Limon Çiçekleri 95. Bölüm

1.5K 149 215
                                    




Lale kafasına balyoz yemiş gibi oldu bir anda. Başını kaldırıp gözlerini kırpıştırarak Batu'ya baktı. Doğru mu duymuştu? Ne Belarus'u? Ne şantiyesi? Ne diyordu bu adam? Dalga geçiyordu herhalde? Nefesi tıkanır gibi oldu, soluk alamıyordu sanki. Batu ise gayet sakindi, söyledikleriyle masanın ortasına saatli bir bomba bıraktığının farkında değil gibiydi. Farkındaysa bile, zerre kadar umursamadığı kesindi. Ela'nın şirketiyle çalışmak için Belarus'a gitmesi çok doğaldı ne de olsa! Başının dönmeye başladığını hissediyordu. Midesi bulanıyordu. Kanı çekilmiş gibiydi. İçinde fırtınalar kopuyordu, böyle put gibi oturmaktansa ayağa kalkıp çığlık çığlığa bağırmak, bu masayı devirip darmadağın etmek istiyordu! İçindeki isyan öyle büyüktü ki... Nereye gidiyordu? Nasıl giderdi? Hem de o anlata anlata bitiremediği ülkelerden birine; Belarus'a! Orada ne haltlar yemeyi planlıyordu kim bilir? Niye böyle yapıyordu? Şantiyede çalışmak istiyorsa Türkiye'nin her bir köşesi açık şantiye haline dönüşmüşken Allah'ın Belarus'una gitmesine ne gerek vardı?! Hem o değil miydi şantiyeden kaçmak isteyen, "bütün mühendisler mimarlar şantiyede çalışmaktan kaçarken ben nereden düştüm buraya diye düşünüyorum bazen." diye söylenen? Ona kırgın olduğunu, gidişini hazmedemediğini biliyordu ama bu... Bu çok fazla değil miydi? Onu cezalandırmak istiyor olabilirdi, bunu da anlıyordu ama bunun için başka bir ülkeye yerleşmesi mi gerekiyordu? İki gündür yaptığı yetmiyor muydu? Tamam bu Ela denen kadını yanında gezdirsin, hatta bir an bile yanından ayırmasın, her yere onunla beraber gelsin, ne istiyorsa yapsın. Bunların hepsine razıydı. Batu ona sonunda bunu dedirtmişti işte. Ama yeter ki gitmesin!

Kendini öyle berbat hissediyordu ki... Elindeki çatalı yavaşça tabağına bıraktı. Dirseklerini masaya koydu. Başını ellerinin arasına aldı. Masadaki onca insanla beraber Batu'nun da onu izliyor olması umrunda bile değildi. Artık rol yapamayacaktı. Güya içinden geçenleri belli etmeyecek, kendini kontrol edecekti. Söz vermişti kendine. Ama yapamıyordu işte. Bu Belarus meselesi de nereden çıkmıştı? Başı öyle dönüyordu ki. Ateşi çıkmış gibiydi. Saatlerdir sızım sızım sızlayan güneşten kavrulmuş teni şimdi alev almış gibiydi, pancar rengini almış suratının şu an tamamen kıpkırmızı kesildiğinden de emindi. İnadına mı yapıyordu yoksa ciddi miydi? Hayır inadına yapıyorsa bu iyi haberdi. Yemeğin başından beri hiç susmadan bağıra bağıra İstanbul'da iş arayacağını anlatıp durmuştu ve Batu bu Belarus'a gitme meselesini onun dediklerine sinir olduğu için ortaya attıysa yemeğin başından beri yapmaya çalıştığı şey işe yaramış demekti. Nasıl ki o eski Batu'nun canını en çok acıtacak şeyi adı gibi biliyorsa Batu da onu nereden vuracağını iyi biliyordu. O nasıl birkaç dakika içinde Mersin'deki evi satıp onun parasıyla kendine İstanbul'dan uygun fiyatlı bir ev alıp sonrasında da iyi bir yerde iş bulduysa (!) belki Batu da sırf onu incitmek için uydurmuştu bu Belarus'a gitme meselesini. Olamaz mıydı yani? Hem madem şantiyede çalışmayı özleyecekti, neden babasıyla çalışmayı bırakmıştı o zaman? Söylediğinde mantık yoktu bir kere. Hadi diyelim kendisi Batu'dan sonra bile inşaat denince aklına toz, toprak, taş ve moloz yığınından başka bir şey gelmeyen sıradan (!) biri olarak olarak o şantiyede çalışmanın zevkini anlayamıyordu. Peki Batu'nun şantiyede çalışmak için illa yurt dışına mı gitmesi gerekiyordu yani? Hem de Belarus'a. Belarus'a! Oldu olacak eskiden babasını inşaat fuarına gidiyorum diye kandırıp gittiği Rusya'ya gitseydi yine! Hızını alamayıp Tayland'a da bir kere daha gitseydi hatta!

Nasıl saçmalıyordu... Nereye gittiğinin ne önemi vardı ki? Ha Belarus'a gitmiş ha başka bir yere, ne fark ederdi ki? Önemli olan gidiyor olmasıydı. Gitmek istemesiydi. Bunu düşünebilmesiydi! Neden gitmek istiyordu? Tek sebebi yeniden şantiyede çalışmak istemesi olamazdı. Olmadığını da biliyordu zaten. Hissediyordu. Onun yüzünden gitmek istiyordu. Bunu sırf laf olsun diye onun canını acıtmak için söylemiş olsa bile. Gitmeyi aklından geçirmesinin tek nedeni kendisiydi. Şimdi bu kocaman masanın iki ayrı ucunda, yanlarında başka başka insanlarla oturuyorlarsa bunun sorumlusu kendisiydi. Batu sabırla düzelmesini beklerken, ağzının içine bakarken gideceğim diye tutturup sonrasında da dediğini yapan, onu bırakıp giden oydu. Tabii bunu yaparken Batu'nun hiç vakit kaybetmeden başka bir kadını kollarına alacağını düşünememişti, o ayrı! Ama birbirlerinden bu kadar uzaklaşmalarına sebep olan o saçma ayrılık kendisinin fikriydi. Bunu o yapmıştı. Ona hiç eskisi gibi bakmayacak olmasının nedeninin kendisi olduğunu bilmek öyle bir şeydi ki... Bu duruma düşmelerine sebep kendisiydi. Eğer hiç gitmeseydi, o günkü sevişmelerinden sonra Batu hala üzerinde uzanırken kendini kaybedip hıçkıra hıçkıra ağlamasaydı sonunda onun da sabrını taşırıp uçak biletini kendi elleriyle almasına neden olmasaydı... Şimdi ne başka bir kadın olacaktı Batu'nun yanında ne de bu şantiyede çalışmak için Belarus'a gitme hikayesi olacaktı ortada. Her şeyi kendi elleriyle yakıp yıkmış mahvetmişti. Ama böyle olacağı hiç aklına gelmemişti ki...

Limon ÇiçekleriiiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin