20. Bölüm "Güzel Ne Güzel Olmuşsun-2"

893 123 25
                                    


Bilincimi ara ara geri kazandığım zamanlarda, duyularım o kadar boğuk ve bulanık ki yaşadıklarımın hayal gücümün bir ürünü olup olmadığından emin olamıyorum. Belki Fransa'da hâlâ yoğun bakımdayım, belki de kaza sadece dakikalar önce gerçekleşti, ben de yolun bir kenarında hareketsiz yatarken bunları hayal ediyorum.

"Gözlerini açtı," diyor bir ses.

"Sümer, beni duyuyor musun?"

Eylül soruyor, dudaklarımı oynatmaya çalışsam da nafile. Göğsümden yayılan ağrı benden tüm soluklarımı çalalı epey olmuş.

"Selin, ambulansı arayalım. Çabuk!"

Eylül...

Ah, benim kalbim...

Ne olur, diye tüm benliğimle yakarıyorum. Ne olur, o da hayal gücümün bir ürünü olmasın, bu kadar ayrılık yetsin! Cehennemi ne kadar hak etsem de oğlumu bir kere kucağımda koklamadan ölüm beni almasın...

Yakarışlarıma her zamanki gibi yanıt alamıyor, yeniden bütün farkındalığımı yutan bir karanlığa hapsoluyorum.

*****

Kirpiklerim görüşümü geri kazanmak için titreşiyor ama göz kapaklarım hâlâ çok zayıf. Bilincim dalgalansa da farkındalığın kıyılarına tutunmaya çalışıyor, algıma ulaşan ilk hisse can simidiymişçesine sarılıyorum. Yüzüme yerleştirilen maskeden gelen hafif nemli havayla soluklarımın daha gayretsiz olduğunu fark ettiğimde ister istemez rahatlıyor, gözlerimi aralamak için enerjimi toplamaya çalışıyorum. Göz kapaklarımın arkasındaki aydınlıkta kıpırdayanların gölgelerini bir perde oyunu gibi seyrederken, maskeden üflenen havanın baskın sesi yüzünden etrafımda konuşulanları tam çıkaramıyorum.

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum, fakat gözlerimi açtığımda neredeyse ağlamak istiyorum.

Tekrar hastanedeyim.

Eylül'ün bir hayal olduğu gerçeği, yüreğime bir hançer gibi saplanıyor. İhanete dayanamıyorum, nabzım hızlanıyor ve ağrı, zayıf anlarımı kollayan bir avcı gibi beni gafil avlayıp nefeslerimi benden çalıyor. Yüzümdeki maskeyi söküp atmak istiyorum.

Birisi "Şşşş," diye mırıldandığında odanın diğer ucuna, sesin sahibine bakıyorum. Bakışlarımız buluşunca devam ediyor. "Sakin olmaya çalış."

Almanca konuştuğunu anladığımda, önceki bulunduğumdan daha farklı bir hastanede olduğumu da fark ediyorum. Odanın diğer ucundan bana seslenen kişi sandalyeden kalkarak yanıma yaklaşıyor. Açık kumral saçlarının kalp şeklinde çerçevelediği yüzündeki iri mavi gözleri, tanıdık gelse de çıkaramıyorum.

"Daha iyi misin?" diye soruyor.

Kafamı evet anlamında sallıyorum.

"Hastanedesin," diyor. Bu kez Türkçe konuşsa da aksanının kırıklığını yakalamamak imkânsız... "Eylül'ün yanındayken bayıldın, ambulansla hastaneye getirdik."

Demek ki bir hayal değilmiş... Şükürler olsun, diye düşünürken Eylül'ün sesi kulaklarımda yankılanıyor.

"Senden nefret ediyorum."

İç çekişime engel olamıyorum.

Bunu sen istedin. Bu duruma sen getirdin. Yakınmak yok.

Fazla sessiz kalmış olmalıyım ki karşımdaki genç kadın, tuhaflıktan kaçmak için duvarları kaçamak bakışlarla seyrediyor.

"Affedersiniz," diye soruyorum. "Siz kimsiniz?"

Kadın bakışlarını bana çeviriyor.

Hafif bir tebessümle "Ben Selin," diyor. "Eylül'ün en yakın arkadaşıyım."

Unvanımı başkasına kaptırdığımı duymak... Tekrar öldürüyor beni.

Sadist vicdan azabım, kırık bedenimden çok daha güçlü, sesini her şeye rağmen duyurabilmeyi başarıyor: Ne bekliyordun, kollarına atılmasını mı?

Genç kadın konuşmasına devam ederken dikkatimi iç çatışmadan ona yöneltiyorum. "Ben Eylül'ü ziyaret için gelmiştim. Tam içeri girdiğimde sen düştün. Bilincin açılmayınca hemen ambulans çağırdık. Eylül, bebeği yalnız bırakamadığı için benim eşlik etmemi rica etti."

Kafamı sallayıp kendimi konuşmaya zorluyorum. "Ben de-, benim ismim de-" Öksürükler ve sürekli ağrıyan göğsüm bana izin vermiyor.

"Kim olduğunu biliyorum," diye yanıtlıyor Selin. "Sümer, Deniz'in babası..."

Beşiğinde sessizce uyuyan okyanus gözlü minik oğlumu gözlerimin önüne getirdiğimde içime öyle bir mutluluk doluyor ki, dünyayı fethedebileceğime inanıyorum.

"Eylül senden bahsetti," dediğinde bakışlarımın umutla karışık bir merakla dolduğunu eminim o da görebiliyor ki, hevesimi öldürmekte gecikmiyor. "Hiçbiri iyi değildi..."

Pişmanlık, suçluluk ve utançla ağırlaşan bakışlarımı indiriyorum.

Selin haklı bir sessizlikte odanın diğer ucuna tekrar gidiyor ve sandalyenin üstünde duran paltosunu giyinmeye başlıyor.

"Hemşire az önce doktorun akşamüstü vizitinde açıklama yapacağını söylemişti," diye sesleniyor tekrar. "Sen uyanana kadar beklemek istedim. Ancak artık işe yetişmem lazım. Eylül, hangi hastanede olduğunu biliyor. Bugün bebeği kimseye bırakamayacağı için gelemeyecekmiş ama bana telefonda yarın gelebileceğini söyledi. Telefon numaralarımız hemşirelerde var, acil bir durum olursa bize haber verecekler."

Kafamı salladıktan sonra teşekkür ediyorum.

"Teşekküre gerek yok," diyor. "Eylül, ne yaşanırsa yaşansın gerçekten yardıma ihtiyacı olan birine yüz çevirecek biri değil."

Çantasını da omzuna alırken birkaç adım atarak yanıma yaklaşıyor, yüzündeki ciddi ifadeyi daha net görebiliyorum.

"Bebeğini görmek istediğini tabii ki anlayabiliyorum. Ancak..." Daha da yakınlaşıyor. "Eylül'ü veya Deniz'i bir şekilde üzer veya onlara zarar verirsen bir dahaki karşılaşmamızda bu kadar insancıl davranmayabilirim."

Öyle bir niyetimin asla olmadığını anlaması için kafamı iki yana sallıyorum.

Arkasını dönmeden "Eylül artık tek başına değil," diye mırıldanıyor ve vurgulayarak ekliyor. "Her anlamda... Hak ettiği değeri ona veren kişiler var."

Not: Gelecek yani 21. Bölümde Eylül ile devam edeceğiz. Bölümün şarkısını hâlâ düşünmekteyim, önerilerinizi beklerim...

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin