17. Bölüm "Ayrılık-1"

867 102 12
                                    


Fikrindən gecələr yata bilmirəm
Bu fikri başımdan ata bilmirəm
Neyləyim ki, sənə çata bilmirəm

Ayrılıq, ayrılıq, aman ayrılıq

Hər bir dərddən olar yaman ayrılıq

-Rashid Behbudov

EYLÜL

Günümüz, Ocak Ayının Sonları, Karlsruhe

Üşüyorum, sıcacık yuvamın uysal sessizliğinde tir tir titriyorum. Zira tanık olduğumuz üzücü talihsizliğin üzerinden saatler de geçse korkunun yüreğime üflediği soğuk rüzgârlar bir türlü dinmiyor.

Bakışlarım, gri bulutlarla yamalı lacivertten siyaha dönen gökyüzünde asılı. Belki her şeye rağmen parlayan cesur Ay'ı veya göz kırpan ışıl ışıl yıldızları görürsem içime çöken karanlık hisleri aydınlığıyla yok edebileceğini umuyorum.

Geçtiğimiz günlere nazaran bugün daha hareketsiz olan bebeğimin de uykuya daldığını düşünüyorum. Ayaklarını hep dayadığı karnımın sağ yanını okşayarak iyi geceler diliyor ve oturduğum yerden kalkıp uykunun sihirli kollarına kendimi bırakmaya niyetleniyorum.

Yatak odama doğru ilk adımımı atar atmaz telefonum çalıyor. Sesi duyduğumdaki irkilme, nasıl derin bir düşünce çukuruna gömüldüğümün en iyi işaretçisi.

Komodinin üstünde şarja takılı olan telefonumu elime aldığımda ekrandaki isim artık beni şaşırtmıyor:

Dorian...

"Alo?"

"Merhaba, Eylül..." Ses tonu o kadar yumuşak ki ağzından her çıkan her harf, hayranlık dolu hislere önceden yatırılıp infial yaratacak bütün kısımlarından ayıklanmış izlenimi yaratıyor. "Seni merak ettim, bıraktığımda hâlâ sarsılmış görünüyordun."

"Daha iyiyim," diye mırıldanıyorum, ama kelimelerimin Dorian'ı ikna edebilecek kabiliyette olmadığı belli.

"Senin bu gece yalnız kalmaman gerekirdi," diyor yumuşak bir kesinlikle. "İş seyahatimi değiştirebilmem eğer mümkün olsaydı, inan, bugün seni yalnız bırakmamak için her şeyi yapardım."

Desteğine minnettarlığımı vurgulayarak teşekkür ediyor ve ardından "Endişelenmeni gerektirecek hiçbir sıkıntı yok," diye ekliyorum. "Biraz mide bulantım, çok hafif de sancım var ama bunlar son birkaç gündür alıştığım şeyler. Doktor, son haftalarda bunların normal olduğunu söylemişti zaten. Dinlenmemi önermişti, ben de şimdi uyumaya gidiyordum."

Beni dinledikten sonra "Anladım," diye mırıldanıyor. "Ne yazık ki, Karlsruhe'ye ne zaman döneceğimi tam olarak kestiremiyorum. Senden ricam, acil bir durum olduğunda beni araman... Selin ve ailesinin seni yalnız bırakmayacağını bilsem de, sözünü aldığımı duymak beni uzaklarda bir parça olsun rahat tutacaktır."

"O zaman söz..." diye yanıtlıyorum. "Seni de sık sık durumumdan haberdar edip bıktıracağım insanlar listesine ekliyorum."

"Harika!" derken gülüyor. "Bugün davetimi kabul ettiğim için teşekkür ederim, Eylül. Her ne kadar Evelin'le başlayıp daha kötü sonlansa da seninle vakit geçirmek her daim olduğu gibi çok keyif vericiydi."

"Ben de teşekkür ederim, Dorian," diyor ve büyük bir ciddiyetle devam ediyorum. "Tüm içtenliğimle itiraf etmeliyim ki hep yanımda olacağını bilmek bana inanılmaz bir güç veriyor."

Hattın ucunda gülümsediğini duyabiliyorum. Birbirimize iyi geceler diledikten sonra çağrıyı sonlandırıyor, telefonumu tekrar şarja takıyorum. Işığı kapatıyor, ağrıyan belimi tutarak özenle yatağıma uzanıyor ve sol yanıma dönüp yatağın boş kısmına bakıyorum. Çift kişilik yatakların tek sahibi aylardır ben olsam da yatağın hep sağ tarafında uyumayı tercih ettiğimi fark ediyorum. Kendimininkinin hemen bitişiğindeki nadiren kullandığım diğer yastığa bakıyorum.

Bambaşka bir yatağın sol tarafında, başka bir kadının hemen yanında, kollarını ensesinde birleştirip bal rengi bakışlarıyla uyumadan önce tavanı izleyen biri olduğunu biliyorum.

Yenilgiyle gözlerimi kapatıp zihnimin kalbimle oynadığı bu canhıraş imgeden kurtulmaya çalışıyorum.

Ancak çok geç...

Kıskançlığın ağlarına bir kez yakalandınız mı, kanamadan kurtulmak mümkün görünmüyor. Evelin'i sormamın ardından Dorian'ın onu kıskanıp kıskanmadığımı sorduğunu hatırlayınca neredeyse gülmek istiyorum.

Kıskansam bilirdin, Dorian, diye kendi kendime mırıldanıyorum sanki beni duyabilecekmiş gibi. Kıskansam ikimiz de bilirdik...

Çünkü Sümer'i o kadınla her düşündüğümde, aylardır kalbimi korumak adına ördüğüm tüm duvarlara kuvvetli bir balyoz darbesi iniyormuş gibi hissediyorum. Tuğlalarım çatlıyor, betonlarım kırılıyor, uçuşan Acaba'ların toz bulutundan önümü göremiyorum.

Acaba bende bulamadığını onda bulmuş mudur?

Acaba sonunda ruh eşimi buldum, diyor mudur?

Acaba birlikte olduğumuz zamanlardan dolayı pişmanlık duyuyor mudur?

Acaba ona güldüğünde de gözleri kısılıp gamzeleri çıkıyor mudur?

Acaba ona da sımsıkı sarılarak mı uykuya dalıyordur?

Acaba onu da mı öperek uyandırıyordur?

Acımı bir yakıt olarak kullanan beynim sorduğum her soruya daha ayrıntılı görüntülerle cevap verdiğinde adeta nefessiz kalıyorum. Bir insanın hayal gücü yeri geldiğinde onun başlıca can düşmanı da olabiliyor.

Ne zaman tanıştılar acaba?

Sümer'i azıcık tanıyorsam, onun bir kadını ailesiyle tanıştırmasının çok büyük bir adım demek olduğunu biliyorum. O kadına çokça değer verdiği aşikâr... Bu derin bağı hangi ara kurduklarını sorguluyorum. Benden önce miydi, sonra mı? Onulmaz yüreğimin feryatlarını kesmeyecek, yankılarını bastırmayacak ama yine de merak edemeden duramıyor, üzerime bulaşan kıskançlıktan bir türlü kurtulamıyorum.

Acaba ne zaman bana aşkını haykıran o çocuk, gerçek aşkın başkasında olduğunu keşfetti?

Ne zaman...

NOT: Devamını şu an yazıyorum, bu sabaha karşı yetiştiremezsem gelecek geceye kesin bitirmiş olurum. Yorumlarınızı bekliyor, gelecek bölüme görüşürüz diyorum. :)

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin