7. Bölüm 3. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül

Depuis le début
                                    

Bastırmaya uğraştığım anıları üst üste koyup zihnimin topraklarında koca bir duvar ördüm ben, devasa surların ardında asla dizginleyemediğim duygularımı esir tutuyorum. Aklımın derin dehlizlerinde hazmedemediğim onca hain düşünce tarafından defalarca suikasta uğrasam da, bakışlarımın yirmi bin fersah altında kaynayan deliliğin o sonsuz girdaplarını fark edenler az, çok az... Manevi yorgunluğumun giderek cani bir tükenmişliğe evrildiğini hissediyorum. Çoktan nakavt olduğumu, kaderin galip geldiğini kabullenmek istiyorum. Çünkü gizli gizli, dibe vurduğumu avaz avaz itiraf etsem hayat biraz daha yoluna girer mi, diye merak ediyorum.

Dizlerimin üstünde sanki bambaşka bir alfabeyle yazılmışçasına anlamsız gelen ders kitabını kasanın bulunduğu tezgâhın üzerine koyuyor, müsvedde olarak kullandığım kâğıdı elime alıp sıkıntıma alet ediyorum. Kaptan, hemen yanımda hesap kitap işleriyle uğraşırken kâğıttan gemimi yapıyor ve hesap makinesinin hemen yanına koyarak hediye ediyorum.

Hoyrat suların kaosundan Rıhtım Market'in huzuruna sığınmış bir gemi daha...

Kaptan, gözlerini defterdeki satır ve sütunlarda cirit atan onca rakamın üzerinde sabit tutarken önce gülümsüyor, sonra "Hani beraber ders çalışıyorduk?" diye soruyor. "Ama sen kaytarıyorsun, Eylül."

Suskunluğuma hapsettiğim tüm kelimelerimi ruhum gibi çürümeye terk etsem de Kaptan'ı kıramadığım için zoraki bir cevap çıkıyor dudaklarımdan: "Odaklanamıyorum, aklım başka yerde, Kaptan."

Ceren'in bahsettiği o özel gecede... Yapılan bir sahil yürüyüşünde... Bal gözlü oğlanın yüreğinde ne sakladıklarında...

Kaptan, "Ben biliyorum senin aklının nerede olduğunu," diye mırıldanıyor, sonra boğazını temizlermiş gibi öksürüyor. "Ya da kimde olduğunu..."

İtiraz etmek üzereyken Sümer'in sesi kulaklarıma çarpıp kelimelerimi parçalıyor.

"Kaptan, Eylül burada mı?" diyerek Rıhtım Market'ten nefes nefese içeri dalıyor Sümer.

"Hah," diyor Kaptan. "Aslan oğlan da lafının üzerine gelirmiş."

Sümer'in bakışları, mıknatısla çekmişim gibi üstüme yapışıyor. Bu öğleden sonra duyduklarımın ardından onunla göz göze gelmeye dayanamayınca, bakışlarımı kâğıttan gemime indiriyorum. Göz kontağı kurmayı reddetsem bile tam önüme geçip hararetle konuşmaya başlıyor.

"Hani diyorum, Eylül, bensiz eve döndüğünü söyleyen bir mesaj falan atsaydın... Okulun önünde bir saat seni beklemek zorunda kalmazdım."

Bir an duygusal şantajına kanıp, onu okulun önünde sabırla beni beklerken hayal ediyorum ve ilkin habersiz geldiğim için anlık bir pişmanlık duysam da; gerçekte o bir saati Ceren'in hemen yanında konuşarak, kahkahalarla doldurarak geçirdiğini tahmin ettiğimde hislerimin donarak buz tuttuğunu hissediyorum.

İçimdeki canavar kükrese de suskunluğumu koruyor, sessizliğimle boğuyorum. Sümer bunu başka türlü yorumluyor ki devam ediyor.

"Ama yok! Zaten büyük ihtimalle telefon kullanmayı bilmiyorsun, yoksa yirmi küsur çağrımdan en az birini yanıtlardın, değil mi?" diye sıralarken iyiden iyiye nefes nefese kalıyor, ona bakmadığım hâlde göğsünün hızla inip kalktığına çevre görüşümden tanık oluyorum.

Kenan Kaptan uyaran bir tonla araya giriyor: "Sümer!"

Sümer, ancak derin bir nefesle tiradına ara verdiğinde bakışlarımı ona kaldırıyorum. Üç kişilik bir müşteri grubu markete girince Sümer tekrar bana dönüp alçak bir sesle devam ediyor. "Hadi, Eylül, kalk da dışarıda konuşalım."

Mucizevi (Efsanevi #2)Où les histoires vivent. Découvrez maintenant