Limon Çiçekleriii

By hicbirsey

292K 20.7K 9.1K

Birbirlerini hırpalayarak, asla olgunlaşamayan bir aşkla seven, canlarını yaka yaka yeşerip büyüyen bu aşkın... More

Limon Çiçekleri 1. Bölüm
Limon Çiçekleri 2. Bölüm
Limon Çiçekleri 3. Bölüm
Limon Çiçekleri 4. Bölüm
Limon Çiçekleri 5. Bölüm
Limon Çiçekleri 6. Bölüm
Limon Çiçekleri 7. Bölüm
Limon Çiçekleri 8. Bölüm
Limon Çiçekleri 9. Bölüm
Limon Çiçekleri 10. Bölüm
Limon Çiçekleri 11. Bölüm
Limon Çiçekleri 12. Bölüm
Limon Çiçekleri 13. Bölüm
Limon Çiçekleri 14. Bölüm
Limon Çiçekleri 15. Bölüm
Limon Çiçekleri 16. Bölüm
Limon Çiçekleri 17. Bölüm
Limon Çiçekleri 18. Bölüm
Limon Çiçekleri 19. Bölüm
Limon Çiçekleri 20. Bölüm
Limon Çiçekleri 21. Bölüm
Limon Çiçekleri 22. Bölüm
Limon Çiçekleri 23. Bölüm
Limon Çiçekleri 24. Bölüm
Limon Çiçekleri 25. Bölüm
Limon Çiçekleri 26. Bölüm
Limon Çiçekleri 27. Bölüm
Limon Çiçekleri 28. Bölüm
Limon Çiçekleri 29. Bölüm
Limon Çiçekleri 30. Bölüm
Limon Çiçekleri 31. Bölüm
Limon Çiçekleri 32. Bölüm
Limon Çiçekleri 33. Bölüm
Limon Çiçekleri 34. Bölüm
Limon Çiçekleri 35. Bölüm
Limon Çiçekleri 36. Bölüm
Limon Çiçekleri 37. Bölüm
Limon Çiçekleri 38. Bölüm
Limon Çiçekleri 39. Bölüm
Limon Çiçekleri 40. Bölüm
Limon Çiçekleri 41. Bölüm
Limon Çiçekleri 42. Bölüm
Limon Çiçekleri 43. Bölüm
Limon Çiçekleri 44. Bölüm
Limon Çiçekleri 45. Bölüm
Limon Çiçekleri 46. Bölüm
Limon Çiçekleri 47. Bölüm
Limon Çiçekleri 48. Bölüm
Limon Çiçekleri 49. Bölüm
Limon Çiçekleri 50. Bölüm
Limon Çiçekleri 51. Bölüm
Limon Çiçekleri 52. Bölüm
Limon Çiçekleri 53. Bölüm
Limon Çiçekleri 54. Bölüm
Limon Çiçekleri 55. Bölüm
Limon Çiçekleri 56. Bölüm
Limon Çiçekleri 57. Bölüm
Limon Çiçekleri 58. Bölüm
Limon Çiçekleri 59. Bölüm
Limon Çiçekleri 60. Bölüm
Limon Çiçekleri 61. Bölüm
Limon Çiçekleri 62. Bölüm
Limon Çiçekleri 63. Bölüm
Limon Çiçekleri 64. Bölüm
Limon Çiçekleri 65. Bölüm
Limon Çiçekleri 66. Bölüm
Limon Çiçekleri 67. Bölüm
Limon Çiçekleri 68. Bölüm
Limon Çiçekleri 69. Bölüm
Limon Çiçekleri 70. Bölüm
Limon Çiçekleri 71. Bölüm
Limon Çiçekleri 72. Bölüm
Limon Çiçekleri 73. Bölüm
Limon Çiçekleri 74. Bölüm
Limon Çiçekleri 75. Bölüm
Limon Çiçekleri 76. Bölüm
Limon Çiçekleri 77. Bölüm
Limon Çiçekleri 78. Bölüm
Limon Çiçekleri 79. Bölüm
Limon Çiçekleri 80. Bölüm
Limon Çiçekleri 81. Bölüm
Limon Çiçekleri 82. Bölüm
Limon Çiçekleri 83. Bölüm
Limon Çiçekleri 84. Bölüm
Limon Çiçekleri 85. Bölüm
Limon Çiçekleri 86. Bölüm
Limon Çiçekleri 87. Bölüm
Limon Çiçekleri 88. Bölüm
Limon Çiçekleri 89. Bölüm
Limon Çiçekleri 90. Bölüm
Limon Çiçekleri 91. Bölüm
Limon Çiçekleri 92. Bölüm
Limon Çiçekleri 93. Bölüm
Limon Çiçekleri 94. Bölüm
Limon Çiçekleri 95. Bölüm
Limon Çiçekleri 97. Bölüm
Limon Çiçekleri 98. Bölüm
Limon Çiçekleri 99. Bölüm
Limon Çiçekleri 100. Bölüm
Limon Çiçekleri 101. Bölüm
Limon Çiçekleri 102. Bölüm
Limon Çiçekleri 103. Bölüm
Limon Çiçekleri 104. Bölüm
Limon Çiçekleri 105. Bölüm
Limon Çiçekleri 106. Bölüm
Limon Çiçekleri 107. Bölüm
Limon Çiçekleri 108. Bölüm
Limon Çiçekleri 109. Bölüm
Limon Çiçekleri 110. Bölüm

Limon Çiçekleri 96. Bölüm

1.4K 141 108
By hicbirsey

Yeni yılınız kutlu olsun 🥳 herkese sevdikleriyle birlikte nice sağlıklı mutlu huzurlu yıllara 🎄

Batu banyodan çıkıp giderken kapıyı da gürültüyle arkasından çarpmıştı. Ve Lale dakikalarca o beyaz kapıya bakakaldı. Ruhu bedeninden ayrılmış, içinden kopup giderek yukarı yükselmişti sanki. O kadar habersizdi artık bedeninden. Hiçbir şey hissetmiyordu. Hissedemiyordu. Tek farkında olduğu sıcaklığı giderek yükselen bu küçük banyoda sıtmaya tutulmuş gibi tir tir titrediğiydi. Ayakta durmakta zorlandığını fark etti sonra. Dizleri çözülecek de yere yığılıp kalacak diye öyle korkuyordu ki. Duvara tutunarak klozete doğru ilerledi güçlükle. Klozet kapağının üzerine bıraktı kendini. Başını ellerinin arasına aldı. Dizlerini karnına çekip bir çuval gibi çöktü kaldı oraya.

Orada öylece ne kadar oturdu bilmiyordu. Yanaklarından aşağı süzülen yaşlar olmasa ağladığının da çok farkında değildi aslında. Her şey rüya gibi geliyordu. Biraz önce ona bağırıp çağıran, gözünün içine baka baka "Sevmiyorum!" diye haykıran o Batu'yla aylardır hayalinde yaşattığı o eski Batu aynı insan olamazdı. Aklı almıyordu bunu. Beraber geçirdikleri onca zaman şimdi hayal gibi geliyordu. Biraz önce Batu'nun ağzından çıkanların gerçekliğine bir türlü inanamıyordu. İnanası gelmiyordu. Belki de sorunu buydu. Batu durumu çoktan kabullenip yeni bir hayata başlamanın eşiğindeyken o hala geçmişte yaşıyordu. Ama eğer bu doğruysa onun için geçmişte yaşamak hiç sorun değildi! Böyle mutluydu o! Hiçbir şeyin değişmesini istemiyordu. O hayallerinde hep o eski Batu gibi kalsın istiyordu.

Peki şimdi ne yapacaktı? Hiç bilmiyordu ki... Ah bir bilse... Bir bilebilse! Batu'yla konuşurken vazgeçmeyeceğim, bekleyeceğim demek kolaydı da bunu gerçekten yapabilecek miydi? Bu konuda kendine hiç güvenemiyordu. O gözünün önünde Ela'yla fingirderken o nasıl susup oturacaktı, nasıl bekleyecekti? Yapamazdı ki. Biliyordu yapamayacağını. Hem zaten bekleyip sabretse bile Batu'nun sonunda ona döneceğinden nasıl emin olacaktı ki? Biraz önce o buz gibi bakışları içine işleyen adam nasıl dönerdi sözünden? Ona yaşattıklarını nasıl unutup da kabul ederdi yeniden başlamayı? Bilmiyordu işte. Hiçbir şey bilmiyordu!

Sonunda ayağa kalkmak için gereken gücü topladığına inandığında titrek bacaklarına aldırış etmemeye çalışarak ağır ağır doğruldu. Düşmemek için bir şeylere tutunmaya dikkat ederek lavaboya doğru ilerledi. Musluğu açıp alev alev yanan yüzüne biraz soğuk su çarptı. Doğrulup aynaya baktığında gördüğü yüze acımaktan kendini alamadı. O kadar zavallı bir hali vardı ki... Kan çanağına dönmüş gözleri kıpkırmızıydı. Tıpkı güneşten kavrulmuş teni gibi. Mavi gözlerinin feri kaçmıştı, aynada ölgün bakışlarıyla karşılaşınca kendisi bile korktuğuna göre başkalarının ne düşüneceğini hayal edemiyordu bile.

İçinden geçen sonsuza kadar bu banyoda saklanmak, bir daha hiç dışarı çıkmamaktı aslında. Ama onu merak ediyordu. Ne yapıyordu acaba? Gitmiş miydi? Belki de gitmişti. Ela'yı da alıp otele dönmüştü. Bir el sıkıyordu sanki kalbini. İçi yanıyordu. Onu o kadınla yan yana düşündükçe etinden et kopuyordu. Ama aklından geçen bu korkunç ihtimallerin doğru olup olmadığını öğrenmek istiyorsa buradan çıkmak zorundaydı. İyi de çıktığında ya onu bahçede bulamazsa. Ya ardına bile bakmadan o kadını alıp buradan gittiyse? Bu kadarına da dayanabilecek miydi artık?

Sonrasında ne yaptı, o banyodan nasıl çıktı pek bilmiyordu. Kendinde değil gibiydi. Sanki hareket eden o değil de bir başkasıydı. Banyodan çıktığında ağır adımlarla merdivene yöneldi. Trabzanlara tutuna tutuna, adeta sürünerek üst kata çıktı. Sonunda üst kata ulaştığında bu kadar gayret karşısında yorgun düşen bedenini daha fazla taşıyamadı, duvarın dibine çöktü. Bacaklarını hissedemediğine göre merdivenleri gerçekten de sürünerek çıkmış olmalıydı. Kendini kaldığı odaya nasıl attığını bilmiyordu. Ama odaya girer girmez artık hissedemediği bedenini yatağın üzerine bıraktı. Bir süre hiç kıpırdamadan öylece yattı.

Bu sefer Ayşe Hanım da Merve de ne halde olduğunu bir şekilde hissetmiş olacaklar ki kimse kapısına dayanmadı. Sonunda kendini aşağıya inmeye hazır hissettiğinde aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu. Sonunda ayağa kalkacak gücü toplayabildiğinde kendini yataktan kazımak zorunda kaldı. Ama sonunda sürünerek de olsa ayağa dikilebildi. Odanın içindeki küçük banyoya gidip de aynaya baktığında göz altlarının şişmiş olduğunu görünce yenilgiyi kabullenir bir halde iç çekti. Şu kıpkırmızı teni bu halde makyaj da kaldırmayacağına göre yüzüne bol bol soğuk su çarpmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu. Yine de odadan çıkmadan önce kirpiklerine biraz maskara sürmeyi ihmal etmedi. Gerçi aynadaki görüntüsüne baktığında içinden 'şahtım şahbaz oldum!' diye geçirmekten kendini alamamıştı ama oda onu giderek biraz daha boğduğundan daha fazla oyalanmadan dışarı attı kendini.

Merdivenlerden inerken Batu'nun otele dönüp dönmediğini deli gibi merak ediyordu. Aslında odanın penceresinden baksa rahatlıkla görebilirdi. Ama bakmak istememişti. Çünkü onu bahçede, o kadının yanında gördüğü takdirde nasıl bir yıkım yaşayacağını o kadar iyi biliyordu ki... Biliyordu, bu kaçınılmazdı ama. Kendince biraz olsun ertelemeye çalışmıştı belki de. Bunun için onu kim suçlayabilirdi ki? Bahçeye bakıp da Batu'nun hiçbir şey olmamış gibi orada oturmaya devam ettiğini ve tabii ki yanından ayırmadığı ekürisi Ela'nın da onun hemen yanı başında olduğunu gördüğünde yaşayacaklarını birkaç dakika ertelemek istediyse ne vardı ki bunda?! Halbuki onun tanıdığı Batu böyle bir konuşmadan sonra bir dakika bile durmazdı burada. O öfkeyle kimseye tek kelime etmeden fırtına gibi çıkar giderdi buradan. Misafirlikmiş, şuymuş buymuş hiç tınlamazdı bile. Ama işte, artık onun tanıdığı Batu değildi o. Öyle ya, artık Ela'sı vardı! O kadın olmasa bile, ne yazık ki artık onunla konuşmak, tartışmak, kavga etmek, kısaca ona dair hiçbir şey eskisi kadar anlam ifade etmiyordu Batu'ya. Ne onu ne de ona dair hiçbir şeyi önemsemediği için o konuşmadan sonra basıp gitmek yerine hiçbir şey olmamış gibi bahçede oturmaya devam etmek daha çok işine geliyordu.

Batu'nun o ruhsuz bakışlarıyla "Bitti." deyişi bir kez daha kulaklarında çınlayınca adımlarını yavaşlatıp durdu. Göz yaşlarına kendince bir set çekebilmek için derin bir nefes alarak başını kaldırıp yukarı baktı. Neden bu kadar çok ağlamak zorundaydı sanki! O burada bu haldeyken Batu'nun keyfinin yerinde olduğundan da emindi üstelik. En ağırı da buydu zaten. Gözlerinin içine baka baka "Bitti!" diye bağırmış ve bir kere bile arkasına dönüp bakmadan yürüyüp gitmişti. Hiç tereddüdü yoktu demek ki. O kadar emindi kendinden. Sonradan pişman olmayacağından da emindi. Hiç ihtimal bile vermiyordu belli ki.

Boş salondan geçip bahçeye adım attığı anda Melis'le burun buruna geldi.

"Kızım neredesin sen!" diye hışımla fısıldayarak anında koluna yapıştı Melis. "Batu'yla konuşuyorsunuzdur diye arkandan gelmedim ama o geleli yarım saat oldu, sen hala yoksun!"

Melis'in sözleriyle beraber Lale'nin gözleri bahçenin ortasındaki masaya doğru kaydı. İşte oradaydı. Hiçbir yere gitmemişti. Ve işte, tahmin ettiği gibi Ela'nın yanında uslu uslu oturuyordu. Ela'nın yine deyim yerindeyse pişmiş kelle gibi sırıttığını görünce kanının çekildiğini hissetti. Bir an arkasını dönüp gitmeyi düşündü. Neden kendine bu işkenceyi yapıyordu ki? Ama sonra Batu'ya söyledikleri aklına geldi. Onun bütün karşı koymalarına rağmen sabırla bekleyeceğini söyleyen o değil miydi? "Öfkenin geçmesini bekleyeceğim." dememiş miydi? Elbette bunu derken Batu'yu biraz da olsa etkileyip aralarındaki bu uzaklığa bir son vermek vardı aklında. Yoksa dediğini yapmanın hiç de öyle kolay bir şey olmadığını tabii ki o da biliyordu. Ve şimdi bunu birebir tecrübe de ediyordu! Batu gözünün önünde her dakika o kadınla beraberken sabırla öfkesinin geçmesini beklemek falan hikayeydi. Bunu asla yapamayacağını biliyordu. Ama ne yazık ki başka seçeneği de yoktu. Batu gözünün içine baka baka "Bitti!" derken elinden gelen tek şey içindeki cılız umut ışığına dört elle sarılmak, bu kabustan beter anların kısa bir süre sonra tamamen sona ereceğine inanarak beklemekti. Başka ne yapabileceğini bilmiyordu. Batu'yu kızdırmak, daha da fazla üstüne gitmek, onu kışkırtmak bu noktada artık işe yaramayacak basit numaralardı. Böyle ayak oyunları yaparak onu geri kazanamayacağını biliyordu. Öyleyse çok zor da olsa, içi kan da ağlasa, dilinin ucuna gelen sözcükleri yutup susmak ve Batu'ya dediği gibi sabırla beklemeyi denemek zorundaydı. Yapamayacağını biliyordu. Çünkü Batu söz konusu olduğunda, hele de onun başka bir kadınla herhangi bir yakınlığının söz konusu olduğu durumlarda hiçbir zaman sabırlı davranamamıştı. Bundan sonra da aksi olmayacaktı, bunun farkındaydı. Ama o kadar çaresizdi ki... Bu çaresizliğin içinde son bir umut gibi görünen bu ihtimale sarılmak zorundaydı işte.

"Lale!"

Galip Bey'in bahçeyi inleten o davudi sesini duyunca düşüncelerini bir kenara bırakıp bakışlarını ona doğru çevirmek zorunda kaldı.

"Neredesin kızım, kaşla göz arasında kalktın içeri gitti, bir daha da gelmedin! Biraz yanımızda otur da yüzünü görelim!"

Galip Bey'in sözleriyle beraber Batu ve Ela da dahil olmak üzere bahçedeki herkesin bakışları Lale ve yanındaki Melis'e doğru döndü. Lale'nin de gözleri gayri ihtiyari Batu'ya takılmıştı zaten yine. Batu "Zaten çoktan bitmişti." deyip arkasına bakmadan yürüyüp gittiğinden beri ilk kez buluştu bakışları. Küçük de olsa bir pişmanlık kırıntısı aradı onun kara gözlerinde Lale. Ama bulamadı. Batu yine tepkisiz, yine ilgisiz, yine buz gibi bakıyordu ona. Artık buna dayanamıyordu. Bu kez onu beklemeden o kaçırdı gözlerini. Bakışlarını onun donuk gözlerinden çekip Galip Bey'e çevirdi.

"Buradayım Galip Amca." diye seslendi. "Geliyorum."

Abisinin endişeli bakışlarının kendisiyle Batu arasında gidip geldiğini gördüğünde sessizce içini çekti. Onun cesaretlendirmesiyle gidip Batu'yla konuşmayı denemişti. Aptal gibi bunun bir işe yarayacağını zannetmişti. Tek bir konuşmayla hiçbir şeyin düzelemeyeceğini bilse de içten içe bunu istemişti. Bir mucize olsun ve o tek bir konuşmayla her şey düzelsin. Ne olurdu yani olsaydı! Ama olmamıştı. Her şey umduğundan da kötü gitmişti. Abisinin konuşmanın nasıl geçtiğini merak ettiğini tahmin edebiliyordu. Gerçi Batu'nun dakikalar önce bahçeye dönüp Ela'sının yanındaki yerini aldığını, kendisinin ise bir türlü evden çıkmak bilmediğini mutlaka fark etmiş olmalıydı. Fark ettiyse konuşmanın nasıl geçtiğini de az çok tahmin ediyordu herhalde... Tıpkı onun Selin'i dinlemediği gibi Batu da kendisini dinlememişti... Dinlemek istememişti. Kalbinden gelerek söylediği onca şeye kulak bile asmamış, 'aralarındaki bu şey her neyse çoktan bittiği'ni söyledikten sonra da çıkıp gitmişti. O "bitti!" hala kulaklarında çınlarken abisine ne söyleyecekti ki? Ne diyecekti? "Batu bana aramızdaki her şeyin bittiğini söyledi" mi? Nasıl diyecekti ki bunu? Kelimelere dökmek bile bu kadar zorken o kelimeler nasıl olup da ağzından çıkacaktı ki?

Melis onun pek iyi olmadığını anlamış olacak ki yavaşça koluna girdi. Lale'nin oraya kadar tek başına yürüyemeyeceğini düşünmüş olmalıydı. Lale de hiç itiraz etmedi. Çünkü kendini gerçekten hiç iyi hissetmiyordu. Ağır adımlarla bahçenin ortasındaki masaya doğru yürürlerken Lena bir koşu kopararak yanlarında bitti.

Lale'nin bacaklarına sarıldı. Başını kaldırıp yalvaran gözlerini onun yüzüne dikti.

"Laloş hadi n'olur saçlarımı ör!"

Lale nasıl olduğunu anlamadan gülerken buldu kendini. "Tamam bu kadar istiyorsan örerim Lenacım."

Lena sarıldığı bacakları anında bırakarak sevinçle ellerini çırptı. "Oley!" diye bağırdı. "Hadi hemen ör o zaman n'olur n'olur n'olur."

Lena'nın yalvarmaları Melis'in de işine gelmişti. Lale'yi Batu'yla Ela'dan olabildiğince uzak tutmak istiyordu çünkü. Batu'ya sesini duyurmak için gereğinden fazla bağırarak "Gelin o zaman biz hiç masaya oturmayalım, şu koltuklara geçelim." diyerek başıyla yemek başlamadan önce babasıyla Metin Bey'in oturduğu bambu koltukları gösterdi. "Laloş orada saçlarını rahat rahat örebilir Lenacım."

Söz konusu Lena'nın istekleri olunca Galip Bey de duruma itiraz edememiş, böylece Lale Melis tarafından, Batu'yla Ela'nın yanından bile geçmesine gerek kalmadan diğer taraftaki oturma grubuna doğru yönlendirilmişti. Aslında yürürken ara ara Batu'nun gözlerinin onu takip ettiğini hisseder gibi oluyordu ama bu his geldiği gibi hemen kayboluyor, içinden bir ses hala böyle boş hayallere kapılabildiği için çok ama çok aptal olduğunu söylüyordu. Sonunda koltuklara geçip oturduklarında Batu ve Ela'nın oturduğu tarafa sırtı dönük için olduğu için mutluydu. Onları daha fazla görmek istemiyordu.

Lena saçlarının örülmesi için hiç vakit kaybetmeden Lale'nin kucağına kurulmuştu. Bu manzaraya dayanamayan Daniel de koşa koşa yanlarına gelince çocukların konuşmaları sayesinde biraz kafası dağılır gibi oldu. Hiç değilse durmadan 'acaba Batu bana bakıyor mu' diye düşünecek fırsatı olmuyordu!

"Hadi Lenacım karar verdin mi nasıl bir örgü istediğine?" diye sabırla sordu çünkü Lena deminden beri saçlarının nasıl örülmesi gerektiği konusunda fikir değiştirip duruyordu.

Lena dudaklarını bükerek halasına baktı. "Bilmem ki. Sen olsan nasıl bir örgü isterdin?"

"Niye soruyorsun, Laloş nasıl isterse sen de öyle mi isteyeceksin?" diye burun kıvırdı Daniel. "Özentisin işte sen, özenti!"

Lena'nın hemen kaşları çatıldı.

"Sensin o!" diye hırsla bağırdı.

Sesi biraz fazla yüksek çıkmış olacak ki Galip ve Metin Beyler'le birlikte yemek masasında oturmaya devam eden babasının müdahalesi gecikmedi.

"Çocuklar kavga etmeyin!"

Lena Lale'nin kucağında hızla babasına doğru döndü.

"Ben etmiyorum, Daniel ediyor!"

Daniel'ın bu suçlamaya tepkisi gecikmedi.

"Hiç de bir kere, asıl Lena ediyor!"

Lena yüzünde kızgın bir ifadeyle abisini süzdü.

"Off sen gitsene buradan!" diye bağırırken dokunsalar ağlayacak gibiydi. "Niye yanımıza geldin ki. Biz burada ne güzel benim saçlarımı örecektik, senir örülecek saçın mı var!!"

Daniel onu kızdırdığını bilmenin verdiği zevkle dil çıkardı kardeşine. Lena da anında feryadı bastı.

"Babaaa Daniel bana dil çıkarıyor!"

"Bakın böyle yapmaya devam edecekseniz kalkalım, bir an önce eve gidelim. Uykunuz geldikçe sapıtmaya başladınız iyice!" diyen Leon'un uyarı yüklü sesi iki kardeşi korkutmaya yetmişti. Daniel sus pus olurken Lena telaşla atıldı.

"Hayır hayır Laloş benim saçlarımı örmeden hiçbir yere gitmeyelim baba nüffen nüffen nüffen!"

Babasına panik içinde yalvarırken öyle tatlı görünüyordu ki Lale dayanamayıp kendine çekerek sımsıkı sarılıp öptü küçük kızı.

"Sen merak etme Lenacım, hemen örerim ben şimdi saçlarını."

Masadan "Bu örgü sevdası nereden çıktı böyle anlamadım ben ama hadi neyse." diye seslendi Leon.

Lena henüz eve gitmiyor oldukları için o kadar mutluydu ki Lale'nin kucağına iyice yerleşip saçlarını arkaya doğru iterken bıcır bıcır konuşmasıyla laf yetiştiriyordu babasına.

"Çünkü yarın denize girerken saçlarımın lüle lüle olmasını istiyorum babiş!"

"Yok ya. Yarın denize gireceğini kim söyledi acaba? Yarın deniz falan yok, ikiniz de okula gideceksiniz."

"Yaaaa!" Diye büyük bir isyanla bağırdı Daniel. "Hayır!"

"Evet!" dedi Leon otoriter bir sesle. "Laloş yeni geldi diye bir gün kaytarmanıza izin verdik işte. Daha fazlası olmaz. Yarın ikiniz de okula gideceksiniz."

"Hayır ben gitmek istemiyorum!" dedi Daniel öfkeyle. "Laloş'la denize gireceğim ben!"

Lena göz ucuyla ona şöyle bir baktı. Söz konusu olan ertesi gün okula gitmek bile olsa abisinin bu kadar şiddetle karşı çıktığı bir şeye o tabii ki sıcak bakacaktı.

Babasıyla abisi konuşmaya devam ederken "Ben yarın okula gitmek istiyorum!" diye aradan çıkıverdi. "Okuldan gelince girerim Laloş'la denize. Hem arkadaşlarım da lüle lüle saçlarımı görmüş olurlar. Değil mi Laloş?" diyerek pür heves halasına baktı.

Lale gülerek başını sallarken Lena'nın saçlarını ayırmaya başlamıştı.

"Evet canım arkadaşların da görmüş olurlar. Nasıl bir örgü istiyorsun peki söyle bakalım?"

"İki yandan iki örgü istiyorum!" diye coşkuyla ilan etti Lena. "İki yandan ör saçımı!"

Lale bir an durdu. Sonra yutkunarak yavaşça başını salladı. Aklından geçenlere teslim olmamaya çalışıyordu. Ama elinde değildi. Acaba o da aynı şeyleri düşünüyor muydu? Sonunda dayanamadı. Deminden beri onu yanında o kadınla beraber görmemek için her şeyi yapmış olmasına rağmen daha fazla karşı koyamadı. Başını ağır ağır arkaya doğru çevirip masaya doğru baktı. O da ona bakıyor olacaktı ki başını çevirdiği anda Batu'yla göz göze geldi.

Soğuk bir Aralık gecesiydi. Evde yalnızdı. Ne babası ne annesi ne de anneannesi yoktu o gece. Yaklaşan Noel'in de etkisiyle onu kontrol etme amaçlı rutin ziyaretleri şimdi hatırlamadığı bir sebepten ötürü o hafta sekteye uğramış, Mersin'de yaşamaya başladığından beri belki de ilk defa bütün bir haftayı evde yalnız geçirebilmişti. Daha doğrusu ailesi öyle sanıyordu. Ama işin aslı hiç de öyle değildi. Batu her gece buradaydı. Ve tabii her sabah. İş dışında her an beraberlerdi. Hatta Lale'nin ailesinden kimsenin Mersin'de olmamasını fırsat bilen Batu öğle yemeklerini de birlikte yemekleri için bastırdığından öğlenleri de beraberlerdi. O öğle yemekleri uzadıkça uzayıp bir türlü bitmek bilmiyor, ancak ikisinden birinin telefonu çalıp da ofisten çağrıldıkları zaman güçlükle ayrılabiliyorlardı birbirlerinden. Ama ne yazık ki Batu'nun o gece şantiyede sabahlaması gerekince bu rüya gibi günler de çok geçmeden son bulmuştu işte. Çizimlerle ilgili bir sorun olduğundan, mimarlarla ve diğer şantiye sorumlularıyla beraber geç saatlere kadar çalışmaları gerekeceğinden bahsetmiş, oldukça mutsuz bir sesle bu gece gelemeyeceğini söylemişti. Zaten Lale de morali alt üst olduğundan "Lalem ben bu gece gelemeyeceğim galiba."dan sonrasını fazla dinleyememişti, Batu'nun gelemeyeceğini duyduktan sonra çizimler, şantiye, mühendisler, mimarlar ve diğer ayrıntılar onu hiç ilgilendirmiyordu.

Önceleri kendine moral vermek için uzun zamandır evde ilk kez yalnız kalmanın tadını çıkarmak için kendine yemek hazırlamaya kalkışmış, yanına da bir şişe şarap açıp keyif yapabileceğini düşünmek istemişti. Ama Batu'yla baş başa kalıp geceyi beraber geçirebilme fırsatı yakalaması o kadar nadir gerçekleşen bir olaydı ki ellerinde böyle bir fırsat varken Batu'nun bu gece şantiyede sabahlaması gerektiği için yine ayrı yerlerde uyumak zorunda kalmaları fena halde sinirini bozuyordu. Hiç şöyle tadına vara vara beraber olamayacaklar mıydı, anlayamıyordu.

Sinirleri o kadar bozuktu ki yemek kısmını pas geçip direk şaraba başlamıştı. Mayışmaya başladığını hissettiğindeyse zar zor ayağa kalkarak gidip bir duş almış, sonra da nasılsa Batu gelmeyeceği için o çocuksu pijamalarından birini giyip polar sabahlığını üstüne geçirerek alt kata inmiş, televizyonun karşısındaki o ikili koltuğa uzanmıştı. Canı sıkkın olduğundan saçıyla uğraşmak da pek içinden gelmemişti, saçlarını hiç kurutmadan iki yandan örmüş, bir battaniyeye sarılıp mutsuz mutsuz televizyon kanallarının arasında gezinmeye başlamıştı. Zaten Batu da aramıyordu. Gerçi sabahlaması gerektiğine göre başını kaşıyacak vakti yoktu muhtemelen zavallının. Ama bunu bilmek içten içe hissettiği kırgınlığa bir çare olmuyordu işte. Ağlamaya başladığını fark ettiğinde iyice sinirlendi kendine. Bir hışımla kalkıp mutfağa giderek şarap şişesini alıp yanına getirdi. Ve çok geçmeden de televizyondan gelen uğultunun da etkisiyle uzandığı yerde sızdı kaldı.

Hissettiği sıcaklıkla gözlerini araladığında ne kadar zamandır uyuduğunu hiç bilmiyordu. Ama göz kapaklarını aralayıp da karşısında Batu'yu bulunca neye uğradığını şaşırdı. Batu koltuğun yanında yere çökmüş ona bakıyor, kocaman eli yüzünde ve saçlarının arasında dolaşıyordu.
Lale mahmur mahmur gözlerini kırpıştırdı.

"Batu?"

Batu "Lalem?" diyerek uzanıp dudaklarından öptü. "Özledim." diye mırıldanarak dudaklarını kulağının arkasına doğru kaydırıp yavaşça yüzünü boynuna sürttü.

Lale'nin kolları anında onun boynuna gitti. Sarılıp onu kendine çekerken hafif bir küskünlük taşıyan uykulu bir sesle "Hani gelmeyecektin?" diye sordu.

Başını boynundan kaldırmadan boğuk bir sesle "Yoo." dedi Batu. "Tabii ki gelecektim." dedi. "Ben seni denemek için öyle dedim. Hani acaba gelmeyeceğimi söyleyince ısrar eder misin, 'nolur gel çok özlüyorum sonra' falan der misin diye ama nerede..."

Lale gülerek onun şakağına bir öpücük kondurdu.

"Çok kötüsün!"

"Asıl sen kötüsün!" diyerek başını kaldırıp doğruldu Batu. "Hiç özlemiyorsun beni!" dedi sitem yüklü bir sesle. Sonra yerde duran şarap şişesini başıyla işaret ederek "Bu ne?" dedi. "Hani ben yokken içki içmeyecektin sen?"

"Ya o sayılmaz ki." dedi Lale tatlı tatlı bakarak.

"Yok canım niye sayılmazmış? Şarap içki değil mi?"

"Ya tamam içki de napayım, sen gelemeyeceğim deyince çok moralim bozuldu! Çok özlüyorum seni ben. Göremeyince çok kötü oluyorum."

Batu'nun bakışlarını kaplayıp yüzüne yayılan mutluluğu gördüğünde ağlayacak gibi oldu. Elinden tutup çekiştirdi.

"Niye orada oturuyorsun, yanıma gel."

Batu'nun iri cüssesine Lale'nin üzerindeki polar sabahlık eklenince o ikili koltuğa sığmaları pek kolay olmasa da Batu Lale'yi tamamen üzerine çekerek sorunu kökünden halletmişti. Yüzünü avuçlarının arasına alarak yanaklarını okşadı.

"Bu saçlar ne?" dedi sonra o çarpık sırıtmasıyla.

"Dalga geçme!"

"Geçmiyorum ki." derken bile muzip tınılar titreşiyordu sesinde. Lale'nin örgülerini eline alıp usulca okşadı. "Sordum sadece. Kezban Paris'ten sonra Mersin'de artık herhalde?"

"Sensin o Kezban!" dedi Lale gülerek.

Batu ona aldırış etmeden elini Lale'nin sabahlığının kuşağına atarak çekiştirmeye başladı.

"Bakıyorum yine lahana gibi kat kat da giyinilmiş." derken kuşağı çözmeye çalışıyordu. "Off niye açılmıyor bu gene?!"

"Beceriksizsin de ondan!" diye kıkırdadı Lale.

Batu inatla kuşağı çekiştirmeye devam ediyordu.

"Yaa hadi Lale şunu bi çıkar bak benim bir sürprizim var sana!" diye sızlandı.

Lale'nin çocuk gibi gözleri parladı.

"Sürpriz mi?" diye atıldı. "Bana mı?"

"Yok başkasına!" diyerek gözlerini devirdi Batu. "Tabii ki sana, başka kime olacaktı? Ama önce şu iğrenç şeyi çıkarman lazım! Zaten niye giyiyorsun onu da anlamıyorum ya..." diye söylendi.

"Napayım üşüyorum!" diye itiraz etti Lale.

"Saçlarını kurutmazsan üşürsün tabii." derken biraz yumuşamıştı sesi. Ama sabahlığın kuşağını çözmeyi bir türlü beceremedikçe sabrı tükeniyordu. "Off niye açılmıyor bu!"

Lale kıkırdamaya devam ettiği için ona hiç yardımcı olmadığından Batu'nun o günahı kadar sevmediği polar sabahlıkla uğraşması epey sürdü. Sonunda sabahlıktan kurtulduğunda bu sefer de Lale'nin kedi desenli kırmızı pijamalarıyla karşılaşınca gülmeye başladı.

Lale "Yaaa niye gülüyorsun?" dedi nazlı nazlı. "Gelmeyeceksin sanıyordum ben, napayım!"

"Yok Lalem ona gülmüyorum zaten. Sen ne giyersen giy sonunda nasılsa çıkaracağım için benim için sorun değil yani." diye sırıtınca Lale alnına bir fiske vurdu.

"Saçlarınla pijamaların çok uyumlu da, ben ona gülüyordum aslında."

Lale'nin dudakları büzülmüştü. "Ya off yarın saçlarım dalgalı olsun diye ördüm, ne var bunda!" demesine kalmadan Batu'nun dudaklarını kendininkilerin üzerinde buldu. Uzun uzun öpüştüler. Lale'nin Batu'nun sadece tek bir sefer sevişmek için onunla bu kadar ilgilendiğini düşündüğü o zamanlara inat şimdi sahiplenerek, içini titreterek, salt tutkuyla değil aynı zamanda bir o kadar derin bir şefkatle öpüyordu Batu onu.

Soluk soluğa ayrıldıklarında göğsü hızla inip kalkarken dudaklarını yalayarak Batu'ya baktı Lale.

Masum bir sesle "Yukarı çıkalım mı?" dedi.

İki yandan ördüğü saçları, üstündeki kedi desenli pijaması ve o incecik sesiyle öyle bir hali vardı ki dilindeki o şarap tadını almasa, öpülmekten kızarmış dudaklarını görmese, hemen göğsünün üzerinde hızla inip kalkan göğüslerini tenine nasıl bastırdığını hissetmese kollarındakinin uykusu geldiği için odasına çıkmak isteyen küçük bir kız olduğunu düşünecekti. Ama galiba o masum sorunun altında yatan gerçek anlamı bilmek onu her şeyden daha çok tahrik ediyordu.

"Çıkalım." diye hırıldayarak Lale'yi ensesinden tutup kendine doğru çekti, bir kez daha dudaklarına gömüldü.

Batu'ya kalsa yukarı çıkmalarına hiç gerek yoktu aslında. Ama koltuğun yanında yerde duran paketi gören Lale, bahsettiği sürprizin ne olduğunu anladığından yatak odasına çıkmak istiyordu. Batu'nun pijamalarını çıkarmasına bir türlü izin vermeyince sonunda Batu da pes etti. Homurdanarak ayağa kalkıp onu kucağına aldı ve merdivenlere yöneldi.

Yatak odasına girdikleri anda Lale kucağından sıyrılıp bir koşu giyinme odasına gitti. Onun arkasından gülerken Batu da üstündekileri çıkarıp boxerıyla yatağa girdi. Saat üçe geliyordu. Anca bu saatte dönebilmişti. Aslında Lale'ye bu gece şantiyede kalıp sabaha kadar çalışması gerektiğini söylerken şaka yapmıyordu. Gerçekten de çizimlerde bir pürüz çıkmış, o pürüz inşaata da yansıyınca sorun git gide büyümüştü. Ama Lale'nin "Yaa hiç mi gelmeyeceksin?" diyen sesindeki mahzunluğu duyunca da içi parçalanmıştı. Zaten o kadar az baş başa kalabiliyorlardı ki... Nasılsa birkaç gün sonra annesi, babası veya anneannesi teftişe geldiğinde yine günlerce görüşemeyeceklerdi... O zaman istediği kadar şantiyede sabahlayabilir, istediği kadar çizimlerle boğuşabilirdi! Ama bu gece değil. Lale'nin evde onu beklediğini bilirken asla değil.

"Lale!" diye giyinme odasına doğru bağırdı sabırsızlaşan bir sesle. "Hadi ama, kurudum kaldım ya, kaç dakikadır seni bekliyorum ben burada!"

İçerden "Ya geliyorum, bir dakika!" diye seslendiğini duyunca gülümseyerek başını arkaya yasladı. Karşılaşacağı manzarayı hayal ettikçe sabırsızlığı daha da artıyordu. Bütün gün kafasında onu o geceliğin içinde göreceği anı canlandırıp durmuştu. Gerçeğinin hayallerindekinden çok daha ateşli olacağını bildiğinden uzandığı yerde sabırsızlıkla kıpırdandı.

İçerden "Ne zaman aldın sen bunu?" diye bağıran Lale'nin sesiyle kendine gelmek zorunda kalmıştı.

"İnternetten!" diye seslendi.

"Ha o orasını burasını açan modellerin fotoğraflarına bakıp da beğendin sen bunu yani, öyle mi?"

Lale'nin onu kıskandığını açıkça belli ettiği her an olduğu gibi yine keyifle gülerek uzandığı yerde biraz daha kaykıldı Batu.

"Yani. Mecburen evet!"

"Onların üzerinde görüp de beğendin yani..."

"E napayım internet üzerinden öyle alışveriş ediliyor Lale." derken aleni bir şekilde sırıtıyordu.

Bu sesinden de gayet açıkça anlaşılıyor olacak ki "Çok biliyorsun sen. Gülme Batu gülme!" diye hırsla bağırdı Lale içerden. "Bir daha bana internetten bir şey alma, istemiyorum!"

"Niye ama? Ben sana bir şeyler almayı çok seviyorum."

Lale üzerinde Batu'nun sürprizi kırmızı ince gecelik, saçlarında o gecelikle tamamen tezat iki örgü, yüzündeyse kızgın bir ifadeyle giyinme odasından yatak odasına açılan kapıda beliriverdi birden. Kaşları çatılmıştı. Batu'nun hayranlık dolu bakışlarını fark etmeden "İnternetten almayacaksın o zaman!" diyerek hızlı adımlarla yatağa doğru yürüdü. "Uff çok üşüdüm böyle!" diye söylenerek yorganı açtığı gibi kendini yatağa attı. Yorganı üzerine çekerken Batu'ya doğru sokuldu. Ayaklarını bacaklarının arasına sokarken çıplak beline sarıldı. "Çok soğuk ya. Sen nasıl çıplak çıplak üşümüyorsun böyle?"

Batu yüzünde yine o sırıtmayla onu belinden kavrayıp kendine doğru çekerek kollarının arasına aldı.

"Sen ateşliyorsun beni." diye mırıldanarak boynuna gömüldü. Öptü öptü. Lale'nin nefesinin hızlandığını hissedince başını kaldırıp çakmak çakmak gözlerle ona baktı. Yanaklarını çukurlaştıran o yamuk gülümsemesiyle dudaklarını okşadı. "Örgülerini açmamışsın ama..." dedi.

Lale omuzlarını silkti.

"Bilerek açmadım. Yanındakinin bu geceliği seçerken fotoğraflarına baktığın o modeller değil de ben olduğumu anla diye!"

Batu gülerek geceliğin açıkta bıraktığı göğüslerine doğru eğildi.

"Biliyorum." dedi başını göğüslerinin arasına gömerken. "Hem de öyle iyi biliyorum ki..."

"Bil zaten." Dedi Lale fısıltıya benzeyen boğuk bir sesle. Sonra kollarını Batu'nun boynuna sararak başını göğüslerine biraz daha bastırırken bacaklarını da beline doladı.
Batu göğüslerine bıraktığı öpücüklerin arasından "Geçti mi üşümen?" Diye hırladı.

Lale duyduğu zevkle yavaşça içini çekerken "Biraz." diye inleyerek bıraktığı tuttuğu nefesini.

Batu başını kaldırıp içinde binbir parıltının yanıp söndüğü kara gözleriyle ona baktı.

"İyi o zaman." dedi. "Şimdi ısıtacağım ben seni."

Ve daha cümlesini tamamlamadan elini Lale'nin bacaklarına atıp geceliği çekiştirmeye başladı. Lale küçük bir çığlık atıp sözüm ona direnmeye çalışarak gülerken o birkaç saniye içinde çıkarıp attı geceliği. Lale'nin bileklerini sertçe kavrayıp başının iki yanında sabitledikten sonra da dudaklarına kapandı. Zaten Lale'nin gülmesi de çoktan kesilmişti. Batu'ya bütün bedenini ürperten bir arzuyla karşılık verirken ikisinden başka her şey gibi saçlarındaki örgüleri de çoktan unutmuş gitmişti.

O gece uykusundan uyanıp Batu'yu karşısında kendisini seyrederken bulduğunda hissettiği tarifsiz mutluluk şimdi öyle uzak görünüyordu ki gözüne... Belki de hayatı boyunca bir daha asla o anki kadar mutlu olamayacaktı. Şimdi geri dönüp baktığında o an bunun hiç farkında olmadığını anlıyordu. Nasıl farkında olabilirdi ki? Hep böyle gidecek, her şey böyle devam edecek gibi geliyordu. Yapması gereken onca şeye rağmen sırf onunla olmak için gecenin o saatinde şehrin öbür ucundaki şantiyeden kalkıp gelen Batu'nun aşağı yukarı bir yıl kadar sonra yanında başka bir kadınla karşısına çıkacağı kırk yıl düşünse aklına gelmezdi. Her şeyin daha güzel olacağına, o an hissettiği mutluluktan çok daha fazlasını yaşayacağına inanmak istemişti. Halbuki o gece uyanıp gözlerini açtığında da hiç beklemediği bir anda Batu'yu onu izlerken bir yandan da usulca yüzünü ve saçlarını okşarken bulduğu o saniye hayatının en mutlu anıymış meğer. Bilmiyordu.*

Batu'nun gözlerindeki o donukluğu görmeye daha fazla tahammül edemediği için başını çevirdi. Önüne döndü. Lena'nın saçlarını örmeye başladı.

"Yemekten sonra Garaj'a gidiyoruz ha, haberin olsun." diyen Melis'i duyunca gözleri fal taşı gibi açıldı. Ellerini Lena'nın saçlarından çekmeden ona döndü.

"Ne Garaj'ı Melis, saçmalama!" dedi sert bir sesle. "Garaj'a falan gidecek halim mi var benim?!"

"Asıl sen saçmalama, ne varmış halinde?" diyerek hiç altta kalmadan cevabı yapıştırdı Melis. "Bütün gece burada böyle tek başına bunalım yapmana izin vereceğimi mi sanıyordun? Biz Derya, sen, ben, Seymur Garaj'a gideceğiz. Tabii umarım Cemal de peşime takılmaz. Diğerleri bizi ilgilendirmiyor nasılsa öyle değil mi?"

Lale ona şöyle bir baktı.

"Selçuk ne olacak peki?"

"Bana ne!" diye parladı Melis. "Ne yaparsa yapsın! Ona sinirim hala geçmedi, ne yaptığı hiç umrumda değil! Gitsin o dibinden ayrılmadığı Latin midir Portekiz midir her ne haltsa o kadına hizmet etmeye devam etsin. Pek hoşuna gitti zaten!" derken dönüp Batu ve Ela'nın yanında oturan Selçuk'a kötü bir bakış atmayı ihmal etmedi.

Lale Melis'e cevap vermekle uğraşmak yerine dikkatini Lena'nın saçlarına vermeyi seçti çünkü ne söylerse söylesin Melis'e söz geçiremeyeceğini biliyordu. Şimdi boşuna nefes tüketmenin alemi yoktu, iş ciddiye binip de gerçekten gidecek olurlarsa yorgun olduğunu veya yanıklarının acıdığını söyleyerek kendini yukarı atmakta bir sorun yaşamayacağını düşünüyordu.

Ama pek öyle olmadı. Lena'nın saçlarını örmesi bittiği anda önce abisi ayaklandı. Çocukların yarın okula gideceğini ve yeterince geç kaldıklarını ilan ederek çocukların itirazlarına hiç aldırmadan onları da önüne kattığı gibi zengin kalkışıyla ayrıldı evden. Giderken bile Lale'ye endişeli bakışlar atmaya devam ediyordu, fırsatını yakalasa Batu'yla konuşmalarının nasıl geçtiğini sormak istediği belliydi ama Lale de buna fırsat vermemek için elinden geleni yaptı. Daniel ve Lena'nın, Batu ve Ela dışında bahçedeki herkesle teker teker vedalaşmaları epey uzun sürdüğünden istese de abisiyle giderayak Batu hakkında konuşacak zaman olmadı, çocukların her ikisinin de gözünden uyku aktığı için abisi onları bir an önce eve götürme telaşına düşmüştü çünkü. Lale'nin de işine geldi, Batu birkaç metre ilerde o kadının dibinde otururken abisiyle onun hakkında konuşacak kadar dayanıklı olduğunu hiç sanmıyordu nedense.

Onları yolcu ettikten sonra mecburen bahçenin ortasındaki masaya döndüğünde Ayşe Hanım yine bir şeyler yemesi için ısrarlara başladı. İtirazlarına hiç kulak asmıyor, doğum günü pastasından bile iki çatal alıp bıraktığını söyleyerek hiç değilse biraz meyve yemesi için ısrar edip duruyordu.

"Kendi ellerinle sardığın sarmalardan bile yemedin be Lale! Tadına bile bakmadın. Niye inat ediyorsun anlamadım ki kızım, bari az biraz meyve ye hadi!" diyerek onun için hazırladığı meyve tabağını zorla eline tutuşturdu.

Lale git gide biraz daha tükenen sabrıyla yine içini çekti, bu ısrarlardan fena halde sıkılmaya başlamıştı. Eline tutuşturulan tepeleme dolu meyve tabağını masaya bıraktı.

"Ayşe Teyzecim çok doydum ben. Meyve yemek istemiyorum."

"Ay neyle doydun acaba, bütün akşam tabağındakileri bir o tarafa bir bu tarafa iteklemekten başka bir şey yapmadın ki! Bak annene söz verdim ben Lale'ye yemek yedireceğim diye. Beni Mina'ya karşı mahcup etme de bir şeyler ye hadi bakayım!" diyerek meyve tabağını tekrardan tutuşturdu Lale'nin eline.

Lale tam ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki birden durdu. Batu'nun oturduğu tarafa doğru döndü. İşte yanılmamıştı. Batu'nun bakışlarını üzerinde hissetmişti ve yanılmamıştı. Batu gerçekten de gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Ama yakalandığını fark edince hemen kendini toparladı, başını çevirerek gözlerini kaçırdı.

Batu'nun göz göze geldikleri anda başını çevirip gözlerini kaçırması Lale'yi deli etmeye yetmişti. "Aramızdaki bu şey her neyse bittiyse niye hala bakıp duruyorsun!" diye yakasına yapışmamak için kendini zor tutuyordu. Ne olmuştu, yemek yemediğini duyunca çok mu şaşırmıştı? Ya da belki yemeğin başından beri löp löp götürdüğü sarmaları kendisinin sardığını duyunca birden şoka girmişti herhalde. Tabii ya, midesine götürdüğü onlarca sarmayı onun sardığını bilse ağzına bile sürmezdi mutlaka.

O sırada Ayşe Hanım'ın yiyip yemediğini kontrol etmek için gardiyan gibi başında dikildiğini fark edince mecburen tabaktaki üzüm salkımını didiklemeye başladı. Neyse ki Ayşe Hanım'ın işi başından aşkındı, sofranın toplanmasıydı kirlilerin bulaşık makinesine yerleştirilmesiydi falan derken Lale'yle daha fazla uğraşacak fırsatı olmadı. Tabağındaki her şeyi bitirmeden yerinden kalkmamasını tembihlediğinden ona yardım etme işinden yırtan Lale de kaçamak bakışlarla Batu'yla Ela'yı incelemeye devam etti. Aslında artık bu işkence gibi yemeğin bir an önce sona ermesini istiyordu. Bir yandan da Batu'nun buradan ayrıldıktan sonra o kadınla ne haltlar karıştırabileceğini düşündükçe içinden bu yemeğin hiç bitmemesini, sonsuza dek sürmesini diliyordu!

Bir ara gözleri kafa kafaya vermiş hararetli hararetli bir şeyler konuşmakta olan Seymur ve Cemal'e kaydı. Yemeğin başından beri ona gereksiz bir ilgi göstermekte ısrarcı olan Cemal nedense birdenbire kendini geri çekmiş, şu eski şarkılarıyla ilgili yaptığı son yorumdan sonra bir daha yanına bile gelmemişti. Bundan kesinlikle şikayetçi değildi, bu saçmalık daha fazla uzamadan sona erdiği için de halinden memnundu ama birdenbire ne olduğunu da merak etmiyor değildi. Herhalde Cemal fazla ileri gitmeye başladığını bir şekilde fark edip geride durmaya karar vermişti. Ya da kim bilir, belki de Melis, Derya veya Seymur'dan biri tarafından uyarılmış, saçmaladığının farkına varınca da ondan olabildiğince uzak durmaya başlamıştı. Buna her ne sebep olduysa iyi olmuştu, halinden memnundu ama içten içe bir burukluk hissetmekten de kendini alamıyordu. Batu'yu kıskandırmaya çalışarak hiçbir şeyi çözemeyeceğini artık biliyordu. Ayrıca Cemal'i böyle bir oyuna alet etmenin de ne kadar yanlış bir taktik olduğunu çok net bir şekilde anlamış bulunuyordu! Üstelik Batu'ya da sabırla öfkesinin geçmesini bekleyeceğini söylemişti. Ama ne yapabilirdi ki? Haline baktıkça kendine acıyordu. Batu o Ela denen orospuyla gözünün önünde resmen kırıştırırken o burada tek başına oturmuş meyve yiyordu!

Birdenbire yanında biten Derya elindeki tabağı çekip masaya koyduktan sonra kolundan tutup ayağa kaldırdı onu."Sen bi gelsene benimle!" diyerek elinden çekiştirerek eve doğru yürütmeye başladı onu.

"Ne oluyor ya?"

"Beş dakika sonra çıkıyoruz, Garaj'a gidiyoruz, o oluyor ya!" diyerek taklidini yaptı Derya.

Lale'nin yüzü gerildi.

"Hiçbir yere gitmiyorum ben, yatıp uyuyacağım!"

"Yaa oldu, Melis'le ben de yatıp uyumana izin verecektik zaten!"

"Ya istemiyorum diyorum, anlamıyor musunuz?"

"Hayır efendim anlamıyoruz!" derken onu itiştirerek salona sokmuştu bile Derya. "Cemal'den rahatsız oluyorsan onu kafana takmana gerek yok, teyzesi mi dayısı mı bir şeysi gelmiş işte, eve dönmesi gerekiyormuş. O gelmeyecek yani, rahat olabilirsin. Seymur'un da önce eve uğraması gerekiyormuş, daha sonra gelecek o da. Ama yani sonuç olarak Cemal gelmiyor!"

Lale alayla gözlerini devirdi.

"Evet benim de tek derdim Cemal'in de gelecek olmasıydı zaten. Çok rahatladım, istediğiniz yere gidebiliriz şimdi!"

Onun bu negatifliği sonunda Derya'nın da tepesini attırmıştı.

"Off Lale bazen hiç kafan çalışmıyor biliyor musun?" diye sertçe azarlamaya başladı arkadaşını. "Biz şimdi Batular'ın kalkmasını beklemeden 'Garaj'a gidiyoruz' dersek ne olacak?" diye sordu gözünün içine bakarak.

Hiçbir şey anlamadığını gösteren bir ifade oturdu Lale'nin yüzüne.

"Bilmem, ne olacak?" dedi saf saf.

"O salak da kalkıp peşimizden gelecek, o olacak!" dedi Derya gözlerini kocaman açarak. "Görmüyor musun, şu haline rağmen güya çaktırmadan bütün akşam seni izleyip durdu! Şimdi biraz süslensen, bir ruj falan sürsen, orada insanlarla ayak üstü biraz sohbet etsen fena mı olur? O öküz de iyice kudurur kendini kaybeder, belki böylece de aranız düzelir işte! Yani tamam biliyorum şak diye olmaz ama ne bileyim. Seni orada Cemal dışında birkaç insanla konuşurken görünce falan bir şeyler olur belki?"

Derya'nın bunların Batu'yu kıskandırmak için yeterli olacağını zannetmesi Lale'nin gözlerinin buğulanmasına neden olmuştu. İlk günden beri Batu'yu gözü tutmayan, onu hep biraz fazla maço bulan Derya bile hala aralarının düzelebileceğine inanıyordu. Bunun için çaba sarf ediyordu. Kendince bunun için ortam hazırlamaya çalışıyordu. Ama işte bilmiyordu ki. Batu'yla o banyoda neler konuştuklarını, onun bir an bile duraksamadan "Bitti!" dediğini, onu artık sevmediğini söylediğini bilmiyordu ki Derya. Hiçbir şey bilmiyordu. O anlatmadıkça da bilemezdi. Ama bunları sesli olarak tekrar edecek güç yoktu bu akşam Lale'de. Bunu birine anlatmak, bütün bunların gerçekliğini kabullenmek zorunda kalmak demekti. Ve o bunu reddediyordu. Ne olursa olsun reddetmeye de devam edecekti. Batu'nun onu artık sevmediğini asla kabul etmeyecekti. Bundan hiç kimseye bahsetmeyecekti. O lanet sözcükleri tekrarlamayacak, Batu'nun gerçek duygularının bunlar olduğunu asla kabul etmeyecekti! Derya'ya bir açıklama yapmaktansa dediğini yapacak, dışarı çıkacaktı. Batu'nun Derya'nın sandığı gibi peşlerinden Garaj'a geleceğini hiç zannetmiyordu. Otelde kullanılmayı bekleyen prezervatifleri ve yanında Ela'sı varken boş yere zaman kaybetmek istemeyeceğinden emindi! Ama bunu Derya'ya söylemektense sessiz kalmayı tercih etti. Hem itiraf etmeliydi ki Batu Ela'yla beraber bu bahçeden çıkıp gittiğinde arkalarından bakmaktansa, odasına çekilip tek başına sabaha kadar ağlamaktansa, Garaj'a gidip sarhoş olmak çok daha iyi bir seçenek gibi görünüyordu. Nasılsa onlar gider gitmez odaya kapanıp içi dışına çıkana kadar ağlamayacak mıydı? Derya'yla Melis'i dinleyip onlarla Garaj'a giderse sarhoş olup da ağlardı hiç değilse.

Gözlerini kocaman açmış ondan bir cevap bekleyen Derya'ya "İyi tamam." dedi ruhsuz bir sesle. "Ama kusura bakma üstümü değiştiremeyeceğim, yanıklarım çok acıyor."

"Ya tamam elbisen gayet iyi zaten." dedi Derya onu baştan aşağıya hızla süzerken. "Ama biraz makyaj yapabilirsin herhalde!"

Lale bir an her şeyin ne kadar değiştiğini düşünmeden edemedi. Çoğunlukla sade takılmayı tercih eden Derya'ya zorla makyaj yaptıran, sırf kullansın diye her fırsatta hediye olarak makyaj malzemeleri alan kendisiyken şimdi Derya gelmiş, makyaj yapması için ona öğüt veriyordu. Haksız da sayılmazdı, güneşten resmen kavrulduğunun ve suratında tüp patlamış gibi göründüğünün farkındaydı.

Cildi o halde fazla makyaj kaldırmayacağından yalnızca kirpiklerine biraz rimel sürmekle yetindiler. Gözlerinin altına da çok hafif kalem çektiler. Dudaklarına da doğal tonlarda bir ruj sürdüler. Daha doğrusu bunların hepsini Derya yaptı, Lale sadece öyle oturdu. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Kolunu kaldırmaya bile hali yokken nasıl dışarı çıkacağını, o gürültüye nasıl katlanacağını hiç bilmiyordu ama en azından bir-iki bir şey içip eve döndüğünde ağlayacak fırsat bulamadan sızıp kalacağını umut ediyordu.

Dakikalar sonra Derya'yla beraber yeniden bahçeye çıktığında Batu'yla Ela'nın hala orada olmasını hiç beklemiyordu. Neden hala kalkıp gitmediklerini de bir türlü anlamıyordu. Yüzsüzlükte sınır tanımamakta kararlıydılar galiba. Bir türlü gitmek bilmiyorlardı! Ve yine birbirlerine doğru eğilmiş, bir şeyler konuşuyorlardı. Onları böyle gördükçe içinden yükselen çığlıkları bastıramıyor, sinirinden saçını başını yolmamak için ne yapacağını bilemiyordu. Batu sanki içinden geçenleri hissetmiş gibi ansızın dönüp ona bakınca o akşam kim bilir kaçıncı kez buluştu gözleri. Lale sinirliydi. Hiç gözlerini kaçırmadan dik dik baktı ona. Nedense Batu da bu defa gözlerini çekmedi. O da birebir aynı bakışlarla karşılık verdi ona. Bu daha böyle sürüp gidecek gibiydi. Ta ki Sevinç Hanım'ın sesi duyulana kadar.

"Yani bravo Lale, yemek yenildi, doğum günün kutlandı, pastan kesildi ama makyaj yapmak senin ancak aklına gelebildi!"

Lale zoraki bir gülümsemeyle onlara doğru yürüdü.

"Haklısınız ama ne yapayım, Derya zorladı."

Sevinç Hanım'ın gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Derya? Seni makyaj yapmaya zorladı öyle mi?" derken hayret dolu gözleri Lale'yle Derya'nın arasında gidip geliyordu. Lale başını sallayınca duyduklarına inanamıyormuş gibi gülmeye başladı Sevinç Hanım. "Dünya tersine dönmeye başladı galiba?!" dedi gülerek Derya'ya bakarken.

"Ay evet, Derya'nın makyaj çantasının yarısını ben diğer yarısını da Lale aldığı için şaşırmanız normal tabii." diyerek lafa atladı Melis. "Ama Derya da Lale bu kadar kötü yandığı için bu akşam makyaj yapmak istemediğinden ısrar etmiştir. Yoksa Lale'nin bu konuda onun yardımına ihtiyacı olmaz zaten değil mi Lale?"

Lale otomatiğe bağlamış gibi yine başını salladı. Sıkılıyordu. Her şeyden herkesten sıkılıyordu. Hem yalnız kalmak istiyordu hem de yalnız kalmaktan korkuyor, bunu elinden geldiğince ertelemeye çalışıyordu. Yalnız kaldığı anda aklına üşüşeceklerden korkmasa zaten Derya'yla Melis'in bütün ısrarlarına rağmen Garaj'a gitmeyi kabul etmezdi. Ama odasının sessizliğinde Batu'nun o acımasız cümlelerini tekrar tekrar duymak, o berbat konuşmayı kafasında onlarca kez evirip çevirmek, bütün bunları en baştan yaşamak istemiyordu. Zaten sarhoş olmak istemesinin nedeni de buydu. Kafasının içindeki o sesi bastırmak için içmek istiyordu. Kulaklarında çınlayıp duran o "Bitti!"yi daha fazla duymak istemiyordu.

"Biz şimdi çıkıp Garaj'a gideceğiz anne. Ondan zorla makyaj yaptırdım Lale'ye." diye açıkladı Derya. Sonra İrem'le Merve'ye döndü. "E hadi ne duruyorsunuz, siz gelmeyecek misiniz?"

Dağhan'ı görmek için herhangi bir bahaneyle kendini evden dışarı atmaya dünden hazırdı Merve. Onun direk ayağa fırlamasıyla bahçede de bir hareketlenme oldu. Her zaman olduğu gibi onların bu saatte dışarı çıkmasından pek hoşlanmayan Galip Bey'in "Durun ya nereye gidiyorsunuz?!" diye huysuzlanması, Metin Bey'in "Karışmasana kazık kadar insanlara!" diye ona çemkirmesi ve tabii ki Ayşe Hanım'ın "Bana bulaşıkları makineye yerleştirmeye yardım etmeden hiçbir yere gidemezsiniz!" diye kıyameti koparmasıyla her kafadan bir ses çıkmaya başlamıştı. Lale, Batu ve Ela'nın da ayaklandığını ve Selçuk'la bir şeyler konuştuklarını görünce hırsla arkasını döndü. Bahçe kapısına doğru yürümeye başladı. Muhtemelen Selçuk onları bu sefer de Garaj'a davet ediyordu ama mutlu çift otele dönmeyi tercih ettikleri için Selçuk'un bu nazik (!) davetini geri çevirmek zorunda kalmış olmalılardı. Onların her şeye beraber karar verdiklerine şahit olmak bile işkence gibi bir şeydi.

Anlaşılan Melis de Selçuk'a hala çok kızgındı ki ona ailelerinin, özellikle de babasının önünde "Canım arabayı sen kullanırsın değil mi?" diye seslenirken onu bu dediğini yapmaya mecbur bıraktığının farkındaydı. Sonra yeni hatırlamış gibi yüzüne sempatik bir ifade oturtarak "Aaa." dedi. "Ama şimdi arabayı dönüşte de senin kullanman gerekecek. Hiçbir şey içemeyeceksin o zaman." dedi sahte bir üzüntüyle. "İstersen ben kullanayım? Ya da belki kızlardan biri kullanabilir, değil mi kızlar?" diyerek bakışlarını sessizce onu izleyen Lale, İrem ve Merve'ye çevirdi.

Melis'in sorusuyla beraber "Olur mu canım öyle şey!" diyerek bütün huysuzluğuyla araya girdi Galip Bey. "Selçuk dururken niye gecenin bu saatinde siz kullanıyormuşsunuz arabayı?!"

Kayınpederinin bu çıkışı karşısında Selçuk zaten çaresiz kalmıştı. Melis'e şöyle bir baktıktan sonra "Gerek yok Meliscim, ben kullanırım tabii ki." dedi dişlerinin arasından.

"E iyi hadi çıkalım o zaman!" diyerek Lale'nin koluna girdi Melis. "Her yer iyice kalabalıklaşmadan gidelim artık!"

Melis'in arabasına binerken Batu'yla Ela'ya bakmamak için fazladan bir çaba gösterdi Lale. Ne yaptıklarını görmek için yanıp tutuşsa da dönüp bakmadı. Bakmayacaktı. Zaten bunun için dönüp bakmasına da gerek yoktu çünkü Ela'nın o sinir bozucu İspanyolcası bu mesafeden bile kulağına ulaşıyor, ne dediğini anlamasa da kedi gibi miyavlamasından bir an önce otele gitmek için ölüp bittiğini anlayabiliyordu! Selçuk'un kullandığı Melis'in arabasıyla Batu'nun arabasının yanından geçerlerken onları görmemek için başını diğer tarafa çevirdi. O arabada. O koltukta kendisinden başka bir kadının oturmasına tahammül edemiyordu. Bunu görmeye dayanamıyordu.

Çok geçmeden Garaj'ın önüne geldiklerinde ortalık ana baba günüydü. Lale daha arabadan iner inmez geldiğine pişman olmuştu bile. Etrafına bakındığında Batu'nun arabasını göremeyince hissettiği hayal kırıklığının ise tarifi yoktu. Bütün bunlar hep Derya'nın yüzündendi! Batu'nun Ela'yla otele gitmek için can attığını bilmesine rağmen kendine engel olamamış, Derya'nın dedikleri içinde cılız da olsa bir umut ışığının yanmasına neden olmuştu. Ama Batu yoktu işte. Yoktu. Sevgilisini alıp otele dönmüştü. Onunla baş başa kalmak varken neden buraya gelecekti ki zaten? Kendine de inanamıyordu. Onu resmen aldattığını gözünün içine baka baka itiraf eden, onu artık sevmediğini söyleyen, aralarındaki "şey" her neyse çoktan bittiğini ilan eden bir adam için, şu anda başka bir kadınla sevişen bir adam için acı çekiyordu hala. Ne zaman bu kadar gurursuz, bu kadar onursuz bir kadına dönüşmüştü bilmiyordu?! Ama kendini durduramıyordu. İçinde hala bir umut besliyordu. Batu'ya öfkesinin geçmesini bekleyeceğini söylerken samimiydi. Yalan söylemiyordu. Hala umutla tüm bunların gelip geçeceğine, onu aldattığını düşünebildiği için Batu'nun ne yapıp edip onu utandıracağına inanmak istiyordu. Ama inandığı ne varsa bir bir çürüyordu işte. Hiçbiri gerçekleşmiyordu.

Dışarısı gibi kulubün içi de oldukça kalabalıktı. Ama Merve'nin sevgilisi Dağhan'ın onlardan önce gelip locayı ayarlaması sayesinde kalabalığın arasından sıyrılarak kendileri için ayrılan yere geçebildiler. Lale bir an Levin'le karşılaşabileceklerini düşünerek tedirgin olmuştu. Levin'in de burada olma olasılığı çok yüksekti. Ama zaten derdi başından aşkın olduğundan bir de buna kafa yoramayacaktı. Yine de kendini garantiye almak istiyordu. Tam içki almak için bara gitme bahanesiyle Dağhan'a selam vermek zorunda kalmadan oradan kaçmaya hazırlanıyordu ki... Beline sarılan kolu fark etti.

"Lalecim nerelerdesin sen ya!"

Başını çevirdiği anda Timuçin'le burun buruna geldi.

O daha şaşırmaya bile fırsat bulamamışken Timuçin hayli samimi bir öpücük bıraktı yanağına. Sonra uzanıp diğer yanağından da öptü. Geri çekilip gülümseyerek gözlerinin içine baktı.

"Ee n'aber? Nasıl gidiyor?"

Hala belini bırakmamıştı.

Lale yavaşça kendini geri çekmeye çalıştı.

"İyi gidiyor." dedi düz bir sesle.

Ondaki ruhsuzluğun aksine Timuçin'in keyfi yerinde gibiydi, Lale beline attığı kolunu yavaşça itince hiç bozuntuya vermedi. Bu sefer de omzuna attı kolunu, Lale'yi kendine doğru çekti. Lale ona bir şey sormamış olmasına rağmen son derece enerjik bir ses tonuyla "Bende her şey süper gidiyor valla!" dedi. "Konacık yolunda otel açtım duymuşsundur herhalde?"

Lale içinden çok daha farklı şeyler geçirmesine rağmen kibarca gülümsemeye çalıştı.

"Yaa evet duydum." dedi. "Hayırlı olsun."

"Sağol güzelim." diye gülümseyerek elindeki kadehten birkaç yudum aldı Timuçin.

O içkisini yudumlarken aralarına kısa bir sessizlik çökünce Lale de fırsattan istifade Timuçin'i inceledi. Yıllardır hiç değişmemişti. Ortaokuldaki o gördüğü her kıza sulanan azgın ergenin biraz büyümüş versiyonuydu karşısındaki. İstediği her kadını elde edebileceğine can-ı gönülden inandığı her hareketinden öyle belli oluyordu ki. Özgüveni adeta üstünden akıyordu. Yine gömleğinin düğmelerini bağrına kadar açmış, boynundaki o tuhaf kolyeyi anlamsız bir gururla sergiliyordu. Her zamanki gibi saçlarını jöleye bulamıştı. Esmer teninde sağlıklı bir bronzluk vardı. Yüzündeki o kendinden emin gülümseme ise aklından geçenleri anlamak için yetip de artıyordu bile. Hep böyleydi zaten. Bıkmadan usanmadan her yaz en az birkaç defa denerdi şansını. Reddedilmekten de hiç gocunmazdı üstelik. Bir daha denerdi. Yine mi olmadı. Sonra bir daha. Olmazsa bir daha. Cemal'le beraber oldukları zamanlarda bile yavşaklıklarına devam edip durmuştu. Artık nasıl bir karakteri varsa, bir şeyi kafasına koyduğu zaman hiçbir şey onu yolundan çeviremiyordu! Bir kere yapıştı mı hakikaten de yapışırdı insana. Taa ortaokuldayken bile böyleydi. Ve şu ayaküstü sohbetlerinden anladığı kadarıyla da hala o zamanki kadar sığ ve yüzeyseldi.

"Ee madem otel açtığımı duydun niye gelmiyorsun o zaman?" derken yüzünü Lale'ninkine o kadar yaklaştırmıştı ki alkol kokan tenine çarpınca Lale çok rahatsız oldu. Hafifçe yüzünü buruşturarak başını geriye attı.

"Daha iki gündür buradayım ben." derken omuzlarını da Timuçin'in yakın markajından kurtarmaya çalışıyordu. "Fırsat olmadı. Neyse ben gidip bir içki alacağım kendime."

"Dur ya, senin gitmene gerek yok." diyerek kolundan tuttu Timuçin. "Çocuklardan birine söyleriz şimdi." dedikten sonra da elini kaldırarak tarafta dolaşan garsonlardan birini yanına çağırdı.

"Onlar bu kalabalıkta bara gidip geri gelene kadar ben kendim gider alırım." diye atıldı Lale. Asıl derdi içki içmek değil, kılıfına uydurup bir şekilde Timuçin'den uzaklaşmaktı çünkü. Bu gereğinden samimi tavırlarına bir an önce dur demezse yüz bulduğunu zannedip tepesine çıkacağını çok iyi bildiğinden böyle bir bahane uydurmuştu ama anlaşılan Timuçin eskisinden de yapışkan davranmakta kararlıydı!

"Sen merak etme güzelim." diyerek arsızca güldü. "Hallederim ben. İçkin beş dakikaya elinde." diye bir de göz kırptı Lale'ye.

Lale'nin iyice canı sıkılmıştı ama Timuçin'in garsonun eline tutuşturduğu yüklüce bir bahşişten sonra istediği votka öz limon gerçekten de beş dakika içinde gelince sesini çıkarmadı. Yine de Timuçin'in daha fazla elli kollu hareketlerde bulunmaması için aralarına mesafe koymayı uygun bulmuş, içkiyi aldığı gibi hızlı adımlarla geçip İrem'in yanına oturmuştu.

Beyaz loca koltuğuna oturduğu anda İrem kulağına eğildi.

"Bu kim?"

Lale ona döndü.

"Kim?"

"Ya işte demin konuştuğun çocuk!" dedi İrem sabırsızca. "Kim o?"

Hiç içinden gelmemesine rağmen Lale gülmekten kendini alamadı Lale.

"Ne oldu, çok mu beğendin yoksa?"

İrem'in kaşlarının çatıldığını görünce onu daha fazla kızdırmaya gönlü el vermedi.

"Ortaokuldan arkadaşım; Timuçin. Hani demin yemekte konuşuyorlardı ya."

"Aaa bu o mu?" dedi İrem göz ucuyla Timuçin'e doğru bakarak.

Lale elindeki kadehin içindeki pipetten bir yudum çekerken başını salladı.

"Seymur'un dediği kadar varmış." derken onaylamayan bakışlarla Timuçin'i süzüyordu İrem. "Biraz fazla yavşak sanki!"

Lale umursamazca omuzlarını silkti.

"Aman boşver." dedi. "Bize ne?"

"Sen öyle diyorsun da..."

Lale 'ne demek istiyorsun?' der gibi anlamsız bakışlarla dönüp ona baktı. İrem ise ona değil başka bir yere bakıyordu. Lale önce onun Levin'i gördüğünü düşündü. Ama sonra İrem'in tedirgin bakışlarını takip edip nereye baktığını gördüğünde karşısında Batu'yu buldu. Hemen yanında da koluna girmiş Ela'yı.

Gözleri buluştuğu anda başını çevirdi Batu. İfadesiz yüzünde yine demirden bir maske var gibiydi. Ela'ya doğru eğilip kulağına bir şeyler söyledi. Ela da sözüm ona onun kulağına bir şeyler söyleyerek cevap verdi ama kulağından çok boynuna doğru konuşur gibiydi. Locanın diğer tarafına geçip oturdular. Batu etrafta dolaşan garsonu yanına çağırıp bir şeyler istedikten sonra yeniden Ela'ya döndü. Yine birbirlerine doğru eğilerek fısıldaşmaya başladılar.

Bütün bunlar olup biterken Lale gözlerini bile kırpmadan onları izliyordu. Göz göze geldikleri o bir saniye süren bakışmadan sonra Batu başını çevirmişti, oysa o hala aynı yere bakıyordu. Göz göze geldikleri o tek bir saniye içinde aklından binlerce şey geçmişti. Önce onu gördüğüne deli gibi sevinmişti. Otele gitmemişti. Buradaydı. Tamam o kadın da yanındaydı ama otele gitmemişti! Buradaydı! Derya'nın dediği olmuş, Batu peşinden buraya gelmişti! Koluna girmiş o kadına rağmen bir an koşup boynuna sarılmamak için zor tuttu kendini. Ama sonra Batu başını çevirip o kadının kulağına eğilince, o kadın da ona aynı şekilde karşılık verince içinde bir şeyler tel tel dağılmıştı. O kadının sırf nefesi Batu'nun boynuna çarpsın diye öyle konuştuğuna yemin edebilirdi. Belki garipti ama bunu hissedebiliyordu. Batu'yu baştan çıkarmak için uğraştığını anlayabiliyordu. Tıpkı Batu'nun da buna resmen çanak tuttuğunu, bu durumdan gayet hoşlandığını anlayabildiği gibi, her şeyi anlıyordu. Loca koltuğuna yan yana oturup yeniden fısıldaşmaya başladıklarını gördüğünde ise ağlayacak gibi oldu. Biraz önce Batu'nun buraya onun için geldiğini sanmasının bedeli ağır olmuştu. O bir anlık yanılgının yarattığı hayal kırıklığı şimdi cam gibi içine batıyordu.

"Seni Timuçin'le gördü bence. Ondan böyle yapıyor."

Bakışlarını onlardan güçlükle çekip kulağına fısıldayan o yumuşak sesin sahibine döndü Lale. Gözleri dolu doluydu.

"Biraz fazla iyi niyetlisin sen." diyerek yavaşça burnunu çekti. "Bana bir peçete uzatır mısın?"

İrem locanın ortasında duran masaya uzanıp aldığı bir tomar peçeteyi Lale'ye uzattı. "İyi niyetli olduğumdan değil. Sizi gördüğünden eminim ben."

Lale cevap vermek yerine omuzlarını silkmekle yetindi. İrem'in uzattığı peçeteyle gözlerinin altını kuruladı. Onun Batu'nun aşkına olan bu sarsılmaz güveni içini acıtıyordu. Batu'nun hala onu sevdiğini düşünüyordu herhalde. Bilmiyordu ki. Batu'nun ona "Sevmiyorum. İstemiyorum!" dediğini bilmiyordu. Tıpkı bu akşam Batu'nun onun peşinden buraya geleceğini iddia eden Derya gibi. Doğru, gelmişti işte ama yanında o kadınla. Koluna giren, yanından bir an bile ayrılmayan, nefesinin tenine değmesinden hiç rahatsızlık duymadığı o kadınla.

Tam o anda Timuçin gelip yanına oturuverdi.

"Ee Lale anlat bakalım." diyerek arkasına yaslanırken yine kolunu omzuna atmıştı. "Bak yarın mutlaka bizim otele bekliyorum, gelmezsen bozuşuruz ona göre!"

Ne Timuçin ne de dilinden düşürmediği oteli Lale'yi hiç ilgilendirmiyordu o anda. Oturduğu yerde İrem'e doğru kaykılarak Timuçin'le arasına mesafe koymaya çalıştı.

"Söz vermeyeyim, yarın ne yapacağımı bilmiyorum." dedi ters ters.

Ama Timuçin bir kez terslendi diye geri çekilecek yapıda biri değildi. Lale'ye biraz daha yaklaştı.

"Bak gelmezsen çok kırılacağım, bilmiş ol!" dedi yapmacık bir hareketle dudaklarını büzerek. Sonra Lale'ye bakarak güldü. Elini uzatıp hafifçe yanağına dokundu. "Hem sen bu kadar nerede yandın böyle? Bizim otele gelseydin daha iyi güneşlenirdin!" derken Lale'nin diğer yanında oturan İrem'i fark edince kendinden son derece emin bir şekilde elini uzattı. "Merhaba, ben Timuçin."

İrem Lale'ye bir bakış atarak Timuçin'e elini uzattı yavaşça. "Ben de İrem." dedi kısaca. Timuçin'in elini ucundan şöyle bir tutup yalandan sıktıktan sonra da hemen geri çekti elini.

"Memnun oldum güzelim."

Lale gözlerini devirmekten kendini alamadı. Kadehinin içindeki pipeti dudaklarına götürüp hırsla birkaç yudum aldı içkisinden. Bu sayede biraz sakinleşebilmeyi umuyordu ama ne fayda. Timuçin'in bu yılışıklığı sinirini bozmaya başlamıştı.

Timuçin "Lale'yle nereden tanışıyorsunuz?" diye sordu İrem'e.

"İrem, Melis'in eşi Selçuk'un kardeşi." diye mecburen açıkladı Lale. "Derya'nın nişanı için burada."

"Evet yaa Derya nişanlanıyormuş değil mi?" diyerek güldü Timuçin. "Melis zaten evleneli bir seneyi geçti. Bir sen kaldın valla Lale! Darısı başına." derken manidar bakışları Lale'nin omuzlarındaki gevşek elbise askılarında dolaştı.

Lale muhabbetin gidişatından iyice rahatsız olmaya başlamıştı. Bütün bir İskenderun gibi Timuçin'in de son zamanlarda yaşadıklarını bildiğinden emindi. Ve buna rağmen böyle konuşabilmesi onu ciddi anlamda sinirlendirmişti. O sinirle pipeti bir kez daha dudaklarına götürürken kadehte içki kalmamış olduğunu görünce şaşırdı. Galiba biraz hızlı içmişti?!

Onun bir şey söylemesine kalmadan elindeki kadehi alıp "Dur güzelim ben hemen yenisini istiyorum." diyerek garsonu yanına çağırdı Timuçin ve Lale'ye bir votka öz limon daha söyledi.

Lale Timuçin'in bu aşırı rahat tavırlarından hiç memnun değildi. Ama hesabı kalkarken ortaklaşa ödeyeceklerini bildiği için bir şey söylemiyordu. Tabii bir de locanın diğer tarafında Ela'yla gittikçe daha fazla yakınlaşan Batu vardı. Kendine verdiği sözü tutmak istiyordu. Sadece kendine değil ki... Batu'ya da onu sevmediğine inanmadığını söylemiş miydi? Hani onu bekleyecekti? Ona nispet yapar gibi saçma sapan davranışlarda bulunmak istemiyordu. Ama o kadın hemen karşısında Batu'nun içine düşecekmiş gibi hararetle bir şeyler anlatırken içindeki o sese kulak vermemek öyle zor, öyle zordu ki... Üstelik Batu yine ondan tarafa hiç bakmıyordu bile. Melisler'in evindekinden daha farklı bir hal vardı sanki üzerinde. Ela'ya daha çok ilgi gösteriyor, onu daha büyük bir dikkatle dinliyor ve en kötüsü de ona daha çok gülümsüyor gibiydi. Yemek boyunca yüzü gülmeyen o adam ne hikmetse şimdi gülücükler saçmaya başlamıştı. Ela'yı dikkatle dinliyor, sonra da söylediklerine kahkahayı basıveriyordu.

Lale her şeyin üzerine üzerine geldiğini hissetmeye başlamıştı artık. Bu iğrenç boğucu hissin altında ne ikinci kadehin ne zaman geldiğini farkına vardı ne de o kadehi hangi ara bitirdiğinin. Timuçin hala dibinden ayrılmıyor, hiç susmadan oteliyle ilgili bir şeyler anlatıp duruyordu. Aslında tek bir kelimeyle onu yanından kovabileceğini çok iyi biliyordu. Ama her ne kadar varlığı son derece sinir bozucu da olsa belki Batu başını kaldırır da onun yanında da bir başkasının olduğunu görünce bu saçmalığa artık bir son verir diye ağzını açıp bir şey demiyordu. Timuçin eline beline attığı anda onu yavaşça itip kendini geri çekiyordu ama onun dışında varlığından rahatsız olduğunu belirten bir şey yapmıyordu. Timuçin de bundan cesaret alarak habire bir şeyler anlatıp duruyordu. Hiç es vermeden anlattığı onca şey müziğin yüksek volümüyle birleşince başının ağrımaya başladığını hissetti. Ve bir kadeh daha istedi. Sonra bir tane daha. Ve bir tane daha.

Beşinci votka öz limon kadehini yarıladığında kendini hiç de iyi hissetmediğinin farkındaydı artık. Ama ona göre bunun nedeni kesinlikle votkayla karıştırılmış o şekerli içecek değildi. Batu'ydu. Ve Ela... Batu ve Ela... Ela ve Batu... Batu'nun kucağına çıkmasına ramak kalmış Ela... Onu durdurmak için hiçbir şey yapmayan Batu... Batu'nun söylediklerine gülme bahanesiyle güya çaktırmadan Batu'nun omzuna dokunup duran Ela... Gözlerini bir an bile ondan ayırmadan gülerek bir şeyler anlatmaya devam eden Batu... Kahkaha atarken bütün bedeniyle Batu'ya doğru eğilen, göğüslerinin vücudunu saran o dar elbisenin dekoltesinden her an fırlayacak gibi durmasına hiç aldırış etmeyen Ela... Oturduğu yerde arkasına yaslanıp kaykılarak Ela'ya iyice yaklaşan, onun da giderek kendisine yaklaşmasından gayet memnun olduğu suratındaki o iğrenç ifadeden anlaşılan Batu... Batu bir şeyler anlatırken devamlı dudaklarını yalayıp duran, o yetmiyormuş gibi bir de belirli aralıklarla saçlarıyla oynayan Ela... Bütün bu ucuz flört numaralarından rahatsız olmuşa hiç benzemeyen, aksine Ela Mart kedisi gibi kıvranıp göğüslerini yavaştan koluna sürttükçe daha da keyifleniyormuş gibi görünen Batu... Ve tüm bunlar gözünün önünde olup bitmesine rağmen hala inanmayı reddeden zavallı, ezik, yapayalnız bir Lale... Ela kedi gibi sürtündükçe Batu'nun aklının ucundan bile geçmeyen Lale... Onları izlemeye devam ettiği her saniye yarasını daha da çok kanattığını hisseden ama buna rağmen başını çeviremeyen, onlara bakmadan duramayan Lale...

Kadehindeki içkinin bittiğini ancak pipetten ağzına hiçbir şey gelmediğini anlayınca fark edebildi. Çoktan kaymış gözlerini Timuçin'e çevirdi.

"Bana bir içki daha ister misin?"

Timuçin onun bu kadar çok içmesinden hiç rahatsız olmuşa benzemiyordu, "Tamam güzelim istiyorum hemen." diyerek garsona işaret etti.

"Tuvalete gidelim mi?"

Lale ağır ağır sesin geldiği tarafa doğru çevirdi başını. Endişeli gözlerle kendisini izleyen İrem'i görünce gülümsemeye çalıştı. Hissettiklerini kimsenin anlamasını istemiyordu.

"Gidelim İroş!" dedi giderek peltekleşen bir konuşmayla. Ayağa kalkmaya yeltendi sonra. Ama yapamadı. Ayakları birbirine dolandı, düşecek gibi oldu. İrem onu tutmak için atıldı ama Timuçin ondan önce davranmıştı, Lale'yi belinden sımsıkı tutarak düşmesine engel oldu.

"Dikkat et canım, düşüyordun." dedi Timuçin diğer kolunu da beline atarken.

Lale "Ay evet sağol." dedi yapmacık bir sırıtmayla. Sonra Timuçin'in kollarından sıyrılmaya çalıştı yavaşça. Evet başı dönüyordu ama Timuçin'le ilgili düşünceleri hala değişmemişti, bu yapışkanlığına gerçekten feci uyuz oluyordu!

Timuçin "Bak elbisenin askısı da düşmüş." diyerek sağ omzundan kayan elbise askını usulca yukarı doğru itti. Bakışları Lale'nin yanık teninde dolaştı. Omuzlarından boynuna, boynundan yüzüne, son olarak da gözlerine kadar geldi ısrarcı bakışları. Tam ağzını açıp Lale'ye bir şey söyleyecekti ki...

İrem "Gel Lale Abla." diyerek kolundan tutup çekince Lale Timuçin'in ablukasından ancak böyle kurtulabildi. Düşmemek için sıkı sıkı tutundu İrem'in koluna. Batu'yla Ela'dan tarafa hiç bakmamaya çalışarak sırtını dikleştirdi. Sendelemeden yürümeye çalıştı. Düşünmeyecekti. Kendini bırakmayacaktı. Ama olmuyordu. Allah kahretsin ki olmuyordu! Locadan uzaklaştıkları anda birden sessizce ağlamaya başladı.

İrem bütün gücüyle onu bir an önce tuvalete götürebilmek için kalabalığı yarmaya uğraştığından ağladığının farkına varmamıştı. Sonunda kulubün diğer tarafındaki tuvalete ulaşabildiklerinde, dönüp Lale'ye baktığında yüzünün göz yaşlarıyla sırılsıklam olduğunu görünce şoka girdi. Onun şaşkınlığı Lale'nin ağlamasının daha da şiddetlenmesine neden oldu. Ellerini yüzüne kapatarak hıçkırmaya başladı Lale.

İrem ne yapacağını şaşırmıştı. "Lale Abla ağlama ya." diyerek Lale'ye sarılacak oldu ama Lale kendini geri çekti.

"Abla demesene bana İrem, sinirim bozuluyor!" dedi hıçkırarak. "O kadar yaşlı mıyım ben?"

İrem kendini tutamayarak güldü. "Yok canım, tabii ki değilsin de..."

Lale hıçkırarak elinin tersiyle burnunun ucunu sildi. Soyulmaya başlamış derisi, kıpkırmızı ten rengi ve gözlerinden akıp yanaklarında yol yol iz bırakan rimel izleriyle çok perişan bir hali vardı. O kadının Batu'ya dokunduğunu gördükçe içinden yükselen zırıl zırıl ağlama isteğini ancak bu kadar bastırabilmişti. Ona bu fırsatı veren Batu olmasa, ona engel olmak için küçücük bir harekette bulunsa ağlamak yerine o orospunun üstüne atlar, saçını başını yolardı! Ama Batu onun varlığından son derece memnun görünüyordu. O da bunu istiyordu. İstemese böyle bir şeye asla izin vermezdi. Neden böyle yapıyordu anlamıyordu. O banyoda söylediklerinde kararlı olduğunu mu anlatmaya çalışıyordu? Onu artık sevmediğini ispatlamak için böyle mi yapıyordu? Anlamıyordu. Anlayamıyordu. Artık Batu'nun ona olan öfkesinden böyle davrandığına da inanmıyordu. Ne kadar istese de bunu yapamıyordu. Bu yaptığı iğrenç bir şeydi! Hangi öfke bu yaptığını haklı kılardı ki? Öfke değildi bu. Gurur hiç değildi! Bu... Bu düpedüz hayvanlıktı! Bu artık onu değil, Ela'yı istediğini gözüne sokmaktı! Bu onu küçük düşürmek, herkesin onun kim olduğunu bildiği bu ortamda onu aşağılamaktı! Bu... Bu gerçekten de iğrenç bir şeydi!

"Gel hadi yüzünü yıkayalım." diyerek elinden tutup onu lavaboların önüne götürdü İrem. Lale ara ara hıçkırmaya devam ederken o hiçbir şey söylemeden yüzünü yıkamasına yardım etti yavaşça. Sonra peçeteyle yüzündeki rimel izlerini özenle temizledi. Her şeye bir çözümü var gibiydi. Son olarak çantasından küçük boy bir rimel çıkarıp uzatınca Lale kendini tutamayıp güldü. Bir şey söylemeden rimeli alıp açtı. Kızarmış gözlerine aldırmamaya çalışarak aynaya dönüp kirpiklerine rimel sürmeye başladı.

Tam o anda küçük tuvaletin içinde "Lale Abla? Ay inanmıyorum!" diyen bir ses çınladı.

Lale önce şöyle bir kalakaldı. Duyduğu bu ses? Galiba bu sesin kime ait olduğunu biliyordu! Bir an için gözlerini kapattı. O sesin sahibinin tahmin ettiği kişi olmaması için bildiği tüm duaları etmeye hazırdı!

Ve ne yazık ki yanılmıyordu.

"Ay inanmıyorum ya. Nasılsın?" diyerek boynuna atılan bu kollar Cansu'ya aitti. İki yıl önce yine böyle bir yaz akşamı Batu'ya kendi elleriyle tanıştırdığı Cansu'ya!

Cansu tıpkı iki yıl önceki o akşam gibi oldukça kısa bir şort ve straplez bir bluz giymişti. Ayağında da kafasından daha yüksek olduğunu tahmin ettiği topuklu ayakkabılar vardı. Röfleli saçları omuzlarından aşağı dökülürken abartılı makyajıyla tuvaletin o tuhaf ışığında iyice korkunç görünüyordu. Yanında da saç baş ve kılık kıyafet olarak kendisine aşırı benzeyen iki arkadaşı vardı ve Lale onların da iki yıl önceki o gece Batu'yu dikkatle inceleyen o kızlar grubundan olduklarından emindi!

Lale tek kelime edemeyecek kadar ağır bir şok yaşarken Cansu bülbül gibi şakıyordu.

"Hoş gelmişsin. Bu yaz hiç görünmedin buralarda. Gerçi yaşadıklarından sonra normal tabii ama..."

Hiç değişmemişti. Zaten nedense Arsuz'dan tanıdığı bu insanlar hiç değişmiyordu! Hepsi bıraktığı yerdeydiler. Hala aynıydılar. Dilara, Cemal, Timuçin ve şimdi de Cansu bıraktığı gibiydi hala. Batu'yla onu tanıştırma gafletinde bulunduğu o akşamdan sonra onu Arsuz'da birkaç defa görmüş ama görmemezlikten gelerek hep kafasını çevirmiş, onun da kendisini görmemesi, gördüyse bile yanına gelmemesi için elinden geleni yapmıştı. İki yıl sonra ilk defa hazırlıksız yakalanıyordu ve Cansu onu tuvalette yakalayıp boynuna atılmak için bula bula bu akşamı bulmuştu!

"Ee nasılsın?" dedi Cansu neşeyle. Sonra Lale'yi alıcı gözle baştan aşağı süzdü. "Ne kadar zayıflamışsın. Ama biliyor musun çok da iyi olmuş. Yani şimdi alınma ama senin hep biraz fazlan vardı!"

Batu'nun onun gözlerinin içine bakarak bu geri zekalı kızı boynundan öptüğü o an gözünün önünden gitmiyordu ama öyle bir şey hiç yaşanmamış olsa bile şu laflarından sonra bu kızı elleriyle boğabilirdi!

Cansu "Anlatsana biraz, neler yapıyorsun?" dedi yine cıvıl cıvıl bir sesle. Lale tıpkı herkes gibi onun da her şeyden haberdar olduğundan emindi. İnsanları anlamıyordu. Neler yaşadığını bilmelerine rağmen, arkasından demediklerini bırakmamalarına rağmen utanmadan hala yüzüne bakabiliyor, pişkin pişkin "nasılsın, neler yapıyorsun?" diye sorabiliyorlardı.

Sanki aklından geçenleri okumuş gibi "Gerçi aldım haberlerini." dedi Cansu. "Benimle tanıştırdığın şu Adanalı esmer çocukla fırtınalı bir aşk yaşamışsınız daha sonra." diyerek küçük bir kahkaha attı. Sonra uzanıp yavaşça Lale'nin kolunu okşadı. "Yanlış anlama tabii, benim açımdan bir sorun yok. Ne yapacaksın, sen de ikinci el seviyorsun demek ki."

Lale'nin gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Elindeki rimeli Cansu'nun gözüne sokmak için yanıp tutuşuyordu!

"Ne biçim konuşuyorsun sen?"

"Kızma ya, şaka yaptım." dedi Cansu önemsemeyen bir tavırla. "Hem zaten o da bu akşam burada değil mi? Biraz önce localardan birinde gözüme çarptı. Ama yanında başka bir kadın vardı. Ay dur bir dakika, yoksa sen de mi o locadaydın?" Lale'nin yüzündeki ifade her şeyi anlamasına yetmiş olacak ki kahkahayı bastı. "Ay inanmıyorum ya, nasıl kafalar yaşıyorsunuz siz, çok iyiymiş yaa!"

Lale öfkeden ellerinin titremeye başladığını hissediyordu. Nasıl bir gündü bu böyle? Bu kadarı da artık çok fazlaydı. Bu basit kızla karşılaşması yetmiyormuş gibi bir de onun bu söylediklerine maruz kalması, onun gibi üç kuruşluk insanların gözünde bu duruma düşmesi, bu kadarını hazmedemiyordu artık. Bu gerçekten de çok ama çok fazlaydı! Kendini daha fazla zapt edemeyecekti.

"Bana baksana sen, ne biçim konuşuyorsun ya sen benimle?" diyerek Cansu'nun üzerine yürümeye başlamıştı ki arkadaki tuvaletlerden birinin kapısı açıldı. Lale içerden kimin çıktığını görünce bir an düşüp bayılacağını zannetti. Çünkü içerden çıkan kız Levin'in Batu'yla onu babasının teknesinde bastığı gece yanında getirdiği o sarhoş kız Seda'ydı!

Fal taşı gibi açılmış gözleri Cansu'yla Lale'nin arasında gidip geliren "Aaaa!" diye bağırdı Seda. "N'oluyor burada ya??"

Lale'nin bir an yüreği ağzına geldi. Seda o geceyle ilgili bir şeyler söyleyecek diye ödü kopmuştu. Onun Cansu'nun arkadaşı olduğunu ve o gece Batu'nun kim olduğunu anladığında Cansu'yla Batu'nun arasında bir şeyler olduğunu ima ettiğini öyle iyi hatırlıyordu ki. Batu bunu şiddetle inkar etmiş, Cansu'yla aralarında hiçbir şey geçmediğini, bunları Cansu'nun uydurduğunu iddia etmişti ve şimdi Seda'nın bütün bu ayrıntıları ortaya dökmesi halinde olacaklar tüylerini diken diken etmeye yetiyordu. Gerçi kimden veya neyden korktuğunu da bilmiyordu ya. O gece yaşananların bunca zaman sonra bu kızların ağzına sakız olması istediği en son şeydi. Sonra Seda'nın o gece olup biten hiçbir şeyi hatırlayamayacak kadar sarhoş olduğunu anımsayınca rahat bir nefes aldı. Gerçi şu an kendisinin de Seda'nın o halinden pek farklı olduğu söylenemezdi ya neyse. Şimdi bunu düşünemeyecekti!

Lale kafasından bunları geçirirken Seda da hayretle ona bakıyordu. Sonra birden Cansu'ya döndü.

"Levin'in ablası değil mi bu ya?" dedi.

"Evet o." dedi Cansu küçümseyen bir ses tonuyla. "Levin'in ablası."

Bu kızların Levin'i nereden ve ne münasebetle tanıdıklarını az çok tahmin eden İrem'in yüzünün asıldığını göz ucuyla fark etmişti Lale. Bu konunun daha fazla dallanıp budaklanmasını istemiyordu. Bu kızlarla ağız dalaşına girmeyi ise hiç istemiyordu. Hiçbir şey söylemeden buradan çıkıp gitmekti niyeti. Ama olmadı.

Cansu'nun Seda'ya "Hani şu benim iki sene önce, Galip Şadoğlu'nun kızı Melis'in nişanı zamanında yattığım Adanalı yakışıklı esmer çocuk vardı ya. Duymadın mı, ondan hamile kalıp çocuk düşürmüş bu. Bir de biliyorsun Levinler Hristiyan ama o çocuk Müslüman'dı yani!" diye fısıldadığını duyunca Lale'de ipler koptu.

"Sen ne diyorsun be yalancı orospu!" diyerek Cansu'nun üzerine atılınca o küçük tuvalet birbirine girdi.

Daha sonrasını Lale fazla hatırlamıyordu. Çünkü öfkeden gerçekten gözü dönmüştü. Ne yaptığının ne söylediğinin hiç farkında değildi. Güvenlik gelmeden o tuvaletten nasıl çıktıklarını da bilmiyordu. İrem olmasa Cansu ve ekürileri onu çiğ çiğ yerlerdi herhalde. Kendilerini dışarı zor atmışlar, sonra da arkalarına bile bakmadan hızlı adımlarla kalabalığın arasına karışmışlardı. Daha doğrusu Lale'ye bunların hepsini İrem yaptırmıştı. Yoksa Lale alkolün ve geçirdiği öfke nöbetinin etkisiyle adım bile atamayacak haldeydi.

Cansu ve arkadaşları olayı iyice çirkefleştirip peşlerine takılmasınlar diye İrem Lale'yi kolundan tuttuğu gibi locaya götürmüştü. Onların locaya döndüğünü görür görmez Timuçin'in yüzüne bir sırıtma yayıldı. Soluğu hemen Lale'nin yanında aldı.

"Canım nerede kaldın?" dedi gülümseyerek. Sonra yine elini Lale'nin beline koydu. "Neredeyse sana bakmaya gelecektim, çok merak ettim seni."

Hala bacakları titrediğinden ona cevap bile vermeden beyaz loca koltuğuna attı kendini Lale. Ve tabii göreceklerinden korksa da anında Batu ve Ela'nın oturduğu tarafa kaydı bakışları. Kafası bir dünyaydı galiba. Çünkü bir an için Batu'nun ona baktığını sanmış ama bunu görebilmek için o tarafa döndüğünde Batu'nun baktığının kendisi değil, Ela olduğunu çok acı bir şekilde anlamıştı. Üstelik yanlış görmüyorsa o tuvalette Cansu'nun ve ekürisi Seda'nın saçını başını yolmaya çalışmakla uğraşırken Ela Batu'ya biraz daha sokulmuştu. Hani utanmasa kucağına tırmanacaktı, o kadar yakınında oturuyordu. Vücutları tamamen birbirine değiyordu. Ve bu Lale'yi deli ediyordu!! Cansu'ya yaptığını bu Latin orospusuna da yapmamak için hiçbir nedeni yoktu. O yavşak kadına haddini bildirmesi gerekiyordu artık!

Onun hareketlendiğini fark eden İrem sertçe bileğinden tuttu.

"Yapma." dedi sessizce. "Yapma."

Onların arasındaki bu sessiz konuşmanın neyle alakalı olduğundan tamamen bihaber olan Timuçin Lale'ye bir kadeh daha votka öz limon söylemişti bile.

Lale stresten oturduğu yerde bacaklarını sallarken bir yandan da farkında olmadan tırnaklarını kemirmeye başlamıştı. Bir delilik yapar da ortalığı birbirine katmaya kalkışır diye İrem diğer bileğinden sıkı sıkı tutuyordu.

"Sakin ol." dedi kulağına yavaşça. "N'olur biraz sakin ol."

Lale gözlerini Batu'yla Ela'nın fingirdeşmesinden güçlükle çekerek sertçe ona baktı.

"Nasıl sakin olayım İrem?!" Derken hırsından sesi titriyordu. "Görmüyor musun? Nasıl sakin olayım?"

"Görüyorum." dedi İrem usulca. "Ama n'olur sen biraz sakin ol."

Garsonun getirdiği kadehi pür heves Lale'nin eline tutuştururken onun titrediğini fark eden Timuçin'in de endişeyle kaşları çatılmıştı.

"Lale iyi misin sen güzelim?" diyerek elini Lale'nin alnına götürdü. "Hiç iyi görünmüyorsun, ateşin falan mı var acaba? Ya da bu kadar yandığına göre güneş çarptı belki de?" Eli Lale'nin alnından yanağına doğru kaydı. Belli belirsiz dokunuşlarla tenini okşadı.

Lale'nin halsiz bakışları ona doğru döndü. Aslında Timuçin'in her cümlenin sonuna sıkıştırdığı o "güzelim"lerden de boş muhabbetinden de bu aşırı ilgisinden de gerçekten sıkılmış durumdaydı. Ama elindeki kadehi görünce bakışlarını minnettar bir ifade kapladı. Yanağında durmaya devam eden Timuçin'in elini iterken "İyiyim iyiyim." diyerek uzanıp diğer elindeki kadehi aldı. Çok değil iki dakika sonra kadehin yarısından çoğunu kafaya dikmişti bile.

Onun kadehi yarılayacak kadar iyi olduğunu gören Timuçin de rahatlamıştı. Gülümseyerek uzanıp elini yeniden itmesine fırsat vermeden Lale'nin yanağından bir makas aldı. "İyisin tabii ya. Hem de çok iyisin." derken gözleri Lale'nin göğüslerine doğru kaydı ama Lale bunu fark etmedi. Timuçin'e değil, Batu'yla Ela'ya bakıyordu o çünkü. Bir ara yine Batu'yla göz göze gelir gibi olduklarını sandı. Ama hemen sonra Batu'nun o bildik sırıtmasıyla Ela'ya bir şeyler söylediğini görünce içi burkuldu. Halüsinasyon görecek kadar fazla mı içmişti acaba?!

Bu böyle ne kadar devam etti bilmiyordu. Bir süre sonra içtiklerinin sayısını unutmuştu. Zaten sayamayacak kadar çok içtiğinin de farkındaydı. Gece yarısına doğru her zaman olduğu gibi öz limon bitince o da votkalı herhangi bir şeyle devam etmeyi seçmiş, Timuçin'in onun için özel hazırlattığını iddia ettiği kokteylleri bir bir götürmeye başlamıştı. Arada bir Batu'nun da ona baktığını görür gibi oluyor ama bir türlü emin olamıyordu. Çünkü Batu'nun gözleri hep Ela'nın üzerindeydi. Ela ise zaten ondan başka bir şeye bakamıyor gibiydi! Ve Lale onları seyrettikçe daha çok dağılıyor, dağıldıkça daha çok içiyordu. Ne yaptığını hiç bilmiyordu. Çünkü sonunda lan olmuş, Ela dirseğini Batu'nun omzuna koymuştu. Zaten sayamayacak kadar çok içmeye başladığını fark edişi de tam o ana tekabül ediyordu. Çok değil bir on dakika sonra Batu'nun Ela'yı kucağına çekeceğini, sonra da bunca insanın içinde hiç utanmadan işe koyulacaklarını düşünmeden edemiyordu. İlk başta abarttığına inanmak istemişti ama yok hayır. Abartan biri varsa bu kesinlikle o değildi! Batu'yla Ela'nın yakınlığının herkes tarafından fark edildiğinden emindi. Zaten Ela Batu'ya o kadar çok yılışıyordu ki hareketleriyle 'n'olur beni kucağında hoplat!' diye yalvarır gibiydi! Hatta kim bilir belki sözleriyle de Batu'dan tam olarak bunu istiyordu! İspanyolca bilmeyen sıradan bir insan olduğu için ne konuştuklarını anlaması mümkün değildi ne de olsa.

İrem tuvalette olanları anlattığından beri Melis de Derya da gözlerini Lale'nin üzerinden ayırmıyorlardı. İrem ise zaten hep yanındaydı, bir an bile yalnız bırakmıyordu onu. Tabii bir de dibinden ayrılmayan her şeyden habersiz otelini anlatmaya devam eden Timuçin vardı. Ama Lale hiçbirinin farkında değildi. Timuçin'i dinlemiyor, İrem'le konuşmuyor, Melis ve Derya'yla ilgilenmiyordu. Onun gözleri yalnızca Batu'yla Ela'yı görüyor, gördükçe de daha çok içiyordu.

Ne olduysa birden oldu... Aslında ilk başta görünürde bir şey yoktu. Ela dirseğini Batu'nun omzundan çekmeden ona doğru eğilmişti. Batu hasbelkader göğüslerini hala görememişse artık bir an önce göreceğini görsün de harekete geçsin diye bütün bedenini ona doğru çevirmiş, yine göğüslerini koluna sürtmekle uğraşıyordu. Elindeki kadehi o orospunun kafasına fırlatmadan nasıl durabildiğini hiç bilmiyordu! Ama sonra birden nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde kaşla göz arasında Ela Batu'ya doğru biraz daha sokuldu. Ve boynuyla yanağının arasında bir yere küçük bir öpücük bırakıp geri çekildi. Tam o anda Lale Batu'yla göz göze geldi. Bu kez halüsinasyon falan görmüyordu işte. Batu dosdoğru ona bakmıştı! Ama bu bir saniyeden uzun sürmedi. Batu anında gözlerini kaçırırken Ela da Batu'nun kulağına bir şeyler fısıldıyordu.

Artık Ela her ne söylediyse Batu önce durakladı. Sonra kolunu kaldırıp saatine baktı. Bir an için, çok kısa bir an için yüzüne kararsız bir gölge oturur gibi oldu. Ama kendini çabuk toparladı. Ela'ya dönerek 'tamam' der gibi başını salladı. Sonra da garsona hesabı getirmesini işaret etti.
İşte bu, Lale'nin başından aşağı kaynar suların döküldüğü andı. Evet İspanyolca bilmiyordu ama nedense Ela'nın Batu'ya ne sorduğu hakkında çok kesin bir fikri vardı! Zaten hesabı isteyen Batu da aklında uçuşan o fikirleri doğrulamıştı. Bunlar düpedüz otele gidiyorlardı. Burada insan içinde istediklerini rahat rahat yapamadıklarından Ela'nın teklifiyle otele gidiyorlardı işte! Ela'nın yüzündeki o halinden memnun korkunç sırıtma da her şeyi anlatmaya yetiyordu zaten. Akşamüzeri aldıkları o prezervatifleri kullanmaya otele gidiyorlardı bunlar!

Yanılmamıştı. Beş dakikaya kalmadan Batu hesabı ödemiş, Ela ise hesaba katkıda bulunmak adına en ufak bir zahmette bulunmadan toparlanıp ayağa kalkmış ve onu beklemeye başlamıştı. Sabırsızlanıyordu anlaşılan. Oysa Batu'nun hiç acelesi yok gibiydi. Ağır hareketlerle garsonun getirdiği pos makinesine kredi kartının şifresini girdi. Hiç acele etmeden kartını alıp cüzdanına yerleştirdi. Garsonun kart slipini vermesini bekledi. Sonra bir posta da onu cüzdanına yerleştirdi. Dibinde bir yudum bir şey kalmış olan kadehine uzanıp dudaklarına götürdü. Sanki o kadehin üzerinden bir an için ona bakmış gibi geldi Lale'ye. Ama Batu hiç ondan tarafa bakmadan kadehi tekrar masanın üzerine bırakıp ayağa kalkınca yanıldığını çok acı bir şekilde anlamış oldu. O ayağa kalkınca Ela da hiç vakit kaybetmeden yine koluna girdi. Ve Selçuk'la ayaküstü vedalaştıktan sonra kalabalığın arasından çıkışa doğru yürümeye başladılar.

Lale şok içinde arkalarından bakıyordu. Donmuş kalmıştı. Tamam kalkıp otele gideceklerini az çok o da anlamıştı. Ama bunun bu kadar çabuk olmasını kesinlikle beklemiyordu! Aceleleri neydi? Sabredemiyorlar mıydı? Bu kadar mı çok istiyorlardı birbirlerini? Batu için Ela bu kadar mı dayanılmazdı? Bir an önce sevişmezlerse ölecek miydi yani, neydi şimdi bu? Bir zamanlar Batu'nun aynı şeyi kendisi için söylediğini hatırladığında ise acıdan nefes alamayacağını hissetti ve hızla ayağa fırladı.

İrem de telaşla "N'oldu?" diyerek onunla beraber ayağa kalkmıştı.

Lale sanki onun orada olduğunu yeni fark ediyormuş gibi anlamsız gözlerle baktı ona. Gözlerini kırpıştırdı.

"Tuvalete gideceğim." dedi.

"Dur beraber gidelim." diyerek elini tutmaya çalıştı İrem ama Lale sertçe elini çekti.

"Gerek yok!" dedi kesin bir dille. "Ben kendim giderim!"

"Lalecim n'oluyor nereye böyle?"

İrem gibi Timuçin de ayağa fırlayıp yanında bitmiş ve ahret sorularına başlamıştı işte. Lale ters ters ona baktı.

"Tuvalete!" dedi. "N'oldu, bir itirazın mı var?!"

Timuçin pişkin pişkin güldü.

"Yok canım niye itirazım olsun?" dedi sinir bozucu bir gülüşle. "Tek başına gitme ama. Ben götüreyim seni." diyerek yine kolunu beline attı ama Lale bir hışımla itti kolunu.

"Niye sen götürüyorsun beni tuvalete ya?" diye sinirle bağırdı. "Kafayı mı yedin sen, ben kendim gidemez miyim! Allah Allah ya!!"

Melis'le Derya'nın da locanın diğer ucunda oturdukları yerden kalkıp ona doğru hareketlendiklerini görünce daha da sinirlendi. Kimsenin bir şey demesine fırsat bırakmadan büyük bir çalımla arkasını dönüp kalabalığın arasına karıştı. Ve insanları ite kaka çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladı.

Sanki inadına yapar gibi kimse yol vermiyordu. Ya da ona öyle geliyordu. Önüne çıkanları dirsekleyip iteklediği, yol vermeyene bağırdığı hatta bazen küfrettiği kısa bir yolculuktan sonra sonunda çıkışa ulaşabilmişti. Kendini sokağa attığı anda otele doğru giden sağ tarafı taradı gözleri. İşte oradaydılar. Biraz ilerde kol kola yürüyorlardı ve anaokulu çocukları gibi görünüyorlardı! Kol kola yürümek de neyin nesiydi? Sonra ne düşündüğünün farkına varınca kendine çok kızdı. Sarmaş dolaş yürüseler, yürürken bir yandan da deli gibi öpüşseler, elleri kolları birbirlerinin üzerinde dolaşıyor olsa daha mı iyiydi? Daha iyi değildi elbette. Ama bunun da çok iyi olduğunu söyleyemeyecekti! O kadının teninin ne şekilde olursa olsun Batu'ya temas etmesine dayanamıyordu!

Onlar otele doğru yürürlerken Lale de kalbinin gümbür gümbür atmasına aldırmadan onları takip etti. Yüreği ağzındaydı. Kalbi sanki kulaklarında atıyordu. Sokağın ortasına yığılıp kalacak kadar halsiz hissediyordu kendini. Bacakları titriyordu. O beş dakika bile sürmeyen yol şimdi uzamış, hiç bitmeyen bir kör dehliz halini almış gibiydi. İşkence bir türlü bitmiyordu. Bir ara nereden estiyse Batu dönüp arkasına bakmış, Lale kendini son anda hemen kaldırımın yanında duran park halindeki arabanın arkasına zor atmıştı. Yakalanmaktan ödü kopuyordu. Tuhaf bir şey yaptığını kabul ediyordu, hatta belki de hastalıklı. Ama ne olursa olsun onları takip etmeye devam edecekti. Vazgeçip geri dönmek gibi bir seçenek yoktu! Bir süre sonra saatlerdir onları takip ediyormuş gibi gelmeye başlamıştı, oysa daha yalnızca birkaç dakika olduğunu tabii ki o da biliyordu. Ama yol uzadıkça uzuyor, önündeki bu yürüyen kabus bir türlü otele varamıyordu. Gerçi otele varsalar ne olacaktı ki? Çektiği işkence sona mı erecekti? Otele vardıklarında ne olacağını düşünmekten bile korktuğuna göre bu yolun daha da uzamasını, hiç ama hiç bitmemesini istemesi lazımdı!

Ama olmadı. Çok geçmeden Arsuz Otel'in begonvillerle kaplı kapısı belirdi ufukta. Lale'nin midesi bulanmaya başladı. İçtiği onca şeyden sonra buraya kadar nasıl yürüdüğünü zaten hiç bilmiyordu. Kendi iradesi dışında bir güç tarafından yönlendiriliyordu adeta. Ne yaptığının pek farkında değil gibiydi. Tül bir perdenin ardından izliyordu sanki kendini. Flulaşmıştı her şey. Ama onlar, Batu'yla Ela... Ela'yla Batu... Flu falan değillerdi kesinlikle. Aksine bugüne kadar gördüğü her şeyden daha da netlerdi. Onlardan başka bir şey göremiyordu ki zaten. O kadın Batu'nun koluna girmişken, Batu onunla beraber otele doğru yürürken, bu Allah'ın cezası görüntüden başka hiçbir şey görmüyordu gözleri.

Batu'yla Ela'nın geldiğini gören gece görevlisi ağır ağır açtı kapıyı. Yaşar Bey değil, başka biriydi bu. Tanımadığı biri. Herhalde yeni işe girmişti. Batu ve Ela içeri girdikten sonra arkalarından kapıyı kapatmaya başlamıştı ki Lale koşar adımlarla gidip görevli kulübesinin önünde durdu.

"İçeri girecektim ben." dedi nefes nefese. "Otel müşterisiyim de."

"Adınız?" diyerek sanki adını öğrenince otel müşterisi olup olmadığını anlayacak gibi sordu adam.

Hiç duraksamadan "İrem Tümen." deyiverdi Lale. Adam doğru söylediğini kontrol etmeye kalksa da sorun olmazdı çünkü İrem yemekte ona annesiyle babasından ayrı bir odada tek başına kaldığını söylemişti.

Adam fazla üstelemeden kapıyı açınca rahat bir nefes aldı. Bu sırada Batu ve Ela otoparkı geçip binaya ulaşmışlardı bile. Arkalarına dönüp bakacak olsalar onu fark etmemeleri imkansızdı. Ama neyse ki dönüp bakmadılar. Zaten Ela'nın gözü Batu'dan başka bir şeyi görecek halde değildi, bu ne yazık ki bu kadar mesafeden bile gayet açıkça belli oluyordu!

Onlar içeri girip merdivenlerden çıkmaya başlayınca Lale mecburen biraz oyalandı. Şimdi direkt arkalarından çıksa mutlaka ayak seslerini duyardı. Hem nasılsa oda numaralarını ve dolayısıyla da kaçıncı kata çıkacaklarını biliyordu. Biraz bekledikten sonra o da içeri girdi. Resepsiyondakilerin onu tanıyıp seslenmeleri ihtimaline karşın hiç sağa sola bakmadan direk merdivenlere yöneldi. Üçer üçer adımlarla basamakları çıkmaya başladı.

Merdivenleri çıkarken Batu'yla Ela'nın İspanyolca konuşmaları kulağına çalınıyordu. Dişlerini sıktı. Daha önce hiçbir dilden bu kadar nefret ettiğini hatırlamıyordu! Elinde olsa İspanyolca'yı dünya üzerinden silecekti, o kadar tiksinmişti şu dilden!

Batu ve Ela üçüncü kata ulaştıklarında o henüz ikinci katın başındaydı. Ayak seslerini duyurmamak için olabildiğince sessizce tırmandı basamakları. Sonunda üçüncü kata ulaştığında ürkekçe başını uzattı koridora doğru. Göreceklerinden korkuyordu aslında ama bakmadan yapamayacağını da biliyordu.

Ela'nın anahtarıyla odasının kapısını açmakla uğraştığını gördü önce. Sonra Batu'nun da elleri ceplerinde, onun yanında öylece dikildiğini. İnanmak istemedi önce. Belki de Ela odasına girdikten sonra o da hemen yandaki kendi odasına geçecekti, değil mi? Ne de olsa yan yanaydı odaları. Ama işte, öyle olmadı. Ela odasının kapısını açtı. Sonra davetkar bakışlarla Batu'ya döndü. 'Hadi' anlamında başıyla içeri işaret eden bir hareket yaptı. Batu önce kıpırdamadan durdu birkaç saniye. Sonra başını sallayınca Ela'nın o eblek suratına kocaman bir gülümseme yayıldı. Önce o girdi içeri. Ardından da Batu.

O eski beyaz kapı sessiz otel koridorunu inletecek bir gürültüyle arkalarından kapandı. Ve Lale'nin kalbi o an durdu.

Görünmemek için sindiği köşeden çıktı yavaşça. Sanki inme inmişti üzerine. Hareketlerini kontrol edemediğini hissediyordu. Sinek gibi duvara yapışmıştı. Ama bir yandan da ayakta duramadığını, düşmemek için güçlükle duvara dayadığı sırtının yavaşça yere doğru kaydığını hissedebiliyordu. Hissettikleri doğru olmalıydı ki sonunda dizlerinin üzerine çöktü kaldı. Çenesi titriyordu. Dişlerinin zangır zangır birbirine vurduğunu duyabiliyordu. Başını kaldırıp o kapıya bakarken gözlerinden yaşlar süzülüyordu.

Sonra birden deli kuvveti geldi üzerine. Daha biraz önce ayakta duramayarak yere çöküp kalmışken yeniden ayağa kalkacak kadar gücünü toplayabildi. Bunu yapabilmek için yerde sürünmesi, yürümeyi öğrenen bir bebek gibi duvara tutuna tutuna doğrulması gerekmişti ama sonunda yaptı. Ayağa kalktı. Yutkundu. Duvara tutunarak o ardında neler olduğunu aklına dahi getirmek istemediği kapıya doğru yürüdü. Yürüdü. Yürüdü. Esas bitmek bilmeyen yol neymiş şimdi anlıyordu. Sanki o yürüdükçe kapı uzaklaşıyor, yaklaştığını sandıkça kapıdan daha da uzağa düşüyordu. Sonunda nasıl olduğunu anlamadan kendini kapının önünde buldu. Düşüp kalacağından korkarak duvara dayandı. Ve orada öylece durdu.

Titriyordu. Hem de öyle böyle değil, rüzgarda savrulan kuru bir yaprak gibi titriyordu. Buraya kadar yürümek için neden kendiyle inatlaştığını bilmiyordu. İçerden gelen sesleri duymak için kapıyı dinleyecek kadar aciz olamazdı. Bunu kendine yapamazdı. Bu kadar da düşemezdi. Gururunu bu kadar da çiğneyemezdi. Bu ana kadar yaşadıkları, onu buraya bu kapının önüne getiren yaşadığı her ne varsa yetmiyor muydu? Bir de bunu yapmak zorunda mıydı?

'Yapmayacağım.' dedi kendi kendine. Bunu kendine yapmayacaktı. Kulağını kapıya dayayıp içerden gelen sesleri duymaya çalışmayacaktı. Hem... Hem duyulacak bir şey olsa şu anda da duyması gerekmez miydi? Kapının hemen önünde, duvarın dibinde duruyordu! İçerden bir ses gelse buradan da duyabilirdi. Ama... Ama emin olamıyordu ki işte. Neden emin olmak istediğini de bilmiyordu. Daha ne istiyordu? Kendine neyi ispat etmeye çalışıyordu? Batu'nun o kadınla seviştiğini, hem de bunu ilk kez yapmadığını kabullenmek için daha neyi bekliyordu?

Bilmiyordu ki. Tek bildiği burada bu duvarın dibinde beklerken ruhunun da can çekiştiğini hissettiğiydi. Artık bitmişti. Tükenmişti. İçindeki bütün renkler bir daha açmamak üzere solmuştu. Hissettiği Batu'nun gözlerinden bile koyu bir karanlıktan başka bir şey değildi.o karanlık onu adeta ele geçirmiş gibiydi. Sanki bedenini o yönetiyordu. Bunu yapmayı reddetmesine rağmen yavaşça kapıya doğru dönmesinin başka bir açıklaması olamazdı. Korka korka yüzünü kapıya doğru yaklaştırdı. Tam kulağını kapıya dayamıştı ki...

Biri sertçe kolundan tutup çekerek onu kapıdan uzaklaştırdı.

İrem'di bu ve dehşet içinde Lale'ye bakıyordu.

"Ne yapıyorsun burada sen?" diye fısıldadı. "Ne yaptığını sanıyorsun?"

Lale'nin gözlerinin boş boş baktığını fark edince ürktü. Omuzlarından tutarak sarstı onu.

"Lale sana diyorum, kendine gel!"

Lale sarsılan omuzlarının üzerinde dik tutamadığı başını kaldırıp ona baktı. Ölü bakan gözlerinde şimdi tuhaf bir şeyler vardı.

"Kendimdeyim zaten." dedi zor duyulan bir sesle. "Gidiyorum ben."

İrem'in gözleri dehşetle biraz daha büyüdü.

"Ne? Ne demek şimdi bu? Nereye gidiyorsun?!"

"Garaj'a geri gidiyorum." derken daha gür çıkmaya başlamıştı Lale'nin sesi. "Timuçin'i bulacağım."

İrem'in kaşları çatıldı.

"Ne yapacaksın Timuçin'i?"

Lale başını çevirip arkalarındaki o beyaz kapıya baktı. Sonra tekrar İrem'e döndü.

"Ben bu akşam Timuçin'le yatacağım." dedi.


* Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi

Continue Reading

You'll Also Like

55.5K 2.5K 4
Kendini anlatamayan bir adam... Adamın anlatamadıklarına bile inanmayan bir kadın. Aralarına duvarlar örmüş 2 yıl... Kalplerini yakan bir aşk... Bede...
2.2M 109K 20
Romantizm #1# İpek Böceğinin kozası mı yoksa çelik mi daha sağlamdı? Zorluklara en çok hangisi dayanırdı? Her şey zıddını içinde barındırır; varlık...
4.7K 1K 21
Sunucu: Eşinle nasıl tanıştın. Sansasyonel bir evlilik şekliniz var ama ben daha çok tanışma hikayenizi merak ediyorum. Alparslan: Bana şaka yaptı...
241K 6.7K 55
Sen benimsin, aksini düşünen sonunuda düşünsün. +18 Cinsellik fazla bulunuyor bunu bilerek okuyalımm. Askeri kurgu Çocukluk aşkı Arkadaşlıktan doğan...