Öğretmen

209 114 4
                                    

                          Bir dağ köyünde bulunuyorsanız imkanlarınız oldukça kısıtlıydı. Çünkü dış dünyayla bağınızı tamamen kesmiş bulunuyordunuz. Elinizde bulunan o kısıtlı imkanaysa sıkı sıkıya bağlanırdınız. O imkanlara öyle sıkı sıkıya bağlanırdınız ki  o kısıtlı imkanlar sizin her şeyiniz olurdu. Bu bölgedeki her şey gibi öğretmen sayısı da kısıtlıydı. Okulda tek bir öğretmen vardı. Bütün derslere o girerdi ve hemen her konu hakkında bilgi sahibiydi. Tek bir insan  nasıl bu kadar çok şey bilebiliyordu, nasıl bu kadar farklı alanlar hakkında bilgi sahibi olabiliyordu bilemiyorduk. Aslında öğretmenin ismini dahi bilmiyorduk. Köydeki herkes ona öğretmen derdi. Kimseyle fazla konuşmazdı. Kendi işine bakardı. Kemikli gözlükleri vardı ve ne zaman  bir şeye sinirlense o gözlüklerini düzeltirdi. Kaç yaşında olduğunu ona sorsak da bize söylemezdi. Yirmi beş yaşında  olduğunu düşünürdük. Devamlı yana taradığı kumral saçları vardı.

                       Onun buraya ne zaman geldiğini de bilen yoktu. Herkes kendisinden önce öğretmenin burada olduğunu söylerdi. Belki de bu köye ilk gelen o olmuştu. Bazen onu merak eder ve sorular sorardık: nereli olduğunu, nereden geldiğini, neleri sevdiğini sorardık. Sorduğumuz soruların hiçbirini cevaplamazdı. Ama yine de öğretmenliği çok önemsediğini hissederdik. Sınıftaki tüm öğrencilere ayrı bir test kağıdı hazırlardı. Herkesin test kağıdı anlamadığı konuların yoğun olduğu sorulardan oluşan bir kağıt oluyordu. O, işini çok önemsiyordu ve bu da köy halkının onu tanımadı halde ona karşı saygı duymasına yol açıyordu.

                          Polis, öğretmeni hemen sorguya almak istememişti. Ressam, bekçi veya bir başkası... Bunlar ayrıydı ama öğretmen... O farklıydı. Onlardan farklıydı. Bu küçük bölgede herkesin korkuyla karışık bir saygı duyduğu bir insanı sorguya almak diğerlerinden ayrıydı. Üstelik onu neyle suçlayacaktık?  Madde bağımlısı bir bekçinin söylediklerini öne sürerek mi? Bu iyi bir fikir gibi gözükmüyordu.

                        Polis sorguyu yarına bırakmaya karar verince beni kafeye geri yollamıştı. Bekçiyeyse bize anlattığı şeyleri etrafta anlatıp dedikodu yayma ihtimaline karşı bir gün daha gözaltında tutma kararı almıştı. Beni yolladığı zaman kafeye gitmek yerine Hayal'in evine gitmiştim. Kapıda beni gördüğünde şaşırmış gibiydi. Beni beklemiyor olmalıydı. 

                       Onu gördüğümde tek kolumla onun belini tamamen kavradım  ve kendime doğru çektim. Sonra diğer kolumu da onun sırtına dolayarak ona sarıldım. Artık vücudumda onun  vücudunu hissedebiliyordum. Onun sıcaklığını tenimde hissedebiliyordum. Ve bu bana garip bir güven veriyordu. Kimsenin olmadığı uçsuz bucaksız bir okyanustayken birden ayaklarımın altında bir adacık beliriyordu sanki. Beni güvende tutuyordu.

                      "Heyyy sen iyi misin?" dedi gülerek. Önce kollarını iki yana açtı sonra zoraki bir sarılmayla kollarıyla beni sardı. 

                       "Sadece bana sarılmanı istiyorum." dedim. Onu hissetmek istiyordum sadece. Yanımda olduğunu, tek olmadığımı... Çünkü tek başımayken bu sorunla başa çıkamıyordum ve gittikçe daha çok boka batıyordum. Buysa beni sonu olmayan bir okyanusta tek başımaymış gibi hissettiriyordu. Ve bu histen  kurtulabilmek için ona sarılmaya ihtiyaç duyuyordum. O zaman bu okyanusta beni kurtarabilecek bir tekneye sarılmış gibi hissediyordum. O zaman sorunlarımla daha kolay baş edebiliyordum.

                        Kapıyı kapattıktan sonra onu yatağa doğru götürdüm. Orada yan yana uzandık ve onu kollarımın arasına aldım. Burunlarımız birbirine değiyordu. Gözlerimizin arasında sadece birkaç santimlik  bir farkı vardı. Ve onun gözlerine bakarak ben hayatı görebiliyordum. Tükenmek üzere olan hayatı ama yine de beni kıyıda tutan bir hayatı görüyordum. 

                         O ölecek miydi?

                       Kollarımın arasında onun sıcaklığını hissediyordum. Ve onun sıcaklığı bana iyi geliyordu. Sanki içimde yıllardır gizli kalan, yıllardır yok olmuş duygularım onun bana sağladığı sıcaklık sayesinde uyanıyor gibiydi. Ve ben onun bana hissettirdiği sıcaklığı seviyordum.

                       O ölecek miydi?

                       Onunlayken gün boyunca yaşadığım her şeyi unutmaya başlıyordum. Sanki hayatım boyunca yaşamamıştım. Ve yaşadığım tek an onun benim kollarıma girdiği andı. Daha fazlası yok gibiydi. Başka  hiçbir şeyi hatırlayamıyordum çünkü. Belki de hafızamın sadece bir kısmını  değil de hafızamın tamamına yakınını, onun kollarımda olmadığı tüm kısımları silmeliydim. O zaman daha mutlu hissedebilirdim. Ve yaşadığım anlara dair tek hatıram mutlu hissettiğim anların hatıraları olurdu o zaman. 

                          "Bugün sana bir şey olmuş."

                            "Sadece yanımda olmanı istiyorum."

                           "Neyin var? Ne oldu?" Eliyle yüzümü okşuyordu. Elinin yüzümde gezindiğini hissediyordum.

                           Ona ne kadarını anlatacağımı bilemiyordum. Rüyalarımı anlatmalı mıydım? Rüyalarımda başka bir bedende olduğumu ve geçmişte olduğumu... Peki ya girdiğim bedenin kadın bedeni olduğunu? Bundan kıskançlık duyar mıydı?  Peki ya cinayet soruşturmasını? Polis, bekçi hakkında kimseye bilgi vermememiz gerektiğini söylemişti olayı yaymamaya çalışıyordu. 

                           Peki ben bunların ne kadarını Hayal'e anlatabilirdim? Bilmiyordum.

                            "Sana karşı sessiz kalmam sorun olur mu? Bir şey anlatmamam?"

                             Yüzünü benden birkaç santim geri çekti. Yüzündeki ifade neydi? Mutluluk? Dalgınlık?  Hayır, bunların hiçbiri değildi. Sadece sarhoşluk ifadesiydi. Bu ifade benim yüzümde de bulunuyor olmalıydı.

ORMANIN LANETİ ( Dram - Fantastik )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin