4. Bölüm 2. Kısım "Ayrılık Şarkısı" - Sümer

1.4K 121 2
                                    


Kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu
Şarkılarla geçtim aranızdan
Yalnızlar gibi susup uzun uzun
Düşlüyorum bu kenti
Ah, bir aşk gibi...

-Kazım Koyuncu

Bir iki hafta sonra ağabeyim Deniz, fakültenin tatile girdiğini ve ertesi gün İstanbul'a dönmek üzere bilet aldığını haber veriyor bize. Ahizeyi tekrar yerine koyduğumuz andan itibaren evin havası değişiyor adeta, kalbimizdeki özlemi kavuşma heyecanıyla sıvayıp yeniden tam oluyoruz.

Ertesi gün otogardayız, yaklaşan Ankara arabasını gördüğünden beri annem kıpır kıpır, yerinde bir saniye daha oturamıyor. Otobüs durur durmaz yanımızdan ayrılıp açılan kapıya doğru aceleci adımlarla ilerliyor. Abim henüz otobüsün basamaklarını inip terminale ayak basmadan annemiz oğlunu seçip seslenmeye başlıyor.

Bir yandan "Deniz, oğlum!" diye bağırırken bir yandan da bizi görebilmesi için elini sallıyor annem. Abim, sese doğru başını kaldırdıktan sonra bizi görüyor ve sevinci dudağında en güzel izi bırakıyor. Elinde keman çantasıyla otobüsten indikten sonra bagaj sırasına giremeden çoktan boynuna atlayan annemize sımsıkı sarılmasıyla karşılık veriyor.

"Kuzum benim, hoş geldin, yavrum..." Yaşı kaç olursa olsun hâlâ bir bebek seviyormuş gibi oğlunun kokusunu çekiyor içine. "Ne özlemişim seni..."

Sahte bir sitemle "Anne, yirmi gün önce buradaydım ya..." diyor abim, ama gördüğü ilgiden asla şikâyetçi değil, annemden aldığı çakır rengi bakışlarında mutluluğun yıldız yıldız parladığını herkes görebilir. Elinden tuttuğum babam, onlara daha da yaklaşmak istediğinde kolumdan usulca çekiştiriyor ve bizi tüm pasif agresifliğiyle takip eden Mehtap ile beraber abimi selamlamak üzere ilerliyoruz.

"Hoş geldiniz, Doktor Bey," diyor babam, gururlu bir gülümseme yerleştirdiği suratına tezat abimin yüzü soluyor sanki, ancak zorlu bir yutkunma sonrası donuk bir tebessümle yanıt veriyor babama. Babam, abime sarıldıktan sonra onun bavulunu bagajdan almak için elimi serbest bırakıp uzaklaştığında anneme dönüyorum, Nihal Çetiner yıllara meydan okuyan güzelliğiyle başımı okşuyor, tüm çocuklarının yanı başında olmasının verdiği huzurla bizi izliyor.

Babamın boş bıraktığı elimi annem kavrarken "Nasılsın, Deniz'im?" diye soruyor annem.

"İyiyim annem, sizleri sormalı."

Annemin yanında sessizce keman kutusunu izleyen bana dönüyor daha sonra: "Küçük Einstein, abini hiç özlemedin mi? İnsan bir gelir, sarılır. Mehtap'tan umudu yıllar önce kestim de, bari seni kaybetmeyelim."

Mehtap, ergenliğinin doruk noktalarında... Yapmacık bir kahkahayla abimi alaya aldıktan sonra hepimizden nefret ediyormuşçasına aradaki mesafeye üç metre daha katarak uzakta durmaya ve CD çalarıyla uğraşmaya devam ediyor.

Abim, kız kardeşinin tavrına güldükten sonra boylarımızı eşitleyebilmek için dizlerinin üstüne çöküp kollarını sarılmam için açıyor. Özlemimizi sımsıkı bir sarılışla betimledikten sonra kollarından ayrılırken karışık saçlarımı daha da karıştırıyor ve "Sümer," diyor göz kırparak. "Kemanımı sen taşır mısın arabaya kadar? Bu kutsal görev senin olmalı."

Abim, okulundan fırsat bulup eve geldiğinde evimizi hep daha bir severdim. Daha ılık olurdu sanki, annem hazırladığı sofralara hep daha fazla özenirdi. Mehtap, odasına geçmezdi hemen. Abim bir şey anlatmaya başladığında televizyonun sesi kısılırdı. Özlemimiz mi göz boyamıştı bilmiyorum; ama bu defasında abim sırlarıyla dönmüştü Ankara'dan. Babamın abimin doktor olacağıyla alakalı açılan her bahiste o gözlerini indiriyor, yemek yerken iştahı kaçıyor, babama sadece sessiz bir gülümsemeyle yanıt veriyor. Tedirginliğini asla fark etmiyoruz. Müzik tarihini anlatan kitabını okurken tırnaklarının kenarını ısırdığını, saatlerdir aynı sayfada gözlerinin sabitlendiğini, kafasındakilerden arınmak istiyorcasına arada bir derin nefesler aldığını göremiyoruz.

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin