Zengin Evi

174 8 0
                                    

Herkes hazır olduğunda arabalara binmek için garajın önündeydik.

Ege arabanın anahtarını Burak'a verip arkaya geçince ben de arka tarafa geçtim. Gece uyumamanın acısı şimdi çıkıyordu. Göz kapaklarım büyük bir ağırlıkla çökerken Ege'nin kucağına yattım. Bir eliyle saçlarımla oynarken diğer eliyle telefonu tutuyordu. Gideceğimiz yolun uzun olduğunu anlamak zor değildi. Hiç değilse uyumak için güzel bir vakitti.

Gözlerimi ismimin sayıklanmasıyla açtım. Arabanın hala gittiğini fark edince hızlıca Ege'nin dizlerinden kalkıp pencereye yapıştım. Sağlı sollu sık sık ağaçların içinden geçiyorduk. Ve itiraf etmek gerekirse harika gözüküyordu.
Araba giderek yavaşlayınca gözlerim ağaçların arkasından yükselen evin üzerinde geziniyordu. Nasıl bu kadar harika olabilirdi? Kesinlikle burada yaşayanlar çok şanslıydı. Hayatım boyunca böyle bir yerde yaşamanın hayalini kurmak bile çok fazla gelirdi. Moralim bir anda bozulmuştu. Buraya gelmekle sanırım pek iyi yapmamıştım.

"Hüzzam hadi" dedi Ege arabadan inerken. Aşağıya inip arkalarından ilerledim.  Burak'da benim arkamdan geliyordu. Dizime kadar uzanan çimenlerin arasından yürürken "bu kadar zengin birisi bahçıvan tutamamış mı?" Diye söylenince herkes bana baktı arkasına dönüp.

"Hüzzam hanım eğer biraz daha soldan yürürseniz" dedi Burak.

"Ha" Diye bir ses çıktı ağzımdan. Eve bakmaktan sol taraftaki çimenlerin arasına taş döşendiğini fark etmemiştim. Eve doğru uzanan bir patika yoldan bir tek ben yürümüyordum.  Ege'nin gülmesini engellemeye çalıştığını fark ettiğimde inatla çimenlerin içinden yürümeye devam ettim.

İçeriye girdiğimizde takım elbiseli adam tek tek herkesle tokalaştı.

Bana sıra gelince gözleri benim ve Fırat'ın arasında gidip geldi. Ne renk olduğunu çözmek için gözlerinin içine iyice baktım adamın. Bal köpüğü gibiydi. Sarımsı.
"Tanıştırayım, kızım Hüzzam" diyince Fırat, adamın kaşları bir anda kalktı. Ben ise tiksinir gibi baktım Fırat'a.

"Nasıl yani?" Diye sordu.

"Şaka yapıyor" Diyip gülümsedim.

"Şaka mı gerçek mi kimliğine bakalım Hüzzam istersen" dedi Fırat. Bunun üzerine istemsizce gülmüştüm. "Plastik parçası" diye mırıldandım.

Adam gülümsemesine devam ederek elini uzattı " anlamam zaman alacak anlaşılan. Seçkin " dedi.

"Memnun..." gerçekten memnun mu olmuştum? "Oldum" diye ekledim mecburen.

Herkes içeriye yani salona geçti. Yüksek tavan etrafa ferahlık yayarken duvarlardaki büyük tablolar oldukça ortamı ağırlaştırıyordu. Burada rahatsız edici bir şey vardı ama henüz çözememiştim.
Koltuklara herkes gelişi güzel otururken "Hüzzam, Ege isterseniz siz biraz dışarıyı turlayın" dediğinde Fırat gözlerim Ege'ye kilitlendi. Telefonumdan hızlıca ses kaydını açtım ayağa kalkarken. Kilitlerken Ege de ayağa kalkmış beni bekliyordu.

"Çantam burda kalsa sorun olur mu?" Diye sordum Fırat'a.

"Olmaz tabii ki" dedi Seçkin denilen adam. Ve ben de bunun üzerine telefonu çantamın yanına bırakıp Ege'nin  arkasından dışarı çıktım. Ayağımın altı acıdığı için pek de hevesim yoktu açıkçası.

Dışarıya çıktığımda tatlı bir esinti vücudumu sardı. Ağaçların arasında özenle dikilen çiçeklerin arasından ilerlemeye başladık.

"Fırat ile bu adam ne konuşuyor?" Diye sordum.

"Bilmiyorum ki" dedi Ege ellerini kot pantolonun cebine sokarken.

"Burada yaşamak o kadar güzel olurdu ki" dedim geri dönüp eve bakarken.

"Biraz sıkıcı olurdu bence. İnternet yok, telefon çekmiyor. Market yok. Hasta olsan yolda ölürsün ya burası nasıl bir yer?" dedi kaşlarını çatmış bir şekilde. Onun bu haline gülmeden edemedim.

"Of Ege ya Gülüzar hanımın çiftliğinde atlarla uğraşırken seni görmesem bu sözlerine inanacağım" dedim olduğum yerde durup.

"O başka. Orası benim çocukluğumun geçtiği yer" dedi o da duraksayıp. Telefonu çalınca Ege elini cebine atıp aramayı yanıtladı.

"Efendim amca?" Diyince Ege, acaba Fırat ne için aradı diye düşündüm. 

"Tamam geliyorum" diyip telefonu kapattı.

"Hüzzam ben içeriye gidiyorum. Sen burdan bir yere ayrılma" dedi ve koşar adımlarla eve yöneldi. Öylece kalmıştım kocaman ağaçların altında. Yalnız kalacağımı bilseydim hiç gelmezdim bunca yolu.
İnşallah bana ses kaydı bir yarar sağlardı da boş dönmezdim eve.

Yavaş  yavaş evin ön tarafına geçip Burak'ın yanına gitmeye karar verdim. Onun Zehra hanımı dinleyip dinlemeyeceğini çok merak ediyordum. Benden siyah dosya ile ilgili bir şeyler öğrenecek miydi?

"Burak" diye seslendim onu görünce. Elinde sigarası ve telefonu vardı yine. Zaten başka vakit geçirmek için ne yapabilirdi ki?

"Buyrun Hüzzam hanım" diyip sigarasını yere atıp ayağıyla ezerken bir yandan da telefonunu cebine koydu. Beni görünce geçtiği saygı duruşu karşısında şapka çıkarmak gerekiyordu aslında.

"Beni dışarı attılar da." Dedim. "Konuştukları konu devlet sırrı anlaşılan" diye mırıldandım.

"Silah" diyince "Ne silahı?" Diye sordum.

"Konuştukları konu. Silah" dedi bana ciddi bir ifadeyle bakarken.

"Silahtan kastın ne?" Diye sordum.

"Seçkin Bey'den silah satın almaya geldik buraya" Dedi.

"Aman ne güzel." Diyip sinirle kollarımı göğsümde birleştirdim. "Fırat'ın arkadaşından ne beklenir?" dedim ardından. "Oturduğu eve bak. Babam bütün gün çalışıp ayda οn dört bini zor alıyor" diye söylendim. Sinirimi bozuyordu böyle şeyler artık. Gözümün önünde garip garip olaylar dönüyordu.

"Hüzzam hanım oturun isterseniz" diyip arabının kapısını açtı Burak.

" teşekkür ederim" dedim ve koltuğa yanlamasına oturup kapıyı sonuna kadar iktiren Burak'a doğru baktım.  "Bu arada sigara içmeyi beni görünce kesmene gerek yok." Dedim.

"İş başındayken  olması gerektiği gibi davranıyorum. Mesai saatleri dışında da karşılaştık hatırlarsanız" diyip göz kırptı. İşte böyle Burak bey yavaş yavaş yakınlaşmaya başlıyorsunuz diye geçirdim içimden. Bir sorsaydı da ben de o dosyada Fırat'ın sevgilisiyle olan fotoğrafları var diye bir yalan atsaydım da bütün ortalık karışsaydı ne iyi olurdu ama. Ne de olsa bir kadınla birlikteyken çekildiği fotoğrafları vardı. Yalan birazcık normalin abartılmış haline dönüşmüş oluyordu.

"Hüzzam" Diye seslenince biri evin girişine doğru baktım. Sesten Ege'ye ait olduğunu anlamıştım. Yerimden kalkıp yavaş yavaş ona doğru yürüdüm.

"Sıkıldın mı?" Diye sorarken kolunu omzuma attı Ege.

"Yalnız kalacağımı bilseydim gelmezdim" dedim ve kolunu iktirdim. "Zaten ayağım acıyor bir de sen yüklenme lütfen" dedim.

"Geçmedi mi daha?" Diye sorarken salona girmiştik bile.

"Uzun süre yürüyünce canım yanıyor sadece" diye mırıldandım.

Ege aniden beni belimden kavrayıp havaya kaldırdı. Etrafta döndürürken bağırmadan edemedim.

"Ege bırak beni" dedim hızlı hızlı döndürürken beni. Savrulurken gözlerimi kapatmış, koluna sıkıca yapışmıştım. Yere indirdiğinde dengemi sağlamak için ona tutundum.

"Şöyle ani hareketler yapma" dedim sinirle.

"Çatma kaşlarını erkenden kırış kırış olcak yüzün" dedi iki kaşımın arasına dokunurken. Çattığım kaşlarımı gevşetirken Fırat kapıda gözüktü.

"Dönüyoruz" diyip başıyla kapıyı işaret etti Fırat.

"Bitti mi işin?" Diye soran Ege'ye yanıtı Seçkin verdi.
"Evet, tekrar beklerim." Dedi.

"En kısa zamanda görüşmek üzere" diye yanıtladı Fırat da.

"Görüşürüz Hüzzam" diyince Seçkin, kafamı salladım sadece.

* YALNIZ KUŞ *        Where stories live. Discover now