22. Bölüm "Gidersen - 4"

808 113 20
                                    

Birkaç saat sonra, kampüsün yakınlarındaki bir kafede, Arda ve Sümer'in liselerinden tanıdığı birkaç kişiyle daha beraber oturuyorum. Hızlıca konu başlığının değiştiği bir sohbete tanık oluyor, bir müddet sonra kendimde onları takip edecek gücü bulamıyorum. Çünkü Sümer, tarafıma fırlattığı kaçamak bakışlarıyla, arada kurduğu minik cümleleriyle, yanımda otururken kazara dokunuşlarıyla yeterince dikkatimi dağıtıyor. Hislerimi aralarında kolayca kamufle edebildiğim için kalabalığa minnettar kalıyorum.

Onu bir yılı aşkın bir süredir görmüyorum. E-postalar, kısa aramalar özlemimi ne kadar dizginlerse o kadar idare etmiştim. Kimi zaman yüreğimin bu aşkı daha fazla kaldıramadığı zamanlarda yorganımın altında gizlice ağlamış, bütün saat ve takvimleri paramparça etmek istemiş; kimi zamansa bunca zamandan sağ çıkabildiğime göre artık bu tek taraflı aşktan kurtulabileceğime dair umut dolmuş, gelecek hayallerimi hep Sümer'siz kurmuştum.

Ancak ona bu kadar yakınken, tenim neredeyse tutuşacak ve kalbim yerinden fırlayıp avuçlarına serilecekken bunca ay hiç geçmemiş, bunca ikilem hiç ama hiç yaşanmamış gibi... Göz göze geldiğimizde içimdeki sesin bile susmasının sebebinin ne olduğu gayet iyi biliyorum, bakışlarına daldığımda zihnimde hiçbir soru işareti kalmıyor.

Sümer ise değişmiş, büyümüş; sınır tanımayan bir delikanlı yerini gerçekleri görmüş genç bir adama bırakmış. Kazandığı her bir hayat tecrübesi, duruşuna ve tavrına yansımış. Bakışlarına bir hüzün musallat olmuş gibi, tam nedenini yakalayacağım anda göz bebeklerine ördüğü duvarların arkasına kaçıyor.

Bir ara kulağıma iyice eğilip "Sen nasılsın?" diye fısıldıyor Sümer. "Bana hâlâ kızgın değilsindir umarım. Söz, arkadaşına çiçek de göndereceğim."

Cem'i çiçeklerle hayal edince ister istemez gülüyorum, "Sakın," diyorum. "Polen alerjisi olan birine çiçek göndermek pek de hoş bir fikir değil."

Kısık bir sesle "Yakınsınız," diye mırıldanıyor gözlerime bakarken. Soru sormadan daha çok bir kabulleniş tonuyla söylüyor.

"Öyle... Zor zamanlar geçirdi," diyorum. "Kanseri yendi. Sadece ben değil, herkes onun yanında oldu seve seve."

Kafasını sallayarak beni dinlerken daha da mahcup olduğunu fark ediyorum.

"Bir anda gözüm döndü," diyor dudaklarının içini ısırarak. "Bağıranın sen olduğunu görünce..."

Dudaklarına odaklanmamaya çalışarak "Talihsiz bir yanlış anlaşılmaydı," diye yanıtlıyorum. "Hem şimdi bir şeyi yokmuş, az önce mesaj göndermiş."

Sümer bana cevap vermek için derin bir nefes alıyor ki, arkadaşlarından bir tanesi dirseğiyle onu dürtüyor.

"Oğlum, o kadar Fransa'dan geldin, anlatsana biraz. Nasıl oralar, kızlar nasıl?"

Sümer arkadaşını gülümseyerek yanıtlayacakken bir diğeri sözünü kesiyor.

"Sümer'den kızlar hakkında bilgi isteme. O yere bakan, yürek yakan tipten. En güzel kızları tavlamıştır da anlatmaz kesin."

Muhabbet, bu kez de Sümer ve Fransız kızlarıyla ayrıntılı bir tasavvur yarışmasına dönüştüğünde kalkma zamanımın geldiğini hissediyorum.

"Bana müsaade," diye kalktığımda Sümer de ayaklanıyor.

"Seni bırakayım," diyor. "Geç oldu."

"Yakında oturuyorum, gerçekten benim için arkadaşlarından erkenden ayrılmana gerek yok."

Bana gizlice göz kırptıktan sonra "Var," diye fısıldayarak ısrar ediyor. "Gerek var." Hâlâ Sümer'in Fransa'daki hayatını muhabbetlerindeki yeni dalga konusu etmiş arkadaşlarına göz devirdikten sonra herkesle vedalaşıp önüne düşmem için işaret ediyor.

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin