19. Bölüm "Gelevera Deresi-2"

786 104 29
                                    

"Hiç mi düşünmedun sen,
Hiç mi düşünmedun sen,
Sevdiğin böyle ağlar..."

-Kazım Koyuncu & Şevval Sam

Büyük konuşmuşum.

Çok değil, dört gün sonra gecenin dördünde hastaneye tek başıma giriş yapmak hiç de hoş değil.. Kasılmalar, her beş dakikada bir vücuduma öyle bir çarpıyor ki yürüyemiyor, konuşamıyor, hatta nefes alamıyorum. Bedenim ağrıya teslim olmaktan başka bir yanıt veremiyor. Kasıklarımdaki giderek güçlenen baskı hissi, bana bu kez doğumun gerçekten başladığını doğruluyor.

Koridordaki banklardan birine oturup dinleniyorum. Derin nefeslerle sakinleşmeye çalışsam da zihnimin doğumla alakalı binlerce felaket senaryosuyla dolup taşmasına engel olamıyorum, evet, ama bir yandan da yüreğimde filizlenen heyecanın dallarına tutunuyor, korkularımı bir kenara bırakıp oğlumu göreceğimin sevinciyle ruhumu avutuyorum. Hastane çantamı kavrıyor, nefes kesen diğer bir sancı bedenime çarpana kadar doğum bölümüne gitmek üzere ayaklanıyorum.

Girişimi ve kaydımı yaptırdıktan sonra hemşireler, bir odaya yerleşmeme yardımcı oluyorlar. Tıpkı önceki gece gibi, karnıma kasılmalarımı ve bebeğimin kalp atışlarını takip edebileceğimiz cihazın tokalarını yerleştirirken sancıların nasıl başladığına, herhangi bir kanamam olup olmadığına dair bir sürü soruyu ardı ardına sıralıyorlar. Sancının nefesimi kesmediği aralıklarda bütün sorularına yanıtlarımı verdikten sonra sıra muayeneye geçiyor ve ebe olduğunu tahmin ettiğim genç bir kadın, birkaç dakika sonra eldivenlerini çıkarırken gecenin bu vakti için fazla enerjik bir ifadeyle gülümseyerek müjdeliyor.

"Açıklık 2 santimetre kadar. Bunlar yalancı kasılmalar kesinlikle değil," diyor. "Doğum başlamış."

Allah'ım...

Bacaklarımdan tutarak bana destek olmaya çalışan diğer bir hemşire bana dönüp soruyor. "Baba, arabayı mı park ediyor, tatlım?"

Bedenim o kadar yorgun ki, önce cevap vermek istemiyorum. Ama yine de gecenin ilerleyen saatlerinde daha fazla meraklı bakışlara maruz kalmamak adına açıklamaya başlıyorum.

"Babasıyla artık birlikte değiliz," diyorum, ancak sesim hiç de güçlü çıkmıyor. "Tekim."

Hemşire, kafasını anlayış içerisinde sallarken "Ya ailen, arkadaşların? Aramamızı istediğin birisi varsa, senin adına arayabiliriz. Bugün büyük gün!"

Annem biletini ancak bir hafta öncesine çekebilmişti, daha gelmesine iki haftadan fazla vardı. Onu çoktan aramış, hastanedeki kontrolümden sonra tekrar arayacağımı belirtmiştim. Muhtemelen uyumayıp elinde telefon bekliyordur. Selin'e taksideyken durumumu haber veren bir mesaj atmış, Sema Abla'yı ise aramış fakat ulaşamamıştım. Dorian'ın hâlâ ülke dışında olduğunu bildiğimden doğumun kesin başladığından emin olana kadar ona bir şey yazmamaya karar vermiştim. Ona da şimdi kısa bir mesaj atmanın iyi olacağını düşünürken hemşireye teşekkür edip kafamı hayır anlamında sallıyorum.

Hemşireler aralıklarla kontrol için geleceklerini söyledikten sonra gelecek saatlerde güç toplamam için başarabilirsem uyumamı öneriyor ve çok geçmeden sancılarla kıvranmak üzere beni yalnız bırakıyorlar.

Oda boşaldığında bebeğimin kalp atışları tüm havayı doldurmasına rağmen, hissettiğim yalnızlık, beni iliklerime kadar ürpertiyor. Bebeğimin onca ay karnımda durduktan sonra benden ayrılması mı beni bu kadar korkutuyor? Onun gücüyle ayakta durduğumu bildiğimden mi, bu bedende tek başıma kalmak kanımı donduruyor? Geçmişin boyunduruğunu bir türlü atamayıp ona layık bir anne olamazsam? Ya babası gibi beni suçlarsa? Ya onu isterse?

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin