onu denemek istemiştim. Beni hiç şaşırtmayarak sorgusuz sualsiz o bagajın kapağını açıp kaldırdı.

"Bundan sonrasını biliyorsun Enes. Sen bunu çok seversin. Okulda kaç kişiye yaptın kim bilir..."

Söylediklerimi anladığı anda ampul gibi yanan bakışlarıyla ağzını açıp itiraz etmeye çalıştı. Ben ısrarla ona baktıkça zaman doldurarak kaçınılmaz sonunu erteliyordu.

"Ne yaptığını anlamıyorum Lidya. Gel, koluna pansuman yapmaya gidelim." diye kulağımın yanında yalvaran Çağan'ı umursamayıp yerde yatan kurbanımdan bakışlarımı çekmedim. "O, ne dediğimi çok iyi anlıyor."

Büyük bir cesaret gösterip bakışlarıma karşılık verince Karanlık Lidya ufaktan ufaktan sinir krizine girmeye başladı. "Çabuk yap!" diye kolumun yanına sakladığım çatalı gösterdim. "Yoksa hiç iyi şeyler olmayacak."

Çağan "Lidya..." diye sızlanıp Enes'e baktı. "Ne istiyorsa hızlı ol!"

Enes'in bakışlarımı ikimizin arasında gezdikten sonra başını yere eğip pes etti. Neyse ki zaman sınırı dolmadan cep telefonunu sinirle yere atıp bagaja girdi. Servisin bagajları büyüktü ama insanı eritecek kadar sıcak olduğunu tahmin edebiliyordum. Mesai sonunda dağılan insanlara sesini duyurana kadar en az altı saat o delikte kalacaktı. Liseden kalma son bir nostalji yaşamak hoşuma gitmişti.

Ela, bagajın kapısını kapatıp bana döndü, yüzü allak bullak olmuştu. Kötülük yapmaya çalışıp anında pişman olanlardı. Koşup bana sarılında teselli olsun diye sağlam elimi sırtında bir kaç kere patlatladım. Boyundan büyük işlere kalkışmış yanlış kişiyle ortaklık kurmuştu. Oysa kötülük yapmak bir maharet değildi. Kontrol etmeyi başarmak zorken Ela gibi iki arada kalmış insanlar bunu hiç başaramazdı. Sonuçta Enes'in hareketlerini kontrol edememiş ve bana zarar vermişti.

Kanın gıdıkladığı kolumu ondan uzak tutup kimsenin duymayacağı şekilde "Salak." diye fısıldadım. "Bana değil, Aras'a ağla sızlanda bir işe yarasın."

Söylediklerimi anlar anlamaz gürültülü bir hıçkırık koparıp Aras'a doğru yaslandı. Kafamı o vıcık manzaradan çevirdim. Sonuçta onlar kısa bir sürede olsa çıkmışlardı. Benimde kendimle ilgilenmem gerekiyordu. Kolumu çevirdim ama kesik çok terste olduğu için görünmüyordu. Daha da önemlisi az önce yaşadığım olayı düşündüm. Kesinlikle kovulmuştum.

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

Haz Od 🍀

Romantika

156K 1.7K 15
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
1.1M 68.4K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
109K 8.9K 16
"Abin falan dinlemem. Eğer o odaya gelirsem, sabaha kadar çığlık attırırım sana."
5.1M 279K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...