7. Bölüm 2. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül

Start from the beginning
                                    

"Bir dakika, kızım. Kolların fena halde, şunu temizleyene dek biraz sabret, enfeksiyon kapar yoksa..." dediğinde sanki onun da canı acıyormuş gibi yüzünü buruşturduğunu görebiliyorum.

Pamuk, yaranın derin kısımlarına geldiğinde dikkatimi acıdan başka yöne çekmek istermiş gibi konuşmaya devam ediyor, Kaptan.

"Kızım, beni merak içinde bırakma..." diye rica ediyor, "Neler oldu? Evden mi geliyorsun?"

Cevap vermiyorum. Nasıl vereceğimi bilmiyorum.

"Titriyorsun sen, kızım benim," diyor, pamuktan başka temiz bir tomar koparıp diğer koluma geçiyor. Yeterince susma hakkı tanıdıktan sonra devam ediyor: "Eylül, iyice endişelendiriyorsun beni."

"Kaptan," diye başlıyorum, sesim kendimi öyle güzel ele veriyor ki... "Ben o eve dönemem bir daha. Dönmem!"

Bir teşvik primi gibi, "Seni bu halde bir yere göndermem zaten," diyerek söz veriyor Kaptan. "Ama neler olduğunu bana anlatır mısın lütfen, Eylül kızım..."

Bedenimin tüm odalarına bir hırsız girmiş gibi, özgüvenimi çalıp gitmiş benden. Bir suskunluk dudaklarımı mühürlüyor, başımı eğiyorum.

"Eylül..." diye sesleniyor Kaptan sanki uzaklardan, her geçen saniye, yanıt arzusu bir çığ gibi büyüyor.

Aramızdaki sessizliğe, titreyen telefonumun vızıltısı katılınca son çare olarak ona başvuruyorum.

Çantamın gözünden çıkardığım telefonun ekranına bakıyor ve yaşam enerjimin biraz daha çekildiğini hissediyorum. Çağrıyı kabul edip kulağıma dayarken dahi inceden titremeye devam ettiğimi fark ediyorum.

"Alo?"

"Sonunda!" diye derin bir nefes veriyor annem. "Kızım, neredesin sen? Hemen eve!"

"Hayır!" Tüm gücümle karşı koyuyorum. "O eve bir daha adımımı atmam ben. Güvendeyim, sen merak etme."

"Eylül!" Kızmaya başlıyor, dudaklarının ipince bir çizgi halini aldığını hattın diğer ucundan anlayabiliyorum. "Neredesin, diye sordum," dediğinde bile çıkan heceler öfke ile bilenmiş...

Kenan Kaptan bile annemin sorusunu telefondan işitmiş olmalı ki, elime hafifçe dokunup anneme istediği yanıtı vermemi istercesine gözlerimin içine bir beklentiyle bakıyor.

"Kenan Kaptan'ın yanındayım," diyorum.

Annemin telefonu yüzüme kapatmadan önce "Oh, çok şükür," dediğini duyabiliyorum ancak. Sonrası konuşmanın bittiğini haber eden bir sessizlik...

İçimde kabarıp köpüren bir sinir ile bana tekrar ulaşamaması için telefonumu kapatıyor ve çantamın derinliklerine atıyorum.

Kaptan, hâlâ gözümün içine bir cevap arıyormuş gibi bakıyor.

"Kızım, tekrar soruyorum: Neler oldu?" diyor. Sesindeki rica, nice türküler doğurmuş bir bağlamanın tellerinden düşen notalar kadar içli... "İyi misin?"

"Hayır, Kaptan," diyorum, soluklanmaya çalışırken kaçak bir hıçkırık, cümlelerimin önünü kesiyor bir eşkıya gibi. "Hiç iyi değilim," dediğimde hecelerim, gözyaşlarımın seline kapılıp gidiyorlar. "Kendimi zor kurtardım elinden..."

Kaptan, "Kimin?" diye soruyor.

Utanç, şiddetli bir ıstırap kadar güçlü... Yüzümü ellerime gömüp bir devekuşu gibi saklanmak istiyorum. Anlatmak için çok yakışıksız kaçan bir hadisenin çirkin kelimeleri can çekişiyor ruhumda, attıkları tiz çığlıklar kulaklarımı acıtıyor. Hepsini sessizliğimde infaz ederken Kaptan, görmüş geçirmiş bir şifacı edasıyla sunduğu merhamet dolu bakışlarını ayırmayarak yalnız olmadığımı vurgulamak istiyor.

Mucizevi (Efsanevi #2)Where stories live. Discover now