O Güvende

120 28 14
                                    

Önce içgüdüsel şekilde kapıya kadar geriledim, sırtımı kapıya yasladım. Bir dakika kadar antrede bu şekilde bekledim. Sokaktan ses gelmiyordu. Benim bu eve girdiğimi fark etmemiş olmalıydılar. Antrenin önünde evin salonu vardı. Antre karanlık olsa da salondan loş bir ışık yayılıyordu. Bir ampul ışığı değildi, gece lambası ışığı gibiydi. Öğretmen içeride olmalıydı. Peki o da bana diğerleri gibi saldıracak mıydı? Onun böyle bir şey yapma ihtimalini zihnim kabul etmiyor olsa da Kedi ve ablamın da saldırması imkansız geliyordu. Yine de saldırmışlardı.

"Orada sonsuza kadar bekleme niyetinde misin evlat?"

"Ben... Hayır, geliyorum."

Yavaş adımlarla salonun kapısına geldim. Kapı ardına kadar açıktı. Öğretmen tekerlekli bir sandalyede oturuyordu, üzerinde tüvit bir ceket ve kucağındaysa bir battaniye vardı. Battaniyenin üzerinde gaz lambası bulunuyordu. Öğretmenin her zamanki enerji dolu gözleri yoktu artık, onun yerinde yorgun bakışlarla karşılıyordu beni. Etraftaki her şey ahşaptan olmalıydı: duvarlar tahtadandı, ahşap bir masa, onun birkaç metre yakınında ahşaptan sandalye ve öğretmenin yakınında ahşaptan bir tilki heykelciği... içeride tehlike görmeyerek ona biraz yaklaştım. Sandalye uzakta olduğu için bana oturmam için masayı işaret etti, ben de masaya dayanarak durdum.

"Ben sizi özledim efendim."

"Ben de seni özledim Rüzgar. Sen özlenmeyecek gibi bir çocuk değildin. Hayat doluydun ve hiç masumluğunu kaybetmedin. Her şeyin bu hale gelmesinde senin de katkın büyük olsa da onu hiç kaybetmedin."

"Siz, beni tanımıştınız. Yani yaşarken... Oysa beni hiç bu bedenimde görmemiştiniz bile; sadece Hâyâl'in bedeninde gördünüz."

"Bir eğitimciyi fazla hafife almıyor musun Rüzgar? Öğrencilerinin hepsi eğitimcinin sorumluluğundadır. Bir öğretmen tüm öğrencilerini tanımakla yükümlüdür. Onların hepsinin farklı olan ihtiyaçlarını anlayabilmek ve buna cevap verebilmek için mecburdur buna Rüzgar. Öğretmenin öğrencisini tanıması için onun yüzünün aynı olmasına ihtiyacı yoktur. Öğrencisiyle arasında kurduğu bir bağ vardır."

"Ben... Anlamıyorum."

"Anlamak zorunda değilsin ama zamanı geldiğinde anlayacaksın da. İblis tarafından sonsuz yaşamla lanetlendiğimde artık tüm sevdiğim insanların ölümünü izlemek benim kaderim olmuştu. Senin hiç sevdiğin bir insan öldü mü Rüzgar. Ahh şimdi hatırladım. Evet, sevdiğin üç kişi ölmüştü hatırlıyorum. Buna zar zor dayanabildin öyle değil mi? Şimdi o üçün yüzlerce defa tekrar ettiğini düşün. En sevdiğin yüzlerce kişinin öldüğünü ve senin yüzlerce yıl bunu hatırlamakla lanetlendiğini düşün. Beni anlamanı istiyorum, çünkü her şeyin son bulacağına dair bir his var içimde ve her şey bitmeden önce hissettiklerimi anlatmalıyım. Herkes ölünce artık sadece öğrencilerim kalmıştı her defasında bir sınıfı mezun ettikten sonra yerine başkaları geliyordu yeni bir aile sahibi oluyordum. Hiç bitmeyen, sürekli yenilenen bir ailem vardı artık ve ben kendimi bu aileme adadım. Ailemin her şeyini bilirdim. Çünkü onlara zarar gelsin istemezdim. Ailemi korumak benim görevimdi."

Öğretmenin gaz lambasını biraz havaya kaldırmasıyla odanın arka taraflarını da görebilme imkanına kavuştum. Arka taraflarda üçlü hâlde sıralanmış şekilde öğrenci sıraları ve masaları vardı. Burası bir salon değildi, burası bir sınıftı. Ama buraya girdiğimde burasının küçük bir apartman dairesi olduğunu görmüştüm. Burası okul olsaydı bunu anlardım, o binanın beş katı genişlikte olmalıydı. Gözümü tekrar öğretmene çevirdiğimde elinde bir şey tuttuğunu fark ettim. Bir silah. Bunu bacağının üstündeki battaniyenin altından çıkarmış olmalıydı. Konuşmamız sırasında bir eli hep battaniyenin altındaydı.

"Sen benim öğrencimsin Rüzgar. Ve yalnız öğrencim değil, aynı zamanda ailem de ve bu yüzden senin daha fazla acı çekmeni istemiyorum. Sana yardım etmek istiyorum. Bu yüzden seni ben öldüreceğim."

"Beni öldürecek misin? Bunu yapma, bu çok saçma."

Büyük bir patırtı sesi duyuldu ve aynı zamanda silahın patlama sesi. Patırtı sesinin camın kırılma sesi olduğunu anlamam ancak yarım saniye sürdü ve refleks olarak yere çöktüm.

Öldüm mü?

Başımı kaldırdım öğretmenin başı kan içinceydi ve hemen arkasında büyükçe bir taş vardı. Taşı dışarıdan fırlatıp ona isabet ettirmiş olmalıydılar.

"Korkma Rüzgar seni kimse öldüremez. Çünkü seni biz öldüreceğiz. Sen bizim korumamızdasın."

Bu ses ablamın ve Kedi'nin sesiydi.

KAÇ, KAÇ, KAÇ...

Ayağa kalkıp koşmaya başladım. Dışarı çıkamazdım, o hâlde üst kata çıkacaktım. Kaçabildiğim kadar kaçacaktım. Salon sandığım sınıfın dışına çıktım. Artık antre genişlemişti. Sadece beş adımlık alanı olan antre artık yüz metreden fazla bir mesafeye sahip olmuştu. Burası bir okul koridoruna dönüşmüştü.

KOŞ, KOŞ, KOŞ...

Koşuyordum merdivenleri çıktım üst kata çıktım. Merdivenlerin karşısındaki bir sınıfa doğru koştum. Orada tanıdığım birisini görüyordum. Tanıdığım birisi... Melodi...

Sınıfa doğru koştum ve kapıyı arkamdan kapattım. Kapı kolu Amerikan tarzıydı ve yuvarlak kolun üstündeki düğmeye basıldığında dışarıdan açılması engelleniyordu.

Melodi sınıfın diğer ucundaki camın önündeydi. Cama doğru geriledi ve bir ayağını pencere pervazına dayadı.

DUUUUR

Bu sefer onu yakalayacaktım. Bu sefer yakalayacaktım.

KOŞ, KOŞ, KOŞ, KOŞ...

DAHA HIZLI, DAHA HIZLI, DAHA HIZLI...

Melodi diğer ayağını da pencere pervazına götürdü.

DÜŞÜYOR, DÜŞÜYOR...

ONU YAKALAMALIYIM.

Melodi'yi tam düşerken elinden yakalıyorum. Bir elime onun elini diğer elimle kolunu yakalıyorum. Onun vücudu aşağı doğru sarkarken düşmesini engelliyorum ve kendime doğru çekmeye çalışıyorum. Ama kendime çekemiyorum gücüm sadece onun taşırken sabit durmaya yetiyor, taşıyabilmeye değil.

"Bıyaak beni Rüzgay. Seniğn de ölmeni istemiyoyum. Sen zayay göğmemelisin."

"Seni asla bırakmam, asla. Seni bırakmayacağım. Anlıyor musun beni sıkı tut. Elimi sıkı tut asla bırakmam. Bu sefer olmaz. Sen ölemezsin."

"Ben ölmeliğim Rüzgay. Ben ölmeliğim"

"Hayır senin ölmene izin vermeyeceğim asla ölmeyeceksin."

"Benim ölmeme iziğn vermiyoy musun Rüzgay? O hâlde sen öleceksin."

Bir anda elimdeki ağırlığın çok daha arttığını hissettim. Aşağı doğru çekiliyordum ve dengemi kaybettim. Ayaklarım yerden kesildi.

Melodi... Ben dengemi kaybederken onun bir koluyla yandaki bayrak direğine asıldığını görüyorum, sonra diğer kolu da orayı kavrıyor.

Bacaklarım yerden daha çok kesiliyor ve pencereden aşağı düşmeye başlıyorum. Düşüyorum, düşüyorum ve düşünebildiğim tek şey onun artık güvende olduğu oluyor. O bayrak direğine tutunarak güvenliğini sağladı. Bu sefer düşmedi. Sonra bütün vücudumu kavuran bir çarpma hissediyorum ve sonra... Sonra... Karanlık. Her yer kararıyor.

ORMANIN LANETİ ( Dram - Fantastik )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin