Gülizar

484 39 1
                                    

"Amca, Burak'a gerek yoktu." Dedi araba başında bekleyen Burak'ı görünce Ege.

"Hüzzam beni korkutuyor. Saçma bir şey yapmasından korkuyorum" diyince Fırat sinirle gülerek "hey ben de burdayım" diye çıkıştım.  Hayret bir şey diye mırıldanırken Fırat cevapsız kalmadı.

"Burak bundan sonra Hüzzam'ın koruması. O nereye giderse Burak da orada." Diye açıkladı.

"Amca keşke Hüzzam için bu kadar para dökmeseydin. Adam en değerli adamlarından" diyince Ege beynimde şimşekler yandı. Madem bu kadar değerliydi neden başıma bu adamı vermişti? Yada bu durumdan faydalancak bir şey bulabilir miydim?

"Neyse çok konuşma, var bizim de bir bildiğimiz" diyince Ege arabaya yöneldi.

"Ben kullanırım. Zaten sen bilmiyorsun yolu" diyince Ege, Burak anahtarı ona doğru attı.
Ben ön koltuğa geçerken Burak da arka koltuğa bindi.

"Ege benim piyano kursum var. Fırat bu konu hakkında yasak koymadı. Gitmeme izin verirsin değil mi?" Diye sordum.
"Bakarız" dedi gözlerini yoldan ayırmadan.  Atlar onu gerçekten mutlu etmişti bunu anlıyordum ama şuan morali bozuk gibiydi. Camı açıp başımı hafifçe dışarı çıkardım. Hızdan dolayı yüzümde hissettiğim hafif rüzgar beni mutlu ediyordu ki cam yukarı doğru çıkmaya başlayınca başımı içeri soktum. Ege'nin eli düğmenin üzerindeydi. Neden böyle bir şey yapmıştı anlamamıştım. 

Çiftlik dediği yer resmen ormanın ortasında bir yerdi. Siyah büyük demir kapıdan içeri girdikten sonra patika yol boyunca ilerledik. Yolun kenarında elma ağaçları vardı. Daha sonra ağaçların yerini botanik bahçe aldı. Renk cümbüşü öyle güzeldi ki... Birbirine bulaşmış çiçek kokuları burnumdan içeri girdikçe ciğerlerim bayram ediyordu. Burası gerçekten büyüleyiciydi. Çiftlik evinin önünde arabayı durdurdu. Ahırları, kümesleri ve bir kaç klübeyi arabadan inince fark ettim. Bulunduğunuz yer yani çiftlik evi tepenin üzerine kurulmuştu. Arka tarafta göl olmalıydı. Evin önünden sadece küçük bir kısmı gözüküyordu.

"Burası çok güzelmiş" Dedim Ege arabadan inerken.
"Çocukluğumu burada geçirdim ben. Annem ve babam beni sık sık babaanneme getirirdi. Onunla tanışmanı istiyorum." Diyip elini belime koyarak beni içeriye soktu. Evin içi resmen çiçek kokuyordu. Ferah havası vardı ve gotik tarzda düzenlenmişti. Büyük tablolar, işlemeli duvarlar...

"Burası uzun zamandır var sanırım" Dedim şaşkın şaşkın etrafıma bakınırken.
"Aileden aileye geçmiş" dedi salona girerken. Boydan boya camdan göl gözüküyordu. Gölün önündeki çimenlere birkaç sandalye atılmış, sevimli bir gölgelik konmuştu. Salondaki şömine en çok ilgi çeken yerdi. Daha sonra ise halı. Deseni ve renk uyumu koltuk ile uyuyordu. Petrol yeşili ve kahve rengi gerçekten uyumlu duruyordu. Tahta zemin  ise oldukça eskiydi.

"Babaanne" Diyince Ege,onun baktığı yöne baktım. Yaşlı bir tonton ninecik salonun ücra köşesinde kitap okuyup porselen fincandan bir kaç yudum alıyordu.
Sanırım duymamıştı.

"Yüksek sesle söyle istersen bir daha" Derken kitabını masaya bırakıp bize döndü. "Kulaklarım gayet iyi işitiyor hanımefendi" dedi. Utancımdan kızardığımı hissettim.

"Ege'cim. Bir hafta burada kalacağını duydum. Ne güzel bir süpriz. Atların seni bekliyor" Diyip önümüze geldi. Ege Gülizar hanımın elini öptü. Ben de öpmek için elimi uzatmıştım ki hayır der gibisinden elini kaldırdı. Böyle anneden böyle çocuk diye geçirdim içimden. Fırat besbelli annesine çekmişti.

"Bu kız kim Ege?" Diye sordu. Resmen beni hiçe saymıştı.

"Arkadaşım babaannecim. Adı Hüzzam. Atlar konusunda yardımcı olmak için benimle geldi." Diye açıkladı. Böylece Fırat'ın koymuş olduğu ilk kuralı uygulamıştık.

"Ah anlıyorum. Oturmaz mıydınız?" Diye sorunca "teşekkürler" Diyip koltuğa oturdum. Kapı yanında bekleyen kadına seslenip çantamı misafir odasına bırakmasını istedi. Daha sonra da bana çay getirmesini.

"Hüzzam, Ege benimle birlikte büyüdü. Onu olabildiğince kültürlü büyütmeye çalıştım. Çocukluğunda Fransızca ve İngilizce eğitimi aldı. Şu bahçede eskrim dersleri aldığı günler hala aklımda." Diyip çayından bir yudum daha aldı. "Peki senin iyi olduğun konular hangisi?" Diye sorunca afalladım. Resmen beni eziyordu şuan. Zengin bir ailede yetişmiş olsaydım ben de bir çok alanda kendimi yetiştirirdim.

"Aslında ben kendimi yeni eğitmeye başlıyorum diyebilirim. Piyano kursuna gidiyorum.Öncelikli amacım iyi bir üniversiteye gitmek. " Diye açıkladım. Dudaklarını büzünce moralim bozuldu.  "Yazık" Diye mırıldanınca "izninizle" Diyip dışarı çıktım. Buna gerçekten katlanamazdım. Fırat bile daha çekilirdi Allah'ım sen beni sınıyor muydun? Neden hep böyle deliler beni bulurdu ki? Sinirli sinirli bahçenin içinde yürüyordum. Tek güzel şey şu bahçeydi.  Bir anda karşıma elma dolu kasayı omzuna almış, bana doğru gelen bir çocukla karşılaştım.  Simsiyah saçlarına inat bembeyaz teni ve masmavi gözleri vardı.

Beni fark edince bir an duraksadı. "Siz de kimsiniz küçük bayan?" Diye sordu. Pek de ona göre küçük sayılmazdım.

"Arkadaşım" dedi arkadan bir ses. Bu Ege'ydi.

"Geleceğini bilmiyordum" Diyip gülümsedi çocuk. Bembeyaz dişleri vardı. Dudağının kenarındaki ben onu oldukça ilgi çekici kılıyordu.

"Bir hafta buradayım" Diyip sarıldılar. "Atlardan bunu düşünmeliydim" dedi çocuk.
"At sevdanı herkes biliyor demek ki" Diye araya girdim.

"Bir yelkenli, bir de at" Diyip gülümsedi çocuk. Kasadan elma alıp üzerinde parlatıp bana uzatınca teşekkür edip aldım. Üçümüz yavaş yavaş ilerliyorduk. Daha doğrusu ikisi önden ben de arkalarından takip ediyordum. Buradan gitmek istediğimi fırsatını bulur bulmaz Ege'ye söyleyecektim.

* YALNIZ KUŞ *        Where stories live. Discover now