Her Şeyin Sonu

En başından başla
                                    

Melodi ve Hâyâl aynı kişiydi ama bu beni bir şekilde şaşırtmamıştı. Sanki benliğimin bir parçası ilk andan beri bunu biliyordu. Hem de ilk andan beri. Sadece bunu kendime itiraf edemiyordum Peki nasıl? Bunlar nasıl olabiliyordu?

"Kedi ve Melodi. Bana hâlâ söylemediğiniz bir şey var. Hâla yerine oturmayan bir taş var. Benim yüzümden bir senedir insanların öldüğünü söylüyorsunuz oysa ben hastanede uyanıp buraya geleli sadece iki ay geçti."

"Bunu sen anlatmak isteyebilirsin miyav. İkinizin ilişkisine hep saygı duydum miyav. Beni Rüzgar'ı canlandırmam için kandırdın ve bu yüzden sana öfkem bitmeyecek ama ilişkinize hep saygı duydum."

"Ben seni kandırmadım iblis ya da peri her neyse. En sevdiği şeyin elinden alınması karşıklığında atlı karıncaya binip dileğini dilemeye herkesin hakkı vardı. Ben de bindim ve dileğimi diledim. Bu topraklardaki diriltme gücünün, lanetin geri gelmesini istedim karşılığında atlı karınca bana laneti tekrar getirdiğim için duyabilme gücünü ve havayı kontrol edebilme gücünü verdi. Ama bir sorun vardı Rüzgar... Büyük bir sorun. Senin kalbşn zarar görmüştü ve seni toprağa gömdüğümde dirilmene rağmen kalbin düzelmedi. Bu yüzden sadece üç ay yaşayabildin."

Hâyâl-Melodi yere çöktü. Elleriyle yüzünü kapattı. Onun ağlama sesini duyuyordum. Yanına gittimi kollarımla onu sardım. Birkaç saniye beni hissetmesi için bekledim ve ardından yüzünü kapattığı ellerini geri çektim. Gözyaşlarını öpmeye başladım. Küçük öpücükler konduruyordum. Onu her öptüğümde birkaç saniye bekliyordum. Sanki onu öpüşümün tadını iyice alabilsin hissediyordum. Öpücüklerim yavaş yavaş aşağıya indi artık onun dudaklarına sıra gelmişti. Dudaklarım onun dudaklarına her değdiğinde saniyelerce orada bekliyordum sanki o benim için dünyada tadılması gereken tek şeydi ve ben de onu uzun uzun tatmak zorundaydım. Ve bu tat beni kendisine çekiyordu. Dudaklarımın onun dudaklarına değdiği her an sanki zaman tamamen duruyordu. Ve onu öptüğüm her uzun süre sanki saatler kadar uzun gibi geliyordu. Başını sadece bir santim geriye çekti onun dudaklarıyla benimkiler arasında sadece bir santim mesafe bırakacak kadar geriye çekildi.

"Sen öldükten sonra seni tekrar gömmek zorunda kaldım. Seni ikinci defa ölü görmek beni de yok etti. Sana kalbimin sadece üç ay ömrünün kaldığını söylerken yalan atmıyordum. Sen öldüğün an ben de  ölüyorum. Ama bu ölüm daha farklı bir ölüm. İnsan öldüğü zaman bir şey hissetmez. Acı, üzüntü hiçbir şey olmaz. Ama senin ölüşünü her izlediğimde ben acının da üzüntünün de olduğu bir ölümü yaşıyorum. Ve bu ölüm bana kendimi kaybettiriyor. Nefes almamı zorlaştırıyor. Ben okyanusun ortasındaymışım ve çevremde yardım isteyebilecek hiç kimse yokmuş gibi sonsuza kadar direndiğim hâlde gittikçe daha da derine batıyorum o zaman. Ve artık okyanusun dibine kadar batıyorum. Çevremdeyse hiçbir şey yok, balıklar bile. Sanki onlar bile beni terk etmiş. Belki seni kaybettiğim için belki işlediğim günah yüzünden belki belki sadece ölmediğim için. O an o okulda ben intihar ediyorken ölen ben olmalıydım Rüzgar ben... Sen değil. Hayat beni sağır biri olarak dünyaya getirmişti ama benim kaderim buydu. Bense onu kabullenemeyip intihar etmeyi denedim ve sonunda seni ölüme ittim. Sen beni hayata tutan tek eldin Rüzgar. Ben düşerken elimi tutan ve düşmemi engelleyen kişi... Çocukluğumda annem delirip beni kafese tıktığında her gün benimle konuşup beni iyileştireni bana dayanma kuvveti veren kişiydin..."

Onun dudaklarını tekrar öptüm. Ben onu öptüğüm sırada gözyaşının aktığını hissediyordum. Gözyaşı dudaklarımızın arasına kadar aktı ve dudaklarımızı ıslattı. Onu tekrar öptüm ve eşsiz bir şarabın tadını alıyormuşçasını dudaklarımı geriye çekmedim. Onun tadına uzun uzun bakmak istedim. Ellerimi onun saçlarına doğru götürdüm. Onun saçları sanki dünyanın en hünerli ustalarının ördüğü altın işlemeleri gibiydi, o kadar değerli ve eşsiz ama herkesin uğruna savaşlar verdiği ipek parçaları kadar da yumuşak ve saf...

Bu sefer dudakları dudaklarıma değerken konuşmaya başladı:
"Ben... Ben seni tekrar tekrar gömdüm. Senin kalbin her duruşunda tekrar gömdüm. Ama her seferinde en fazla üç ay yaşayabiliyordun. Toprak seni diriltebiliyordu, ruhunu bedenine geri sokuyordu ama hasarlanan organlarını iyileştirmiyordu. Ben... onlarca sevdiğim insanın ölüşünü izledim ama hepsi seni kurtarmak içindi. Ve ben seni sonsuza kadar dirilteceğim. Yüzlerce kez olsa bile, bütün sevdiğim insanların canına mâl olsa bile tekrar tekrar dirilteceğim. Beni anlamanı istiyorum bu en çok beni yaralıyor. Her gece rüyalarımda o hafta ölen kişiyi görüyorum ve onun beni lanetlediğini. Ben lanetlendim Rüzgar, yaşamakla lanetlendim bu yüzden ben ölmeliyim. her şeyin suçlusu benim. Benim ölümüm her şeyi düzeltecekse eğer ben buna razıyım."

Kedi sağ elini boşluğa doğru uzattı. Elinde önce bir parıltı oluştu. Sonra bu parıltı büyüdü küçük bir kalem boyutuna ulaştı sonra daha da büyüdü daha da. Bu parıltı bir mızrak olana kadar büyüdü. Artık elinde parıldayan beyaz bir mızrak tutuyordu.

"Sen hazırsan ben de hazırım miyav. Eski arkadaşlığımızın hatırına bunu canını yakmadan yapacağım."
O an Hâyâl'i-Melodi'yi sol elimle yakasından tuttum ve arkaya doğru çektim ben onun önüne doğru siper etmiştim kendimi. Göğsümde yanmanın oluştuğunu hissettim. Yanma ama acımıyordu. Bu garip bir histi ölümün hissi miydi?

Artık benim yüzümden olan bu lanet son bulacak mıydı? İnsanların ölmesi son bulacak mıydı? Peki o... O mutlu olacak mıydı?

Artık her yer kararmıştı. Hiçbir şeyi göremiyordum. Sesler yoktu, renkler yoktu sadece düşünce vardı. O, bensiz de mutlu olacak mıydı?

ORMANIN LANETİ ( Dram - Fantastik )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin