Hayal

232 126 6
                                    

Beynimde büyük bir uyuşukluk vardı. Gözlerimi açtığımda gözlerim henüz yeni doğmak üzere olan güneş ışığının parlaklığına karşı gözlerimdeki acı hissini tattım. Bedenim yumuşak ve büyük bir yatakta yatıyor olmalıydı. Gözlerimi açmak için tekrar bir çaba gösterdiğimde karşımda Hayal'in yatıyor olduğunu görebildim. Sarı saçlarının bir kısmı dağılmış ve yüzünün yarısını kapatmıtı, gözleri kapalıydı ama yine de onun olduğunu görebiliyordum.

Onun olduğunu anlamak benim için görmekten ziyade bir histi. Onun bedeini, yüzünü görmek değil, ruhunu görmekti. İkimiz de bir uçurumun kenarındaydık. İkimizi de hayatımız boyunca yaptığımız yanlışlar atmıştı bu uçurumun kenarına. Ama biz uçurumun kenarında bir bütün olmuştuk. Bunu birbirimize itiraf edemiyorsak da ruhlarımız birbirine itiraf ediyordu.

Onun yanındayken ona on santim yakın bile olsam ellerimi onun ellerinin arasına almakta zorlanıyordum. O on santim banasanki bir ömür kadar, kilometreler kadar uzak geliyordu. Sanki hiç aşılamayacak bir okyanus gibi hissediyordum. Ama bedenlerimizin arasında büyük okyanuslar olsa bile ruhlarımız bir şekilde bağlıydı onunla. Ve burada tanıdığım diğer herkesle: Dolunay, Kedi, Maral, Elif...

Bir şekilde hepsini korumak istiyordum. Çünkü beni onlarla birbirimize bağlayan bağ geçmişte yaptığımız hatalardı. Gemişte yaptığımız hatalar, aldığımız darbeler... O kadar çok darbe almıştık ki sonunda Yedisu denen bu uçurumun dibine gelmiştik. Bu uçurumun bir tarafı yüzerek geçmesi imkansız olan bir nehir, diğer tarafı kimsenin girmeye cesaret edemediği ormandı. Buradan çıkış yoktu. Bu yüzden hepimiz birbirimize bağlanmıştık, çünkü başka kimsemiz yoktu.

Hayat bazen size öyle darbeler yaşatırdı ki içinizde bulunan acılarla baş başa kalırdınız. O acılar sizi yok olmanın eşiğine getirirdi. Sonra geçmişinizi, tüm hatalarınızı gözlerinizin önüne getirir ve içinizde pişmanlık ve acıdan başka şey kalmadığını düşünürdünüz. İşte o zaman kendinizi büyük bir okyanusta sürüklenen biri gibi hissederdiniz. Öyle büyük bir okyanustur ki bu, öyle ıssız bir okyanustur ki kendinizi bu okyanusta yom olmuş, kaybolmuş gibi hissederdiniz. Boğulmaktan çok bu okyanustaki yalnızlık, tek başına kalmışlık duygusu kahrederdi. Kimsesiz olduğunuzu düşünürdünüz artık. Ve bu uçsuz bucaksız okyanusta yavaş yaval kaybolurdunuz. Okyanusta yuttuğunuz her su damlası birer kimsesizlik, kaybolmuşluk damlası olurdu aynı zamanda.

Sonra bu sonsuz derinliği olan okyanusta bir ağaç dalı bulurdunuz. Okyanusta yüzen ve hiçbir denizin, hiçbir okyanusun batıramayacağı, dibe çekemeyeceği bir ağaç dalı... Bu da sizin kimseniz olurdu. O dal sizi okyanustan korurdu. İşte Hayal benim için bu ağaç dalı olmuştu artık. Aynı şekilde burada tanıdığım diğer herkes de o ağaç dalının yansımalarıydı. O ağaç dalının kesilmesine izin veremezdim, çünkü hayatta kalabilmem için o dala sarılmak zorundaydım.

Saçları yüzünün yarısın kapadığı için onun güzelliğini bozuyordu. Elimle Hayal'in yüzünün yarısını kapatan saçlarını onun yüzünden çektim. Onun yzünü seyre daldım. O benim kelebeğimdi. Ona dokunduğum zaman öleceğini bildiğim ve bı yüzden uzak durmam gerektiğini bildiğim bir kelebekti. Bu yüzden onun tenine dokunmamaya çalışarak saçlarını sevdim. Ondan uzak durursam sadece bir kelebek kadar yaşam tadacaktı, ona dokunursam dokunduğum herkes gibi ona da zarar verecektim.

Düşündüm. O öldüğünde onu canlandırmak için ormanın derinliklerine gömmeli miydim? Onun ölüşüne katlanabilir miydim? Yas tutup sonra hiçbir şey olmamış gibi davranabilir miydim? Bunların hiçbirine dayanamazdım. Onu ormana gömmek kötü bir fikir değildi. Sonuçta burada yıllardır insanlar lanet yüzünden ölüyordu. Bu lanet asla durmyordu. En azından bu lanet bir işe yarayamaz mıydı. Bir kişinin hayatını kurtaramaz mıydı?

ORMANIN LANETİ ( Dram - Fantastik )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin