15. Bölüm "Olur Ya-2"

761 102 14
                                    

Buluşmak için sözleştiğimiz İtalyan restoranına gerçekten yakınım, on beş dakikayı geçmeden kendimi kapıda beklerken buluyorum. Dorian'ın geçenlerde buradan bahsettiğinde yemeklerinin ne kadar başarılı olduğuna dem vurması hâlâ aklımda. Ama söylemeyi unuttuğu şeylerden biri, kesinlikle restoranın ne kadar popüler olduğu... Çünkü bu soğukta dahi, insanlar içeriye girebilmek için kapı önünde sıra bekliyor. Çok geçmiyor, son model araçlardan çıktıktan sonra anahtarlarını valeye teslim eden şık giyimli insanların yanında kendimi garip hissetmeye başlıyorum. Rezervasyonun muhakkak gerekli olduğu bu yere girip giremeyeceğimizi düşünürken Dorian'ı aramak için tekrar sırt çantamdan telefonuma ulaşmaya çalışıyorum.

Ekranda okunmamış bir mesajımın olduğu yazıyor, Dorian'ın gönderdiğini görünce hemen açıyorum.

Dorian: "Lütfen yaklaşınca beni arar mısın? Kapıda sıra beklemene gerek yok."

O ara, önümdeki sıra bekleyen kişiler de restorana girince kapının hemen yanında elinde bir listeyle bekleyen görevliyle göz göze geliyoruz.

"Hoş geldiniz," dedikten sonra gülümsüyor. Yargılayıcı bakışlarla süzmese de yün berem ve atkımla her gün görmediği bir müşteri olduğuna dair iddiaya girerim. "Rezervasyonunuz var mıydı?"

"Arkadaşım içeride," diyerek yanıtlıyorum.

"Onun ismini alabilir miyim?" Önündeki listeden işaretlemek adına ceketinin cebinden bir tükenmez kalem çıkarıyor.

Dorian'ın bir rezervasyon yaptığını düşünerek ismini söylüyorum.

"Solberg, Dorian" diye mırıldanarak listede ismi arayan görevli bulamayınca tekrar bakışlarını gözlerime dikiyor. Arkamdaki sıraya da hızla bir göz attıktan sonra soruyor.

"Emin misiniz?"

İçimdeki rahatsızlık duygusu kabarırken "Ben arkadaşımı arayayım," diyorum.

"Ben de içeriye tekrar sorayım," diyen görevli de restoranın derinliklerine doğru kayboluyor.

Dorian'ın telefonu çalsa da duymuyor olmalı ki çağrımı yanıtlamıyor, geldiğime dair kısa bir mesaj yazdıktan sonra arkamdakileri daha fazla bekletmemek için sıramı onlara veriyorum. Kenarda beklemek için uygun bir köşe ararken az önceki görevlinin restorandan çıkar çıkmaz bana seslendiğini görüyorum.

"Hanımefendi, gerçekten çok özür dilerim," diyerek bana doğru yürüse de bana söylemediğini düşünerek şaşırıyorum. "Bay Hector sizi bekliyor. Lütfen beni takip edin."

İtiraz edecekken Hector ismini duyunca susuyor ve uysal adımlarla önümdekini izliyorum.

Restoranın içi, dışarıya verdiği lüks atmosferden bile daha abartılı... Profesyonelce ışıklandırılmış mekânda, kırmızı ve koyu renklerin hâkim olduğu duvarların yanı sıra onlarca yuvarlak masa mumlar ve çiçeklerle süslenmiş. Masaların hepsi müşterilerle dolu, masalar arasında dolaşan garsonlar gayet profesyonel ve henüz daha akşamüstü saatlerinde olmamıza rağmen herkes göz alıcı elbise ve takımlarıyla gayet rahat görünüyor. Tam da bu yüzden az önce takip etmemi söyleyen görevli ceketimi almak istediğinde bir süre tereddüt ediyorum. Ancak restoranın içi bir yaz günü kadar sıcak olduğu için üzerimdekileri çıkarmaktan başka çarem yok.

Utana sıkıla adamın kollarını kalın paltom ve soğuktan korunmak için üzerime giydiğim bilumum yünlü aksesuarla doldurduktan sonra o onları uygun bir yere koymak için gidiyor, bense yapışan saçlarımı kabartmak için parmaklarımı saçlarımdan geçiriyor, hamilelik öncesi de severek giydiğim boğazlı bol kazağımı pantolonumun üzerinde düzeltiyorum. En azından biraz daha insan içine karışabilir hâle geldiğime inandığımda beni Dorian'a götürmek için tekrar önümde yürümeye başlayan görevliyi takip ediyorum.

Mucizevi (Efsanevi #2)Where stories live. Discover now