6. Bölüm "Sonsuza Yazdık" -Eylül

1.1K 129 13
                                    


Eylül

Günümüz, Ekim sonu, İstanbul

Zaman, doğumdan ölüme gerilmiş bir ip; bizler ise acemi ve bir o kadar sakar akrobatlarız. Saniyeler yıllara evrilirken cebimizde donca hatırayla dengemizi kaybetmek üzereyken buluruz kendimizi ve derin bir pişmanlık vadisinde dibi boylamadan hemen önce şeytanın ta türettiği o sözcük, dudaklarımıza tatlı bir öpücük misali konar:

"Keşke..."

Sümer'den yadigâr mor yamalarla dolu kalbime ve ruhumun katlandığı cehennemdeki zebanileri bile kıskandıran ıstıraba rağmen, bebeğimin bana yasakladığı o kelimeyi asla dilime almıyorum. Ölümün nefesini ensemizde hissettirdiği şu günlerde, bana daha doğmadan bahşettiği taze hayallerden güç alıp yaşam cambazlığına kaldığım yerden devam ediyorum. Her soluğumda bebeğimin varlığını kendime hatırlatıyor, daha fazla severek tüm her şeyi düzeltebileceğimiz ütopik bir evrenin, adeta bir hayal dünyasının umudunu aşılıyorum.

Dönüş biletlerine bakarken Almanya'ya tekrar ayak bastığımda kurduğum düzene öncekinden de güçlü bir iradeyle tutunacağımı biliyorum. Edilmiş bir veda ile geçmişin tüm sisinin dağıldığını ve nihayet parlak bir geleceğin yaklaştığını ufukta görebiliyor, sol yanımdaki sızıyı daha fazla sevgiyle şişen yüreğime veriyorum. Bebeğime beslediğim duygularla dolup taşmış manevi okyanusumda, hayallerimi yazdığım kâğıtları koca gemiler yapıp sulara salıyorum ve dönüş biletimi almaya saniyeler kala, yeni hayatımın ufuklarında yelken açmaya kararlı bir kişi telefonumun ekranında kendini hatırlatıyor. Çağrıyı yanıtladığımda, Dorian Solberg'in tok sesinin etkileyici hitabıyla karşılaşıyorum. İsmimi, güven sunan heceleriyle yoğuruyor:

"Eylül..."

"Dorian," diye karşılık veriyorum, en zor zamanlarımdan birinde yardımını esirgemediği için ona olan mahcubiyetim sesimdeki kendine güveni aşındırıp zayıflatıyor. Küçük harflerle konuşuyor gibiyim. "Selam..."

"Nasılsın, Eylül? Mesajını aldım. Şimdi umarım daha iyisindir..." Sonra hatırlamışçasına düzeltiyor, vurgusunun ardına özenle yerleştirilmiş muzip bir tını var. "İyisinizdir..."

"İyiyim, iyiyiz..." Hüzünle iç geçirip cevabıma devam ederken kalın kazağın üstünden karnımı okşuyorum. "Sadece zor günler, Dorian."

"Sevdiklerinin senden koparılması nasıl acıtır, iyi bilirim. Acı tüketir. Yorar," diyerek verdiği cevap bir an duraksamama sebep oluyor. Dorian, kendi geçmişine apayrı bir boyut kazandırıp, muhtemelen tecrübelerinden doğan bir öneriyi sunmaya başlıyor. "Ben günlük hayatın tekdüzeliğinde huzuru buluyorum. Kaldığın yerden olabildiğince hızlı devam etmek ve acıya fırsat vermemek gerek..."

Entelektüel cümleleri derin bir nefesle geride bırakarak, "Demem o ki," diye soruyor. "Ne zaman dönüyorsun?"

"Şu an biletlere bakıyorum," diye yanıtlar yanıtlamaz sorusu geliyor.

"Hım..." Mırıldanarak bir şeyle uğraşıyormuş gibi biraz sessizlik içerisinde oyalandıktan sonra soruyor. "Bu akşam saat 10 senin için uygun mu?"

Önce "Uygun ama neden soruyorsun ki?" diye sorsam da zihnimde filizlenen bir iki tahmin hızla itiraz etmeme yetiyor. "Dorian, bir dakika... Lütfen bana bileti aldığını söyleme!"

"Tamam, söylemiyorum ama sen bu akşam 10'da uçağın olduğunu bil. Elektronik bileti şimdi sana yönlendiriyorum."

"Neden? Neden sürekli bunu yapıyorsun?"

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin