3. Bölüm 1. Kısım "Yolun Sonu" - Eylül

1.8K 119 17
                                    


"Şimdi yalnız yürüme zamanı
Unut gitsin her güzel anı
Ben sararım yalnız yaramı
Sen git yaşlarım akmadan"

-Kıraç

Eylül

Günümüz, Ekim sonu, İstanbul...

Annemin fazlaca dramatik edalarıyla evden içeri giriyoruz, monoloğunu sergilemeye hazırlanan sabırsız bir tiyatro oyuncusu gibi salona dahi geçmeyi beklemeden hararetli kelimelerini birbiri ardına sıralamaya başlıyor:

"Şu hadsize bak sen! Bir de karşıma geçmiş, benden arsız arsız hesap soruyor."

"Anne, lütfen..."

Veryansını dur durak bilmiyor. Yıkılan domino taşlarını engelleyemiyormuşçasına umarsız, sadece dinliyorum, izliyorum, sabrediyorum.

"Ne lütfeni, Eylül? Haklı değil miyim?" Gözlerimdeki yeşil harelerin asıl kaynağı olan, nazenin bir taç yaprağını anımsatan irislerine dikkat çekmeye çalışır gibi gözlerini fal taşı gibi açıyor önce, sonra birden nefesini içine çekerek şok oluyor. "Bana onun tarafını tuttuğunu söyleme sakın! Onu mu savunuyorsun yoksa? Bunca şeyden sonra?"

Yüce bir erdem olan sabırdan inatla vazgeçmiyorum. Duygularımı içime çektiğim sağlam bir nefesin altında ezdikten sonra sözlerimin keskin kenarlarını zımparalıyorum, zira bir kişinin daha bu zalim günde daha fazla kanamasına tahammülüm yok. Sesimi sükûnetin sınırlarında tutmaya özen göstererek, "Benim kimseyi savunduğum yok, anne. Taraf falan da yok..." diyorum.

Hem... Geçmiş ile bitmiş arasında hangi tarafı tutabilirsiniz ki?

"Ben artık kendi hislerimi dahi düşünmez oldum. Bebeğimin iyiliği haricinde hiç kimseyi, hiçbir şeyi gereğinden fazla önemsemiyorum. Sana da aynısını öneririm."

Önce ustaca bir sigara dumanı üflemişim gibi söylediklerimin havada bıraktığı desenleri izlercesine susarak bekliyor, ama konuşmaya başladığı anda anlıyorum. Önerim bir kulağından girip diğerinden çıkmış, tıpkı sigara dumanı gibi genzinde kötü bir tat bırakmaktan öteye geçememiş.

"Bak samimi söylüyorum, gerçekten anlamıyorum. Bu cesareti nereden buluyor bu çocuk? Kendini bilmez herif!"

Annemin sınırları zorladığını ne çabuk unutmuşum... Başka çıkar yol bulamayınca "Anne!" diyerek sertçe uyarıyorum.

Nihayet ağzımdan çıkanlar bir fark yaratmışa benziyor. Annem, bakışlarını gözlerimin ta en içine yaslıyor, ruhumun saklı karanlıklarından ne çıkaracağımın meraklı bekleyişi içerisine giriyor.

Mahrem, küflenmiş bir sırrı gün ışığına çıkarırken kısık bir sesle devam ediyorum.

"Biliyor anne, o yüzden konuşuyor. Sümer her şeyi biliyor."

"Neyi biliyor?"

Gözlerimi ister istemez kaçırma gereği duyuyorum.

"Dokuz yıl önce o gece neredeyse..." Sesim giderek alçalıyor, duyulamaz bir fısıltı hâlini alıyor ve en sonunda susuyorum. Geçmişten kopup gelen mayhoş bir ağırlık hissi, annemle ortamıza davetsiz bir hayalet gibi giriverip hayat enerjimden çalıyor. "O olayı işte..."

Sözlerimin, annemin bakışlarında tetiklediği metamorfoz beni ister istemez hayrete düşürüyor, pişmanlık karşısına eski bir arkadaş gibi çıkıp tüm ruhunu bencilce işgal ediyor. Gözleri dibi görünmeyen bir çift karanlık kuyuya döndüğünde artık daha iyi anlıyorum, yüreğimin yıllarca korkak bir kuş misali çırpındığı bakışlara gölgesini düşüren ilgisizlik değil, pişmanlık ve kedermiş. Kaşlarını çatmasındaki sebep bana katlanamamasından değil, başından bir türlü çıkartamadığı çaresizlik tacının acısındanmış. Annemin sakız gibi çiğnenip tükürülen hisleri kocaman bir enkaz, yıpranan ruhu göçük altında kalan bir hayatzede. Geçmişi geçmişte bırakmayı başarabileceğinden emin değilim, çünkü görebiliyorum: İçine akıttığı gözyaşlarında boğduğu onca kokuşmuş anının zaman zaman su yüzüne çıkmasını engelleyemiyor.

Mucizevi (Efsanevi #2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin