kendini unuturken

117 5 0
                                    


"Neden Fırat'ın yaptığını söylemedin? Bir kere bile olsun onun adını ağzına almadın?" Diye sordu karşıma geçip.

Bir anda neye uğradığımı şaşırdım. "Ben farkında değildim bile. Tanıdığınızı nerden bilebilirdim birbirinizi?" dedim şaşkın halde. Onun Fırat ile ne alıp veremediği vardı ki? Daha önce böyle tepki vermeyen Atlas hoca Fırat adını duyunca neden delirmişti? Bunları da merak ediyordum.

"İnanayım mı?" Diye sordu hala bana bakarken. Göz yaşlarım korkuyla ve en çok da kırgınlıkla akmaya başlarken kafamı salladım.

"O kadar konuşma geçsin, o kadar üzerine konuşulsun sen bir kere olsun adını bile ağzına alma. Nedense hiç akıl alcak iş değil" dedi. Ses tonlaması hem küçük düşürürcesineydi hem de kızgındı.

"Fırat'tan çok bahsetmiyorum çünkü. Farkında bile değildim. Size asıl söylemek istediğim şey... Ben Fırat'ın dosyalarını gördüm. Orda galiba sizin anneniz vardı. Bu yüzden mi soyadım Sarmancıoğlu olunca bana böyle davranmaya başladınız?" Dedim sessizce.

"Sen benim annemi daha önce gördün mü?" Diye sordu.

"Hayır" diyip başımı salladım.

"Ee o zaman az önceki dediğini neye dayanarak söylüyorsun?" Diye sordu.

"Size çok benziyordu. Aynı sizin gibi sarışın. Adı Tuğba değil mi?" Diye sorduğumda başını yukarı kaldırdı. Derin bir nefes alıp tekrar bana baktı.

"Ne gördün o dosyada?" Diye sordu. Annesiydi işte. Yanılmıyordum.

"Hocam bana böyle davranmayın artık. Ben gerçekten masumum" diye çıkıştım. "Bana böyle davranmaya hakkınız yok. Fırat'ın adını kullanmadığımın farkında bile değildim. Size bu dosyayı görünce gelip konuşmak istedim. O zaman da konuşmaya gerek yok dediniz. Eğer o zaman konuşsaydınız o zaman öğrenirdiniz. Ayrıca tam bu konuyu açacakken tekrar telefonunuz çaldı. Hatırlayın. Evinizdeyken. Kaç gündür de konuşturtmuyorsunuz zaten" diye hafif yüksek bir sesle çıkıştım.

"Yirmi dört saate yakın yanımda durdun. Hiç bir an bile fırsatını yakalayamadın mı?" Diye çıkıştı.

"Ya Fırat sizin için ne anlam ifade ediyor ki?" Diye sordum sakince.
"Daha on yaşındaydım, on. O adam benim annemin canını gözlerimin önünde aldı" diye bağırarak yavaş yavaş konuştu. Öylece kalakalmıştım. Vücudum kaskatı kesilmişti.

Gözlerini kocaman açmış bana sinirle bakıyordu. Onun gözlerini dolmuş halde görünce benim de gözlerimden pıtır pıtır yaşlar dökülürken ne yapacağımı ne diyeceğimi şaşırdım.

"Ya. Sonra da bir bakmışım o herifin soyadı önümde" diyip iki elini birbirine çarptırdı. Göz kırpıp başını salladı.

"Bu benim suçum değil" diyebildim sadece. Ağlarken çatallaşmıştı sesim. "Olanlar sizin için tahmin edemeyeceğim kadar zordur eminim ama o adamın beni ailemden koparıp alması da benim suçum değil." Diyerek ağlamaya devam ettim. Kendimi durduramıyordum. Karşısında hüngür hüngür ağlıyordum. Suçlu değildim. Benim kesinlikle bir suçum yoktu ama bana hissettirdikleri yakıyordu canımı.

"kaydımı sildirip kurstan çıkacağım. Siz de bu soyadla daha fazla yüzleşmek zorunda kalmazsınız. Her şey için teşekkür ederim. Ama kurtulduğumda geleceğim yanınıza. O gün çıkacağım karşınıza" diyip adım atmıştım ki bir anda geri doğru çekiştirildim. Dengemi sağladığımda gözlerimi açıp neler olup bittiğini anlamaya çalıştım.

"Sen bana hesap vermeden bir yere gidebileceğini mi zannediyorsun?" Dedi. Yüreğim ağzıma gelmişti. Ne demekti şimdi bu?

"Neyin hesabı?" Diye sordum.

* YALNIZ KUŞ *        Where stories live. Discover now