8. Bölüm "Başkadır Başka" - Sümer

1K 75 5
                                    



"Leyla sevmek hoştur ama
Mecnun olmak başkadır başka
Ateş olmak hoştur ama
Yanık olmak başkadır başka..."

SÜMER
Günümüz, Kasım ayı, İstanbul

Babamın merakını dindirmekte yetersiz kalan cılız bir yalan üretmek üzereyken emlakçıya gürültülü bir giriş yapan kardeşlere minnettar kalıyorum. Aşırı önemsiz bir ayrıntıdan bahsetmişçesine omuz silkip tüm dikkatleri kardeşlerin üzerine ustalıkla yönlendiriyor ve o pisliğin bahsini özellikle tekrar gündeme getirmiyorum. İki kardeş, açgözlülüklerini bağıran planlarıyla ortalığı kasıp kavururken bense suskunluğumun siperine sığınıp tüm konsantrasyonumu bu küçük pürüzü çözmeye veriyorum. Kimse, dudaklarımın kenarlarını kemirdiğimi, dizimi huysuz huysuz sallayıp durduğumu, göz kırpmalardan fakir bakışlarımın milyonlarca fikirle ağırlaşıp garip noktalarda tökezlediğini fark etmiyor.

"Siz hallettiğinize göre," diyerek ayağa kalkan babamla dikkatimi tekrar etraftakilere yöneltiyorum. Babam yorulmuş bir ifadeyle bana bir bakış fırlatıp çıkışa doğru ilerlemeye başlıyor. "Biz kalkalım."

Sıktığımız dişlerimizin arasından iki kardeşe veda edip emlakçıdan soğuk havaya adımımızı atar atmaz, babam kardeşlerden duyduğu hoşnutsuzluğunu yine dile getiriyor. Memnuniyetsizlikle solduğu kelimelerin kıvrılıp beyaz bir buğu biçimini alışını izlemekten başka bir yanıt vermiyorum, o da canımın sıkkın olduğunun farkına varıyor ve üzerime gitmiyor.

Yola düşmeden hemen önce "Haydi, eve geri dönelim..." diyor.

İtiraz etmekte vakit kaybetmiyorum. Bahanem çoktan hazır...

"Ah, benim gidip Jeannine'i almam gerek, baba," diye açıklıyorum. "Annemler yemeğe çağırdı ya..."

Babam anladığını belli edercesine başını hafifçe salladıktan sonra İstanbul'a gelirken kiraladığım arabaya doğru kendi dalgınlığında eşlik ediyor. Amcamların evine onu tekrar bıraktıktan sonra mahalleden çıkıyor ve bulduğum ilk müsait yerde arabayı kenara çekip numarayı tuşluyorum.

Dört kere çaldıktan sonra yanıt geliyor.

"Alo?"

İstihbarat aracılığıyla tanıştığım Şafak abi, güvendiğim insanlar listesindeki bir elin parmaklarını geçmeyecek sayılı isimden birisi, o yüzden kısa ama net cevabıyla telefonunu yanıtladığında derin bir nefes alıyorum. Bu sıralar ne ile uğraştığını bilmediğim için ona erişebileceğimden şüpheliydim.

"Şafak abi," diye başlıyorum. "Sümer ben."

Kim olduğunu açıklamama aslında gerek yok, hattın diğer ucunda ülkenin en dahi telekomünikasyon uzmanlarından biri var.

"Söyle, Sümer."

"Abi, senden bir ricam olacaktı."

"Buyur, aslanım."

"Turgay Ergüven," diye başlıyorum. İçimde giderek yükselen bir nefret dalgası telaffuz ettiğim tüm heceleri boğarken bir solukluk mola verip elimdeki problemi çözmeye odaklanıyorum. "Abi, bu pislik iki yıl kadar önce vergi kaçakçılığından içeri alındı."

Emniyetin kapısından içeri girene kadar izlemiştim hatta...

"Ama anladığım kadarıyla bir şekilde çıkmayı başarmış. Şimdi neredeymiş, ne yapıyormuş, bir bakabilir misin?"

"Başka bilgisi yok mu elinde?"

Hatırladığım kadarıyla tüm bilgileri Şafak abiye aktarıyorum.

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin