20. Bölüm "Güzel Ne Güzel Olmuşsun-1"

863 118 32
                                    


Benim yârim bana küsmüş
Gayrı sözü benden kesmiş
Zülüflerin göze dökmüş
Sevilmeyi sevilmeyi...
-Fikret Kızılok

SÜMER
Günümüz, Karlsruhe, Almanya

"Sakın ona dokunma..."

Parmaklarım vuslata eremeden havada asılı kalıyorlar.

Bakışlarımı bakmaya doyamadığım bebeğimden, aylardır her hayalimin başrolündeki annesine, kalbime, çeviriyorum. Anlıyorum ki hatıralar güzelliğinin hakkını hiç verememiş. Süt tenini, kadife dudaklarını, baş döndürücü kokusunu hafızam tasavvurlarımda yeterince vurgulayamamış. En önemlisi... Hayal gücüm gözlerindeki yeşil harelerin öfkeyle tutuşup koca bir yangına dönüşeceğini bir kez olsun hesaba katmamış.

"Buraya nasıl girdiysen," diyor Eylül, sesi uykudan boğuk bile gelse nabzım hızlanıyor. Parmaklarım ona dokunabilmek için karıncalanıyor, ancak adım atmaya fırsat bulamadan Eylül yataktan yıldırım hızıyla doğruluyor. O naif ruhunda kabaran onlarca duygu flaş hızıyla ela bakışlarına dokunuyor. Şaşkınlık, kafa karışıklığı, korku, öfke ve yüreğimi en çok iğneleyen nefret... "Öyle de çık..."

Bana öyle haşin bakıyor ki dudaklarımı aralasam da ne diyeceğimi bilemiyorum.

Donakalışımı fırsat bilen Eylül beşiğin başına gelerek bebeğimizin önüne geçiyor, parmaklarıyla sımsıkı yatağı kavrarken oğlumuzun iyi olduğundan emin olmak için omzunun üstünden endişe dolu bir bakış fırlatıyor ve ardından göğsünü bana siper ediyor.

Sanki onu benden korumak istermiş gibi...

"Buraya nasıl girdin, Bora-" Kafasını yanılmış gibi iki yana salladıktan sonra gözlerime tehdit edercesine bakışlarını dikiyor. "Sümer?"

Bora?

Bir yanım bu ismin ardındaki manayı merak etse de, Eylül uykudan ayıldıkça dizginlenemez bir endişe ve öfkeye kapılmasıyla dikkatimi hemen dağıtıyor.

"Oğlumu benden çalmaya mı geldin?" diye soruyor. Öfkeyle endişenin yarıştığı bakışlarına hızlanan nefesleri eşlik ederken sorusu tenimi yakmış gibi irkiliyorum. "O yüzden mi hırsız gibi girdin içeri?"

Ellerimi uzatıp onu sakinleştirmek istiyorum. Ancak Eylül niyetimi yanlış anlıyor. Bebeğimizi beşiğinden tedbirli ama hızlı bir hareketle alıp göğsüne yapıştırdıktan sonra odanın diğer ucuna kaçıyor. Arkamdaki kapıdan salona koşmak istediğini gözlerinden anlıyorum. Hızla inip kalkan göğsünde her şeyden habersiz yatan oğlumuza daha da sıkı sarılıyor.

"Eylül, dur!" diyebiliyorum. Sesimi duyurabilecek nefesi zor buluyorum. "Lütfen sakin ol."

"Sakin ol mu!" diye bağırıyor Eylül. "Bebeğimi benden çalmaya çalışıyorsun ve bir de sakin olmamı mı söylüyorsun?" Öyle öfkeli ki sıktığı dişleri arasından kelimeler parçalanarak çıkıyor.

Bir düzeltme refleksiyle açıklamaya koyuluyorum:

"Eylül, ben-"

Nereden başlayacağım? Nereyi tutsam elimde kalıyorken nasıl toparlayacağım?

"Sen ne, Sümer?"

Bakışlarıyla dirilen ruhum, gözlerindeki nefretle çalkalanıyor. Tüm bedenim sarsılmış durumda, göğsümdeki ağrılar kazanın sonuçları mı yoksa içine düştüğüm umutsuz trajediyle başa mı çıkamıyorum?

Suskunluğumun nabzı dudaklarımda atarken Eylül devam ediyor. "Sen ne!" diye bağırıyor. "Hangi açıklamayı kabul edeceğimi sanıyorsun? Ne bekliyorsun benden?" Durmuyor, oğlumuz huzursuzlanıp inlese de bağırmayı kesmiyor. "Geldiğin gibi git ve oğlumla beni rahat bırak!"

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin