22. Bölüm "Gidersen-3"

744 98 5
                                    

"Sümer!"

Benimkinden çok daha gür bir ses hemen yanımdan bağırdığında Arda'yı görüyorum; Sümer'in lisesinden mezun, üniversitede de aynı dersleri aldığımız arkadaşımı...

"Oğlum, n'apıyorsun, dursana!" diye bağırıyor Arda, çünkü o da önümüzdeki manzaradan çok rahat anlıyor ki Sümer'in dikkatini kendimize çekmenin yegâne yolu bu.

Ancak Sümer durmuyor, hızını bir an olsun kesmeden Cem'in yakalarına yapıştırdığı beyaz yumruklarıyla onu ayağa kaldırmaya çalışıyor. Bakışlarındaki öfke bana o kadar yabancı ki, bir an karşımdakinin gerçekten Sümer olduğu konusunda şüphe duyuyorum. Cem inleyerek ayaklarının üstünde sonunda durabildiğinde Sümer yüzünün ortasına öyle kuvvetli bir yumruk indiriyor ki, Cem yeniden dengesini kaybediyor.

Nefes nefese "Bir daha ona yaklaşırsan," diyor Sümer, ardından tehdidini daha rahat duyması için dizlerinin üzerine çöküp yüzüne yaklaşıyor.

İlk önce Cem'e daha fazla zarar vereceğini sandığım için girdiğim transtan çıkıp müdahale etmek üzere hemen yanlarına koşuyorum. "Sümer, dur!" diye bağırırken ortak arkadaşımız Arda da Sümer'i kolundan çekip Cem'den uzaklaştırıyor.

"Abi, n'aptın sen?" diye soruyor Arda.

Sümer'in gözleri benim üzerimde.

"Cem, iyi misin?" diye soruyorum, dizlerimin üstüne çekip yüzündeki ellerini çektiğimde kana bulanmış burnunu görüyorum.

Cem cevap olarak yalnızca inliyor.

Sümer'in bir daha saldırmaması için önüne geçen Arda bize seslenerek "Eylül, bence hastaneye götürelim," diyor.

Cem tekrar inliyor, aylarca aldığı kemoterapi yüzünden hastanelerden bıktığını bildiğim için itirazına şaşırmıyorum.

"Cem, gitmemiz lazım," diye uyarıyorum.

"Hayır," derken dahi hâlâ kanayan burnundan dolayı sesi boğuk... "İyiyim."

Ayağa kalkmaya çalıştığında etrafımızda toplandığını yeni fark ettiğim kalabalıktan iki kişi ona yardımcı olmak için öne atılıyor. Çantamda bulabildiğim kâğıt mendilleri çıkararak yüzüne bulaşan kanı silmeye başlarken Cem, şaşkınlıkla karışık nefret dolu bakışlarını Sümer'e çeviriyor.

Gözlerini takip ederek bizi izleyen Sümer'e dönüyorum ben de.

Sümer, Cem'i yok saymış gibi sadece beni izliyor. İnanamıyormuş gibi, teessüf edermiş gibi...

"Tanıyor musun sen bu manyağı?" diye soruyor Cem, bakışmamızı fark etttiğinde.

Sümer tehditkâr bakışlarını tekrar Cem'e çevirince hızla araya giriyorum.

"Evet," diyorum. Tanıştırayım, "Cem, Sümer; Sümer, Cem."

Bu kez inanamıyormuş gibi bakışlarını bana yönlendiren Cem oluyor, aldığı darbelerden canı yanmasa, garip bir durumun tam ortasında olmasak dudağının yarısını kıvırıp "Demek Sümer..." diye dalgaya alacağından bile eminim.

Arda, aramızdaki tek makul kişi olarak boğazını temizleyip bu tuhaf duruma mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyor.

"Büyük ihtimalle bir yanlış anlaşılma var," diyor Cem'e, sonra Sümer'e, en son da destek için bana bakarak. Gözlerini kocaman açarak uyarırcasına "Değil mi, Eylül?" diye tekrar ediyor.

Kafamı sallarken, "Evet," diye mırıldanıyorum.

"Daha önceden tanışmıyorsunuz, değil mi?" diye soruyor Arda, Sümer'e.

Sümer mırıldanmaya başlıyor:

"Sandım ki... Seni onun yere düşürdüğünü görünce zarar vermeye çalışıyor sandım."

Bakışları hâlâ bende.

"Kazaydı," diyor Cem, verdiğim peçeteleri burun deliklerine tıkmaya çalışıyor.

Aynı anda "Yanlışlıkla çarptı," diye onaylıyorum ben de.

Sümer, bir saniyeliğine gözlerini kapatıp derin bir nefes veriyor. Göz kapaklarını tekrar araladığında bakışları Cem'i buluyor ve "Özür dilerim," diyor.

Cem cevap vermiyor. Bana kısa bir veda edip merak etmememi söyledikten sonra arkasını dönüp gidiyor. Uyarısına rağmen onu takip etsem de beni durdurup ikinci kez tekrarlıyor. Akşam arayacağını söyleyerek yanımızdan uzaklaşıyor.

Arkasından endişeyle bakarken Arda yanıma gelip usulca mırıldanıyor:

"Yanına gelmeden önce mesaj atmıştım sana. Sana bir sürprizim vardı, diye yazmıştım; cevap gelmeyince Sümer ile seni aramaya çıkmıştık ki..."

Derin bir nefes alıyor, "Gerisini biliyorsun zaten," diye tamamlıyor.

Saniyeler dakikaya dönüşmeden Sümer de yanımıza geliyor.

"Sürpriz de Sümer'di işte, Fransa'dan ziyarete gelmiş."

Cem'in sırtındaki bakışlarımı Sümer'e çevirdiğimde bakışlarındaki mahcubiyetle karşılaşıyorum.

"Merhaba, Eylül," diyor kırık bir tebessümle.

Bana doğru bir adım atsa da daha sonra kendini durduruyor, sarılmak istese de tereddüt ediyor.

Sessizliğimin uzadığı her süre onun daha da gerildiğini fark ettiğimde "Sümer, hoş geldin," diye yanıtlıyorum.

Sümer hemen savunmaya geçiyor, "Ben gerçekten özür dilerim, senin bağırdığını duyunca..."

Ben nasıl bir cevap vereceğimi bilemeyince Arda kurtarıyor. "Hadi bakalım, arkamızda bırakalım artık bu olayı... Yanlış anlaşılmaydı, Cem de iyi olacak. Unutalım artık, kısıtlı vaktimizi daha fazla harcamayalım."

Not: Devamı en geç yarın...

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin