Limon Çiçekleriii

By hicbirsey

295K 21.1K 9.5K

Birbirlerini hırpalayarak, asla olgunlaşamayan bir aşkla seven, canlarını yaka yaka yeşerip büyüyen bu aşkın... More

Limon Çiçekleri 1. Bölüm
Limon Çiçekleri 2. Bölüm
Limon Çiçekleri 3. Bölüm
Limon Çiçekleri 4. Bölüm
Limon Çiçekleri 5. Bölüm
Limon Çiçekleri 6. Bölüm
Limon Çiçekleri 7. Bölüm
Limon Çiçekleri 8. Bölüm
Limon Çiçekleri 9. Bölüm
Limon Çiçekleri 10. Bölüm
Limon Çiçekleri 11. Bölüm
Limon Çiçekleri 12. Bölüm
Limon Çiçekleri 13. Bölüm
Limon Çiçekleri 14. Bölüm
Limon Çiçekleri 15. Bölüm
Limon Çiçekleri 16. Bölüm
Limon Çiçekleri 17. Bölüm
Limon Çiçekleri 18. Bölüm
Limon Çiçekleri 19. Bölüm
Limon Çiçekleri 20. Bölüm
Limon Çiçekleri 21. Bölüm
Limon Çiçekleri 22. Bölüm
Limon Çiçekleri 23. Bölüm
Limon Çiçekleri 24. Bölüm
Limon Çiçekleri 25. Bölüm
Limon Çiçekleri 26. Bölüm
Limon Çiçekleri 27. Bölüm
Limon Çiçekleri 28. Bölüm
Limon Çiçekleri 29. Bölüm
Limon Çiçekleri 30. Bölüm
Limon Çiçekleri 31. Bölüm
Limon Çiçekleri 32. Bölüm
Limon Çiçekleri 33. Bölüm
Limon Çiçekleri 34. Bölüm
Limon Çiçekleri 35. Bölüm
Limon Çiçekleri 36. Bölüm
Limon Çiçekleri 37. Bölüm
Limon Çiçekleri 38. Bölüm
Limon Çiçekleri 39. Bölüm
Limon Çiçekleri 40. Bölüm
Limon Çiçekleri 41. Bölüm
Limon Çiçekleri 42. Bölüm
Limon Çiçekleri 43. Bölüm
Limon Çiçekleri 44. Bölüm
Limon Çiçekleri 45. Bölüm
Limon Çiçekleri 46. Bölüm
Limon Çiçekleri 47. Bölüm
Limon Çiçekleri 48. Bölüm
Limon Çiçekleri 49. Bölüm
Limon Çiçekleri 50. Bölüm
Limon Çiçekleri 51. Bölüm
Limon Çiçekleri 52. Bölüm
Limon Çiçekleri 53. Bölüm
Limon Çiçekleri 54. Bölüm
Limon Çiçekleri 55. Bölüm
Limon Çiçekleri 56. Bölüm
Limon Çiçekleri 57. Bölüm
Limon Çiçekleri 58. Bölüm
Limon Çiçekleri 59. Bölüm
Limon Çiçekleri 60. Bölüm
Limon Çiçekleri 61. Bölüm
Limon Çiçekleri 62. Bölüm
Limon Çiçekleri 63. Bölüm
Limon Çiçekleri 64. Bölüm
Limon Çiçekleri 65. Bölüm
Limon Çiçekleri 66. Bölüm
Limon Çiçekleri 67. Bölüm
Limon Çiçekleri 68. Bölüm
Limon Çiçekleri 69. Bölüm
Limon Çiçekleri 70. Bölüm
Limon Çiçekleri 71. Bölüm
Limon Çiçekleri 72. Bölüm
Limon Çiçekleri 73. Bölüm
Limon Çiçekleri 74. Bölüm
Limon Çiçekleri 75. Bölüm
Limon Çiçekleri 76. Bölüm
Limon Çiçekleri 77. Bölüm
Limon Çiçekleri 78. Bölüm
Limon Çiçekleri 79. Bölüm
Limon Çiçekleri 80. Bölüm
Limon Çiçekleri 81. Bölüm
Limon Çiçekleri 82. Bölüm
Limon Çiçekleri 83. Bölüm
Limon Çiçekleri 84. Bölüm
Limon Çiçekleri 85. Bölüm
Limon Çiçekleri 86. Bölüm
Limon Çiçekleri 87. Bölüm
Limon Çiçekleri 88. Bölüm
Limon Çiçekleri 89. Bölüm
Limon Çiçekleri 90. Bölüm
Limon Çiçekleri 91. Bölüm
Limon Çiçekleri 92. Bölüm
Limon Çiçekleri 93. Bölüm
Limon Çiçekleri 94. Bölüm
Limon Çiçekleri 95. Bölüm
Limon Çiçekleri 96. Bölüm
Limon Çiçekleri 97. Bölüm
Limon Çiçekleri 98. Bölüm
Limon Çiçekleri 99. Bölüm
Limon Çiçekleri 100. Bölüm
Limon Çiçekleri 101. Bölüm
Limon Çiçekleri 102. Bölüm
Limon Çiçekleri 104. Bölüm
Limon Çiçekleri 105. Bölüm
Limon Çiçekleri 106. Bölüm
Limon Çiçekleri 107. Bölüm
Limon Çiçekleri 108. Bölüm
Limon Çiçekleri 109. Bölüm
Limon Çiçekleri 110. Bölüm
Limon Çiçekleri 111. Bölüm
Limon Çiçekleri 112. Bölüm

Limon Çiçekleri 103. Bölüm

1.7K 159 218
By hicbirsey

Bülent Bey'i gördüğü anda Lale'nin içine dolan ferahlama, onun boynuna atılmasıyla yerini koyu bir hüzne bırakmıştı. Yalnızca Batu'nun derin bir saygı besleyip çok sevdiği babası olduğu için değil, bu babacan şakacı tavırları sayesinde ilk gördüğü andan itibaren kanının ısındığı bu adama çok ayıp ettiğini düşünüyordu. Ona bir telefon bile etmeden kalkıp Beyrut'a gitmiş, sonrasında da nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını kestiremediği için onu hiç aramamıştı. Batu'yla abisi Burak'ın kavga ettiğini görüp de fenalaştığını öğrendiğinde buna sebep olduğu için duyduğu vicdan azabı yüzünden aramaya cesaret edememişti. Ama Batu'dan sonra en çok özlediği insanlardan biri de oydu. Ona hep destek olmuş, cesaretlendirmiş, bir gün bile kalbini kıracak bir şey söylemeyen, hayatının en zor günlerinde öz babasından bile daha çok yanında olan bu adamı o kadar çok özlemişti ki. 'Akça pakça Defne'sini nasıl hevesle beklediğini anımsadıkça hep gözleri dolmuştu. Hamile olduğunu öğrendiğindeki sevinci, bütün şantiyeye yemek ısmarlaması, sonra onları alıp Narlıkuyu'ya götürmesi, "Laloş biliyor musun bu adam liseli çocuklar gibi senin fotoğrafını taşıyor cüzdanında ha." diye göbeğini hoplata hoplata gülerek Batu'yla dalga geçmesi... Beraber olduklarından haberi yokken bile eşi Leman Hanım'ın önünde hiç ezdirmemişti onu. Ayrı dinlerden olmalarını bir kere bile sorun etmemiş, onu rencide edecek hiçbir şey söylememişti. Oğullarının arasındaki anlaşmazlık yüzünden onu hiç suçlamamış, onu kötü hissettirecek hiçbir imada bulunmamış, hatta kendi ailesinden daha çok sahip çıkmıştı ona. Batu'nun Buraklar'a gittiği o gece, fenalaştığını öğrendiğinde Batu'ya "Babam nasıl?" diye sorarken samimiydi. Onu gerçekten de ikinci babası gibi görüyordu, hatta artık kendini ona öz babasından çok daha yakın hissediyordu. Ama şimdi Batu'yla artık tamamen ayrıldıklarına göre Bülent Bey'den de ayrı kalmak zorunda kalacağını düşündükçe ağlaması daha da artıyordu. Ağlamaktan Bülent Bey'in göğsüne yasladığı başını kaldırıp da yüzüne bakamıyordu.

Onun "Yeter kız ağlama bakayım artık." diyen sesindeki titremeyi duyunca ancak doğrulabildi. Başını kaldırıp baktığında onun da gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce ağlaması yine şiddetlenecek gibi oldu ama Bülent Bey buna izin vermeyerek ellerini yüzünün iki yanına koyarak ona baktı.

"Yeter ağladığın." dedi gözlerinin içine bakarak. Yüz hatları Batu'ya ne kadar benziyordu... "Bundan sonra ağlamak yok artık, tamam mı?"

Lale titrek bir iç çekişle bakışlarını yere eğdi ama Bülent Bey başını hafifçe sarsıp kaldırarak kendisine bakmasını sağladıktan sonra "'Tamam mı' dedim?" diye tekrarlayınca kendini tutamayarak güldü. Başını salladı.

"Hah şöyle." derken yeniden o bildik şakacı tavrına bürünüvermişti Bülent Bey. "Ağla ağla gözünde yaş kalmadı yahu. Niye bu kadar zayıfladın sen, bir deri bir kemik kalmışsın. Hem sen nasıl yandın bu kadar, renk değiştirmişsin kız! Gel bakayım biraz oturalım şurada." diyerek Lale'nin koluna girip onu az ilerdeki oturma grubuna doğru sürükledi. Biraz sonra kendini o beyaz koltuklardan birine atmış, Lale'yi de yanına çekmişti.

Lale'yi başından tutup kendine doğru çekti, başını omzuna yaslarken tepesine şefkat dolu bir öpücük bıraktı.

"Özledim kız seni. Bir gittin pir gittin, hiç sesin soluğun da çıkmadı! İnsan bir kere aramaz mı babasını yahu?"

Onu hala kızı gibi gördüğünü ifade eden bu sözler üzerine Lale utanç içinde başını biraz daha gömdü Bülent Bey'in omzuna.

"Özür dilerim." dedi titrek bir sesle. "Ne deseniz haklısınız."

Bülent Bey hararetle "Haklıyım tabii ya! Ne kadar merak ettim seni biliyor musun?" dedi sitem dolu bir sesle. "Hem niye Beril'i arıyorsun da beni aramıyorsun bakayım? Benim başım kel mi? Göbek bağlamış olabilirim ama maşallah saçlarımın kökü hala sağlam, bak döküldükleri ettikleri yok!"

Lale o sitem dolu cümlelerin ardından gelen bu sözleri duyunca anlık bir şaşkınlığın ardından kendini tutamayarak güldü. Başını kaldırıp Bülent Bey'e bakarken ise yeniden gözleri dolmuştu.

Titrek bir sesle "Sizi çok özledim." dedikten sonra sustu. Daha fazla konuşamayacaktı, tıkanmıştı.

Bülent Bey de ondan farklı değildi, Lale'ye sevgiyle bakan gözleri buğulanmıştı.

"Ben de seni çok özledim kızım." diyebildi. Şefkatle Lale'nin saçlarını okşadı. "Bir daha böyle başını alıp oraya buraya gitmek yok, ona göre!"

Lale gülmekle ağlamanın arasında boğuk bir ses çıkararak başını salladı. Yutkundu. Sonra konuyu değiştirmek için gülümsemeye çalışarak "Nişan için geldiniz değil mi?" dedi. "Bugün mü geldiniz?"

"Nişan için geldim tabii." dedi Bülent Bey başını sallayarak. Sonra Lale'nin ne düşündüğünü tahmin etmiş gibi "Tek başıma geldim, Leman yok." dedi. "Daha yeni geldim. Bak kalbim ne kadar temiz, seni nerede bulurum diye düşünürken pat diye karşıma çıktın." Sonra Lale'ye takılmak için gülerek "Sen beni görmeye gelmeyince ben senin ayağına geldim ne yapalım!" dedi.

Lale'nin yüzü düştü bir anda. Utançtan yüzünü ateş basmış gibi hissediyordu. Aslında Bülent Bey'in yanına gitmek aklına gelmemiş değildi. Hatta dün Mersin'e giderken Adana'ya uğrayıp onun yanına gitmeyi düşünmüştü. Ama gidip Bülent Bey'in karşısına çıksa ona ne diyecekti ki? "N'olur Batu'yla aramızı düzeltin" mi? Batu onu istemedikten sonra babası ne yapabilirdi ki? Üstelik Beril'in telefonda ona "gelme" diyen sesi hala kulaklarındayken ikinci defa nasıl Batu'nun ailesinden yardım isteyebilirdi? Hem Bülent Bey'in ne düşündüğünü de bilmiyordu ki. Evet Kanada'dayken kızlar ona Batu'nun yeni telefonunu bulmak için Bülent Bey'i aradıklarını ve Lale'ye selam söylediğini anlattıklarında çok sevinmişti ama Batu tekrar bir araya gelmelerini istemezken, oğlunun istemediği bir şeyi babası ister miydi? Ayrıca babasıyla konuşmaya gittiğini duyduğunda Batu'nun bundan hiç hoşlanmayacağından da emindi. İyi bir şey yapacağım derken bir kez daha her şeyi eline yüzüne bulaştırmamak adına Adana'ya uğramaktan vazgeçmişti işte.

"Özür dilerim." dedi bir kez daha panikle titreşen sesiyle. "Ben yanınıza gelecektim aslında. Hatta öncesinde de sizi arayacaktım ama yanlış anlarsınız diye."

"Biliyorum biliyorum." diye sevecen bir gülümsemeyle sözünü kesti Bülent Bey. "Her dediğimi ciddiye almasana kız, takılıyorum ben sana. Ee n'aptın anlat bakalım, nasıl bu kadar yandın sen böyle?! Kıpkırmızı olmuş suratın!"

Lale gayri ihtiyari elini yüzüne götürdü.

"Yaa evet." dedi pişmanlıkla. "Koruyucu sürmeyi unutmuşum, fark etmedim yandığımı. Çok mu kötü olmuş?"

"Ne bileyim kız ben, onu bana değil başkasına soracaksın!" diye gevrek gevrek güldü. Sonra durdu, yüzündeki ifade bir anda tekrar ciddileşti. "Hani nerede bizim düdük makarnası? Sen nereye o oraya peşinde dolanıp duruyordur diye düşündüydüm ben?"

Lale Bülent Bey'in 'düdük makarnası' deyişini duyduğu anda yine ağlayacak gibi oldu. Ah Batu... Gözlerine batan yaşları fark edince ağlamamak için dudaklarını ısırmaya başladı. Omuzlarını silkti.

"Artık pek öyle peşimde dolanmıyor." dedi kuru bir sesle. "Hatta bana 'peşimde dolanma, beni rahat bırak' deyip duruyor." dedi acı acı.

"Allah Allah?! Sahiden öyle mi dedi sana?"

Bunları bir defa bile dile getirmek onun için öyle ağırdı ki tekrar etmeye gerçekten hiç gücü yoktu. O yüzden sustu, sadece başını sallamakla yetindi yine Lale.

"Bak sen eşek sıpasına!" dedi Bülent Bey sinirli bir tonlamayla. "Sen yokken hasretinden eridi bitti muma döndü, şimdi geldin diye böyle artistlik mi yapıyor sana?!"

Lale "Hiç de eriyip bitmiş muma dönmüş bir hali yok aslında ama." dedi sesinde bastıramadığı bir öfkeyle. "Siz öyle diyorsanız..."

"Yalan mı söyleyeceğim kız!" diye şakayla karışık çıkıştı ona Bülent Bey. "Deli gibi kendini oradan oraya attı aylarca. Sen yanında olmayınca sapıtıyor bu oğlan, sudan çıkmış balığa dönüyor. Sonra seni görünce de Allah'ı şaşıyor, ne yapacağını bilemiyor. Denge yok ki adamda! Hiçbir şeyin ortasını bulamıyor!"

Lale üzgün bakışlarla Bülent Bey'i dinliyordu.

"Yok, bu sefer öyle değil." dedi duyulur duyulmaz bir sesle. "Beni istemiyor artık."

"Aman çok inandım ben de!" diye parladı Bülent Bey. "İstemiyormuş. Laf! Külahıma anlatsın onu! Kuyruğu dik tutmaya çalışıyor işte düdük makarnası!"

Lale inatla başını iki yana salladı. "Hayır, öyle değil." derken ha ağladı ha ağlayacaktı. "Bana 'seni sevmiyorum' dedi. O kadın da sürekli yanında. Onları gördüm." Batu'yu Ela'nın odasına girerken gördüğünü Bülent Bey'e nasıl söyleyebileceğini bilmediğinden birkaç saniye düşündü. "Onları gördüm ben." diye tekrarladı sonra. "Batu o kadınla beraber artık."

Kelimeler ağzından döküldüğü anda kendini bile şaşırtan bir zamanlamayla ağlamaya başlamıştı. Başını yeniden Bülent Bey'in omzuna yasladığında hıçkırmaya başlamıştı bile.

"O kadını almış buraya getirmiş." diye hıçkırırken gözlerinden yaşlar yanaklarına doğru yuvarlanıyordu. Ben göreyim de iyice mahvolayım, tamamen ümidi keseyim diye herhalde." dedi boğuk bir hıçkırıkla. "Artık beni sevmiyor, istemiyor. 'sen artık benim hiçbir şeyim değilsin' bile dedi bana."

Bülent Bey'in Batu'ya, kendini de zan altında bırakan okkalı bir küfür savurduğunda duyunca hıçkıra hıçkıra ağladığı halde bir anda tuhaf bir sesle gülüverdi.

"Bu oğlanı iki gün boş bırakmaya gelmiyor yahu. Buraya geldiğini duyunca sevindiydim nişanda işler hallolacak diye. Gerçi kaç gündür ses seda çıkmayınca tahmin ettim işlerin yolunda olmadığını ama bu kadarı da aklıma gelmediydi. Şu yaptıkları olacak iş mi yahu? Otuz yaşına geldi, hala vazgeçemedi şu saçma sapan huylarından!" Çenesinden tutup Lale'nin yüzünü kendine çevirdikten sonra söylenmeye devam etti. "Kız sen de saf mısın, ne öyle hemen inanıyorsun o düdük makarnasının her dediğine sen?"

"İnanmayıp da ne yapayım?" dedi Lale burnunu çekerek. "Yüzüme bakmıyor, benimle konuşmuyor bile!"

"Yüzüne baksa dayanamaz, kendini tutamayıp üstüne atlar da ondan! Sana nasıl artistlik yapacak sonra? Ondan bakmıyordur yüzüne! Ben biliyorum onun seni nasıl özlediğini. Seni tanıdığından beri deli divane oldu, kara sevdaya düştü çocuk yahu!"

"Nereden biliyorsunuz?" dedi Lale umutsuz bir sesle. Sonra yılgın bir ifadeyle içini çekti. "Eskiden öyle olabilir belki ama hiç zannetmiyorum artık beni özlediğini."

"Öyle olsa hala fotoğrafınızı taşır mı cüzdanında kız?"

Lale ıslak kirpiklerini kırpıştırarak Bülent Bey'e baktı.

"Ha-hangi fotoğrafı?" dedi şaşkınlıkla.

"Hangi fotoğrafı olacak, Selçuk'un düğününde çekildiğiniz şu fotoğrafı! Sana söylemiştim ya ben. Taa ne zamandır yanında taşıyor onu, zaten ben o fotoğrafı gördüğüm için birlikte olduğunuzu anlatmak zorunda kalmıştı bana. Hala da yanında taşıyor, daha geçen gün ofise yanına gittiğimde gördüm ben elinde. Beni görünce gene saklamaya kalktı, sonra ben üzerine gidince sinirlendi çekti gitti."

Lale bu sabahtan beri öğrendiği onca parçanın arasına yerleştirmeye çalışıyordu öğrendiği bu son duyduklarını. Bunun bir anlamı olduğundan da emin değildi aslında. Şimdi gidip Batu'ya "geçen sene birlikte çektirdiğimiz fotoğrafa bakıyormuşsun, baban görmüş" dese bu neyi değiştirirdi bilmiyordu ki? Levin'in biraz önce anlattıkları, Melisa'nın söyledikleri, Seymur'un Batu'yu onun başında beklerken gördüğünü söylemesi ve şimdi de Bülent Bey'in dedikleri; hepsi iyiydi güzeldi de kendisi için olduğu kadar Batu için de önemli miydi bu ayrıntılar? Bunu bilemediği sürece bu öğrendikleri karşısınad ne hissedeceğine de karar veremeyecekti galiba.

"Aaa Bülent Amca!"

İrem'in sesini duymasıyla beraber daldığı derin düşüncelerden sıyrıldı. İrem'in lobinin diğer tarafından onlara doğru yürüdüğünü görünce yüzüne bir gülümseme oturtmaya çalışarak toparlandı. Bülent Bey de İrem'i görünce doğrulup ayağa kalkmıştı.

"Gel bakayım kız buraya, nasılsın?" diyerek İrem'e sarılıp öptü.

"İyiyim, siz nasılsınız? Hoş geldiniz." derken bakışları Lale'yle Bülent Bey'in arasında gidip geliyordu İrem'in. Bülent Bey'in gelişini ve Lale'yle baş başa konuşuyor olmalarını iyiye yormak istediği belliydi ama Lale'nin yüzündeki göz yaşı izleri umutlanmasına engel oluyordu.

"Hoş bulduk. Babanlar da burada mı?"

"Yok onlar Galip Amcalar'ın yanında, evdeler. Ben de oradaydım, yeni geldim." derken gözleri Lale'nin üzerindeydi. O kadar mutsuz bir hali vardı ki. Ona baktıkça içi burkuluyordu. İşte o an kararını vermiş olacak ki "Yaa Bülent Amca." diye sızlandı. "Madem artık siz de geldiniz, Allah aşkına şu işe bir el atın da barıştıralım şunları ya!"

Lale bir yerine iğne batmış gibi hafifçe yerinden sıçradı. Ne diyordu bu kız? Doğru mu duymuştu? Gözleri kocaman açılırken "İrem!" dedi dehşet içinde.

Bülent Bey ise o meşhur kahkahalarından birini patlatmıştı bile.

"N'oldu kız, seni de mi bezdirdiler?"

"Vallahi bezdim Bülent Amca, ne yapsam olmuyor. Sizin o oğlunuz öyle inat öyle inat ki vallahi artık ne yapacağımı bilemiyorum, ömrüm çürüdü gençliğim soldu burada günlerdir ya! Siz de hiç yardım etmiyorsunuz!" Lale'nin yüzündeki ifadeyi görmezlikten gelerek ona doğru döndü sonra. "Levin biraz önce bana mesaj attı. Gece yarısı yaşadığımız tekne keyfini anlatmış sana galiba, öyle mi?"

Lale İrem'in Bülent Bey'e söylediklerinin şokunu hala üzerinden atabilmiş değildi, konuşmadan yalnızca başını sallayarak cevap vermekle yetindi.

"Aslında ben anlatacaktım sana." eedi İrem mahcup bir sesle. "Ama yanında o kadını da getirdiği için anlatsam mı anlatmasam mı bilemedim. Ama teknede kaldığımız süre boyunca dönüp suratına bile bakmadı kadının. Hep seni aradı. Sanki o karanlıkta denizde bir şey görebilecekmiş gibi etrafa bakındı durdu."

"Ne teknesi bu yahu, bana da anlatın!" diye sabırsız bir sesle araya girdi Bülent Bey. "Bizim hayta o kadınla tekneye mi binmiş ne olmuş?"

Bu soru bile Lale'nin yüzünü ekşitmesine yetmişti. İşte tam da bu yüzden umut etmekten bile korkuyordu! Batu eğer o gece bütün bunları onu merak ettiği için yaptıysa o kadını neden yanında getirmişti? Onu niye oraya sürüklemişti? İrem'i araya sokarak onu aramak için gecenin o saatinde Levin'in babasına ait tekneyi denize çıkarmasını istemiş ama yanında Ela'yı da getirmişti! Ne yapmaya çalışıyordu?

"Geçen gece Lale oradan kayboldu, kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Batu Abi de çıldırdı, tabii çıldırmasının nedeninin bu olduğunu kabul etmese de kafayı yedi. Lale'yi aramak için de Lale'nin kardeşi Levin'den tekneyle açılmalarını istedi. Ama sonra tekneye Ela'yı da getirdi." diye kısaca açıkladı İrem.

"Bizim oğlan Lale'nin kardeşiyle kanlı bıçaklı değil miydi yahu?" dedi Bülent Bey. Kafasının karıştığı yüzündeki ifadeden belli oluyordu. "Hiç haz etmiyorlardı birbirlerinden?"

İrem'e olan sinirinden imalı bir sesle "Evet İrem, sahi nasıl oldu bu iş anlatsana?" diyerek araya girdi Lale. "Onlar birbirlerinden hiç hoşlanmazlar ki. Levin nasıl oldu da sırf Batu istedi diye tekneyi çıkarmaya ikna oldu? Anlatsana İrem, lütfen!" dedi ısrarla gözlerini açarak.

İrem'in yüzünden bir panik dalgası geçti, Lale'ye ters bir bakış attıktan sonra Bülent Bey'e döndü.

"Ya işte Lale ortada yoktu ya. Onu merak ettikleri için geçici bir ateşkes imzalamış oldular yani." Diye çabuk çabuk konuşarak araya sıkıştırdı kelimeleri. "Ben de Lale'ye anlatacaktım olanları. Ama Batu Abi yanında o kadını da getirince..."

"E Lale'yi bulabildiler mi sonra?" dedikten sonra Lale'ye döndü. "Neredeydin kız sen, niye ortadan kayboldun?"

İrem biraz önceki durumun rövanşını almış olmaktan memnun hain bir sırıtmayla Lale'ye bakarken Lale "Seymurlar'daydım!" diye cevap verdi telaşla. "Beni aradıklarından haberim yoktu ki. Telefonum kapalıydı."

Bülent Bey "Bak gördün mü? Bi de hala 'beni artık sevmiyor' diye salya sümük ağlıyorsun! Telefonun kapanmış da seni bulamamış diye kanlı bıçaklı olduğu kardeşinle bile konuşmuş, gecenin o saatinde tekneyle aramaya çıkmış seni çocuk! Gerçi neden karada değil de denizde aradığını hala anlamadım ama." dedi ima yüklü bir sesle. "Siz ikinizin bana söylemediği bir şeyler var galiba. Ha ne diyorsunuz?" derken bakışları Lale'yle İrem'in arasında gidip geliyordu.
Lale'nin bunları duyduğu anda başını yere eğip gözlerini kaçırdığını görünce fazla üstüne varmamak için başka bir şey söylemedi. Zaten İrem de o sırada telaş içinde konuşarak araya girmişti.

İrem atıldı. "Yok Bülent Amcacığım, sizden bir şey sakladığımızdan değil de... Batu Abi, o gece Lale'nin buradaki arkadaşlarının teknesinde olabileceğini düşünmüş de ondan yani. Neyse işte." dedi aceleyle konuyu bir daha açılmamak üzere kapatmak için. "Lale ertesi gün akşama kadar ortaya çıkmayınca Batu Abi meraktan deliye döndü. Ben artık daha fazla dayanamaz, Lale'yi görünce çözülür diyordum ama yine olmadı! N'olur artık siz bir şeyler yapın Bülent Amca, vallahi ben artık tükendim ya!"

Lale mutsuz bir sesle "Senin veya bir başkasının bir şey yapmasıyla olacak şey değil bu İrem, ondan olmuyor." dedi. "Daha fazla diretmenin bir anlamı yok, artık kabul etmem lazım. Benim yüzümden veya bambaşka bir sebepten; bir noktadan sonra fark etmiyor artık." diyerek yutkundu. "O beni sevmiyor. Ben de kendimi daha fazla küçük düşürmek istemiyorum artık."

"Kız saçma sapan konuşup beni sinirlendirmesene!" dedi Bülent Bey sertçe. "Ben de biliyorum kendi oğlumun ne kadar huysuz ne kadar inat olduğunu. Ama sen de çocuğu bıraktın gittin be kızım. Bırak da adam iki gram kapris yapıversin. Naza çekiyor işte kendini, anlamadın mı hala?"

Lale büzülmüş dudaklarıyla başını kaldırıp Bülent Bey'e baktı.

"Ben nazına, kaprisine, inadına, huysuzluğuna bir şey demiyorum ki. İstediği kadar huysuzluk yapsın, bir şey diyemem ki. Bir şey demeye hakkım yok çünkü, biliyorum! Ama o kadın, onu buraya getirmesi..." dedi boğuk bir sesle. "Benim kaldıramadığım bu! Beni aldatmamış olsaydı..."

"Tamam işte, belki de aldatmamıştır Lale?" diye heyecanını saklayamayan bir telaşla yine söze girdi İrem. "Levin'in anlattıklarına baksana." Lale'nin yüz ifadesinde hiçbir değişiklik olmadığını görünce sabırsızlıkla gözlerini devirdi. "Tamam biliyorum, bu kadar olan şeyden sonra seni aldatmadığına ikna olmana yetecek kadar 'sağlam' deliller yok elimizde ama..." dedi imayla. "Yani bilmiyorum Lale ya." dedi sıkıntıyla. "Gerçekten seni sevmiyor olsa o gece biz gittikten sonra neden Levin'i sıkıştırıp üstüne çullansın?"

Lale suratındaki o donmuş ifadeyle İrem'in suratına bakakaldı. Neden bahsediyordu bu kız? Ne üstüne çullanması? Batu mu Levin'in üstüne çullanmıştı?

İrem "Tabii Levin o kısmı anlatmadı sana değil mi? Biliyordum zaten anlatmayacağını. Dayak yediğini anlatmak hassas gururuna dokunur tabii!" dedi başını sallayarak. Sonra onu dikkatle dinleyen Bülent Bey'e döndü. "Bülent Amca bu tekne olayından önceki gece biz Lale'yle burada, otelin bahçesinde oturuyorduk." diye olayı ona aktarmaya başlamışken Bülent Bey sözünü kesti.

"Bizim düdük makarnası nerede bu sırada?"

İrem durakladı.

"Ee şeyde. Şeydeydi o..." Lale'ye sıkıntılı bir bakış attı ama Lale 'madem her şeyi söyledin, bundan sonrasını nasıl anlatacağını da sen düşün!' dercesine sinirli gözlerle onu izliyordu. Ani bir kararla inceldiği yerden kopsun diye düşünerek Bülent Bey'e "Ela'nın odasındaydı!" deyiverdi İrem. "Ela'nın odasına gitti. Lale de bunu görünce biraz dağıldı tabii. Neyse işte, sonra biz ikimiz bahçede otururken Levin geldi. Lale'yle biraz atıştılar. Sonra biz kalktık. Levin'i beklemeden çıktık otelden." Sözlerinin tam bu noktasında Lale'ye döndü. "Biz gittikten sonra Batu Abi bir anda Levin'in karşısına çıkmış. Küfürleşmeler, itişip kakışmalar falan... İkisi bir araya geldiğinde neler olabileceğini senden iyi kimse bilemez herhalde. Ertesi gün Levin'in yüzündeki o morluklar bu yüzdenmiş işte. Batu Abi yapmış, kavga etmişler o gece." dedi ve kısa bir an sustuktan sonra ekledi. "Levin'le sen tartışırken her şeyi duymuş. Yani Levin açık açık anlatmadı ne söylediğini ama 'Lale'yle konuştuklarımızı duymuş, siz gittikten sonra aşağıya inip üstüme saldırdı' dedi. Levin olanları ertesi gün sana anlatmaya çalışmış ama sanırım dinlememişsin. Sen onunla konuşmak istemeyince anlatamamış."

İrem'i dinlerken o gece ve sabahına dair anlar hızlı bir şerit halinde beliriyordu gözlerinin önünde. Nasıl yani? O gece o İrem'le beraber otelden çıkıp gittikten sonra Batu aşağıya inip Levin'e mi saldırmıştı? Ama konuştuklarını nasıl duymuş olabilirdi ki? Yarım saat öncesinde Ela'nın odasına giren o değil miydi? Levin'e otelin bahçesini inletecek kadar yüksek sesle bağırdığını hatırlıyordu ama Batu Ela'yla beraberken onu nasıl duymuş olabilirdi ki? Balkonda mıydı? Levin'la kavga ederken bir ara başını kaldırıp Batu ve Ela'nın odalarının ortak balkonu olduğunu tahmin ettiği balkona baktığı o anı hatırladı. Kendisi Levin'in suçlamalarıyla boğuşurken Batu'nun o sırada Ela'nın üzerinde gidip geldiğini düşünmüştü. Ne yani, Batu o sırada balkonda onları mı dinliyordu? Ama... Ama bu nasıl olurdu?! Eğer bu doğruysa o gece Timuçin'le boş yere...

Midesinin bulanmaya başladığını hissedince ellerini ağzının üzerine kapattı. Onun birbirini kovalayan düşüncelerini yüzünden okumuş gibi hızla atıldı İrem.

"Ya bu ne demek anlamıyor musun Lale? O gece boşu boşuna harap ettin kendini! Demek ki o gece senin sandığın gibi bir şey olmadı. Yani öncesini veya sonrasını tabii ki bilemeyiz ama Levin'le en azından senin onun o kadının odasına girdiğini görmenden sonra bir şey olmamış işte. Başka türlü nasıl duymuş olabilir sizi?! Değil mi ama?" diye üsteledi. "Siz söyleyin Bülent Amca." diyerek Bülent Bey'e döndü. "Lale'nin sandığı gibi bir şey olmadığı ortada değil mi işte?"

Bülent Bey şakacı bir tavırla kaşlarını çatarak "Kız sen delirdin mi, bana sorduğunuz şeye bak!" diye gürledi. "Ben ne bileyim sandığı gibi bir şey olmuş mu olmamış mı? Dediklerinizden de bir halt anlamadım zaten!" Sonra yumuşayan bakışlarını Lale'ye çevirerek gülümsedi. "Pek bir şey anlamadım ama bu kızın dedikleri doğruysa..." diyerek başıyla İrem'i işaret etti. "Bir daha seni istemediğini söyleyecek olursa inanmadan önce artık iki kere düşünürsün belki ha?"

Lale şaşkın şaşkın Bülent Bey'in gülen yüzüne baktı. Bu şaşkınlığı bugün o kadar çok yaşamıştı ki artık neye inanacağını bilemez durumdaydı. İrem'in yalan söylediğini düşünmüyordu elbette. Ama duyduklarına da bir anlam veremiyordu ki? Aklındaki her şey birbirine girmişti, bugün öğrendiği tüm bu esrarengizlikleri nereye oturtacağını bilemiyordu. Eğer tüm bunlar doğruysa Batu neden böyle davranıyordu?! Ne yapmaya çalışıyor olabilirdi ki? Onu süründürmek miydi amacı? Bunu daha ne kadar sürdürecekti?

O sırada resepsiyonun bulunduğu bölümden gelerek koşa koşa lobiye giren küçücük bir şey bütün dikkatini dağıttı. Çünkü "Dedeee dedee dedeee!" diye bağırarak Bülent Bey'e doğru koşan o küçük şey, Mete'ydi.

Bülent Bey onu duyduğu anda hızla döndü.

"Heyt be! Aslan torunuma bakın benim be! Gel bakayım dedenin kucağına!" diyerek Mete'yi kucağına almak için eğildi. Zaten Mete de o sırada kendini çoktan dedesinin kucağına atmış bulunuyordu.

Mete konuşmayı yeni öğrenmiş çocuklara has bir tavırla bıcır bıcır konuşmaya başladı. "Yağmur yağıyor diye annem denize girmeme izin vermiyor dede!" diye burnunu ve dudaklarını senkronize bir şekilde büzerek dedesine sızlanıyordu Mete. "Hani buraya denize girmeye gelmiştik?"

Bülent Bey şaşkınlıkla "Yağmur mu yağıyormuş?" diyerek başını çevirip bahçeye doğru bakıp da Mete'nin dediği gibi gerçekten de şakır şakır yağmur yağdığını görünce "Haydaaa!" dedi. "Hakikaten de yağıyormuş yahu! Biz konuşmaya daldık fark etmedik görüyor musunuz?"

Lale Bülent Bey'e cevap vermedi. Çünkü gözlerini dikmiş, büyük bir özlemle Mete'yi incelemekle meşguldü. Birkaç ay içinde bu kadar büyüdüğüne inanamıyordu! Nasıl da boyu uzamıştı. Kilo da almıştı! Allah'ım üstündeki o mayoyla o kadar şirindi ki! Hele o konuşması... O Beyrut'a gitmeden önce çat pat konuşan çocuk şimdi nasıl da düzgün konuşuyordu! Değişmeyen tek bir şey varsa o da dayısına benzerliğiydi. Hala Batu'nun aynısıydı. Hatta bebekliğini atınca şimdi sanki Batu'ya daha da çok benziyordu. Bülent Bey'in kucağında Batu'nun ufalmış çekmiş hali duruyor gibiydi! Acaba onu hatırlıyor muydu? Dayısı gibi o da unutmuş muydu yoksa?

Yavaşça ayağa kalktı, şimdi Bülent Bey'in yanındaydı. Kendisi de Mete'nin dikkatini cezbetmeyi başarmış olacaktı ki Mete de gözlerini dikmiş, büyük bir ilgiyle onu izliyordu.

"Mete." dedi çatlak bir sesle. "Hatırladın mı beni?"

Mete hiç ses çıkarmadan ona bakmaya devam ediyordu. Hatta bu haliyle dayısının son günlerdeki performansını aratmadığı söylenebilirdi! Dikkatli gözlerle Lale'ye baktı, baktı. Sonra utanmış gibi hızla başını çevirerek yüzünü dedesinin omzuna gömdü.

Lale çok bozulmuştu. Abarttığını biliyordu, bir buçuk yaşındaki çocuğun birkaç ay görmediği birini unutması, tekrar gördüğünde ise utanıp saklanması çok doğaldı, bunun farkındaydı. Yine de içindeki burukluğa engel olamıyordu. Onun omuzlarının düştüğünü gören Bülent Bey, Mete adına özür dilercesine "Utandı." dedi gülerek. "Birazdan alışma süresini geçtikten sonra yine kucağından inmez."

Lale bundan pek emin değil gibiydi ama bir şey söylemedi. Kendini zorlayarak gülümsemekle yetindi.

O sırada Mete "Anneee!" diye bağırdığı gibi dedesinin kucağından kayıp aşağı inmiş, lobinin girişinde gördüğü annesine doğru koşmaya başlamıştı. Lale onun koştuğu tarafa dönüp Beril'i gördüğünde kendini çok kötü hissetti. Çünkü Beril'in ona nasıl davranacağından emin olamıyordu. En son telefon konuşmalarında her zaman olduğu gibi yine çok nazik ve anlayışlıydı ama sonuçta ona "Gelme" demişti ve bu konuşmanın üzerinden aylar geçmişti. Batu şimdi yeni biriyle birlikteydi, hayatına devam ediyordu. Böyle bir durumda Batu'nun ablası olarak Beril'in kendisine pek de sıcak davranmayacağını düşünüyordu. Belki bütün bunlar kendi kuruntusuydu, Bülent Bey ona her zamankinden bile daha sıcak davranmıştı mesela. Ama son birkaç gündür iyice öğrenmişti, artık herkesten her şeyi bekliyordu.

Beril gülümseyerek kendisine doğru koşturan oğluna bakarken Lale de ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Acaba Beril'in herhangi bir şey yapmasını beklemeden kendisi onun yanına gitmeli miydi? Bülent Bey'le İrem burada olduğuna göre Beril nasılsa yanlarına gelecekti ama... Nasıl davranması gerektiğine bir türlü karar veremiyordu işte.

Mete "Anne hadi deniz deniz deniz!" diye bağırarak zıplarken Beril'in bacaklarına sarılmıştı.

Beril eğilip diz çökerek oğluna sarıldı.

"Dur oğlum, yağmur yağıyor bu havada nasıl denize gireceğiz?"

"Ama mayomu giydim ben!"

Beril "Tamam oğlum dur bir dakika." diyerek doğruldu. Gözlerini Lale'ye doğru çevirdi. Göz göze geldiklerinde Beril kocaman gülümsedi ve Lale'ye doğru ilerlemeye başladı.

"Hoş geldin!" diyerek büyük bir içtenlikle Lale'ye sarıldı. "Seni gördüğüme o kadar sevindim ki!"

Lale tuttuğu soluğu bırakarak Beril'e sarıldı. Beril'i gördüğü andan itibaren kaskatı kesilen vücüdu gevşemiş, rahatlamıştı. Şimdi düşününce böyle bir fikre nasıl kapıldığını bilmiyor ve utanıyordu ama bir an için Beril'in içinden yaşça daha genç bir Leman Hanım çıkma ihtimalinden çok korkmuştu. İrem'le Bülent Bey'in onları yalnız bırakmak için biraz ilerdeki koltuklara oturduklarını görünce bu korkusu daha da artmıştı ama şimdi rahatlamıştı.

Beril yavaşça geri çekilerek ellerinden tutup Lale'ye şöyle bir baktı.

"Nasılsın?" dedi. "Ne kadar zayıflamışsın Lale." diye ekledi sonra. "Kaç kilo verdin böyle? Küçücük kalmışsın!"

Lale hafiften dolmaya başlamış gözlerini saklamaya çalışarak başını eğerken güldü.

"Teşekkür ederim!" dedi. "Bence iyi oldu ama ya, ben memnunum."

"Ya tabii ki kötü olmamış ama..." dedi Beril endişeli bir ifadeyle. "Ne bileyim. Baya zayıflamışsın."

Lale zoraki bir umursamazlıkla omuzlarını silkerek yine güldü.

"Olsun." dedi. "Zayıflamak iyidir!" diyerek güldü bir kez daha.

Bu sırada Mete, Beril'in sol bacağının arkasına saklanmış, hiç ses çıkarmadan baş parmağını emerek annesinin Lale'yle konuşmalarını dinliyordu. Arada başını uzatıp Lale'ye bakıyor, Lale bunu fark edip ona bakmaya başladığında ise anında başını geri çekip tekrardan annesinin bacağının arkasına saklanıyordu.

Lale onun bu hareketlerinden cesaret alarak eğildi.

"Niye saklanıyorsun, gelsene yanıma." dedi gülümseyerek. "Bak beni hatırlamıyorsan baştan tanışabiliriz?" diyerek elini uzattı. "Ben Lale. Senin adın ne?"

Mete baş parmağını ağzından çıkarmadan Lale'nin uzattığı eline baktı. Sonra yine başını çevirerek annesinin bacağının arkasına saklandı.

"Aaa oğlum niye böyle utangaçlık yapıyorsun, hayırdır?" dedi Beril gülerek. "Bak Laloş'u hatırlamadın mı? 'Laloş ditmiş' diye ağlaya ağlaya evi yıktığını ne çabuk unuttun?"

Bunu duyunca Lale'nin içi cız etti. Bir şey söylemeden yavaşça yutkunduktan sonra tekrar Mete'ye seslendi.

"Hadi ama, bak elim havada kaldı. Tanışmayacak mıyız?"

Mete'den yine bir hamle gelmedi. Bu defa iyice utanmış olacak ki hiç başını bile uzatmamıştı, annesinin bacağının arkasına saklanmaya devam ediyordu.

Lale pes ederek yüzünde buruk bir ifadeyle doğruldu. Beril'e "Unutmuş beni." derken sesinin titremesine engel olmaya çalışıyordu.

Beril "Yok canım, unutmamıştır da naz yapıyor işte. Değil mi oğlum?" dedi oğluna ama Mete'den yine ses gelmedi.

Lale içinden bir buçuk yaşındaki bir çocuğun davranışlarına fazla anlam yüklediğini ve boşuna moralini bozduğunu düşünerek kendini telkin etmeye çalışıyordu ama iyiden iyiye tadı kaçmıştı. Hoş zaten öncesinde de tadı var mıydı, o tartışılırdı. İçini çekti. Üzgün gözlerle Mete'ye bakarken Beril'in konuşmaya başladığını fark edince başını kaldırdı.

Alçak bir sesle "Lale ben çok özür dilerim." diyordu Beril. Bakışlarına derin bir pişmanlık hakimdi. "Gerçekten çok özür dilerim. Hiç karışmamam lazımdı. Sana 'gelme' dememeliydim."

Lale başta onun neden bahsettiğini anlamadığı için boş boş baktı ama son cümlesini duyunca onun da bakışları değişti.

"Saçmalama." dedi boğuk bir sesle.

Beril "Yok yok, benim en baştan hiç karışmamam lazımdı." dedi samimi bir üzüntüyle. "Yardım etmeye çalışayım derken galiba daha da bozdum her şeyi. Sonradan çok pişman oldum ama. "

"Hayır." dedi Lale başını iki yana sallayarak. "Sen hiçbir şeye karışmadın ki." dedi Beril'in pişmanlık dolu gözlerinin içine bakarak. "Seni karıştıran bendim. Seni arayıp Batu'ya gitmeni söyleyen bendim. Sonraki günlerde defalarca arayıp başını şişiren de bendim. Sen hiçbir şey yapmadın ki."

"Sana 'gelme' dediğime sonradan öyle pişman oldum ki." Dedi içini çekerek. "Keşke hiçbir şey söylemeseydim de o gün hemen kalkıp gelseydin. Belki her şey düzelirdi. Ama ben. Yani Batu'yu öyle görünce. Yani şimdi düşününce belki gelseydi daha iyi olurdu diyorum ama o an."

Lale'nin yine gözleri dolmuştu. Omuzlarını silkti.

"Belki de." Dedi duyulur duyulmaz bir sesle. "Ama belki de daha kötü olurdu. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bunda senin bir suçun yok ki. Lütfen öyle düşünme."

Üzerlerine çöken kasveti dağıtmak istercesine derin bir nefes alarak etrafına bakıyordu ki. Mete'nin yine başını uzatıp kendisine baktığını görünce gülüverdi.

"Hadi ama Mete gel artık yanıma!" diye seslendi. "Niye saklanıyorsun öyle, üzülüyorum bak!"

Mete görüldüğünü anladığı anda yine başını çevirip saklanıvermişti ama Beril de tıpkı Lale gibi havayı değiştirmek istiyor olmalıydı ki gülerek eğilip ayak diremesine rağmen Mete'yi zorla kucağına aldı.

"Hadi 'hoş geldin' de bakayım Laloş'a. Hadi oğlum!"

"Beril dur n'apıyorsun ya!"

Lale koşar adımlarla onlara yaklaşan Ömer'i anca fark etmişti. Zaten o fark edene kadar Ömer yanlarına ulaşmış, telaşla Mete'yi Beril'in kucağından almıştı.

"Böyle ayaktayken kucağına almasana artık oğlanı, iyice ağırlaştı artık." Tam o sırada o da Lale'yi fark etti. "Aaa!" dedi gülümseyerek. "Hoş geldin Lale! Özledik ya." diyerek uzanıp Lale'yi yanaklarından öptü.

Lale de gülümsemeye çalışarak onu öptü, "Hoş bulduk" dedi. Ama aslında duydukları kafasının içinde dört dönmeye başlamıştı bile. Ömer'in söyledikleri kulaklarında çınlıyordu. Ömer neden Beril'e öyle demişti? Yoksa. Yoksa aklına gelen.?

Onun bakışlarının gayri ihtiyari Beril'in karnına kaydığını gören Ömer güldü.

"Kusura bakma, bir an Mete'yi Beril'in kucağında görünce panik yaptım. Bizim iki numara geliyor da. Hem de bu sefer kız!" derken mutluluğu gözlerinden okunuyordu. "Haliyle Beril'in de artık ağır kaldırmaması gerekiyor, beşinci aya girdik artık. E bizim herif de iyice ağırlaştığından..."

Beril kaş göz işaretleri yaparak Ömer'i susturmaya çalışıyordu ama artık çok geçti. Ömer hiçbir şey söylememiş olsa bile Beril'in karnına bakınca Lale her şeyi anlamıştı. Biraz önce Mete'yi gözlemlemekten dikkat etmediği şey şimdi gözlerinin önündeydi. Beril'in üzerindeki bol plaj elbisesinden fazla belli olmayan karnı, şimdi biraz daha dikkatli bakınca ayan beyan ortadaydı. Demek hamileydi ha... Hem de beşinci ayına girecekti. Demek onun bebeğini kaybetmesinden birkaç hafta sonra hamile kalmıştı. Ama onun zaten bir bebeği vardı. Evet Mete bir yaşını geçmişti ama hala bebekti işte! Kendisi bebeğini sonsuza kadar kaybetmişken zaten bir bebeği olan Beril yeniden hamile kalabiliyordu. Bu... Bu haksızlık değil de neydi? Adaletsizlik değil de neydi bu?

Lale'nin yüzünün bembeyaz kesildiğini gören Beril suçlayan gözlerle kızgın kızgın Ömer'e bakıyordu ama Ömer henüz kırdığı potun farkına varmış değildi.

"Ee sen nasılsın?" dedi Lale'ye neşeyle. "Artık temelli döndün değil mi, bir daha gitmek falan yok! Bak arkandan bu oğlanın ne ağıtlar yaktığını bilsen gitmezdin zaten, duman oldu çocuk duman! Bitirdin oğlumu! "

Lale'nin cam gibi bakan donuk gözleri hala Beril'in karnındaydı. Ömer'in sesi çok uzaklardan geliyor gibiydi ona. Ağır ağır gözlerini kaldırarak Ömer'e baktı. Kucağındaki Mete'nin hala baş parmağını emerek kendisini izlediğini gördüğünde ise midesine yumruk yemiş gibi oldu. Batu'ya o kadar çok benziyordu ki!

Mekanik bir sesle "İyiyim ben de." dedi yutkunarak. "Neyse. Şey..." derken elini alnına götürüp şakağını ovaladı. "Benim şimdi gitmem lazım. Sonra konuşuruz olur mu?"

Daha cümlesini bitirmeden onların cevabını bile beklemeden yürümeye başlamıştı. Beril'in "Lale dur nereye?!" diye seslendiğini duysa da dönüp bakmadı çünkü bunu kaldıramayacağını hissediyordu. Adımlarını sıklaştırarak yürümeye devam etti. Şu resepsiyona bir ulaşsa, kendini otoparka açılan kapıya bir atsa buradan çıkıp gitmesi daha kolay olacaktı.

Tam hedefine ulaşmış, resepsiyonun önüne gelmişti ki... Resepsiyonun tam karşısında, üst katlardaki odalara çıkan merdivenlerin basamaklarından inen Batu'yla burun buruna geldi.

Tıpkı Lale gibi Batu'nun da bu karşılaşmaya hazırlıksız yakalandığı belliydi çünkü Lale bir anda karşısına çıkınca yüzünde beliren şaşkınlığı saklayamamıştı. Hiçbir şey söylemeden Lale'ye baktı. Lale de bir-iki saniye kirpiklerini kırpıştırarak baktı ona. Sonra hiçbir şey söylemeden geçti gitti, otoparka açılan kapıdan çıkıp hızla merdivenlerden inerek gözden kayboldu.

**

Batu odasındaki yatakta sırt üstü yatıyor, hiç kıpırdamadan tavana bakıyordu. Uykusuzluktan gözleri acıyordu ama ne gariptir ki artık deli gibi uykusu olmasına rağmen istese de uyuyamıyordu. Yorgundu. Bıkmıştı. Ne yaptığını artık gerçekten kendisi de bilmiyordu. Bu sabah o bahçede Lale'ye yakalanmasından sonra artık iyice ipin ucunu kaçırmıştı. Seymur'un gece onu o odada gördüğünü Lale'ye anlatacağından da emindi. Bu duruma düştüğü için kendine çok sinirliydi. Ama birkaç saat sonra Selçuk'tan Merve'nin evlenme teklifi aldığını ve hava bozacak gibi durduğu için Garaj'ın yanındaki pool club'da değil de sahildeki o gösterişli evlerden birinde sevgilisiyle beraber büyük bir kutlama partisi vereceklerini öğrendiğinde, dün gece yaptıkları için kendine kızan o değilmiş gibi Ela'yı ve Turgut'un kuzenlerini de organize ederek soluğu o partide alan da oydu. Neyi neden yaptığını artık hiç bilmiyordu. Tek bildiği, onun da o partide olacağından adı gibi emin olduğuydu. Nitekim haklı çıkmış, bahçeye adımını atmasından birkaç dakika kadar sonra onu barda tek başına dans ederken görmüştü.

Gözlerini kapatmış kendi kendine dans ederken nasıl da güzeldi. Gözlerini alamıyordu. Bütün bunlar olmadan önce evde yemek hazırlarken kendi kendine şarkılar mırıldanarak dans ettiği zaman onu sessizce seyrettiği anlar geldi aklına. O an gözlerini açsa, ona nasıl baktığını görse muhtemelen her şeyi anlayacaktı. Ama olmadı. Yapamadı. Lale'nin gözlerini açtığını gördüğü anda hızla başını çevirdi, gözlerini kaçırdı. Pek çok şey gibi bunu da neden yaptığını bilmiyordu. Ama yanlış yapmıştı. Çünkü tekrar dönüp bakmaya cesaret edebildiğinde o artık orada değildi. Nasıl başardıysa bir-iki dakika içinde ortadan kaybolmuş, bahçeyi dolduran kalabalığın arasına karışmıştı. Çok aradı onu. Bahçede bakmadığı yer kalmadı. Ama nafile... Yoktu. Bahçede bulamayınca kimin ne diyeceğine aldırmadan eve girdi. Hiç tanımadığı birinin ev partisine davetsiz boy gösterip sonra da fütursuzca evin içine girmek öküzlükten başka bir şey değildi ama toplumun saçma sapan ahlak kurallarını umursayamayacak kadar kendi derdindeydi. Bu kız yine kaşla göz arasında nereye kaybolmuştu? Onu bulmak zorundaydı!

Tam o sırada evin giriş katındaki tuvaletten çıkan Merve'yle karşılaşmıştı. Partiye katılan bunca insan arasında karşılaşmak istemediği tek kişinin uğruna parti verilen kişi olması ne kadar ironikse, bahçeyi dolduran o kalabalığın arasından evin içinde burun buruna gelmek için bula bula Merve'yi bulması da bir o kadar saçmaydı. Öyle bir anda karşı karşıya gelmişlerdi ki arkasını dönüp gidememişti de.

Suçlayan gözlerle onu baştan aşağıya süzerken "Aaa." demişti Merve soğuk bir sesle. "Sen de mi buradasın?" derken bundan hiç de memnun olmadığı çok açıktı. "Davetsiz kimse gelmesin diye çok uğraşmıştım ama duyan geldi demek ki."

Şu an çok daha önemli sorunları olmasa ablası kılıklı bu bacak kadar kıza kendisiyle böyle konuşmak ne demekmiş gösterecekti ama. Kendini tutması, açık vermemesi gerekiyordu.

İmalarını duymamazlıktan gelerek "Hayırlı olsun, evleniyormuşsun." demişti dalga geçen bir ifadeyle.

"Teşekkür ederim." diye cevap vermişti Merve kayıtsız bir sesle. "Lale Abla'dan önce evleneceğimi hiç düşünmezdim ama işte hayat. İnsanın karşısına kimi çıkaracağı belli olmuyor. Şansıma benim karşıma düzgün biri çıktı ama Lale Abla'ya öyle olmadı maalesef. "

Batu'nun yüzünün değiştiğini gördüğünde de zaferle gülümsemişti.

Batu ona bu lafları teker teker yedirmemek için kendini nasıl tuttuğunu bilmiyordu. Zaten tutamamıştı da.

"Lale nerede?" diye hırlamıştı. Aslında aklındaki plan böyle değildi. Ama Merve onu hazırlıksız yakalamış, damarına basarak onu sinirlendirip elini hemen göstermesine sebep olmuştu.

Yüzündeki ifadeden de bu belliydi zaten, Batu'ya bakarken eğlenen gözlerinde zalim parıltılar yanıp sönüyordu. "Neden soruyorsun?" demişti bakışlarına tezat sakin bir sesle. "Lale Abla'nın nerede olduğundan sana ne?"

Batu dişlerini gıcırdatmak üzereydi artık. Kaşlarını çattı.

"Merve uzun etme de söyle hadi, nerede Lale?!" diye gürledi ama Merve onun bu sinirinden hiç etkilenmişe benzemiyordu.

"Bilmem." demişti kayıtsızca omuzlarını silkerek. "Her yerde olabilir."

"Merve!"

"Üst katlardaki odalara baktın mı? Onlardan birindedir belki."

Batu durup ona şöyle bir baktı. "O ne demek?" dedi ters ters. "Ne işi olacak onun üst kattaki odalarda?"

Merve yine omuzlarını silkerken imalı imalı gülmüştü. Batu'yu çıldırtan gıcık bir gülüşle "Bilmem artık. Orasını da sen bul, ne de olsa orada burada birileriyle takılmak senin uzmanlık alanın." dedikten sonra dönüp gitmiş, Batu'ya da arkasından aval aval bakmak kalmıştı.

Merve yanından ayrıldıktan birkaç saniye sonra delirmiş gibi evin merdivenlerine atmıştı kendini. Hızlı adımlarla üst kata çıkmış, gördüğü her odaya dalmıştı. Ev sahibi çocuğun anne-babasının odası olduğunu tahmin ettiği geniş ebeveyn odasına bile girmişti ama Lale o odaların hiçbirinde değildi. Ve Batu kendini çıldıracak gibi hissediyordu! Merve'nin söyledikleri doğru olabilir miydi? Yoksa sırf onu delirtmek için mi söylemişti? Melis'in kardeşi olduğu ve cadalozlukta onu hiç aratmadığı düşünülürse damarına basmak için öyle konuşmuş olmalıydı. Hem zaten bütün odalara da bakmıştı işte, Lale hiçbirinde yoktu. Bunu bilmesine rağmen yine de içini kemirmeye başlamış şüpheye engel olamıyordu. Ya buradaysa? Ya Merve'nin söylediklerinde bir doğruluk payı varsa? Ya geçen gece aklına gelen şimdi başına geldiyse? Ya Lale o Timuçin denen hayvanla birlikteyse?

Delirmiş gibiydi. Hiç tanımadığı birinin evinde kendini bir odadan diğerine atıyor, çıldırmış gibi Lale'yi arıyordu. Bu arada küçük misafir odalarından birine çekilmiş bir çifti de istemeden basmıştı ve bu bütün sinirlerinin ayağa kalkmasına neden olmuştu. Demek ki Merve'nin söylediklerinde o kadar da garip bir şey yoktu. Tıpkı bu çift gibi Lale de biriyle bu odalardan birinde...

Hayır. Hayır. O düşüncenin sonunu getirmeyecekti. Böyle şeyler düşünmeyecekti! Merve tıpkı şeytan ablası Melis gibi onun zayıf noktasına oynayıp aklınca Lale'nin intikamını almak için böyle konuşmuştu, biliyordu! Derya'nın da bayıldığı taktikler değil miydi bunlar? Daha önce de aynı şeyi yapmamışlar mıydı ona? Sırf onu öfkeden kudurtmak için yapıyorlardı işte, bundan emindi. Ama Lale'yi bir görse... Ah onu bir bulabilse... İçi ancak o zaman rahat edecekti.

Lale'nin otele dönmüş olabileceğini düşünerek Ela'ya ve Begüm'e görünmeden çıkıp gitmeyi düşünerek bahçeye çıktı. Son bir umutla gözlerini etrafta gezdirerek Lale'yi aradı. Ve tam o sırada sevgilisi Dağhan'la beraber barda durmakta olan Merve'yle göz göze geldi.

Onu gördüğü anda Merve'nin yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. Anlaşılan evin içindeki karşılaşmalarından beri Batu'nun içerde olduğunu ve tek tek bütün odalarda Lale'yi aradığını anlamıştı. Elindeki kadehi ona doğru tutarak havaya kaldırdı. Sonra gülerek diğer eliyle evi işaret etti. Dudaklarını sessizce oynatarak "Lale orada!" diyordu.

Bu Batu'yu daha da delirtti. Dişlerinin arasından ağır bir küfür savurarak arkasını döndüğü gibi bahçe kapısına doğru yürüdü ve bangır bangır müzik sesinden hızla uzaklaşarak evden çıkıp gitti.

Otele geldiğinde Lale'yi orada da bulamayınca öfkesi iyice büyümüştü. Hırs içinde kendini odaya atmıştı. Kapana kıstırılmış hayvan gibi odanın içinde dört dönüyordu. Sinirleri laçka olmuştu. Küçücük kızın kendisiyle dalga geçtiğini, nasıl öfkelendiğini gördükçe gülüp eğlendiğini bildiği halde hala söylediklerinin doğru olma ihtimalini düşünüyordu. Ve bunda bütün suç onundu. Lale'nindi! O gece o herifin oteline giden oydu! Aklına geldikçe kafayı yiyecek gibi oluyordu. Resmen o adamla gecenin o saatinde dağ başındaki o otele gitmişti! Onu buna yapmaya itenin kendisi olduğunu bilse de bu hiçbir şekilde öfkesini hafifletmiyordu. Şu an bile onun partiden çıkıp yine o herifin yanına gitmiş olabileceği ihtimalini aklından çıkaramıyordu. Bütün öfkesi bundandı. Sabah gördüğü rüyayı da hala unutabilmiş değildi. Lale'nin Seymur denen o yavşağı öptüğü görüntüyü hafızasından silebilmeyi çok isterdi ama olmuyordu işte! Bütün bunlara sebep olan da yine Lale'nin davranışlarıydı. Kendini telkin etmeyi çok denese de olmuyordu. Son birkaç gündür gördüğü ve tepki vermemek, duygularını belli etmemek için bütün gücüyle kendini tuttuğu ne varsa şimdi yeniden aklına geliyor, öfkesini çıkaracak bir şey bulamadığı için kendini kaybetmiş gibi duvarları yumruklamasına neden oluyordu.

Kendi aklına karşı verdiği bu mücadele ne kadar sürdü bilmiyordu ama bir ara sakinleşmek için klimayı kapatıp balkona çıktı. Ve onları gördüğü anda saatlerdir kafasını meşgul eden o saçmalıkların hepsi bir anda uçtu gitti. Lale ve kucağında bağıra bağıra ağlayan Lena'nın denizden çıktığını görünce ikinci kez düşünmek için kendine fırsat vermeden içeri girdi. Ve koşar adımlarla odadan çıkıp aşağıya indi.

Otelin bahçesinde onları görebilmek için etrafına bakarken kalbi deli gibi çarpıyordu. Neden bu kadar heyecanlandığını kendisi de bilmiyordu ama zaten bilmek de istemiyordu. İstediği tek şey onları görmekti. Ve gördü de. Denizin üzerine kaptan köşkü gibi inşa edilmiş o ahşap localarda durmuş, ellerindeki poşetlerden çıkardıkları küçük ekmek parçalarını denize attıklarını görünce. Boğazının düğümlenmesine engel olamadı. Lale ve ne zaman deniz kenarında olsa balıklara ekmek atması. Ne çok seviyordu balıkları beslemeyi. Hamile olduğunu ona söylediğinin ertesi günü babasıyla birlikte Narlıkuyu'ya gittiklerinde Lale'nin yine böyle deniz kenarına oturup ayaklarını suya uzatarak balıklara ekmek attığını hatırladığında boğazındaki o düğüm biraz daha büyüdü. Kendini tutmasa çocuk bile ağlayacaktı.

Locaların arkasında sağda konuşlanmış bara doğru yürüdü. Oradaki taburelerden birine çöktü. Amacı elinden geldiğince yakında durarak onları seyretmek ama kendini göstermemekti. Gözlerinin önündeki sahne öyle güzeldi ki... Bozmak istemiyordu.

Biraz sonra yanlarına Daniel'ın geldiğini görünce kendi kendine gülmeden edemedi. Yarım yamalak da olsa neler konuştuklarını duyabiliyordu. Balıklara isim verdiklerini, onları kendilerince yarıştırarak kimin balığının daha çok ekmek yediğini tartıştıklarını duyabiliyordu. Ve galiba artık sabrının son demlerine geliyordu. Bundan sonra artık kendini nasıl kontrol edebileceğini bilmiyordu. Baktı olmayacak barmenden bir kadeh viski istedi. Başka türlü kendini zapt edemeyecekti. Her geçen saniye içinde bin bir farklı duygu uyanıyordu. Üzerindeki o siyah bikiniyle denize doğru eğilmiş Lale... Güneşte yanmış, kızarıklığı hala geçmemiş teni... Kum içindeki ayakları... Çok sevdiği bacakları... Eğildiği için iyice ortaya çıkan kalçaları... Biçimli omuzları... Sırtından aşağı dökülen ıslak saçları... Düşünmemeye çalıştığı halde bir türlü kaçamadığı dün gece ve o odada olanlar... Kadehi başına dikti, içindeki viskiyi son damlasına kadar içti. Birkaç metre ilerisinde üzerindeki o ıslak bikiniyle denize doğru eğilmiş olduğu için bu kadar etkilendiğinden emindi. Şimdi karşısında boğazlı yün bir kazakla oturuyor olsa bu hale gelmezdi herhalde. Buna kendini ikna etmeye çalışırken gözünün önüne kışın üstünden çıkarmadığı polar sabahlıklı hali gelince sessizce homurdanarak ellerini yüzüne kapattı. Saçma sapan bahanelerle kendini kandırmaya çalışıyor ama bunu bile beceremiyordu.

Tam o sırada Lale'nin korkuluklara tırmandığını ve bacağını korkuluğun üzerinden atıp diğer tarafa geçtiğini gördü. Neler döndüğünü anlamamıştı, kaygıyla oturduğu yerden doğruldu. Lale "Bir, iki, üç!" diye bağırarak denize atladığında önce afalladı. Yerinden kalktığı gibi locaya doğru yürümeye başladı. O sırada Lena'nın da halasını taklit ederek korkuluğa tırmanıp denize atladığını görünce bunun kendi aralarında bir oyun olduğunu anlayarak rahatlar gibi oldu. Daniel bu oyuna katılmayarak durduğu yerden denize ekmek atmaya devam ettiğinden daha fazla yaklaşamadı, birkaç adım geride durarak denizden sesleri gelen Lale'yle Lena'yı dinlemeye başladı.

Birkaç dakika sonra olan olmuş, Daniel'ın attığı ekmek parçalarına üşüşen balıklar koluna değince Lena çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı. Lale'nin onu kucaklayarak denizden çıkarmaya çalıştığını görünce ne yaptığını pek bilmeden o tarafa doğru yürüdü. Ne yapıyordu? Daha doğrusu ne yapacaktı? Onunla konuşacak mıydı? Konuşabilecek miydi? Hem de Lena deli gibi haykırarak ağlarken... Bilmiyordu ama yine de oraya doğru yürüdü. Lale'nin Lena'yı duşlara getirdiğini gördüğünde ise deminden beri vücudunda uyanmakta olan ne varsa bütün şiddetiyle adeta şaha kalkmıştı. Çünkü giderek hızını arttırmakta olan rüzgarın da etkisiyle Lale'nin ıslak bikinisinden göğüs uçları belli oluyordu. Aklına öyle şeyler geliyordu ki... Bu defa kendini tutabileceğinden emin değildi. Giderek kendine hakim olmakta zorlandığını fark edince yumruk yapmış olduğu ellerini hızla ceplerine soktu. Tırnaklarının çevresindeki deriyi soyup atmak istercesine yine sertçe derisini ovalamaya başladı.

Önündeki manzaranın etkisiyle iyice aptallaştığından Lale'nin tam karşısında, biraz ileride mal gibi öylece durduğunun farkında değildi. Ancak Lale bir anda başını kaldırıp da ona bakınca aklı başına gelir gibi oldu. Göz göze geldiklerinde bir şeyler söyleyebilmek istedi Batu. Ama ne olduğunu kendi de bilmiyordu. O sırada Lena da onu fark etti. Ve fark ettiği anda da daha yüksek sesle ağlamaya başlayarak Lale'nin bacaklarına sarıldı.

Bu Batu'nun kendini tek kelimeyle berbat hissetmesine neden oldu. Lena'nın ona kızgın olduğunun elbette farkındaydı ama onu görünce yeniden ağlamaya başlaması; bu kadarını da beklemiyordu. Morali bozulmuştu. Ayrıca gözlerinin durup durup Lale'nin hala gayet belirgin bir şekilde dikilen göğüs uçlarıan kaymasına da engel olamıyordu. Ne yapacağını bilmez durumdaydı. Lale'nin dikleşmiş göğüs uçlarına baktı, baktı, baktı. Ve sonunda çareyi arkasını dönüp gitmekte buldu. Başka ne yapabilirdi gerçekten bilmiyordu.

Kendini odaya attığında artık sabrının son sınırını geçtiğinin farkındaydı. Bunu daha ne kadar sürdürebileceğini kendi de bilmiyordu. Pes etse, içinden yükselen o tanıdık ama bir yandan da yepyeni tutkuya boyun eğse. Sonunda yine hiçbir şeyin değişmeyeceğinden adı gibi emindi. Ama artık onu her gördüğünde bedeninin verdiği reaksiyonlara engel olamıyordu. Bunu daha fazla devam ettiremeyeceğini hissediyordu. Kafası, duyguları, her şeyiyle öylesine karışıktı ki çareyi bir kez daha viski şişesine sığınmakta buldu. Bu sabah Seymur'un evinden otele dönerken aldığı viske şişesine uzandı.

Aradan ne kadar zaman geçtiğinin farkında değildi. Bir elinde viski şişesi diğer elinde telefonu dalgın dalgın telefonundaki eski fotoğraflara bakıp duruyordu ki. Telefonuna mesaj geldiğini haber veren titreşimle irkildi. Mesaj babasındandı.

"Neredesin lan düdük makarnası? Ben Arsuz'a geldim, otelin lobisindeyim. Neredeysen kalk gel hadi bekliyorum. Çabuk ol."

Birkaç saniye anlamamış gibi baktı durdu telefonun ekranına. Sonra hatırladıklarıyla beraber kafasında her şey yerine oturunca hoşnutsuzca yüzünü buruşturdu. Doğru ya, Beriller'le ve babası Turgut'un nişanından bir gün önce gelmeye karar vermişlerdi. Hatta bunu kendisinin Arsuz'a gelişinden önceki gün Beril'in evinde yemekteyken konuşup kararlaştırmışlardı. Ama ne o yemeği ne de yemek esnasında konuşulanlara dikkatini verdiği söylenemezdi. Ne konuştuklarını dinlememişti bile. Aklı öyle yerlerdeydi ki Arsuz lafı açıldığı anda kopup gitmişti zaten. Ama şu an önemli olan babasının burada olmasıydı. Onun bütün akşam nasıl kafa ütüleceğini düşününce içini çekmekten kendini alamadı. Hiç babasını çekecek hali yoktu. Elindeki şişeyi bir kez daha kafasına dikti.

Bir on dakika kadar sonra merdivenlerden aşağıya iniyordu. Tam resepsiyonun önüne inen son birkaç basamağa ulaşmıştı ki. Hiç beklemediği bir anda o karşısına çıkıverdi.

Nemli saçlarından damlayan suların yer yer ıslattığı beyaz plaj elbisesi, o ince kumaşın altından görünen siyah bikinisi ama en çok da kızarmış berrak mavi gözleriyle öyle apansız karşısına çıkınca olduğu yerde kalakaldı. Bir şey yapmak istedi. Yapamadı. Hareket bile edemedi. Hiçbir şey söyleyemedi. Öyle hüzünlü bir hali vardı ki... Bakışlarındaki o kopkoyu hüznü gördüğü anda aylar öncesine dönmüş gibi hissetti. İçinden geçenleri bastıramayacak kadar çaresiz hissediyordu kendini ama ne yapacağını da bilemiyordu. O bu bocalamayla mücadele ederken. Lale ona kırgın kısa bir bakış attıktan sonra yürüyüp gitti.

Bütün bunlar birkaç saniye içinde olup bittiğinden Lale gittikten sonra bile arkasından aval aval bakmakta olduğunun ayırtına varması birkaç saniyesini aldı. Ama herhangi bir şey yapmasına kalmadan Lale'nin biraz önce geçtiği yerden Beril'in koşar adımlarla geçtiğini görünce kaşları çatıldı. Son birkaç basamağı da hızlıca indi.

"Beril?"

Onun sesini duyunca yüzünde bir rahatlama ifadesiyle döndü Beril.

"Batu!" derken aceleci adımlarla ona doğru yürüyüp sarıldı. "Neredesin sen?!"

"Yukarıda odamdaydım." dedi kısaca. Sonra daha fazla dayanamayarak soruyu yapıştırdı. "N'oluyor?"

Beril yüzünde suçlanmış bir ifadeyle ona baktı. "Yaa..." dedi pişmanlık yüklü bir ses tonuyla. "Sorma, Ömer yine pot kırdı!"

Batu anlamayan gözlerle Beril'in suratına baktı.

"Ne potu?"

"Ya işte şey..." dedi Beril sıkıntı içinde. "Lale'yle konuşurken benim hamile olduğumu ağzından kaçırdı." Derken sesinde son derece samimi bir üzüntü hakimdi. "Bilerek yapmadı tabii ki ama her zamanki Ömer işte!"

Batu garip garip Beril'in yüzüne bakmaya devam ediyordu. Gözlerindeki hayret ifadesi fark edilmeyecek gibi değildi. Soran gözlerini Beril'in yüzünde gezdirirken bir yandan da kendini sorguluyordu.

"Hamile misin?" diye sordu hırıltılı bir sesle. "Sen hamile misin?"

Beril yine suçlanmış bir ifadeyle saçlarıyla oynamaya başlamıştı.

"Evet." dedi gözlerini kaçırarak. Batu'nun cevap arayan meraklı gözlerini üzerinde hissedince daha fazla kaçamayacağını anlayarak başını kaldırıp ona baktı. "Evet hamileyim." dedi.

Aralarına uzun bir sessizlik çöktü. Beril zaten kendini berbat hissediyor ve vicdan azabından kıvranıyordu ama Batu... O hiç konuşmuyordu. Bakışları kısa bir an için Beril'in karnına kaymış, aylardır farkına varmadığı şeyin orada olduğunu gördükten sonra gözlerini yere indirmiş ve hiçbir şey söylememişti.

"Sana söyleyecektim ama..." Dddi Beril güç duyulan bir sesle. "Zaten seni zar zor görebiliyorduk, bizimle görüşmek istemiyordun. Bunu öğrenirsen iyice uzaklaşırsın diye düşündüm, çekindim. Ne bileyim..."

Batu yerdeki mermer karolarına sabitlenmiş bakışlarını kaldırıp Beril'in gözlerinin içine baktı.

"Seni aradığında Lale'ye gerçekten 'gelme' dedin mi?"

Beril hiç beklemediği bu cümle karşısında gözle görülür ölçüde irkildi.

"Ben..."

"Lale'ye inanmadığımdan değil ama..." diye araya girerek sözünü kesti Batu. "Senin ona böyle bir şey diyeceğine ihtimal vermediğim için sorayım dedim."

Beril'in yüzü gerildi. Bu konuşmanın onu çok rahatsız ettiğini anlamak zor değildi. Ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki. Batu yine sözünü kesti.

"Lale'ye neden öyle dedin?"

Beril'in gözleri hayretle büyüdü.

"Çünkü sen bana öyle dedin!" dedi hararetle. "Bana 'söyle ona, seni arayıp beni sormasın. Bir daha geri gelmesin, istemiyorum' diyen sendin Batu! Senin bu söylediklerinin üzerine bir de o arayıp 'ben oraya geliyorum' deyince... Ben de senin öfkeni bildiğimden her şey daha da kötüye gitmesin, araya biraz zaman girerse sen de biraz sakinleşirsin en azından öfken geçer diye 'şimdilik gelme' dedim. Aranıza girmek veya Lale'nin gelmesine engel olmak gibi bir niyetim yoktu herhalde!"

Ona bakarken çaresizliği gözlerinden okunuyordu Batu'nun.

"Ben de öyle düşünmedim zaten ama..." dedi boğuk bir sesle. "Lale o zaman gelseydi, o zaman dönseydi belki şimdi her şey daha başka olurdu." Sesi giderek daha da boğuklaştı, sonunda daha fazla devam etmedi. Sustu.

Aralarına çöken sessizliği fazla uzatmadı Batu.

"Neyse. Hadi görüşürüz." dedi ve ablasının bir şey söylemesini beklemeden döndü gitti.

**

Lale Batu'yla karşılaştıktan sonra koşar adımlarla merdivenlerden inmiş, otoparkın solundan dolaşarak şezlongların bulunduğu kısıma doğru gitmişti. Kimseye görünmemek için başını öne eğerek yüzünü saçlarının arasına saklamaya çalışıyordu. Neyse ki günlerdir ilk kez şans yüzüne gülmüş gibiydi, hava giderek daha da kapadığından zaten ortalıkta pek kimse kalmamıştı. Deli gibi esen rüzgarla savrulan palmiye ağaçları, rüzgara karşı direnmeye çalışan plaj şemsiyeleri, şezlongları toplamak için bir oraya bir oraya koşuşturan otel görevlileri dışında tek tük insan kalmıştı bahçede. Melisa'yla çocukları da görememesi de işine gelmişti çünkü şu an kendini hiç de Lena ve Daniel'ın sorularıyla baş edebilecek gibi hissetmiyordu. Plaj çantasını aldığı gibi hiç sağa sola bakmadan koşar adımlarla tekrar dosdoğru otoparka doğru yürüdü. Kimseyle karşılaşmamak için öyle hızlı davranıyordu ki birkaç dakika geçmeden otelin kapısına ulaşmıştı bile.

O otelden çıkarken yağmur da çiselemeye başlamıştı. Ama bu Lale'nin umrunda bile değildi. Onun hızlı hızlı yürümesi yağmurdan kaçmak için değil, bir an önce otelden olabildiğince uzaklaşmak içindi. Omzuna astığı çantasının sapını sıkı sıkı kavramış, bakan ama görmeyen gözlerini yoldan ayırmadan hızlı hızlı yürüyordu. Beril hamileydi. Beril ikinci çocuğuna hamileydi. Hem de kız. Bu sefer bebeği kız olacaktı. Melis'in hamile olabileceğinden şüphelenirken darbe hiç beklemediği yerden gelmişti. Beril... Daha bir buçuk sene önce doğum yapmış, Mete'yi kucağına almış Beril... Böyle düşündüğü için kendinden utanıyor, hatta iğreniyordu ama şu an kendine karşı duyduğu acıma hissi öyle kuvvetliydi ki. Kendinden ve hiçbir zaman kucağına alamayacağı bebeğinden başka bir şey düşünemiyordu. Elbette Beril'in de zor bir hamilelik geçirdiğini, çok ağır bir grip geçirdiği için yoğun bakımda kaldığını ve hamileler için çok riskli olan domuz gribinden şüphelenildiği için nasıl büyük tehlike atlattığını hatırlıyordu. O zamanlar Beril'le henüz tanışmamıştı ama Batu'nun ablasına ne kadar düşkün olduğunu ve o günlerde onun için ne kadar çok korktuğunu biliyordu. Beril de kolay bir hamilelik geçirmiş sayılmazdı. Ama sonunda bebeğini kucağına alabilmişti ve şimdi ikinci çocuğuna hamileydi. Hem de kız. Kendisi bebeğinin kıpırtılarını bile hissedemeden onu kaybetmek zorunda kalmışken başkalarının arka arkaya hamile kalıp doğurması adaletsizlik değil de neydi?! O niye doğuramamıştı? O niye bebeğini kaybetmek zorunda kalmıştı? Bu neden onun başına gelmişti? Neden bunu yaşamak zorundaydı?!

Bisikletini almak için Melisa'nın eczanesine gelene kadar ağlamaya başladığının farkında değildi. Beril'in hamileliğini bu kadar kıskandığı için kendinden nefret ediyordu ama elinde değildi. Böyle hissediyordu işte, ne yapabilirdi?! Onun derdi Beril'le değildi ki. Derdi çok çok daha başkaydı.

Bisikletine binip Melisler'in evine doğru yola koyulduğunda yağmur da hızlanmaya başlamıştı. Göz yaşlarıyla zaten hali hazırda sırılsıklam olmuş yüzünden şimdi yağmur damlaları süzülüyordu. Üstündeki ince plaj elbisesi tamamen ıslanmıştı. Görüşünü bulandıran göz yaşları nedeniyle önünü doğru düzgün göremiyordu bile. Daha sakin olacağını düşünerek Melisa'nın eczanesinin bulunduğu caddeden sola saparak deniz kenarındaki, sabah partiye gittikleri Cem'in evinin de bulunduğu sahil yoluna inmişti ama bozuk asfalt ve daha şimdiden su dolmaya başlamış çukurlar yüzünden sürekli yönünü değiştirmek zorunda kalıyordu. Tabii bütün bunların yanında bir de hala hıçkıra hıçkıra ağlıyor olması vardı. Beril'in üstündeki ince elbiseden belli olan küçük karnı gözünün önünden gitmiyordu. Ömer'in Beril'in hamileliğini anlatırkenki o hevesli hali, yüzündeki o coşkulu ifade, hepsi tekrar tekrar gözlerinin önünde beliriyor, ağlaması giderek daha da hızlanıyordu.

Sonunda olan oldu, korktuğu şey başına geldi ve bisikletinin ön tekerleğinin bozuk asfaltın üzerindeki o koca çukurlardan birine takılmasıyla beraber direksiyonun hakimiyetini kaybetti ve bisikletle beraber yere kapaklandı. Tam o sırada karşıdan gelmekte olan arabanın da son anda frene basarak durması ve direksiyondaki adamın pencereden sarkarak bağıra çağıra küfretmesi de tüm bu olanların üstüne tuz biber oldu. Bisikleti zar zor kaldırarak yol kenarına geçmeye çalışırken artık salya sümük ağlıyordu.

Kendini kaldırımın kenarına atıp yere oturduğunda paramparça olmuş iki dizinin de kanadığını gördüğünde ise daha beter ağlamaya başladı. Düşme anında asfalta sürtülen sağ avuç içi de kanıyordu. Kanayan dizlerini öyle yanıyordu ki çocuk gibi üfleyerek acısını hafifletmeye çalıştı ama olmuyordu. Bütün şiddetiyle yağmaya devam eden yağmurun altında kaldırımda tek başına oturmuş ağlarken ne kadar zavallı göründüğünü ise düşünmek bile istemiyordu. Kendini hiç bu kadar çaresiz hissettiğini hatırlamıyordu.

Tam o sırada çakan şimşekle ortalık bir anlığına aydınlanınca korkuyla etrafına bakındı. Allah'ım... Ne yapıyordu böyle?! Yağmur yağarken dışarıda olmaktan ne kadar korktuğunu unutmuştu! Birkaç saniye sonra duyacağı gök gürültüsü problem değildi ama. Ya yıldırım düşerse? Dizlerinin acısına aldırmadan bir an korkuyla ayağa fırladı. Hemen sonrasında ise yaptığının ne kadar aptalca olduğunu fark ederek gerisingeri kaldırımın kenarına oturdu. Beklediği korkunç gök gürültüsü de tam o sırada geldi. Salt gök gürültüsü de değil, sanki gökyüzü çatırdamıştı. 'N'olur yıldırım düşmesin, n'olur yıldırım düşmesin.' diye içinden tekrarlayıp duruyordu. Birkaç metre ilerde Akdeniz bütün görkemiyle uzanırken yıldırımın buraya düşmesinin küçük bir ihtimal olduğunu kestirebiliyordu ama belli olmazdı ki. Bir an önce kendini kapalı bir yere atmalıydı. Tam ayağa kalkıyordu ki çakan yeni bir şimşekle beraber tekrar yerine oturdu. İyice sinirleri bozulmuştu, yeniden çocuk gibi ağlamaya başladı. Gök gürledikçe daha çok ağlıyordu, ellerini kulaklarının üzerine kapatsa da bunun hiçbir faydası yoktu. Yer gök gümbür gümbür inlerken iki elini kulaklarının üzerine kapatmasının hiçbir anlamı yoktu zira!

Ardarda birkaç kez şimşek çaktıktan sonra ürkütücü bir ihtişamla ortalığı kaplayan gök gürültülerinden sonra Lale artık yerinden kıpırdayamayacak hale gelmişti. Her an kaldırım kenarındaki ağaçlardan birine yıldırım düşeceğinden korkarak ağlayıp duruyordu. Yeni bir şimşekle beraber başını kaldırmış korku içinde gökyüzüne bakarken önünde duran arabayı önce fark edemedi. Bacaklarına sıçrayan suyla beraber bakışlarını gökyüzünden çekip yola çevirdiğinde ise önce gördüğüne inanamadı.

***

Batu lobiden çıktığı gibi otelin bahçesine indi. Ancak her zaman olduğu gibi Lale yine ortalarda görünmüyordu. Bu kadar kısa sürede nereye gitmiş olabilirdi. Havanın giderek daha da kapadığını gördüğünde sıkıntı içinde başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Her an şiddetli bir yağmur patlayacak gibi görünüyordu.

Bir saat kadar önce çocuklarla balıklara ekmek attığı localara gitti ancak Lale orada değildi. Denizde zaten hiç kimse kalmamıştı. Şezlonglarda da tek tük birkaç kişi dışından kimse yoktu. Anlaşılan yağmur başlayacağı için herkes bir yerlere kaçışmıştı. Lale'yle birlikte Lena'yı da alıp tekneyle açıldıkları ve yağmurun altında denize girdikleri o gün aklına düştüğünde burnunun direği sızladı. Lale... Yıldırımdan nasıl da korkardı. Aynı gün onu ilk kez öptüğünü düşününce şimdi aradan onca zaman geçtiğine inanamıyordu.

Lale'yi bulabilmek için son bir umutla otelin restoranına baktığında Melisa'nın çocuklarla birlikte orada olduğunu görünce bir an umutlanmıştı ama Lale orada da değildi. Zaten Lena da onu görür görmez kaçıp saklanmış, Melisa da mahçup bir ifadeyle Lale'yi görmediğini ve nerede olduğunu bilmediğini söylemişti.

Baktı ki olacak gibi değil, sonunda kendini otoparka attı. Arabasına atladığı gibi otelden çıkabileceğiini düşünmüştü ancak bir kez daha işler hiç de düşündüğü gibi gitmedi. Küçük otoparktaki onca arabanın arasından arabasının yolunun açılması, bunun içinde önünü kapatan park halindeki arabaların çekilmesi gerekiyordu. Giderek hızlanmaya başlayan yağmurun altında bu iş sandığından da uzun sürdü. Sonunda otelden çıkabildiğinde Lale'yi nerede arayacağını hala bilmiyordu. Ama içgüdüsel bir hareketle arabasını Arsuz Çayı'nın üzerinden geçen küçük köprüye doğru kırıverdi.

Bütün şiddetiyle arabanın kaportasını döven yağmur damlalarının altında durmaksızın çalışan sileceklerin ardından önünü görmeye çalışıyor, bir yandan da onu görebilmek için delicesine sağına soluna bakınıyordu. Neredeydi? Nereye gitmiş olabilirdi. Aklına gelen ilk yere kırdı direksiyonu. Babasının evine gitti. İçeri girdiyse orada olup olmadığından asla emin olamazdı ama gitti yine de. Tıpkı düşündüğü gibi Lale'nin burada olup olmadığına dair hiçbir işaret yoktu. Belki de çoktan gelmiş, içeri girmişti. Babasıyla arası düzelmişti belki de artık. Zaten öyle olmasa geçen gece burada kalmazdı herhalde. Yine de içi rahat değildi. Dar sokakta yaptığı keskin bir manevranın ardından döndüğü gibi tekrar Arsuz'un yegane caddesine doğru sürdü. Bir de gidip Melisler'e bakacaktı. Bir de Seymurlar'a. Bir de... Bir de... Ne kadar kabul etmek istemese de o Allah'ın belası herifin lanet oteline...

Neden bilmiyordu ama Seymur'un evi daha yakın olmasına rağmen önce Melisler'in evine gitti. Tıpkı Lemi Bey'in evinde olduğu gibi burada da Lale'nin içerde olup olmadığına dair en ufak bir işaret yoktu. Bir an Selçuk'u arayıp onu araya sokarak bunu öğrenebileceğini düşündü ancak kimseyle konuşmak istemiyordu. Kimseye dert anlatacak halde değildi ve arabayı Seymur'un evine doğru sürdü.

Yukarıdaki cadde tek yön olduğundan Seymur'un evine ulaşmak için mecburen sahil yolundan gidiyordu. Artık Lale'yi görebilmek amacıyla sağa sola bakmayı bırakmıştı çünkü bu yağmurda onun hala dışarıda olabileceğine kesinlikle ihtimal vermiyordu. Ama birden... Son hızla çalışan sileceklerin arasından görünen lekeli araba camından yolun sağındaki kaldırımda ansızın onu görüverdi. Evet oydu. Üstündeki beyaz plaj elbisesinden tanımıştı. Oydu işte! Lale'ydi! Kaldırımın kenarına oturmuş, başını dizlerine dayadığı kollarının arasına gömmüştü. Ortalık birdenbire çakan şimşekle aydınlanırken irkilerek doğrulup başını kaldırarak gök yüzüne baktığını görünce ani bir frenle arabayı sağa çektiği gibi aşağıya indi. Deli gibi yağan yağmurun altında ona doğru koşturdu.

Yağmurun arasında sesini duyurabilmek için "Lale!" diye bağırdı. "Lale!"

Lale gözlerine inanamıyordu. Gördüğü şeyin gerçek olamayacağına kendini inandırmaya çalışıyor, sonunda iyice kafayı yemeye başladığından korkuyordu. Bu önünde duran araba Batu'nun olamazdı? Arabadan inip ona seslenen, telaşla ona koşturan adam Batu olamazdı? Yıldırım düşecek diye korkarken ciddi ciddi aklını mı kaybetmişti, artık kendinden emin olamıyordu. Gözlerini kırpıştırarak önünde duran adama baktı. Galiba... Galiba bu gerçekten Batu'ydu?

"Batu?" dedi kendinden şüphe duyan çatlak bir sesle. "Sen misin?"

Bunu duyan Batu'nun yüzünü derin bir endişe kapladı. Lale'nin yanına kaldırım üstüne çöktüğü gibi elini Lale'nin alnına götürdü.

O "İyi misin sen? Ateşin mi var?" derken Lale ise onun elinin temasını hissettiği anda gözlerini kapatmıştı. Ne olduğunu bilmiyordu ama bu olan her neyse ona iyi geldiği kesindi.

Oysa Batu hiç de onun gibi düşünmüyordu. Lale'nin yağmurun altında tek başına kaldırımın üzerinde oturan bu hali, tepeden tırnağa sırılsıklam olmuş hali. Onu çok kaygılandırmıştı. Lale'nin bacaklarına doğru kayan gözleri iki dizindeki kan içinde kalmış yaraları gördüğünde kalbi sıkışır gibi oldu.

"Dizlerine ne oldu?" dedi hırıltılı bir sesle. "Ne yaptın sen böyle, bu halin ne?"

Lale belli belirsiz omuzlarını silkti. Yalnız kanayan dizleri değil, her hali ve hareketiyle çocuk gibi görünüyordu.

"Bisikletten düştüm." dedi umursamaz tuhaf bir sesle. Sonra sağ avucunu açıp Batu'ya gösterdi. "Elim de sıyrıldı bak."

Lale'nin kanayan eline hafifçe dokunurken Batu'nun yüzü buruştu. Sonra başını kaldırıp onun ifadesiz bakan gözlerine kısa bir an için baktı. Hiçbir şey demeden uzanıp dizlerinin altından tutarak onu kucağına aldıktan sonra ayağa kalktı.

Lale içinde bulunduğu durumun gerçekliğine inanamıyor gibiydi. Yine rüya görüyormuş gibi geliyordu ona. Daha da kötüsü artık gerçekle hayalin arasındaki keskin çizgiyi ayırt edemeyecek hale geldiğinden korkuyordu. Ama galiba bu kez gerçekti? Onu kucağına alan Batu'nun omzuna koyduğu kolu gerçekten ona dokunuyordu, hemen elinin altında Batu'nun omzu vardı işte? Hızla düşmeye devam eden iri yağmur damlalarının altında kocaman adımlarıyla arabaya doğru ilerliyordu Batu işte? Yine ait olduğu yerdeydi, Batu'nun kucağındaydı.

Batu tek eliyle arabanın kapısını açıp onu yolcu koltuğuna bindirirken nasıl olduğunu kendisinin de bilmediği bir şartlanmışlıkla "Çantam." dedi Lale sayıklar gibi. "Çantam orada kaldı."

Batu kısa bir an için güler gibi oldu.

"Tamam getireceğim." derken uzanıp Lale'nin emniyet kemerini takmakla uğraşmaya başlamıştı. Sonra bir koşu gidip Lale'nin kaldırımda duran plaj çantasını getirdi. Çantayı Lale'nin kucağına bıraktıktan sonra içini eşelemeye başladı, bulduğu havluyu çantadan çıkardığı gibi Lale'nin üzerine örttü.

Bir yandan da "Üşüyor musun?" diye soruyordu. "Doğru söyle Lale, üşüyor musun?"

"Cık." dedi Lale yavaşça. "Üşümüyorum da..." Ama sonra küçük bir sesle ekledi. "Bisikletim n'olacak?"

Batu başını çevirip kaldırımın yanında duran bisiklete baktı sıkıntıyla. Sonra hızlı adımlarla arabanın etrafından dolandı. Lale onun arabaya binip basıp gideceğini düşünmüştü. Ama öyle olmadı. Batu arabanın klimasını sıcak havayı doğrudan Lale'nin üzerinden verecek şekilde ayarladıktan sonra doğrulup tekrar bisiklete baktı. Birkaç saniye süren kısa bir düşünme süresinden sonra tereddüt etmeden kaldırıma doğru yürüdü. Bisikleti sırtladığı gibi getirip arabanın arka koltuğuna yerleştirmekle uğraşmaya başladı. Normalde tekerlekleri böylesine çamura basmış bir bisikleti kıymetli arabasına alması imkansızdan öte bir ihtimaldi ama o an nedense durup bunu düşünmemişti. Biraz uğraştıktan sonra bisikleti arabanın arka koltuğuna yerleştirmeyi başardı ve bir koşu dönüp arabaya binerek aracı hareket ettirdi.

Lale içinde bulunduğu duruma hala inanamıyordu. Batu'nun arabasındaydı. Ona ait olan yerdeydi. Yine burada, Batu'nun arabasının yolcu koltuğunda oturuyordu. Arsuz'a geldiği ilk gece Ela'yı burada otururken gördüğünden beri bu anın hayalini kurmuştu. Her şey hem aynı eskisi gibi hem de çok farklıydı. Bütün bunlar gerçek miydi? Bunca olan bitenden sonra yine Batu'nun arabasında, onun yanında oturuyordu değil mi?

Kendini bu anın gerçekliğine inandırmaya çalışırken birden aklına Beril'in hamileliği geldi. Beril hamileydi. Kendi bebeği, Batu'nun deli gibi istediği bebekleri, 'Defne' diye sevdikleri minicik oğulları bir daha hiç geri gelmeyecekken Beril iki sene içinde ikinci çocuğuna hamileydi. Vücudunun her bir köşesi tepeden tırnağa sırılsıklam olmasına rağmen bu yeniden aklına gelene kadar üşümüyordu. Oysa şimdi tüm bedeni, Batu'nun arabasının klimasının verdiği sıcak havanın etki edemeyeceği kadar derin bir üşüme içindeydi. Uğradığı bu haksızlığa dayanamıyor, hayata karşı içinde çok büyük bir isyan duyuyordu. O da Batu da böylesine ağır bir cezayı hak edecek bir şey yapmamışlardı. Yapmamışlardı işte. Yapmamışlardı! Aksine hep başkaları onları üzmüş, onların yoluna taş koymak, mutluluklarıan engel olmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Ama bütün bunlara rağmen bu kadar büyük bir acıyı yaşayan, hayatları boyunca bunun yükünü taşıyacak olan yine onlar oluyordu. Üstelik... Üstelik artık beraber bile değillerdi! Batu onu sevmiyordu. İstemiyordu!

Lale birdenbire yeniden ağlamaya başladı. Batu'nun ne düşüneceği artık çok da umrunda değildi. Zaten onu sevmiyordu. Ağladığı için bağırıp çağırsa sinirlense bile artık bu hiçbir şeyi değiştirmeyecekti, nasılsa onu sevmiyordu.

Dirseğini arabanın camının pervazına dayayarak yağmur altındaki sokaklara bakarken gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Batu ne yapıyor, ne düşünüyor, ağladığının farkında mı değil mi, hiç bilmiyordu. Ama artık gerçekten de kendini tutamıyordu.

Biraz sonra arabanın durduğunu fark ettiğinde, camdan dışarı bakıp da görmeyen gözlerinin Melisler'in evinin önüne geldiklerinin ayırtına varamadığını fark etti. Melisler'in evine gelmişlerdi. Batu onu buraya getirmişti. Çünkü bir an önce arabadan inip gitmesini istiyordu.

Bunun farkına varmak bütün sinirlerinin boşalmasına neden oldu. Titrek elleriyle emniyet kemerini açarken tir tir titriyordu. Artık ne aklını ne de bedenini kontrol edemediğini hissediyordu.

"Te-teşekkür e-ederim." dedi titreyen bir sesle. "G-görüşürüz." diyerek kapıyı açıp inmeye yeltendi ama Batu aniden pençe atar gibi sertçe bileğine yapışarak onu tuttu.

Lale başını çevirip ona baktı. Sonra bakışları bileğine yapışmış eline doğru döndü. Bileğini kavrayan Batu'nun parmaklarına baktı uzun uzun. Sonra tekrar Batu'nun gözlerine dikti bakışlarını.

"Beril hamileymiş." dedi. "Sen biliyor muydun?"

Bir süre hareketsiz kaldı Batu. Neden sonra bileğinin çevresine yapışmış parmaklarını gevşetmeden 'hayır' anlamında belli belirsiz başını salladı.

Lale yavaşça burnunu çekti.

"Bazen..." dedi. "Bazen düşünüyorum. Diyorum ki... Yani belki yaşasaydı. Dünyaya gelseydi bile yine olmayacaktı. Daha kötü şeyler olacaktı. Ne yapsak... Yani ne yapsak olmayacaktı, olduramayacaktık. O zaman daha korkunç olmaz mıydı diyorum kendime." diyerek ıslak gözlerle Batu'ya baktı. "Onu o zaman kaybetmek..." Kısacık bir an için gözlerini kapatarak inledi. "Düşünemiyorum bile." dedi güçlükle. "Böyle düşünmeye çalışıyorum." dedi giderek daha da kısık çıkan bir sesle. "Ama. Ama hala çok özlüyorum Batu." diyerek ağlamaklı gözlerle dönüp Batu'ya baktı. "Hiç sahip olamadığın bir şeyi özlemek biraz garip belki, biliyorum ama... Biz ona sahip olmuştuk zaten değil mi Batu?" diyerek içini çekti. "Ne yapayım işte, çok özlüyorum. Sen de özlüyor musun? Tek ben değilim değil mi? Sen de özlüyorsun değil mi?" Gözlerinin dolmaya başladığını hissedince yavaşça burnunu çekti. "Anlamıyorum ki. Nerede şimdi? Nerede bebeğimiz? Nereye gitti? Bir gecede nasıl yok oldu? Bir an varken, içimdeyken, birdenbire nasıl yok oldu. Nerede şimdi? Nereye gitti bebeğimiz Batu?"

Batu'nun ıslaklıktan parlayan gözlerinin içine bakıyordu. Bir süre hiç konuşmadan birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Sonra... Sonra Batu artık daha fazla duramadı. Dayanamadı. Ani bir hareketle uzandığı gibi Lale'nin yüzünü elleriyle kavrayarak kendine çekti ve dudaklarına gömüldü.

İlk birkaç saniye ne yaptığını algılayamadı bile. Allah'ım... Allah'ım... Nasıl... Nasıl özlemişti... Günlerdir... Ne günü aylardır kendini nasıl tutmuştu? Ondan uzak nasıl yaşayabilmişti, nasıl nefes alabilmişti? Bilmiyordu. Bu dudakları, ellerinin altındaki tenin kokusunu, onun dayanılmaz öpüşünü öyle özlemişti ki... Bunlar olmadan bu kadar zaman nasıl hayatta kalabilmişti gerçekten bilmiyordu. Bütün gücüyle ona karşılık veren öpüşleriyle öyle dayanılmazdı ki. Kendine hakim olamayacağını hissediyordu. Olamıyordu da zaten. Her geçen saniye kanının biraz daha kaynadığını hissediyordu. Dudaklarının arasında gezinen Lale'nin dili karşısında her şeyi unutmaya dünden razıydı. Daha fazla direnemeyecekti. Olmuyordu işte, zorlamanın ne anlamı vardı?

Dışarıda yağan yağmur, kaportayı sertçe döven damlalar arabayı dolduran nefes seslerine karışırken Batu artık kendini tamamen bırakmayı seçmişti. Dudakları onunkilere dokunduğu anda aklını kaplayan sis perdesinin ardından izliyordu kendini sanki. Lale'nin yüzünün iki yanında duran ellerini aşağıya doğru indirdi. Delicesine özlediği göğüslerini yavaşça okşadıktan sonra bir anda sertçe sıktı. Ah o kadar çok özlemişti ki... Çıldıracak gibiydi. Dudaklarından güçlükle ayırabildi kendini. Kokusunu deli gibi özlediği, ıslak yağmur taneleriyle bezeli boynuna doğru indirdi dudaklarını. Allah'ım aklını kaybedecek gibiydi. Sarındığı havluyu tek bir le hareketiyle çekip yere fırlattı. Ellerini hızla aşağıya doğru kaydırarak belinin iki yanından kavradığı gibi bedenini kendine doğru çekti ve boynuna gömüldü. Lale'nin dudaklarından yükselen küçük iniltiler kulağına geldikçe iyice kendini kaybediyordu. Boynundaki her bir yağmur damlasının üzerinde dilini gezdirdi, o damlaları tek tek öptü, içine çekti. Bembeyaz boynunu süsleyen küçük benlerinin her birini öptü. En son da boynunun kenarındaki o küçük beni. Lale'nin o an yine tıpkı eskiden olduğu gibi ürperdiğini hissettiğinde bu cesaretini daha da arttırmıştı. Nasıl olduğunu anlamadığı bir anda ellerinden biri yukarı doğru çıkarak ıslak plaj elbisesinin yakasından içeri kaydı. Sağ göğsünü kapatan ıslak bikini parçasını sertçe ittiği gibi göğsünü avuçladığında boğazının derinliklerinden derin bir hırıltı yükseldi. Aylardır bu anı bekliyordu.

Boynundan kopardığı dudakları ıslak göğsüne doğru inerken parmakları göğsünü delicesine okşuyor, giderek sertleşen göğüs ucu parmaklarının arasında eziliyordu. Ah o dudaklarından yükselen inilti nasıl bir şeydi. Nasıl bir şeydi ki bu halde bile onu daha da ateşlemeyi başarıyordu. Belini okşayan diğer elini de yukarı doğru çıkardığı gibi önce plaj elbisesini, sonra bikinisini sertçe iterek bu kez sol göğsünü kavradı. Aynı anda dudakları da iki göğsünün arasındaki bölgede gezinmeye başlamıştı. Dudakları sağ göğsünün kabartısında dolaşır, dakikalardır yağmurun altında oturmanın etkisiyle buz kesilmiş tenini öpüp okşarken Lale de ince parmaklarını saçlarının arasından geçirmeye başlamıştı. Lale'nin inleyerek başını geriye doğru attığını fark ettiğinde artık iyice kanı tutuşmuş durumdaydı. Büyük bir açlıkla aşağıya doğru kaydırdığı dudakları haşince sağ göğsünün ucunu kavradı.

Ellerinden biri sırtına doğru kayarak bikinisini açmaya çalışırken diğer eli kontrol edemediği bir hızla aşağıya doğru iniyordu. Kendini durdurması gerektiğinin farkındaydı. Sisle kaplanmış aklının çok gerilerinde bir yerde bunu biliyor, durması gerektiğini kendi kendine tekrarlayarak yeniden aklına söz geçirebilmeyi deniyordu ama olmuyordu. Ellerinin ve dudaklarının altında zevkle kıvrılıp inleyen bu bedene nasıl karşı koyabilirdi? Yapamıyordu. Yapamayacaktı. Eli yavaşça Lale'nin karnından aşağıya doğru kayarken artık hiçbir şeyin umrunda olmadığını hissediyordu. Eli Lale'nin bikini altının içine doğru girdiğinde onun bütün bedeninin kasıldığını hissetmek ona her şeyden öte inanılmaz bir zevk vermişti. Buz kesmiş göğüs uçlarına rağmen bacaklarının arası o kadar sıcaktı ki. Parmakları Lale'nin bacaklarının arasındaki ıslaklığı bulduğunda boğazından boğuk bir hırıltı yükseldi. Lale'nin bacaklarını aralayarak ona daha fazla yer açması ise onun bütün zincirlerini koparmasına neden oldu. Parmakları Lale'nin derinliklerine doğru girerken dili Lale'nin göğüs ucunun üzerinde geziniyordu. Lale elleri saçlarının arasındaydı ve başını göğsüne doğru bastırırırken kalçalarını da hareketlendirerek ona doğru ittirmeye başlamıştı. Boğuk bir iniltiyle üçüncü parmağını da içine sokup biraz daha derine doğru iterken Lale'nin bedeninin yay gibi gerildiğini hissettiğinde kendini tamamen kaybetti. Lale'den yükselen mırıltıya benzer o inildeme bugüne kadar duyduğu en güzel ses olabilirdi.

Dudaklarını yukarı doğru çıkararak yeniden onun nemli dudaklarıyla buluştuğunda birçok mefhumunu tamamen yitirmiş durumdaydı. Dudaklarının sıcaklığı. O öpüşleri. Öyle inanılmazdı ki. Kopamıyordu. Vurgun yemiş gibiydi. Daha derine inmeden bir an önce yüzeye çıkmak için harekete geçmeli, boğulmadan önce son bir gayretle kendini kurtarmalıydı. Aksi takdirde geri dönüşü olmayacaktı. Biraz daha derine indiği anda asla geri dönemeyecek, orada boğulup gidecekti. Artık durmalıydı. Bu noktadan sonra imkansız gibi geliyordu ama bunu yapmalıydı. Yoksa gerçekten de yiyeceği vurgundan kaçış yoktu. Lale'nin dudakları bütün mantık kavramını yitirmesine sebep olmuştu. Göğsüne değen dimdik göğüs uçları... Yüzünde, sakallarında, saçlarının arasında, boynunda, ensesindeki saç diplerinde, üzerindeki tshirt'ten içerip girip sırtında, belinde gezinen ve tam şu an üstündeki mayonun belini çekiştiren küçük sıcacık elleri... Ama en çok da onun o çıldıracak kadar çok özlediği kaygan, ıslak derinliğinde giderek daha da kaybolan parmakları... Hepsi bir an daha beklerse sonrasında asla geri dönemeyeceğinin ispatıydı. Artık kendini kontrol edemiyordu. Ya şimdi duracaktı ya da hiç... Hiç durmayacaktı. Lale'nin ısrarla üstündeki mayoyu çekiştiren elleri biraz daha içeri girerse zaten durması imkansızdı. Daha derine dalmadan, o kaçınılmaz vurgunu yemeden bir an önce su yüzüne çıkmalı, nefes almalıydı artık. Yoksa burada boğulacaktı. Başının dönmeye başladığını hissediyordu.

Bir an durmayı denedi. Ama onun öpücükleri yavaşladığı anda bu kez Lale atağa geçmişti. Yüzünü ellerinin arasına alıp biraz daha kendine doğru çekerek onu öptü, öptü, öptü. Parmak uçları kirli sakallarının üzerinde gezinirken dudakları öyle bir öpüyordu ki. Ona karşılık vermekten kendini alamıyordu. Duramıyordu. Lale'nin öpüşüne karşılık vermemesi imkansız gibi bir şeydi. Soluklanmak için kısa bir anlığına ayrıldıklarında Lale'nin dudaklarının boynuna doğru kaydığını hissedince gözlerini kapatarak inledi. Ne yapacaktı? Bu noktadan sonra kendini nasıl durduracaktı?!

Lale dudaklarıyla boynuna öyle şeyler yapıyordu ki artık daha fazla düşünemiyordu. Onun dokunuşlarına karşı her zaman gereğinden hassas olan boynunda gezinen dudaklar şimdi aklını iyice başından alıyordu. Avuçlarını göğsüne kapattığını hissedince gözlerini yumdu. Lale'nin küçücük elinin altında deli gibi çarpan kalbi hafifçe okşadığını hissettiğinde güçlükle yutkundu. Göğsünde gezinen ellerinin daha aşağılara doğru kaydığını fark ettiğinde ise aklı allak bullak oldu. Şortlu mayosunun belinde dolaşan parmakları hissettiğinde hızla nefesini içine çekti. Başını geriye atarak yine gözlerini kapattı. Galiba yapamayacaktı. Ona dur diyemeyecekti. Zaten hiçbir şey düşünemiyordu bile. Aklı başından uçmuş gitmişti. Lale'nin parmakları biraz daha aşağı doğru inerken genzinden yeni bir hırıltı yükseldi. O parmaklar bacaklarının arasındaki sertliğin üzerine kapandığında inledi. Eğer şimdi, hemen şimdi buna son vermezse bu noktadan sonra artık geri dönüşün olmayacağını biliyordu.

O gücü kendinde nasıl bulduğundan kendisi bile emin değildi, hiçbir zaman da olamayacaktı ama. Ani bir hareketle Lale'nin elini sertçe tutup üzerinden çekti. Sonra da Lale'nin bikinisinin içinde duran kendi elini hızla geri çekti ve bütün vücudunu geri çekerek Lale'den olabildiğince uzaklaştı.

Lale ne olduğunu pek anlayamasa da hala kendinde değildi. Çok kısa bir an durakladıktan sonra Batu'ya doğru uzanarak dudaklarından öpmeye yeltenecek oldu ama Batu hızla kendini geri çekti.

Boğuk bir sesle "İn arabadan." dedi soluk soluğa. "Çabuk in arabadan. Git buradan!"

Lale aptallaşmış bir ifadeyle ona bakakaldı. Gözlerini kırpıştırarak Batu'nun kızarmış yüzüne bakıyor, bunun tuhaf bir şaka olduğuna inanmak istiyordu.

"Ne?" diyebildi birkaç saniye sonunda.

"Git işte git. Git!" diye nefes nefese bağırdı Batu.

"B-Batu sen ne diyorsun?" dedi ağlamaklı bir sesle. "Niye böyle yapıyorsun?"

"Sus! Batu deme! Hiçbir şey söyleme bana! Git Lale, git!" diye bütün sesiyle bağırdı.

İlk anki şoku üzerinden atınca Lale'nin patlaması da gecikmedi. "Ya sen ne diyorsun?! Ne yapmaya çalışıyorsun??" diye bas bas bağıran şimdi oydu. "Niye bu kadar dengesiz davranıyorsun? Ne yapmak istiyorsun Batu? Benden ne istiyorsun?!"

"Senden hiçbir şey istemiyorum! Ben artık senden hiçbir şey istemiyorum!"

"O zaman niye peşimden geldin?!" diye avaz avaz bağırdı Lale. "Niye beni aramaya çıktın?! Niye beni kucağına alıp arabana bindirdin?! Biraz önce arabadan inmek istediğimde niye kolumdan tutup durdurdun? Benden hiçbir şey istemiyorsan biraz önce yaptıkların neydi!? Benden hiçbir şey istemiyorsan daha birkaç dakika önce niye." Giderek incelen titrek sesi sonunda kırıldı, boğazından fırlayan bir hıçkırıkla beraber ağlamaya başladı. "Neden böyle yapıyorsun?" diye bağırdı ağlayarak. "Madem beni istemiyorsun o zaman git. Bırak git o zaman! Niye hala buradasın? Neden dün gece sonradan o odaya geldin o zaman? Neden Seymur gelene kadar yanımda kalıp beni izledin?!" Son söylediklerini duyan Batu'nun yüzünün gerildiğini görünce bundan cesaret alarak bütün öfkesiyle devam etti. "Geçen gece neden İrem'i araya sokup Levin'den babamın teknesini almasını istedin? Niye onlara bütün gece beni arattın Batu? Ela'nın odasına girdiğin o gece niye gidip Levin'in üstüne saldırdın?" Batu'nun çenesinin seğirmeye başladığını görmek her şeye rağmen onu o kadar sevindirmişti ki. Hiç duraklamadan devam etti yeni öğrendiği ne varsa bir bir yüzüne vurmaya. "Beni istemiyorsan neden nerede olduğumu bu kadar merak ediyorsun? Neden beş yaşındaki yeğenimin bile ağzından laf alıp benim nerede olduğumu öğrenmeye çalışıyorsun? Geçen akşam neden hiç tanımadığın ve davetli bile olmadığın birinin evindeki davete geldin? Bugün neden Merve'yle Dağhan'ın partisine geldin? Beni istemiyorsan bütün bunları neden yapıyorsun Batu?! Dengesiz misin sen!?"

Batu alayla soğuk soğuk güldü.

"Bunu sen mi söylüyorsun?" dedi. "Beni dengesiz olmakla suçlayan sen misin? Ya sen ne dediğinin farkında mısın Lale? Gideceğim diye tutturan, sonra 'sen izin vermeden gitmeyeceğim' diye saçma sapan mazeretler uyduran, 'gitme dersen gitmeyeceğim' diye abuk sabuk şeyler söyleyen kimdi. Ben miydim Lale ha söylesene!" Diye bağırırken sertçe direksiyonu yumrukladı. "Bugün bu noktaya geldiysek bunun bütün sorumlusu kim? Söylesene Lale, bu hale gelmemizin sorumlusu kim?! Ben miyim?! Ben mi seni bırakıp gittim? Ben mi seni terk ettim? Sen yüzüme bile bakmazken, ağzını açıp benimle tek kelime konuşmaya tenezzül etmezken, saçlarını okşamak istediğimde sanki canını alacakmışım gibi korkuyla 'yapma' diye bağırıp beni azarlarken bile her şeye rağmen gözünün içine baktığım için. Seni it gibi köpek gibi deli gibi sevdiğim için ben mi suçluyum? Ben sana tapıyordum be!" diye haykırdı. "Ayağının bastığı yere tapıyordum ben senin! Yanından ayrılamıyordum! Senden uzak olunca nefes alamıyormuşum gibi geliyordu, senin aynı şeyi hissetmediğini düşündükçe delirecek gibi oluyordum anlıyor musun? Ne demek istediğimi anlayabiliyor musun Lale?!"

Dakikalardır susmadan bağırdığı için nefes nefese kalmıştı, göğsü körük gibi inip kalkarken öfkeyle Lale'yi süzdü.

"Peki sen... Sana bu kadar aşık adama sen ne yaptın Lale? Ben her şeyi senin için yaparken sen ne yaptın? Ben çabaladıkça, bir şeyleri düzeltmek için çırpındıkça yaptığım her şeye uzaktan bakmaktan, işler yolunda gitmediği anda oturup çocuk gibi ağlamaktan başka ne yaptın?"

Lale'nin ağlayan gözlerle kendisine baktığını görünce daha da sinirlendi.

"Ağlamaktan başka ne yaptın söylesene Lale!" diye bağırarak direksiyona vurdu.

Öfkeyle yanan gözlerini tekrar Lale'ye çevirdi.

"Ben söyleyeyim mi ne yaptığını?" diye tısladı. "Sen, sana deli gibi aşık bu adamı piç gibi ortada bıraktın gittin! Terk ettin! Hayatımın en büyük kazığını attın sen bana!"

Daha fazla dayanamamış olacak ki "Hayır ben seni terk etmedim!" diye bağırdı Lale. "Ben seni piç gibi ortada bırakıp gitmedim! İlk günden beri sadece bunu söyleyip duruyorsun! Ben hata yaptığımın farkındayım ama sen sürekli beni aynı şey için suçlayarak haksızlık ediyorsun! Ben seni terk etmedim, bunu sen de biliyorsun Batu! Ama öyle yapmış olsaydım bile, seni terk edip gitmiş olsaydım bile, madem söylediğin kadar aşıktın bana, madem hayatının en büyük kazığını attım ben sana, o zaman gelip beni geri getirseydin! Peşimden gelseydin! Gelip Beyrut'tan alsaydın, kolumdan tutup geri getirseydin beni Batu!!"

Gözleri kocaman açılırken "Denemedim mi?" diye kendini kaybetmişçesine bağırdı Batu. "Beyrut'taki havaalanından beni aradığında 'oradan bir yere kıpırdama, beni bekle, gelip seni alacağım, sonra da beraber döneriz' demedim mi? Peki ben bunu söylediğimde sen bana ne dedin? Hatırlıyor musun bana ne dediğini Lale? Bana 'Yapma Batu' dedin! 'Her şeyi daha da zorlaştırma' dedin! Şimdi ne yüzle bunları söyleyebiliyorsun sen bana ya?! Sana ne zaman geri döneceğini, orada ne kadar kalacağını sorduğumda bile cevap veremedin sen bana! 'Daha yeni geldim' dedin Lale ya. Bana bunu dedin sen ya! Şimdi de arkadaşının nişanı için döndüğünü bilmiyor muyum sanıyorsun? Bir de utanmadan karşıma geçip 'söylediğim gibi limon çiçekleri açmadan geldim işte' diyorsun. "Kolumdan tutup beni geri getirseydin' diyorsun. Sen benimle dalga mı geçiyorsun Lale?!"

Lale'nin gözlerinden boncuk boncuk yaşlar süzülüyordu. Batu'nun söylediklerine verebileceği hiçbir cevabı yoktu. Hissettiği suçluluğun ve pişmanlığının da tarifi yoktu. Başını taşlara vursa yine yetmezdi içindeki pişmanlığı anlatmaya. En kötüsü de bunu Batu'ya hiçbir zaman anlatamayacağını bilmekti. En kötüsü oydu işte.

Sessizce "Haklısın." dedi başını önüne eğerek. "Sen ne desen, ne söylesen haklısın. Ama ben... Ne yaptığımı bilmiyordum Batu ben." diyerek başını kaldırıp ona baktı. "Daha doğrusu ne yapacağımı bilmiyordum. Sen beni normale döndürmek için çırpındıkça ben kendimi daha da kötü hissediyordum. Sana bunu yaptığım için kendimden daha çok nefret ediyordum ama başka türlüsü de elimden gelmiyordu." derken gözünden bir damla yaş süzüldü aktı yanağına doğru. "Dedim ya. Ne yapacağımı, neyi nasıl yapacağımı bilmiyordum."

"Biz bunu birlikte aşabilirdik! Beraber üstesinden gelebilirdik! Ben de en az senin kadar üzülmüyor muydum sanıyorsun? Benim için de hayatımın en zor günleriydi. Ve sen beni o günlerde yalnız, yapayalnız bıraktın! Yaşadığımız o acının üzerine bir de sen bırakıp gittin beni! Ben hala rüyalarımda senin hamileliğini görmüyor muyum sanıyorsun? Ben... Ya ben o bebeği ne kadar istiyordum sen biliyor musun Lale?! Senin yaşadığın bambaşka bir şeydi, o boyutunu ben hiçbir zaman anlayamam belki ama... Benim o bebeği nasıl istediğimi biliyordun Lale! Size bir şey olacak diye aklım çıkıyordu! O gece ben ne kadar korktum biliyor musun, bir fikrin var mı?! Seni de kaybedeceğim diye nasıl korktuğum, o gece uyanıp da seni o halde görünce neler hissetmiş olabileceğim hiç aklına geldi mi? Hastanede seni alıp içeri götürdüklerinde orada tek başıma beklerken neler yaşadığımı, aklıma neler neler geldiğini hiç düşündün mü? Sadece onun için değil, senin için de ne kadar korktuğumu biliyor musun?! Ümit Abi gelip bebeği kaybettiğimizi söylediğinde neler hissettiğimi biliyor musun? O haberi aldıktan sonra bile hala senin için korkmaya devam etmenin nasıl berbat bir duygu olduğu hiç aklına geldi mi? Sen uyanana kadar ben kaç kez ölüp ölüp dirildim biliyor musun? Sonraki günlerde yanlış bir şey yapıp da seni daha fazla üzeceğim diye nasıl korktuğumu, seni öyle gördükçe, sen yemek bile yemedikçe, benimle konuşmadıkça, bir şey söylediğimde bana cevap bile vermedikçe ben... Benim neler hissettiğimi hiç düşündün mü sen?!"

O konuşurken Lale ellerini yüzüne kapatarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.

"Ben ne yaptıysam, ne yaptıysam senin için yaptım! Her şeyi senin için yaptım!" diye hırsla devam ediyordu Batu. "Askere bile senin için gittim! Yoksa bana kalsa seninle tanışmamış olsam, masterdı doktoraydı şuydu buydu bir şekilde halledip kaçabildiğim yere kadar kaçardım askerden! Seninle durumumuz o kadar belirsiz olmasa ne Adana'ya dönerdim ne de abimle Nesrin'e katlanırdım! Babam kırılırdı darılırdı belki ama ne kadar kararlı olduğumu görünce bir şey diyemezdi. Dedirtmezdim! Ya ben... Ben Adana'da yaşamayı çok mu seviyorum sanıyorsun? Mersin'i sevdiğim için mi orada yaşamayı tercih ettiğimi zannediyorsun? Ben neden Turgut'la ortak oldum, İstanbul'a gitsem çok daha iyi para kazanabileceğimi bildiğim halde neden bu işi Adana'da yapmaya karar verdim sanıyorsun? Senin için. Hepsi senin için! Sen annenden, abinden, yeğenlerinden uzak kalma diye! İstanbul'a gidersek yaşadığımız bunca olayın üzerine bir de bu yüzden kendini üzüp bunalıma girme diye! Orada hayat buralara göre çok daha pahalı, evet başarılı olursan çok daha fazla kazanıyorsun ama düşersen de çok daha kötü düşüyorsun. Olur da başaramazsam, yapamazsam, bu işi Adana'da kurarken bile başaramam, sana alıştığın hayatı veremem diye korkarken, aynı şeyi İstanbul'da yaşarsam, oraya gidip de başarısız olursam, sen mutsuz olursan, seni mutsuz edersem perişan olurum diye! Senin her şeyin laftaydı. 'Seni seviyorum Batu, gitmeyeceğim Batu, birlikte olacağız Batu, ailemle konuşacağım Batu.' Ne söylediysen hiçbirini hayata geçiremedin sen. Hepsi lafta kaldı öyle. Ama ben, ben sana söylediğim, söz verdiğim her şeyi yaptım. Senin için. Hepsini senin için yaptım Lale!""

Kısa bir an için sustu. Nefesini toparlamaya çalışırken karşısında sessiz sessiz ağlamaya devam eden Lale'ye baktı.

"Ama artık bunların hiçbiri bir şey ifade etmiyor benim için." dedi kupkuru bir sesle. "Hiçbirinin bir önemi yok artık. Bıraktım. Sen beni terk edip gittikten sonra. Artık bundan kötü ne olabilir ki dedim. Bıraktım." derken yavaşça omuzlarını silkti. "Artık benim kaybedecek bir şeyim yok. Kalmadı. Daha fazla kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı." dedikten sonra gözlerinin Lale'nin ıslak bakan mavilerine dikti. "Ben bi kere seni kaybettim." dedi sessizce. "Artık bundan daha kötü ne olabilir ki?"

"Batu..." dedi Lale yalvaran bir sesle.

Lale'ye bakarken Batu'nun gözlerindeki yakıcı öfke yerini koyu bir hüzne bırakmıştı. Yüzündeki gergin ifade bir an için çözülür gibi oldu.

"Niye gittin?" dedi çaresizce. "Niye beni bırakıp gittin Lale? Niye?"

Lale yeniden ağlamaya başladı.

"Sen niye beni aldattın?" dedi hıçkırarak. "Niye yaptın bunu bana?!"

Batu'nun yeniden kaşları çatıldı.

"Ben bunu sana daha önce de söyledim! Seni aldatmış olmam için ortada bir ilişki olması gerekirdi Lale! Ben seni aldatmadım! Ama eğer öyleyse bile, seni aldattıysam bile sen beni bırakıp gitmeseydin bunların hiçbiri olmayacaktı Lale! Bugün bu noktadaysak bunun sorumlusu sensin! Şimdi karşında gördüğün bu adam senin eserin onu sen yarattın. Bunu sen yaptın! Şimdi bu haldeysek nedeni sensin! Tek nedeni sensin Lale! Ağzının içine bakan sana deli gibi aşık bir adamdan bu adamı sen yarattın. Sana o aşık adamı öldürdün ezdin geçtin sen!"

Lale kendini kaybetmiş gibi ağlıyordu. Güçlükle "Batu..." diyerek hıçkırdı. "Özür dilerim. N'olur..."

"Hayır!" diye hiddetle bağırdı Batu. "Hayır! Hayır çünkü seni biliyorum. Seni tanıyorum Lale! Şimdi affetsem, sana 'tamam' desem, yeniden başlasak en ufak bir sorunda yine çekip gitmeyecek misin? Yine bırakmayacak mısın beni?"

Lale şiddetle başını iki yana sallarken o alayla güldü.

"Evet bırakacaksın." dedi. "En küçük bir sorunla karşılaştığımızda yine kaçıp gitmek isteyeceksin. Daha önce hep yaptığın gibi yine kaçmak isteyeceksin! Senin istediğin benimle birlikte olmak, hayatı benimle beraber yaşamak değil ki! Sen sadece kafanda yarattığın o masal dünyasında yaşamak istiyorsun! Her şey hep iyi olsun, işler yolunda gitsin, her şey güllük gülistanlık olsun, çiçekler böcekler kelebekler..." dedi alayla. "Yiyelim, içelim, gülelim, gezelim, eğlenelim. Ama gerçek dünya öyle değil işte Lale! Bütün bunları ben senden daha çok istiyorum! Sen hep mutlu ol, hep gül istiyorum, o kahkahanı her gün her an duyayım istiyorum. Şu gözlerinden artık bir damla yaş daha dökülmesin diye dünyayı yakabileceğimi hissediyorum! Ama sadece benim istememle olmuyor işte! Dünyanın bin bir türlü hali var. Ben sen benim yanımda olduğun, yanımda kaldığın sürece her şeyin üstesinden gelebilirdim, her şeye katlanabilirdim. Ama sen? Sen aynı şeyi söyleyebiliyor musun Lale? Önümüze çıkan ilk zorlukta, yaşadığımız ilk sorunda, bu ikimizin de acısıyken, ikimizin acısı ortakken, bunu ancak el ele vererek beraber aşabilecekken daha yaşadığımız ilk zorlukta arkanı dönüp gittin sen! Beni bir an düşünmedin bile!"

"Hayır!" diye bağırdı Lale. "Hayır öyle olmadı! Ben arkamı dönüp gitmedim! Ben sadece... "

"Evet aynen öyle oldu!!" diye kükredi Batu. "Ya ben... Seni tanıyana kadar benim en uzun ilişkim ne kadar sürmüştü biliyor musun sen Lale?! Nasıl oldu da öyle bir adamdan seninle evlenmek için yanıp tutuşan bir adama dönüştüm hiç aklına geldi mi? Benim yaşımdaki onca erkek evlilikten köşe bucak kaçarken ben, senin isteyip istemediğinden emin olamadığım halde seninle evlenmek için deliriyordum ben! Ben de bağlanmaktan korkabilirdim. Ben de evlenmekten korkabilirdim! Hayatımın geri kalanını tek bir kadınla geçirme fikrinden korkup sıkılabilirdim! Vazgeçebilirdim! Benim için kolay olduğunu mu sanıyorsun?! Ben de senin gibi korkup kaçabilirdim! Ama yapmadım! Çünkü ben seni seviyordum Lale! Seni istiyordum! Ben nasıl sen yanımda olmadan nefes bile almak istemiyorsam, sen de ben yanında değilken nefes alama istiyordum. Seni her şeyden, herkesten çok seviyordum ben!"

Kısa bir sessizlikten sonra aynı öfkeyle devam etti.

"Şimdi tüm bunları geride bırakabilsek bile ben... Ben bana attığın bu kazığı, bana yaptıklarını affetsem bile senin kendine verdiğin zararı nasıl affedeyim Lale? Baksana şu haline!"dDiye bağırdı. "Sadece beni değil, kendini de mahvettin sen! Beni bu kadar seviyorsan niye gittin o zaman Lale? Ne hakkın vardı gitmeye?! Bana bunu yaşatmaya, kendine bunu yaşatmaya ne hakkın vardı?! Benim senden ayrılamayacağımı biliyordun! Seni asla bırakamayacağımı, sensiz yapamayacağımı biliyordun. Hem de çok iyi biliyordun! Kendi anneme bile karşı çıktım ben senin için! Kendi annemi bile silmeyi, onu hayatımdan çıkarmayı göze aldım. Sırf senin için! Sadece senin için! Senden başka kimse, kimse ayıramazdı bizi, bunu sen de biliyordun! O yüzden gittin zaten. Bu halde olmamızın tek suçlusu sensin! Hem beni hem kendini sen mahvettin! Bunu sen yaptın Lale! Bana ne yaptığını, sana dokunmaya çalıştığımda beni azarlayıp terslediğini, sevişmemizden sonra ağladığını, 'gideceğim' diye tutturduğun günlerde bana neler söylediğini, gittikten sonra aylarca geri gelmediğini, hadi Beril sana 'gelme' demiş olsa bile senin beni aramak için aylarca beklediğini, geri gelmek için arkadaşının nişanlanacağı günü beklediğini, hepsini unutsam bile... Aylardır bana hissettirdiklerini nasıl unutacağım Lale? Bana yaşattığın bu cehennemi nasıl unutacağım söyle!" Bir-iki saniye durdu. Sessizce Lale'ye baktıktan sonra sakin sakin "İşte bu yüzden." dedi. "Bu yüzden Ela'yı bıraksam bile, Ela olmasa bile bundan sonra hayatımda sen olmayacaksın Lale."

Lale yeniden ellerini yüzüne kapatmış deli gibi ağlıyordu. Batu susunca ellerini yüzünden çekerek başını kaldırıp ona baktı.

"Niye beni öptün o zaman?" dedi ağlamaktan kısılmış sesiyle. "'Öylesine yaptım, hiç etkilenmedim' diye yalan söylemekle uğraşma boşuna, ikimiz de ne kadar etkilendiğini gördük!!" dedi iğneleyen bir tonlamayla. "Sen başlattın her şeyi! O kadar ileri gitmesine de sen izin verdin! Madem beni affedemeyeceksin, madem bundan sonra hayatında ben olmayacağım, neden yaptın? Neden öptün beni o zaman!?"

Batu'nun dudaklarında zalim bir kıvrım belirdi.

"Dünkü teklifin hala geçerli mi diye öğrenmek istedim belki. Olamaz mı?" derken sesi buz gibiydi. "Hala son bir kez daha sevişmek istiyor musun diye görmek istedim. Senin dün akşam bana 'bir kez daha sevişelim' diye yalvarmandan sonra söylediklerini ciddiye alıp seni öpmem çok mu garip? Gerçekten istediğini düşünmekle hata mı ettim? Bu kadar büyüttüğüne göre bu da yapacağını söyleyip de yapmadığın onca şeyden biri olacak herhalde?"

Lale'nin yüzü kağıt gibi oldu.

"Neyse. Dün bahsettiğin o 'one night stand' için hala ısrarcıysan, tek bir geceyle kalacaksa bana uyar." dedi Batu zalim bir gülümsemeyle. "İstediğin zaman yapabiliriz. Hatta istersen buradan hemen otele geçebiliriz?"

Lale'nin dudakları titremeye başlamıştı.

Batu sakin bir sesle "Dediğim gibi bana her türlü uyar yani. Ayağıma gelen fırsatı geri çevirecek kadar salak değilim. Ben seviyorum zaten böyle arada bir eski sevgililerimle takılmayı. İyi oluyor." dedi. Lale'nin gözlerinin içine bakarak alayla gülümsedi. "Zaten sen benim bu huyumu benden daha iyi bilirsin değil mi?"

Lale'nin dişleri birbirine çarpıyordu. Dudaklarından başlayan titreme önce ellerine, sonra bütün vücuduna yayılmıştı. Batu'nun buz gibi bakan simsiyah gözlerinin içine baktı. Baktı. Ve usulca "Peki." dedi. "Peki."

Başka bir şey söylemeden arabadan indi. Deli gibi yağmaya devam eden yağmurun altında acelesiz adımlarla Melisler'in bahçe kapısına doğru yürüdü. Kapıyı itip bahçeye girdikten sonra arkasından kapıyı kapattı. Ve gözden kayboldu.

**

Ellerini direksiyona koymuş, Lale'nin arkasından kapanan kapının arkasından bakarken midesinden dalga dalga yükselip boğazını düğüm düğüm tıkayan o korkunç pişmanlıkla baş başa kalmıştı Batu. Kalbi hala deli gibi atıyordu. Dakikalardır ara vermeden bağırdıktan sonra solukları hala düzene girememişti. En kötüsü de o öpüşmeden, yalnız öpüşme de değil, aralarında geçen birçok şeyden sonra hala kendine gelememesiydi. Lale'ye delirmiş gibi bağırıp çağırırken bile hala kendini zapt etmeye çalışıyordu. Üstelik bütün çabasına rağmen artık kendini kontrol etmekte zorlandığının da farkındaydı. Kontrolü bir anlığına bıraksa kendini bir daha asla tutamayacağını biliyordu.

Lale'nin arabadan inmeden önceki bakışları gözünün önüne gelince direksiyondan çektiği ellerini yüzüne kapattı. Onu kaldırımda başını kollarına gömmüş tek başına otururken bulduğundan beri ağzından çıkan her kelime ardı ardına kulaklarında yankılanıyordu. Keşke hiç konuşmasaydı. Keşke daha önce yaptığı gibi yine sussaydı, susabilseydi, susmayı başarabilseydi, kendini tutabilseydi. Dilinin ucuna kadar gelen sözcükleri bir kez daha yutabilseydi. Neden konuşmuştu ki zaten? Bütün bunları söylemesinin kime ne faydası olacaktı? Ama işte ona dokunduğu anda kendini kaybetmişti. Ona dokunmasıyla beraber bütün kontrolünü de yitirmişti. Bu kadar zamandır susmuşken ona dokunduğu anda ipler elinden kaymış, bunun üstünü örtmeye çalışayım derken de yalnız bunca zamandır içinde tuttuğu değil, içinde tuttuğunun farkında olmadığı ne varsa bir anda ağzından fırlayıvermişti. Lale'ye bunları neden söylediğini bilmiyordu. Sinirlenmişti. Çok sinirlenmişti. Sadece ona değil, kendine de. Günlerdir kendini tutmayı başarmışken hiç beklemediği bir anda bütün kontrolünü kaybetmenin verdiği hırsla yine ona saldırmıştı. O öfke nöbeti Lale'den çok kendine yönelikti. Yine kendine hakim olamamıştı. Bunca zaman susmuş içine atmışken hiç beklemediği bir anda bütün gardları düşmüş, bunun hırsını Lale'den çıkarmaya çalışırken tüm öfkesini kusmuş ve ağzından hiç söylemek istemediği şeyler de çıkıvermişti. Bazen kendine inanamıyordu. Lale'nin gözünden düşecek tek bir gözyaşı için dünyayı yakabileceğini, onu üzen ağlatan herkesi ama herkesi boğazlayabileceğini düşünürken şimdi karşısında otururken kirpikleri titreşen, ağzından çıkan her bir sözcükle birlikte gözleri biraz daha dolan, çenesi tir tir titreyen o kızı bu hale getirenin kendisi olduğuna ve bunu nasıl yapabildiğine inanmakta güçlük çekiyordu. Bunları... Bunları Lale'ye nasıl söyleyebilmişti. Nasıl dili varmıştı da o lafları edebilmişti gerçekten bilmiyordu. Kendine inanamıyordu. Sanki başka biriydi bunları söyleyen. Lale'yi en çok yaralayacak ne varsa bile bile yapıyor, onu en çok üzecek şeyleri hiç durmadan yüzüne vurmaktan çekinmiyordu. Bütün bunları zaafına bir kez daha yenik düşmemek için yaptığını biliyordu, başka türlü davranamazdı. Kısacık bir anlık kontrolsüzlük bile ona bu kadar pahalıya patlamışken daha fazla risk alamazdı. Bir an için her şeyi bırakıp Lale'yi öpmesinden sonra olanları görmüştü işte. Buna daha fazla izin veremezdi. Böyle davranmak zorundaydı.

Zorundaydı da... Lale arabadan inip gidince giderek ağırlaşan pişmanlığıyla baş başa kalmıştı şimdi. Öpüşmelerinden önce Lale'nin bebekleri için söylediklerini hatırlayınca inleyerek başını direksiyona vurdu. Bir an öyle kendini kaybetmişti ki. Neden onu aramaya çıktığını bile unutmuştu. Beril'in hiç tahmin etmediği hamileliği, lobide karşılaştıklarında Lale'nin bembeyaz kesilmiş yüzünün o hali, yağmurda tek başına kaldırım kenarında otururken onu gördüğünde gözlerine yerleşen o şaşkın bakış, kan içindeki parçalanmış dizleri, hepsi aklından çıkıp gitmişti. Şimdi söylediklerine pişmandı. Ama nasıl geri alacağını da bilmiyordu. Elbette Lale onu neden öptüğünü sorduğunda "Seni o kadar özledim ki artık daha fazla dayanamadım, bu kez kendimi tutamadım" diyecek hali yoktu! Yine de... O son söylediklerini hiç söylemese... İçini çekerek sertçe gözlerini ovuşturdu. Lale'nin arabadan inmesine hiç engel olmayacaktı. Her şey bu yüzden olmuştu! Onun arabadan inip gitmesine izin verseydi bunlar hiç olmayacaktı. Ama bugün olanlardan sonra, onu otelden çıkıp gitmeden önce gördükten sonra, o kaldırımda, yağmurun altında, korkudan başını kollarına gömmüş tek başına otururken bulduktan, kan içindeki paramparça dizlerini gördükten sonra, öyle bir anda arabadan inip gitmesini istememişti. Biraz daha yanında kalsın istemişti. Başka bir amacı yoktu. Onu bulduktan sonra bu kadar çabuk bırakmak istememişti. Saldırıp bir anda üstüne atlamak gibi bir şey aklının ucundan bile geçmiyordu! Nasıl olduğunu kendi de anlamamıştı ki. Bir anda oluvermişti her şey, kendini daha fazla tutamamıştı. Kendinde onu durduracak gücü nasıl bulduğunu hiç bilmiyordu. Şimdi düşününce. Resmen imkansızı başarmış, olmayacak şeyi oldurmuştu. Kendine inanamıyordu. Ve şimdi onu durdurduğuna deli gibi pişmandı. Hala kendine gelebilmiş değildi. Bedeninin verdiği reaksiyonlar hala devam ediyordu. Kendine gelemiyordu. Birkaç dakika daha devam edebilseydi onu öpmeye, dokunmaya... Lale'yi durdurmasaydı, elini tutup çekmeseydi. Allah'ım... Biraz daha devam etseydi...

Pişmanlıkla başını arkaya yaslayarak gözlerini kapattı. Onu öyle çok istiyordu ki. Şimdiye kadar kendisinin bile akıl sır erdiremediği bir iradeyle kendini tutmayı başarmıştı ama bundan sonra. Bundan sonra kendini nasıl durduracaktı? Ondan nasıl uzak duracaktı? Ona dokunduğu anda düşündüğünden bile çok özlediğini fark etmişken kendini nasıl durduracaktı? Hep çok içtiğinden oluyordu bunlar! Lobiye inene kadar odada koca bir şişeyi kendi başına devirdiğinden böyle hemen kaybetmişti kontrolünü. Az buz da değildi ki içtiği. Aslında hiç direksiyon başına bile geçmemesi gerekirdi ama Beril hamile olduğunu ve Lale'nin de bunu öğrendiğini söyleyince kendini arabaya atmıştı. Bu kadar içkili olmasına rağmen nasıl kendinde o gücü bulup da Lale'yi son anda durdurabildiğine hala inanamıyordu. Öfkesi özleminden bile büyüktü galiba. Ondandı herhalde zaafına yenik düştüğü için kendine bu kadar kızması. Lale'siz yapamıyordu, baktığı her yerde her şeyde onu görüyordu ama o bu kadar aşıkken onu bırakıp gidebildiği için Lale'yi asla affedemeyecekti. İstese de yapamazdı ama zaten. Zaten istemiyordu da! Bir anlık kafa karışıklığı yaşaması doğaldı. Beril'in hamileliğini yeni öğrendiği için bir anda yelkenleri suya indirivermişti. O bile bunu duyduğunda kendini bu kadar kötü hissetmişse. Lale'nin içinden geçenleri hayal bile edemiyordu. Ve zaten bu yüzden bir anlığına her şeyi unutmuş, eskisi gibi yüzünü kavrayıp kendine çekerek onu öpmeye başlamıştı. Lale'nin nasıl büyük bir istekle öpüşlerine karşılık verdiği aklına gelince boğazından yükselen bir hırıltıyla beraber yine ellerini yüzüne kapattı. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyordu. Hani yalnızca bir anlığına zaafına teslim olmuştu? O zaman neden hala onu nasıl öptüğünü düşünüp duruyordu?! Bunun kime ne faydası vardı? Lale onu bırakıp gitmişti, terk etmişti. Biraz önce söylediklerinin bir tekine bile cevap verememişti. Çünkü verecek cevabı yoku. O da haksız olduğunu, bugün bu noktaya gelmelerinde en büyük payın kendisinde olduğunu biliyordu. Şimdi her şeye yeniden başlasalar yarın en ufak bir sorunda yine arkasını dönüp kaçacaktı, gidecekti. Bunu kendisi de biliyordu. Söylediği onca şeye hiçbir cevap verememesi de bundandı.

Bazen hala düşündükçe deliye dönüyordu. Her şey o kadar güzel giderken bir gecede bütün hayatlarının mahvolduğunu kabullenmekte zorlanıyordu. Daha o sabah terasta Lale'yi kucağına oturtmuş, baş başa kahvaltı yapmışlardı. Lale'nin o en küçük bir bakışından bile aşk döküldüğü, en sıradan hareketinden bile şefkat taştığı, ona dokunmadan duramadığı hallerini öylesine özlüyordu ki. En çok da bunca engele rağmen kurmayı başardıkları o küçük dünyayı yıkıp geçtiği için kızıyordu ona! Tamam ailelerinin yaptıklarına çok üzülmüşlerdi, hele Lale... Babası ilişkilerini öğrendikten sonra yaşadıkları yüzünden ağlamaktan kendini harap etmişti. Ama ikisi baş başayken. Garip bir şekilde bütün bunlar önemini yitiriyordu. İkisi baş başayken hep çok mutlu, çok huzurlu, çok aşıktılar birbirlerine. Bütün bunları bozan, bin bir emekle kurdukları dünyayı darmadağın eden Lale'ydi! Üstelik bunu neden yaptığına dair hala bir açıklama da getirebilmiş değildi! Gittikten sonra neden onca zaman gelmedi? Neden birkaç gün öncesine kadar onu aramadı? Onca zaman oralarda ne yaptı? Bütün bunlara verilecek tek bir cevabı bile yoktu. Gerçi Melisler'in evindeki banyoda itiraf ettiğine göre sürekli ofisi arayıp hiç sesini çıkarmadan onu dinleyen o telefon sapığı oydu. İyi de niye? Niye konuşmamıştı?! Konuşsa bile ne söyleyecekti ki zaten? Hala konuşamıyordu işte! Biraz önce söylediklerine cevap verebilmiş miydi ki ofisi arayıp telefon sapıklığı yaptığı zamanlarda konuşsun? Söyleyecek hiçbir şeyi yoktu ki! Kendini savunamıyordu bile işte!

Bütün bunlar tekrar tekrar aklına geldikçe içindeki öfke yeniden harlanıyor, dalga dalga büyüyerek bütün düşüncelerini ele geçiriyordu. Ona karşı çok büyük bir zaafı vardı. Hem duygusal yönden hem de tensel olarak. Veya her neyse işte! Şimdi şu evden çıkıp geri gelse, arabaya binse kendini yine kontrol edemez, üstüne atlardı, biliyordu. Bir kere kendini bıraktıktan sonra şimdi nasıl toparlayacaktı hiç bilmiyordu. Ama bu onu affedeceği anlamına gelmiyordu işte. Gelemiyordu. Çünkü istese de o gün o kapıdan çıkıp gidişini aklından silemiyordu. Yine de... Son söyledikleri için pişmandı. Keşke sussa, hiç cevap vermeseydi. Ama o... Nasıl damarına basacağını, onu nasıl tahrik edip çileden çıkaracağını çok iyi bilen o... Söylediği onca şeye cevap vermektense onu neden öptüğünü sorunca kan beynine sıçrayıvermişti işte.

İçini çekerek başını kaldırıp Melisler'in bahçe kapısına doğru baktı. Onu merak ediyordu. Bunu ne kadar inkar etmeye çalışsa da olmuyordu işte, onu deli gibi merak ediyordu. O yüzden o arabadan inip içeri gireli dakikalar olmasına rağmen hala buradaydı, gidemiyordu. Her ne kadar arkada duran bisikletle ne yapacağını bilemediği için hala burada beklediğine inandırmaya çalışsa da kendini. Asıl sebep Lale'nin içerde ne yaptığını deliler gibi merak etmesiydi. Evde yalnız mıydı acaba? Kimse yok muydu içerde? Yağmur bütün şiddetiyle yağmaya devam ediyordu. Yeniden şimşek çakacak olsa yıldırım düşecek diye yine korkardı da şimdi...

Lena'yla beraber yağmurda denize girdikleri o gün düştü yine aklına. Zaten otelden çıkıp da yağmurun nasıl hızlı yağdığını gördüğünden beri o günü düşünüyordu. Kendini tutamayıp Lale'nin üstüne atlamasında biraz bunun da payı vardı. Lale'yi öptüğü o ilk gün... Yağmurda sırılsıklam olduklarından giymesi için Levin'in odasında ona yeni bir tshirt ararken... Giydiği o bikininin bütün kışkırtıcılığını ortaya çıkaran üstündeki ıslak beyaz plaj elbisesi, ucundan su damlayan saçları, gözlerinin en derinine bakan tutkulu masmavi bakışları... Lale'nin o hali gözlerinin önüne gelince bu hayali yaşamak istercesine kısa bir anlığına gözlerini kapattı. Hilda Hanım geliyor diye odadan kaçıp kendi odasına çıkan Lale'yi doğru düzgün öpememişti bile ilk başta ama sonra Lale geri geldiğinde önce Hilda Hanım'ın söyledikleri yüzünden tartışmışlar, sonrasındaysa Lale'yi tam da içinden geldiği gibi doya doya öpmüştü. Bugün yıldırımdan korktuğunu bildiği için panik içinde onu aradığı sokaklarda o gün kahkahalarla el ele gülerek yalın ayak koşuşturmuşlardı. Lale'nin o günkü yıldırımdan korkan, birlikte olduklarını biri görecek de ailesinin kulağına laf gidecek diye etrafa çekingen bakışlar atan ama her şeye rağmen kendini tutamayıp ona karşılık veren o mutlu, neşeli ve çok ama çok güzel halini öyle özlemişti ki... Bugün kendini bu kadar kaybetmesi biraz da bu yüzdendi belki.

Ne yapacaktı şimdi peki? Neden hala buradaydı? Lale eve gireli en az bir yirmi dakika olmuş olmasına rağmen otele gidememişti. Evin önünden ayrılamıyordu. Onu merak etmekten kendini alamıyordu. Arabadan inmeden önce birbirine vuran dişlerini zapt etmeye çalışan hali gözünün önüne gelince bir kez daha pişmanlık içinde içini çekti. Ah Lale... O kadar çok özlemişti ki. Şimdi bir kere kendini bırakıp ona dokunduktan, onun da kendisine dokunmasına izin verdikten sonra artık içinden taşan bu özlemi nasıl zapt edebilecekti bilmiyordu.

Neden sonra bir anda aklına gelen şeyle beraber hızla arkasına döndü. Arka koltukta duran tekerleri çamur içindeki bisikleti gördüğü anda yüzüne kısa süreli bir rahatlama yayıldı. Lale'nin bisikleti... Nasıl da çocuk gibi masum masum "Bisikletim n'olacak?" diye sormuştu. Özlemden içinin titrediğini hissedebiliyordu artık. 'Bebeğim...' diye düşündü. Bir saniye sonra ne düşündüğünün farkına vardığında ise kaşları çatıldı. Hiç akıllanmayacaktı bu gidişle galiba! Bu dengesizliği artık kendini bile yormaya başlamıştı. Bir an özlemekten deliriyormuş gibi hissediyor, hemen sonrasında ise onu hala bu kadar çok özlediği için kendine kızıyordu. Şimdi burada yanında olsa, aklından geçenleri bir şekilde duysa o kışkırtan gülüşüyle "Kırosun!" diyeceğini bildiği Lale'yi bu kadar özlediği için kendine duyduğu öfke giderek artıyordu.

Neyse. Duygularındaki karmaşayı şimdilik bir kenara bırakacak olursa. Lale'nin bisikleti hala burada olduğuna göre bunu bahane ederek eve girip onun nasıl olduğunu görebilirdi. O kadar merak ediyordu ki. Gözüyle görmeden içi rahat etmeyecekti. Bisikletin hala arka koltukta olduğunu otele döndükten sona fark etmiş gibi yapardı. Çok yer kapladığı ve koltukları kirlettiği için arabada kalmasını istemediğini, bu yüzden bisikleti getirmek için geri döndüğünü söylerdi. Çok da inandırıcı bir bahaneydi üstelik. Lale'nin buna itiraz edemeyeceğinden adı gibi emindi. Yani düşününce böyle bir kavgadan sonra, hem de bu yağmurda, otele gittikten sonra sırf bisikleti ona teslim etmek için geri gelmiş olması pek mantıklı değildi belki. Ama aklına gelen tek çare bu olduğundan dört elle sarılmıştı. Hem Lale'nin evde yalnız olup olmadığını da görmüş olurdu böylece. Ayşe Hanım veya Melis evdeyse bir nebze rahat edecekti içi. Onun yalnız kalmasını istemiyordu.

Kendini ikna etmek ve Lale'den gelebilecek sorulara verecek mantıklı cevaplar bulabilmek için birkaç dakika daha durup düşündü arabanın içinde. Ama her geçen dakika sabırsızlığı biraz daha artıyordu. Bir an önce bisikleti de alıp Melisler'İn bahçe kapısını çalmak, onu görmek, nasıl olduğunu öğrenmek istiyordu. Düşündükçe ne kadar saçma hareket ettiğini tekrar tekrar fark ettiğinden sonunda daha fazla zaman kaybetmeden aklına koyduğunu yapmaya karar verdi. Burada oturup düşündükçe ne kadar aptalca davrandığını bir kez daha anlayıp kendine öfkeleniyordu. En iyisi bir an önce harekete geçmekti.

Arabanın kapısını açmış aşağıya inmek için adımını atmıştı ki. El freninin altındaki boşlukta duran telefonunun titrediğini duydu. İlk başta önemsemedi. Kesin ya babası arıyordu ya Beril. Ama titreme bir anda kesilince bunun arama değil, mesaj bildirimi olduğunu anladı. Bir an mesajı atanın Ela olabileceğini düşününce içi sıkıntıyla doldu, telefona hiç bakmadan arabadan inecek oldu. Fakat neden sonra mesajın başka birinden de gelmiş olabileceğini düşünerek tekrar oturdu koltuğa. Telefonu eline alıp ekran kilidini açtığında ekranda yazan ismi gördüğünde ağzı şaşkınlıkla açıldı.

"Bu akşam benim için uygun. Sen de müsaitsen ona göre kendini ayarlayıp bana haber ver, söylediğin saatte otelde olurum ben. Yarın Derya'nın nişanından sonra da artık bir daha görüşmeyelim, konuşmayalım, burada bitsin kapansın artık bu konu. Bu akşam için senden haber bekliyorum. Görüşürüz."

**

Yağan yağmura aldırmadan Melisler'in bahçesindeki hamağa oturmuş sinir içinde sağ bacağını sallarken bir yandan da dudaklarını kemiriyordu Lale. Bir an önce içeri geçip kurulansa iyi olacaktı ancak o kadar sinirliydi ki evin bomboş olduğunu ve ona karışacak kimsenin olmadığını görünce bahçeye geçip buraya gelmişti. Öfkesinden bir şeyleri kırmamak için kendini zor tutuyordu. Batu'dan bunları duyduğuna inanamıyordu. Ona karşı ne kadar doluymuş meğer. Bunca zaman hepsini biriktirip içine atmış, şimdi fırsatını bulunca da bütün nefretini kusmuştu. Onu dinlemeye tenezzül bile etmemişti. Tamam giderek bir hata yaptığını kendisi de kabul ediyordu ama ya sonrası? Batu ona bunu hiç sormamıştı bile! Orada ne yaptığı, ne yaşadığı, neden bunca zaman geri gelmediği onu hiç ilgilendirmiyordu çünkü. Varsa yoksa "sen gittin, beni terk ettin." Başka bir şey dediği yoktu! "Senin için annemi hayatımdan çıkardım ben" demişti. Bunu ona söyleyebilmişti! Sanki ondan böyle bir şey isteyen kendisiymiş gibi bunu söyleyebilmişti! Batu annesini hayatından çıkarmaya karar verdiyse bunda suç kendisinin mi oluyordu? Ona bütün bunların yaşanacağını defalarca söylemişti, anlatmaya çalışmıştı. Ama Batu bu uyarılarına bir kere bile kulak asmadığı gibi bir de onu yeterince cesur olmamakla suçlayıp "Korkaksın sen!" diyerek işin içinden çıkmıştı. Daha Leman Hanım'la tanıştığı ilk gün onun böyle bir ilişkiyi asla kabul etmeyeceğini anlamıştı. O tanışmadan çok öncesinden beri Batu'ya "Ailelerimiz böyle bir ilişkiyi kabullenmez, sonradan ailenle aran bozulursa bunun için beni suçlarsın, mutlu olamayız" diye defalarca söylemişti çünkü o bu filmi daha önce de görmüştü! Ailelerin onayını almadan devam eden bir ilişkiyi bekleyen kaçınılmaz son genelde hep bu oluyordu, bunu kendi ailesi ve akrabalarında da o kadar çok görmüştü ki. Nitekim yanılmamıştı da. Haklı çıkmıştı yine. Tam tersine Batu onu yanıltmıştı! Sanki annesiyle arasının bozulmasını isteyen oymuş gibi, annesini hayatından çıkarması için ona baskı yapmış gibi gözünün içine baka baka bunu söyleyebilmişti.

Sadece o da değil ki. Daha neler neler demişti... Tamam söyledikleri arasından hak verdiği noktalar vardı. Ağır bir suçluluk duygusunun altında eziliyor, ona bunları yaşattığı için aylardır vicdan azabı çekiyordu zaten. Ama o söylediklerinin arasında bazı cümleler vardı ki yenilir yutulur gibi değildi. Bunca zamandır tanıdığı Batu'nun ona bunları söyleyebildiğine inanamıyordu, sanki karşısında Batu değil de başka biri vardı. Zalim, kalpsiz, acımasız, bencil, korkunç biri! Neymiş o da bir sürü erkek gibi evlilikten korkup kaçabilecekken kendisi onu evliliğe ikna etmek için ne kadar uğraşmışmış. Uğraşmasaydı o zaman! Ondan böyle bir şey isteyen mi vardı!?! Sonradan böyle başına kalkacaksa bütün bunları neden yapmıştı?! Neden onunla evlenmek istemişti? Madem birkaç ay sonra karşısına geçip "Ben senin için annemi hayatımdan çıkardım be!" diye kükreyecekti, çıkarmasaydı o zaman! Annesinin dizinin dibinde oturmaya devam etseydi! Hayır bir de öyle bir konuşuyordu ki sanki bu ilişki için ailesiyle bozulan sadece oydu! Sanki kendisi hiç fedakarlık yapmamış, hiç acı çekmemiş gibi onu nasıl böyle pervasızca suçlayabiliyordu?! Dünyada herkesten her şeyden çok sevdiği babası tarafından evden kovulan kendisiydi! Yeğeninin okuma bayramında bile istenmeyen, hor görülen, itilip kakılan kendisiydi! Hem Batu'nun hem kendi ailesinin "orospu" diye suçladığı, ne kadar çirkin yakıştırma varsa üzerine yapıştırmaktan çekinmediği, bu ilişki ortaya çıktığından hatta çok daha öncesinden beri ezilen, aşağılanan, hakaretlere uğrayan kendisiydi! Leman Hanım onu para için oğlunu baştan çıkarmakla suçlamıştı! Batu'nun o Allah'ın belası yengesi Nesrin, Batu'nun o dandik inşaat şirketlerindeki iki kuruşluk hissesine göz koyduğunu zannettiğinden ona demediğini bırakmamıştı. Abisi Burak erkek kardeşiyle arasındaki o saçma iktidar kavgasına onu da alet etmeye çalışmış, Batu'nun ona para yedirdiğini iddia etmişti. Öz babası onu Hristiyanlığa ihanet etmekle suçlayarak boynundaki haçlı kolyeyi takmayı bile hak etmediğini söylemiş, o kolyeyi boynundan zorla söküp almaya çalışmıştı. Arkadaşları araya girip konuşmaları için onları bir araya getirdiklerinde buna bile sinirlenmiş, onların önünde kendisine tokat atmaya kalkışmıştı. Geçirdiği trafik kazasından sonra onu merak edip aramamıştı bile! Öldü mü kaldı mı bir yerine bir şey oldu mu, umrunda bile olmamıştı! Erkek kardeşi ilk günden beri etmedik hakaret bırakmamıştı. Ne daha yeni tanıştığı adamın altına yatıp bacaklarını açması kalmıştı ne Müslüman bir erkeğe "verecek" kadar büyük bir "orospu" olması. Hele anneannesi... "O adamın yatağını ısıtıyorsun"dan girmiş, "bu hasta ruhlu adamın kapatması oldun"dan çıkmış, Batu'dan nefret ettiği için hamile olduğunu bile bile onu Hristiyan erkeklerle tanıştırmak için elinden geleni yapmaya devam etmişti. Ve bütün bunlara rağmen Batu sanki bu ilişkide mağdur olan tek taraf kendisiymiş gibi karşısına geçmiş bağırıp çağırarak onu suçluyordu! Mağduru oynamaya bayılırdı zaten. Zavallı, onun gibi bir şeytana aşık olmuş, annesini hayatından çıkarmak zorunda kalmıştı. İstanbul'da yaşamak varken Adana'da yaşıyordu zavallı küçük mağdur Batu... Bir de bunun için suçlamıştı onu. Adana'da doğup büyüyen oydu. Ailesi hala orada yaşayan, orada iş yapan da Batu'ydu. Ama Adana'da yaşamasının sorumlusu her nasılsa Lale oluveriyordu! Böyle bir saçmalık olabilir miydi? Hayatında yolunda gitmeyen, istediği gibi ilerlemeyen her şey için onu suçluyordu! Askere bile onun yüzünden gittiğini söylüyordu. Allah'ım hayatında böyle bir saçmalık duymamıştı! Tabii, Türkiye Cumhuriyeti'nin Askerlik Kanunu'nu da o çıkarmıştı doğru ya! Bu topraklarda yaşayıp on sekiz yaşını geçen her erkeğin yaptığı zorunlu askerliğin sorumlusu da Lale'ydi! Bugüne kadar Batu Yöreoğlu'nun başına ne geldiyse hep Lale Barhum'dandı! Manyak! Ağzına geleni söylemiş, aklına gelen her şey için onu suçlamıştı. Ama en çok da Leman Hanım'la ilgili söyledikleri aklına gelince deliriyordu. Sanki tanışmalarından önce annesini hayatına çok dahil ediyormuş gibi şimdi onu suçluyordu! Annesini hayatına karıştırtmak istemediğini söyleyen, annesi onu dinlemeyerek hayatına, bilhassa da özel hayatına müdahale etmeye kalktığı zaman öfkeden deliye döndüğünü söyleyen, annesiyle bunun için takışıp kavga eden kendi değilmiş gibi onu suçluyordu!

Oysa kendisi için durum çok daha farklıydı. Evet onun ailesi de hayatına hep biraz fazla karışmış, onu bunalttıklarını gördükleri halde hiçbir zaman hareketlerini değiştirmeyi düşünmemişlerdi ama kendisi bundan o kadar da şikayetçi değildi ki. Ailesine, özellikle de babasına çok düşkündü o. Bütün kusurlarına rağmen babasını idare etmeyi öğrenmişti çünkü. Babasının hayatında olmadığı bir senaryoyu hiçbir zaman düşünmek bile istememişti, nerede kalmış onun onaylamayacağını bildiği biriyle birlikte olmak. Batu onu ikna etmek için bu kadar uğraşıp didinmese, bu kadar ısrar etmese hayatta cesaret edemezdi böyle bir şeye. Ama olmuştu. Ve bunun için bir gün bile Batu'yu suçlamayı düşünmemişti! Ama Batu utanmadan sıkılmadan annesiyle arasının bozulmasına sebep olarak onu gösteriyordu!! 'Al şimdi anneni başına çal!' diye geçirdi içinden hırsla. Çok meraklıydı sanki ona da annesine de. Çok kıymetli annesini geri alsın hayatına, ana-oğul bundan sonra el ele diz dize otursunlar bakalım. O çocukça kaprislerini, mantıksız dayatmalarını annesine yapsın hadi bakalım.

Hadi bunları bir kenara bırakacak olsa, o son dedikleri ne olacaktı peki? Resmen ona tek gecelik ilişki teklifinde bulunmuştu! Tamam aynı şeyi dün gece kendisi de yapmıştı ama... O zaman sarhoştu! Ayrıca o Batu'nun yaptığı gibi onun canını acıtmak için söylememişti bunu. Onu gerçekten çok özlediği, onunla bir kez daha birlikte olmayı her şeyden çok istediği için öyle konuşmuştu. Batu'nunsa böyle düşündüğünü hiç zannetmiyordu! Zaten kendi ağzıyla da demişti. "Ben seviyorum zaten böyle arada bir eski sevgililerimle takılmayı" demişti. "Sen benim bu huyumu benden daha iyi bilirsin" bile demişti! Aptal! Kendini ne zannediyordu?! Seks tanrısı olduğunu falan mı sanıyordu acaba? Onunla sevişmek için ölüp bittiğini, kendini küçük düşürme pahasına da olsa bunun için her şeyi yapabileceğini düşünüyordu herhalde? Tamam dün gece Seymurlar'ın evinde olanlardan sonra ona bu izlenimi kendisi vermiş olabilirdi. Ama orada durum çok daha farklıydı! Uyanıp Batu'yu orada bulunca bir anda deli cesareti gelmişti üzerine. Onu hazırlıksız yakalarsa direncini kırabileceğini düşünmüştü. Daha doğrusu ne düşündüğünü pek fazla hatırlamıyordu, zira deli gibi sarhoştu! Ama kesinlikle Batu'yu aşağılamak, ona tek gecelik biri muamelesi yapmak değildi amacı. Bütün akşam boyunca olanlar zaten dengesini bozmaya yetmişti. Rulalar'ın evinde onunla beraber bebek seven, ona 'Lalem' diyen, eskisi gibi hayran hayran gözlerinin içine bakan, sonrasında ise ışık hızıyla bu yeni haline dönüp yine ondan uzak durmaya devam eden Batu onu alt üst etmişti. Sonrasında Seymur'un evine gitmek, merdivenlerde düşüp Batu'nun hediyesi ayakkabıların topuğundaki deriyi sıyırdığı için salya sümük ağlamak, milyonlarca yıl uzakta gelen halbuki üstünden yalnızca iki sene geçen o yaz akşamı onunla konuşabilmek için Seymur'un odasındaki balkon kapısının camına yumruğunu geçiren Batu'nun şimdi yüzüne bile bakmadığını kabullenmek, nereye gitse yanında o iki aptal kadını da getirmesine karşı hiçbir şey yapamamak öyle ağırdı ki... Bir an uyanıp da Batu'nun baş ucunda beklediğini görünce kendini kaybetmişti. Batu bugün arabada yaptığını dün gece o odada yapmış olsaydı kesinlikle garipsemezdi, sinirlenmezdi, sabah uyandığında da pişman olmazdı. Çünkü bunu kendisi istemiş olacaktı.

Ama bugün olanlar... İlk defa pişmandı Batu'yla aralarında yaşanan cinsel bir yakınlaşmadan. İstanbul'da ilk kez beraber olduklarından birkaç gün sonra onu Başak'la yiyişirken bastığında bile böyle bir pişmanlık yaşamamıştı çünkü o zaman bile aralarında yaşananların ikisi için de büyük önem taşıdığını biliyordu en azından. Oysa şimdi.Batu ilk defa kullanılmış hissettirmişti ona kendini. O anda birden tahrik oldu, canı istedi, aklına öyle esti diye üstüne atlayıp ondan faydalanmıştı resmen! Sonra iş ciddiye binecek gibi olunca da onu itip kendini geri çekmişti. Bir de onu arabadan kovmuştu! "İn arabadan!" diye bağırmıştı. Sanki onu buna zorlayan kendisiymiş gibi! Güpegündüz sokak ortasında arabada onu sıkıştırıp öpmeye başlayan, dudaklarını öpmekle de yetinmeyip göğüslerini öpen ve hatta yalayan, hatta ve hatta... Arabada olanlar aklına gelince öfkeyle küçük bir çığlık atarak ellerini yüzüne kapattı. Bütün bunları yapan da sonrasında sanki ona bunları zorla yaptırmış gibi bir anda durup onu arabadan kovan da Batu'ydu!

Nasıl ona "ben eski sevgililerimle takılmayı seviyorum, bunu en iyi sen bilirsin zaten" mealine gelen şeyler söyleyebilirdi? Kendini ne zannediyordu?! Evet dün gece onunla sevişmek için ölüp bitiyordu ama şu an böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildi. Aksine ondan iğrendiğini hissediyordu! Aptal. Aptal! Dürüst davranıp onunla bir kez daha sevişmek istediğini söyledi diye ona yaptığı şu muamale neydi!? Bu kadarını kesinlikle hak etmemişti! Bu neydi böyle? Sanki onu boynuzlamış, ona ihanet etmiş, çok büyük hatalar yapmış gibi Batu'nun onu affedememesinin nedeni neydi?! Batu'ya bu kadar affedilemeyecek ne yapmış olabilirdi? Aldatmış mıydı? Arkasından iş mi çevirmişti? Batu'dan olan bebeğini kaybettiği için derin bir bunalıma girmişti sadece, bütün suçu buydu! Biraz yalnız kalmak istediği için Batu'ya istenmediğini hissettirmiş, istemeden o dev egosunu sarsmış ve farkında olmadan affedilemez bir günah işlemişti galiba! Gerçekten onu terk etmiş olsa bile bu kadar kan davası güdecek ne vardı bunda? Batu dokunulmaz mıydı, o terk edilemez miydi, insan oğlu değil miydi o? Kendini ne zannediyordu? Bu neydi böyle ya!? Resmen günlerdir ona zulüm ediyordu!

Sanki ona karşı affedilemez bir suç işlemiş gibi, sanki ona ihanet etmiş gibi Batu neyin intikamını almaya çalışıyordu hala? Aksine bütün bunları yapan oydu! Bu ne hırstı böyle? Ne dinmez, ne doymaz bir öfkeydi bu böyle? Günlerdir canına okumuş ama hala tatmin olmamıştı! Aralarında affedemeyecek olan biri varsa o da kendisiydi! Asıl o hiç affetmeyecekti Batu'yu. Hiç! Başak gibileri layıktı ona zaten. Başka biriyle birlikte olduğu halde onunla yatmaktan çekinmeyecek, sevgilisini onunla aldatmaktan gocunmayacak ahlak fakirleri müstahaktı Batu'ya! Başak gerçekten tam onun dengiydi. Allah bilir kendisi gittikten sonra onunla bir kez daha yatmıştı Batu. Bundan adı gibi emindi. Eski sevgilileriyle takılmadan edemiyordu adamcağız yazık ne yapsın! Özlüyordu demek ki! Tabii şimdi yeni oyuncular almıştı takıma. Önce Ela, sonra Begüm. Bir süre onlarla idare ederdi artık. Sonra onları da 'eski' kategorisine alıp yeni sulara yelken açardı.

'Allah kahretsin!' diye düşündü öfke içinde üzerinde oturduğu hamağı sallarken. Sinirden oturduğu yerde titriyordu. Bir zamanlar dalga geçtiği Başak'ın yaptığını yapmış, onun gibi bir gece için daha Batu'ya yalvararak hem Batu'nun egosunu şişirmiş hem de kendini Başak'la aynı kefeye koymuştu. Şimdi Batu da haklı olarak onunla bir kez daha yatmak için hayatını ortaya koyabilecek kadar gözünü kararttığını falan zannediyordu. Ama hayır. Artık umrunda bile değildi. Şimdi gidip Batu'yla bir kez daha birlikte olsa hiçbir şey hissetmeyeceğinden emindi. Çünkü uyuşmuştu. Artık hiçbir şey hissetmiyordu. Hiçbir şey umrunda değildi. Gösterecekti ona. Yok gitmiş de onu terk etmiş de bunun için onu asla affetmeyecekmiş de... Affetmezse affetmesin! Çok da umrundaydı! Asıl şimdi 'gitmek' neymiş gösterecekti ona. Aptal! Bu saatten sonra arasın da bulsun bakalım. Bir daha suratına bile bakmayacaktı o ana kuzusu seks manyağının! Gitmek neymiş, terk edilmek neymiş şimdi görürdü o. Yüzünü bile göstermeyecekti ona! Gidecekti buralardan. Sadece buradan değil, Türkiye'den gidecekti hatta. Bir daha Batu'nun adını ağzına almayacaktı. İzini kaybettirecekti. Onu asla asla asla aramayacaktı. Pislik! Bütün bu ettiği lafları bir bir yedirtecekti ona! Bundan sonra bitmişti. Ayaklarına kapansa, köpek gibi yalvarsa bile dönüp bakmayacaktı. Madem onu hiç affedemeyecekmiş, madem Ela olmasa bile artık hayatında ona yer yokmuş, iyi o zaman! Onun için hava hoştu! Esas o Batu'yu hayatında istemiyordu! Onu aldatan, başka kadınlarla beraber olan, üstüne bir de zeytinyağı gibi üste çıkıp onu terk ettiği için böyle yaptığını iddia ederek onu suçlayan bir adamı asıl o istemiyordu! O Ela denen kadını koluna takıp buraya getirerek günlerdir onu Dilara ve Cansu gibi iki kuruşluk insanların ağzına sakız eden, o kadını alıp Ayşe Hanım'la Galip Bey'in evine yemeğe getiren, o kadını babasının teknesine bile götüren, onu küçük düşürmek aşağılamak için elinden geleni hatta çok daha fazlasını yapmak için uğraştığı halde bu kadarı içini soğutmaya, hırsını doyurmaya yetmediği için bir de ona eski sevgilileriyle arada takılmayı sevdiğini söyleyip son bir kez sevişmek için oteldeki odasına davet eden bir adamı esas o istemiyordu! Artık onun ne aşkını ne sevgisini ne de başka bir şeyini istemiyordu!

Ama önce arabadan inmeden önce ettiği o lafları yedirtecekti ona. Onu nasıl çıldırtacağını, nasıl öfkeden deliye döndüreceğini biliyordu nasıl olsa. Kendini karşı konulamaz bir seks tanrısı zanneden o ego manyağına gösterecekti gününü. Hiç umrunda değildi artık. Gerekirse şimdi buradan çıkıp otele gider, onunla son bir kez yattıktan sonra da çıkar geri eve gelirdi. Ona karşı en ufak bir duygu kırıntısı bile kalmamıştı içinde. Hem neydi yani? Bu kadar üstünde durup büyütülecek bir şey de yoktu ortada! Erkekler her önlerine gelenle yatıp kalkarken iyiydi de kadınlar mı yapamayacaktı bunu? İsteseler bal gibi de yaparlardı işte. Yapmıyorlarsa istemediklerindendi. Ve kendisi de yapacaktı. Batu'ya misilleme olsun diye Timuçin'le yatmak için kendini zorladığı o gece gibi de hissetmiyordu üstelik. O gece istemediği bir şeye kendini zorladığı için korkunç bir vicdan azabı vardı üzerinde. Halbuki şimdi öyle hissetmiyordu. Bunu yapmak, Batu'yu o ettiği laflara pişman etmek ve sonrasında da bu defteri bir daha hiç açılmamak üzere kapatmak istiyordu!

Sinirden her yeri titremeye devam etmesine rağmen hızla oturduğu yerden ayağa fırladı. Aceleci adımlarla verandaya doğru yürüdü. Çantasındaki iç gözden telefonunu çıkardı, whatsapp'i açtı. Rehberden Batu'nun numarasını bulduktan sonra son derece seri parmak hareketleriyle aklındaki mesajı yazdı ve bir an bile tereddüt etmeden mesajı gönderdi. Mesaj gönderilmesine rağmen hala ekranını kapatmamıştı, görmeyi beklediği bir şey var gibiydi. Birkaç saniye sonra beklediği şey oldu, Batu mesajı okumak için 'çevrimiçi' oldu. Bunu gördüğü anda yüzüne kendinden emin bir zafer gülümsemesi yayıldı. Elindeki telefonla beraber verandadaki koltuklardan birine oturarak bacak bacak üstüne attı. Batu'nun vereceği hiçbir cevap onu şaşırtmayacaktı, hepsine hazırlıklıydı.

Continue Reading

You'll Also Like

2.6K 277 24
Kandırılmıştı. Ailesi bildiği insanlar tarafından hapsedildiği fanusun içinde korunaklı bir yaşama mahkum edilirken dünyanın nasıl bir yer olduğu, da...
23.6K 5.7K 23
Kimi av kimi de avcı...
34K 4.1K 19
Bedenimin az önceki sıcaklıktan sıyrılıp soğuduğunu hissettim. Yavuz'a dair yepyeni sorular zihnimde birbirine bağlanmıştı. Bu yaralar ne zaman, nere...
19K 4.1K 17
Ölen oğulları Ercan'ın ardından anısına düzenlenen bir yardım sergisine gitsen... Ailenin genç yaşta motosiklet kazasında kaybettikleri altın çocuğun...