21. Bölüm "Ayrılanlar İçin -1"

912 133 19
                                    


Yollarımız burada ayrılıyor
Artık birbirimize iki yabancıyız
Ne kadar acı olsa
Ne kadar güç olsa

Her şeyi, evet, her şeyi unutmalıyız
Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine

Unutursun o günlerimizi gecelerimizi
O günlerce gecelerce sevişmelerimizi

-Timur Selçuk

EYLÜL

Günümüz Mart Ayı, Karlsruhe, Almanya

Hattın diğer ucundan "Hastaneyi bulabildin, değil mi?" diye soruyor Selin.

"Evet," desem de cevabım beyhude bir iç çekişten daha ileriye gidemiyor. "Deniz nasıl?" dedikten sonra hatırlatmak için başlıyorum. "Biliyorsun, biberonlar-"

"Buzdolabındalar... Ayrıca Deniz mışıl mışıl uyuyor," diyerek yanıtlıyor Selin, hecelerinin dahi gülümsediği, dans edercesine dalgalanan sesinde aşikâr. "Prensimizin altı temizlendi, bezi değiştirildi, karnı doyuruldu, gazı çıkarıldı, göbeğinin üzerinde de biraz yattı, şimdi yumuşak ve sıcak bir kundağın içinde, Sema Teyzesi de yanında ninni söylüyor. Bir bebek daha ne ister ki?"

Soğuk hava, tüm bedenimi sinsice sardığından dişlerim birbirine çarparak bir kahkaha atıyorum. "Keyfinizi bozmak istemezdim ama işim kısa sürecek."

"Sen işlerini rahat rahat hallet," diyor Selin. "Bizim için endişelenme."

"Teşekkür ederim, Selin."

"Eylül," Bıkkın bir tona bürünen sesle devam ediyor. "Kaç defa söyleyeceğim. Teşekkür etmene gerek yok. Deniz'le vakit geçirmek için her şeyi yapmaya hazırız. Hatta ben bu koca yanağı gizlice kaçırmanın yollarını bile arıyor olabilirim." Güldükten sonra ciddiyetle vurguluyor. "Üçüncü kata çıkacaksın. Oda numarası on birdi. Bir şeye ihtiyacın olursa ara beni."

Kalbim sonu olmayan bir minnettarlıkla ısınırken vedalaşıyor ve telefonları kapatıyoruz. Geçen günlerde yağan kar artık kesilmiş olsa da hava yine de buz gibi, cılız dallar bile soğuktan titriyor, sanki sokaklara boydan boya çamur ve buzdan oluşan bir badana atılmış. Paltoma daha sıkı sarınıp kırmızı beremi biraz daha aşağı çekiştiriyor, aceleci ama temkinli adımlarla karşımda duran hastaneye giriyorum.

Dünden beri yaşananları hatırlamak, baş ağrıtan bir aksiyon filmini izlemişim gibi hissettiriyor. Sümer'in yokluğuna ve bebeğimle baş başa kurduğum yeni düzene alışmışken hiçbir şey olmamış gibi hayatımın birdenbire tam ortasına adeta ışınlanması, dengemi alt üst etmiş vaziyette. Kapıyı açıp içeri nasıl girdiği, evimi nasıl bulduğu bile tam bir muamma iken birdenbire bilincini kaybedişi tüm bu bilinmezlik çorbasına bir çeşni daha katıyor.

"Aylar sonra ansızın çıkıp geliyorsun, onda da yüzüme boş boş bakıyorsun... Sümer, senden hiçbir açıklama istemiyorum buraya nasıl girdiğin haricinde. Kiminleydin, neredeydin, buraya nasıl ve neden geldin, umurumda değil. Deniz için konuşabiliriz, ama böyle ansızın gelerek olmaz."

Cevap gelmeyince Sümer'e dönüyor ve hiç beklemediğim bir manzara ile karşılaşıyorum. Şaşkınlık, tüm öfkemi askıya almayı başarıyor.

Söylediğim sözlerinin hiçbirini idrak edemediğine eminim; çünkü gözleri benim üzerimde olsa da odaklanmış değiller, zorlanıyormuş gibi nefes alırken benzi daha da atıyor, alnının terle parladığını fark ediyorum. Vücudunu bu rahatsız histen kurtarmaya çalışırcasına hareket etmek istese de tek yapabildiği duvardan destek almak için parmaklarını kıpırdatmak. Bakışları aramızdaki kanepeye düştüğünde, dizlerinin bu soluk bedeni daha fazla taşıyamayacağını öngörmek mümkün... Sümer'in gözleri, göz kapaklarının ardına yuvarlanmadan düşüşünü engellemek istercesine bağırıyorum.

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin