14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen - 3"

783 104 12
                                    

SÜMER

8 yıl öncesi, Eylül ayı, İstanbul

Doğum günlerini ne zaman sevmezsiniz? Ne olur da, en küçük bir kutlama fikri dahi kanınızı dondurur?

Söyleyeyim, ertesi günü ölüm yıldönümü olduğu zaman...

Zihnim yaklaşan tarihi sinsice bekliyormuş gibi, bir rüya ile geçmişe sürüklüyor beni. Her şeyin birbirine bulandığı bir rüyada algıma ulaşan ilk şey, su gibi akan berrak bir keman melodisi... Etrafa baktıkça çevrem genişliyor, netleşiyor. Eski evimizdeki abimle paylaştığımız küçük odayı görebiliyorum, parlak gün ışığını arkasına alan figürü daha net seçebiliyorum. Omzuna dayadığı keman bile daha genç duruyor, abimin gün geçtikçe hafızalarımdan silinen yüzü uzun zamandır bu kadar canlı, bu kadar huzurlu... Tellerden yayılan ezgi, dudaklarında nüktedan bir tebessümü uyandırıyor.

Kalp atışlarını duyabiliyorum, kalbi dahi, keman tellerinin titreyişini barındırıyor. Keman sustuğunda işte tam da bu yüzden başa çıkamadığım bir tedirginlik ruhumu esir alıyor, sessizlik ilk kez huzur vermiyor bana. Gün ışığı giderek kayboluyor, abimi çöken karanlıkta seçemez oluyorum.

"Abi?" diye sesleniyorum karanlığa.

Cevap gelmiyor.

"Abi?"

Beni duyup duymadığını önemsemeden özür dilemek istiyorum. Babamla ettiği o büyük kavgadan sonra bir daha eve girmemesine neden olduğum için beni geçmişe prangalayan o derin pişmanlığımı dile getirip azat edilmek istiyorum.

"Abi... Ben-" diye söze başlasam da korkunç bir ses tarafından bölünüyorum. İlk önce kemanın tellerine sımsıkı bastırılan yayın gıcırtısına benziyor bu, giderek artıyor, şiddetleniyor, belki de telleri kopuyor, yayın kılları parçalanıyor, her ne oluyorsa kulaklarımı doldurup taşan ses kalbimi hoplatıyor.

Sesten kendimi korumaya fırsat bulamadan anlıyorum ki, bunlar kemandan gelmiyor, peş peşe gelen çığlıkların yankıları bunlar, içinde tüm sevdiklerimin yakarışlarını duyabiliyorum. Hangisine koşacağımı bilemeden gözlerimi açıyorum.

Güneş, perdenin aralığından sızıp her şeyin bir rüya, kâbus, olduğunu fısıldıyor.

Tekrar aynı çığlıklara maruz kalmamak için yataktan doğruluyorum. Derin bir nefes alıp gözlerimi ovuşturuyorum. Mahmur bakışlarla yatağımın başındaki saate göz attığımda alarmımın çalmasına birkaç dakika kaldığını görüyorum. Saatin hemen yanında duran tarihse o kan donduran tarihin geldiğini söylüyor bana.

Yatağımın altında duran kemana uzanıyorum birdenbire. Biliyorum, abimin kalbi gibi bu keman, kutunun ahşabına kazınan "Deniz" isminde gencecik biten bir hayatın izi var. Onu bu sakin sabahta gönülden anarak ruhunun diğer dünyada huzurda olduğunu, çığlıklardan ziyade kemanının naif melodilerle dolu olduğu bir yerde mutlu olduğunu düşünmek istiyorum. Yarınki ölüm yıldönümünü aklıma hiç getirmeden...

Keman kutusunu nazikçe yatağımın üzerine koyuyorum, parmaklarım yavaşça kapağı kaldırırken beni içeride nasıl bir şokun beklediğinden habersizler.

İlk önce önümdeki manzaradaki garipliği anlayamıyorum, kemandaki değişikliğin ne olduğunu uykulu zihnim çözemiyor.

Teller yok. Koparılmış.

Fark ettiğim andan itibaren nefesimi tutup beynimi çalışmaya zorluyorum. Kimin, nerede, ne zaman, nasıl ve en önemlisi niye yaptığını sorguluyorum.

Cevap hemen gelmiyor. Karşımdaki manzarayı kabullenmeyi ısrarla reddeden düşünceler arasından bu olayın altında kimin olabileceğine dair isimlerin listesi zorlukla sıyrılıyor. Zihnimdeki şüpheliler listesinin en başından başlayarak isimleri eliyorum. Listenin sonuna geldiğimde elimde hiç kimse kalmadığında tekrar en başa alıp düşünmeye başlıyorum. Tam o sırada şüpheliler listeme asla girmemiş olan biricik isim geliyor aklıma:

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin