7. Bölüm 2. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül

Start from the beginning
                                    

Cümlemi tamamlayamadan demir kapının kilidi gürültülü bir biçimde açılıyor, titreyişini önlemek için sıktığım yumruklarımla iterek apartmandan içeri giriyorum. Kollarımın iç yüzündeki uzun sıyrıkları saklayabilmek için sırt çantamın askılarını tutuyorum. Basamaklardan çıkarken, sanki Kaptan'ın huzuruna çıkmaya hak etmiyormuşçasına adımlarımın hafif, omzumun düşük olduğunu fark ediyorum. Bedenimin kendine olan saygısı kalmamış gibi, özgüvenimi kaybediyorum, her daim referansım olan iç sesim bile küs benimle...

"Eylül?" diye seslendiğinde merdivenlerin başındaki Kenan Kaptan'ı görmek üzere başımı kaldırıyorum.

Gülümsemeye çalışıyorum ama beceremediğimi Kaptan'ın endişenin iyice yayıldığı bakışlarından anlıyorum.

"Kızım, sen üşümedin mi böyle?" diye soruyor.

Onca hengâmenin arasında ilk defa bakışlarımı kendime çeviriyorum. Askılı tişört, pijamadan hallice bir kısa şort ve sokağın kirinden renk değiştirmiş çoraplar... Nereden başlayacağımı bilemediğim için yanıtsız kalma hakkımı kullanıyorum ve aramızda kalan son birkaç basamağı da ikişer ikişer çıkarak karşısına geçiyorum.

"Kaptan," diyorum soluk soluğa. "Çok özür dilerim, seni rahatsız ediyorum bu vakitte."

Kaptan, içeriye girmem için çoktan kenara çekilip evine geçmemi işaret ediyor. Diyeceklerime devam etmeden önce davetini büyük bir minnettarlıkla kabul edip onu takip ediyorum. Çünkü bir iş günü, saat artık gece yarısına yaklaşırken Kaptan'ı komşularıyla zor durumda bırakmak istemiyorum.

"Bir şey mi oldu, kızım?" diye soruyor Kenan Kaptan. Gözleri yanıt ararcasına çoraplarımda... Neler olduğundan bihaber olmak, tedirgin ediyor onu; tedirginlik de kotasını doldurup oyalanmadan telaşa dönüşüyor ve bu, her zamanki huzur dolu simasındaki havayı bozuyor.

Bense direkt konuya girerek, "Kaptan, bu gece burada kalabilir miyim?" diye soruyorum.

"Bu da soru mu, Eylül! Salona geç, kızım."

Çıkaracak bir ayakkabım olmadığı için, ellerim hâlâ sımsıkı bir şekilde çantamın askılarına yapışmış bir vaziyette salona açılan koridorda yürüyorum. Şokun vücudumda yarattığı uyuşturucu etkisi yavaş yavaş silinirken, kollarımdaki sıyrıklar giderek daha fazla canımı yakıyor. Salona vardığımda en köşede kalmış, tek kişilik küçük koltuğu seçip oturuyorum. Sırt çantamı bile çıkarmadan diken üstünde etrafımı izliyorum. Kollarımın acısı dayanamayacağım raddeye gelince askıları tutmaktan vazgeçip ellerimi kucağımda kavuşturuyor, acısını biraz olsun dindiriyorum.

Çantamdaki telefondan sırtıma yayılan titreşim, annemin ısrarla bir açıklama talep ettiğini anlatmaya çalışıyor bana, onu da cevapsızlıkta boğulmaya terk ederken Kenan Kaptan bir elinde battaniye diğerinde bir bardak su ile salona giriyor. Ağır hareketlerle yaklaşıyor bana, kanadı kırılmış bir kuşa ilgi gösterirmiş gibi temkinli... Bardağı hemen yanımdaki fiskos sehpaya bıraktıktan sonra yumuşacık battaniyeyi omuzlarıma örtüyor.

"Üşümüşsündür," diyor usulca.

"Özür dilerim, Kaptan," diye başlıyorum. Üşüdüğümü daha yeni idrak ediyor ve battaniyeyi tüm vücuduma örtebilmek için bacaklarımı kendime çekip kollarımı doluyorum. "Seni rahatsız etmek istemezdim gecenin bir vakti..."

Kaptan, kaşlarını daha da çatıyor. Bu kez sinirli..."Kızmaya başlıyorum, Eylül. Sana her zaman kapım açık," diyor önce, devam edecekken gözleri kollarımdaki çiziklere takılıyor. "Kızım, kolların ne hâlde senin öyle? Dur, pamuk falan alıp geliyorum."

İki dakika sonra, içi su dolu bir kâse ve anti-bakteriyel bir merhemi de fiskos sehpanın üzerine, bardağın yanına koyuyor ve hemen sonra karşımda diz çöküyor. Her iki kolumu da daha iyi görebilmek için avuçlarımdan tutup ona doğru uzatmamı söylüyor ve elindeki pamuk parçalarından birini ıslattıktan sonra asıl sıyrıkları daha iyi görebilmek için kuruyan kanı silmeye başlıyor. Acı, refleks olarak kolumu çekmeme sebep olduğunda avucumdaki parmaklarını daha sıkı bastırıp kolumu oynatmamı engelliyor.

Mucizevi (Efsanevi #2)Where stories live. Discover now