göl

296 11 1
                                    

Sabah uyandığımda üzerimde büyük bir yük vardı. Piyano kursuna gidip buradan bir an önce kurtulmak istiyordum. Çantama tıktığım kot şortumu ve tişörtümü çıkartıp hızlıca giyindim. Buradan merkeze gitmek bir saatimizi alırdı. Koşar adımlarla aşağıya indim.

Gözüme takılan ilk kişi Ulaş'tı.

"hey! Ege'yi gördün mü?" diye sordum.

"Atları eğitiyor.Bana kalırsa şuan ona bulaşma. Her şeyi alt üst edersin." dedi hızlıca. Belli ki onun da işi vardı.

"Ne zamana biter bu iş?" diye sordum sinirle.

"Bilmiyorum, gerekli çalışmayı yaptığını düşünce bırakır" diye söylendi.

"Benim kursa yetişmem gerek. Ulaş beni bırakabilir misin?" diye sorunca "ordan bakılınca şoför gibi mi gözüküyorum?" diye çıkıştı. Neden böyle bir tepki verdiğine şaşırmıştım.

"tersinden mi kalktın?" derken yanından uzaklaştım. Ahıra doğru ilerledim. Ege'yi ikna etmekten başka şansım yoktu.

Ahır'ın yanında çitle çevrilmiş alanda atlarla dönüp duruyordu. Beni fark etmesi için çitlerin üzerine oturup onu izlemeye başladım.Ona seslenmek için fırsat arıyordum. Ulaş gibi patlamasını istemiyordum. Aksi takdirde onu ikna edemezdim.

"hey sevimli oğlum" dedim yanıma gelen atın başına doğru elimi uzatarak. "sen ne kadar güzelsin böyle. Ama ne yazık ki senin de kaderin benim gibi. İkimiz de kendi hayatlarımızdan kopartıldık." Derken Ege'nin yanıma geldiğini farkettim.

"Laf sokmak için fırsat kolluyorsun" Diye söylendi Ege.

"Beni kursa götürür müsün?" Diye sordum.

"Hüzzam şuan burdan çıkmam üç saati bulur. Kursun saat kaçta? " diye sorunca gözlerimi devirdim.

"Bir buçuk saat sonra" dedim.

"Tamam biraz bekle." Diyip "atları ahıra bırakıp, üzerimi değiştirmem lazım. Biraz geciksen sorun olur mu?" Diye sordu.

"Ya neyse, sen bak işine bugün gitmezsem sorun olmaz sanırım." Diye mırıldandım.

"Kafanı dağıtmak için gitmek istediğini biliyorum. Kursa yetiştiremezsem bile seni burdan uzaklaştırıcağım." Diyince gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ege sana çok teşekkür ederim." Derken çitlerin üzerine çıktım. Ona sarılmak için kollarımı uzattım.

"Üzerim kirli" diyip üzerindeki çamur lekelerine dokundu.

"Ben Gülizar hatun gibi değilim korkma" diyip sarıldım. O aile içinde en iyi yüreklisi Ege'ydi.

"Tamam sen bekle beni" diyince gölün kenarına indim. İskelenin üzerinde ilerleyip suya baktım. Yeşil tonlarındaydı ve oldukça temiz görünüyordu. Arkamı döndüğümde ağaçların arasından Burak'ın bana baktığını gördüm. Korumaymış. Kesin korumanın en kalitelisini seçmesinin sebebi benim kaçmama yada polise gitmeme karşı bir engel olma amaçlı olmalıydı.

Aklıma o an şu suya düşme numarası yapsam gelip kurtarır mı düşüncesi geldi. Bakalım ne kadar korumasın Burak bey. Şöyle bir düşündüm de bunu gerçekten yapacaktım. Sanki fenalaşıyor gibi yapmaya başladım. Ağlamaklı gibi yapıp arkamı döndüm ve beni izliyor olmasını umdum. Daha sonra bayılıyor gibi yapıp kendimi suya bıraktım. Sanırım suyun derinliğini hesaba katmamışım. Buz gibi suya girdiğimde başım yere çarpmıştı. Ve dirseğim sürtünmüştü. Biraz canım yansa da şuan çırpınıyor gibi yapmak zorundaydım. Ve yüzme bildiğim için bu gerçekten zor olacaktı.

Sesini duyduğumda çırpınmaya başladım. Zaten üşümenin etkisiyle de titriyor olmam iyiydi. Nefes alamıyormuş gibi nefesimi çekmeye çalışırken burnuma su doldu. Ve genizim yanmaya başlayınca panikledim. Şakam gerçeğe dönmeden Burak nihayet suya atladı. Boynuna gelen suda hızlıca beni kavrayıp kollarının arasına aldı. Beni bir hamlede iskeleye çıkarttı.Tek koluyla beni iskeleye çıkartırken şaşkınlıktan nefes alamama numaramı yarıda kesmiştim. Nefesim gerçekten düzensizleşmeye başlayınca artık düzeltmeye çalıştım. Genizimin yanması beni korkutmuştu. Yanıma çıkar çıkmaz "Hüzzam iyi misin? Nefes alabiliyor musun? " diye sordu. Beni yan çevirdiğinde "iyiyim" dediğim an geri çekildi. Sanki dokunması yasakmış gibi davranmıştı. Titriyordum ve yorulmuştum. Dirseğimin yandığını hissedince görmek için kolumu kıvıdım. Derim yüzülmüştü. Oflayıp güneşte kızmış tahta iskeleye geri uzandım.

"Hüzzam hanım bayıldınız sandım" Diye mırıldandı.

"Bende öyle sandım. Dengemi kaybettim" diye mırıldandım nefes nefese. Üşürken kızgın tahtayı daha çok hissetmek istiyordum.

"Hastaneye gitmeliyiz" diyince "tansiyonum düşmüştür. Yaşadıklarımdan sonra ölmediğime şükrediyorum" diye devam ettim sinirle. Bir kaç kez öksürerek boğazımı tuttum.

"Daha fazla ıslak kıyafetlerle durmayın. Burası esiyor üşürsünüz" Diye mırıldandı. "Yorgunum ve boğazım yanıyor" diyince "isterseniz yardımcı olabilirim" dedi gözlerimin içine bakarken.

"Çok iyi olur.Beni odaya kadar taşır mısın?" Diye sordum. Dediğimi bu kadar hızlı gerçekleştireceğini bilmiyordum. Aniden kucağında bulmuştum kendimi. Bacağımda ve sırtımda kaslı kollarını hissetmek hoşuma gitmişti.

"Burak teşekkür ederim. " Diyip boynuna doğru sıkıca sarıldım. "Ben dengemi kuramadım. Yer çok kaygandı. Ağzımdan burnumdan su girdiğinde nefes alamadım. Çok kötüyd..." diye acıtaston yaparken boynuma yüzümü gömmüş ağlamaklı bir ses tonuyla konuştum. Zaten ağlamaya meğilliydim şu günlerde. Son olanları düşününce de bu hiç zor olmadı.

"Şş, sakin olun. Şuan güvendesiniz" diye sözümü yarıda kesti. Ama boynundan yüzümü çekmeyip ağlamaya devam ettim.

"eğer ağlamaya devam ederseniz nefes alıp vermede zorlanır, daha çok yorulursunuz." Diye söylenince kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Başımı belaya soktuğumda Burak ile muhabbeti ilerletmem için en güzel yol bu görünüyordu.
Başka planlar da yapmam gerekiyordu. Ve bunun için uzun uzun düşünüp güzel fırsatlar kollamam gerekecekti. Denk getirmek biraz zor olsa bile Burak ile yakınlaşmazsam Fırat'ı elimde oynatamazdım. Ege basitti. Ama tek başına yeterli değildi.

* YALNIZ KUŞ *        Where stories live. Discover now