Limon Çiçekleriii

By hicbirsey

300K 21.6K 9.9K

Birbirlerini hırpalayarak, asla olgunlaşamayan bir aşkla seven, canlarını yaka yaka yeşerip büyüyen bu aşkın... More

Limon Çiçekleri 1. Bölüm
Limon Çiçekleri 2. Bölüm
Limon Çiçekleri 3. Bölüm
Limon Çiçekleri 4. Bölüm
Limon Çiçekleri 5. Bölüm
Limon Çiçekleri 6. Bölüm
Limon Çiçekleri 7. Bölüm
Limon Çiçekleri 8. Bölüm
Limon Çiçekleri 9. Bölüm
Limon Çiçekleri 10. Bölüm
Limon Çiçekleri 11. Bölüm
Limon Çiçekleri 12. Bölüm
Limon Çiçekleri 13. Bölüm
Limon Çiçekleri 14. Bölüm
Limon Çiçekleri 15. Bölüm
Limon Çiçekleri 16. Bölüm
Limon Çiçekleri 17. Bölüm
Limon Çiçekleri 18. Bölüm
Limon Çiçekleri 19. Bölüm
Limon Çiçekleri 20. Bölüm
Limon Çiçekleri 21. Bölüm
Limon Çiçekleri 22. Bölüm
Limon Çiçekleri 23. Bölüm
Limon Çiçekleri 24. Bölüm
Limon Çiçekleri 25. Bölüm
Limon Çiçekleri 26. Bölüm
Limon Çiçekleri 27. Bölüm
Limon Çiçekleri 28. Bölüm
Limon Çiçekleri 29. Bölüm
Limon Çiçekleri 30. Bölüm
Limon Çiçekleri 31. Bölüm
Limon Çiçekleri 32. Bölüm
Limon Çiçekleri 33. Bölüm
Limon Çiçekleri 34. Bölüm
Limon Çiçekleri 35. Bölüm
Limon Çiçekleri 36. Bölüm
Limon Çiçekleri 37. Bölüm
Limon Çiçekleri 38. Bölüm
Limon Çiçekleri 39. Bölüm
Limon Çiçekleri 40. Bölüm
Limon Çiçekleri 41. Bölüm
Limon Çiçekleri 42. Bölüm
Limon Çiçekleri 43. Bölüm
Limon Çiçekleri 44. Bölüm
Limon Çiçekleri 45. Bölüm
Limon Çiçekleri 46. Bölüm
Limon Çiçekleri 47. Bölüm
Limon Çiçekleri 48. Bölüm
Limon Çiçekleri 49. Bölüm
Limon Çiçekleri 50. Bölüm
Limon Çiçekleri 51. Bölüm
Limon Çiçekleri 52. Bölüm
Limon Çiçekleri 53. Bölüm
Limon Çiçekleri 54. Bölüm
Limon Çiçekleri 55. Bölüm
Limon Çiçekleri 56. Bölüm
Limon Çiçekleri 57. Bölüm
Limon Çiçekleri 58. Bölüm
Limon Çiçekleri 59. Bölüm
Limon Çiçekleri 60. Bölüm
Limon Çiçekleri 61. Bölüm
Limon Çiçekleri 62. Bölüm
Limon Çiçekleri 63. Bölüm
Limon Çiçekleri 64. Bölüm
Limon Çiçekleri 65. Bölüm
Limon Çiçekleri 66. Bölüm
Limon Çiçekleri 67. Bölüm
Limon Çiçekleri 68. Bölüm
Limon Çiçekleri 69. Bölüm
Limon Çiçekleri 70. Bölüm
Limon Çiçekleri 71. Bölüm
Limon Çiçekleri 72. Bölüm
Limon Çiçekleri 73. Bölüm
Limon Çiçekleri 74. Bölüm
Limon Çiçekleri 75. Bölüm
Limon Çiçekleri 76. Bölüm
Limon Çiçekleri 77. Bölüm
Limon Çiçekleri 78. Bölüm
Limon Çiçekleri 79. Bölüm
Limon Çiçekleri 80. Bölüm
Limon Çiçekleri 81. Bölüm
Limon Çiçekleri 82. Bölüm
Limon Çiçekleri 83. Bölüm
Limon Çiçekleri 84. Bölüm
Limon Çiçekleri 85. Bölüm
Limon Çiçekleri 86. Bölüm
Limon Çiçekleri 87. Bölüm
Limon Çiçekleri 88. Bölüm
Limon Çiçekleri 89. Bölüm
Limon Çiçekleri 90. Bölüm
Limon Çiçekleri 91. Bölüm
Limon Çiçekleri 92. Bölüm
Limon Çiçekleri 93. Bölüm
Limon Çiçekleri 94. Bölüm
Limon Çiçekleri 96. Bölüm
Limon Çiçekleri 97. Bölüm
Limon Çiçekleri 98. Bölüm
Limon Çiçekleri 99. Bölüm
Limon Çiçekleri 100. Bölüm
Limon Çiçekleri 101. Bölüm
Limon Çiçekleri 102. Bölüm
Limon Çiçekleri 103. Bölüm
Limon Çiçekleri 104. Bölüm
Limon Çiçekleri 105. Bölüm
Limon Çiçekleri 106. Bölüm
Limon Çiçekleri 107. Bölüm
Limon Çiçekleri 108. Bölüm
Limon Çiçekleri 109. Bölüm
Limon Çiçekleri 110. Bölüm
Limon Çiçekleri 111. Bölüm
Limon Çiçekleri 112. Bölüm
Limon Çiçekleri 113. Bölüm
Limon Çiçekleri 114. Bölüm
Limon Çiçekleri 115. Bölüm

Limon Çiçekleri 95. Bölüm

1.6K 149 215
By hicbirsey




Lale kafasına balyoz yemiş gibi oldu bir anda. Başını kaldırıp gözlerini kırpıştırarak Batu'ya baktı. Doğru mu duymuştu? Ne Belarus'u? Ne şantiyesi? Ne diyordu bu adam? Dalga geçiyordu herhalde? Nefesi tıkanır gibi oldu, soluk alamıyordu sanki. Batu ise gayet sakindi, söyledikleriyle masanın ortasına saatli bir bomba bıraktığının farkında değil gibiydi. Farkındaysa bile, zerre kadar umursamadığı kesindi. Ela'nın şirketiyle çalışmak için Belarus'a gitmesi çok doğaldı ne de olsa! Başının dönmeye başladığını hissediyordu. Midesi bulanıyordu. Kanı çekilmiş gibiydi. İçinde fırtınalar kopuyordu, böyle put gibi oturmaktansa ayağa kalkıp çığlık çığlığa bağırmak, bu masayı devirip darmadağın etmek istiyordu! İçindeki isyan öyle büyüktü ki... Nereye gidiyordu? Nasıl giderdi? Hem de o anlata anlata bitiremediği ülkelerden birine; Belarus'a! Orada ne haltlar yemeyi planlıyordu kim bilir? Niye böyle yapıyordu? Şantiyede çalışmak istiyorsa Türkiye'nin her bir köşesi açık şantiye haline dönüşmüşken Allah'ın Belarus'una gitmesine ne gerek vardı?! Hem o değil miydi şantiyeden kaçmak isteyen, "bütün mühendisler mimarlar şantiyede çalışmaktan kaçarken ben nereden düştüm buraya diye düşünüyorum bazen." diye söylenen? Ona kırgın olduğunu, gidişini hazmedemediğini biliyordu ama bu... Bu çok fazla değil miydi? Onu cezalandırmak istiyor olabilirdi, bunu da anlıyordu ama bunun için başka bir ülkeye yerleşmesi mi gerekiyordu? İki gündür yaptığı yetmiyor muydu? Tamam bu Ela denen kadını yanında gezdirsin, hatta bir an bile yanından ayırmasın, her yere onunla beraber gelsin, ne istiyorsa yapsın. Bunların hepsine razıydı. Batu ona sonunda bunu dedirtmişti işte. Ama yeter ki gitmesin!

Kendini öyle berbat hissediyordu ki... Elindeki çatalı yavaşça tabağına bıraktı. Dirseklerini masaya koydu. Başını ellerinin arasına aldı. Masadaki onca insanla beraber Batu'nun da onu izliyor olması umrunda bile değildi. Artık rol yapamayacaktı. Güya içinden geçenleri belli etmeyecek, kendini kontrol edecekti. Söz vermişti kendine. Ama yapamıyordu işte. Bu Belarus meselesi de nereden çıkmıştı? Başı öyle dönüyordu ki. Ateşi çıkmış gibiydi. Saatlerdir sızım sızım sızlayan güneşten kavrulmuş teni şimdi alev almış gibiydi, pancar rengini almış suratının şu an tamamen kıpkırmızı kesildiğinden de emindi. İnadına mı yapıyordu yoksa ciddi miydi? Hayır inadına yapıyorsa bu iyi haberdi. Yemeğin başından beri hiç susmadan bağıra bağıra İstanbul'da iş arayacağını anlatıp durmuştu ve Batu bu Belarus'a gitme meselesini onun dediklerine sinir olduğu için ortaya attıysa yemeğin başından beri yapmaya çalıştığı şey işe yaramış demekti. Nasıl ki o eski Batu'nun canını en çok acıtacak şeyi adı gibi biliyorsa Batu da onu nereden vuracağını iyi biliyordu. O nasıl birkaç dakika içinde Mersin'deki evi satıp onun parasıyla kendine İstanbul'dan uygun fiyatlı bir ev alıp sonrasında da iyi bir yerde iş bulduysa (!) belki Batu da sırf onu incitmek için uydurmuştu bu Belarus'a gitme meselesini. Olamaz mıydı yani? Hem madem şantiyede çalışmayı özleyecekti, neden babasıyla çalışmayı bırakmıştı o zaman? Söylediğinde mantık yoktu bir kere. Hadi diyelim kendisi Batu'dan sonra bile inşaat denince aklına toz, toprak, taş ve moloz yığınından başka bir şey gelmeyen sıradan (!) biri olarak olarak o şantiyede çalışmanın zevkini anlayamıyordu. Peki Batu'nun şantiyede çalışmak için illa yurt dışına mı gitmesi gerekiyordu yani? Hem de Belarus'a. Belarus'a! Oldu olacak eskiden babasını inşaat fuarına gidiyorum diye kandırıp gittiği Rusya'ya gitseydi yine! Hızını alamayıp Tayland'a da bir kere daha gitseydi hatta!

Nasıl saçmalıyordu... Nereye gittiğinin ne önemi vardı ki? Ha Belarus'a gitmiş ha başka bir yere, ne fark ederdi ki? Önemli olan gidiyor olmasıydı. Gitmek istemesiydi. Bunu düşünebilmesiydi! Neden gitmek istiyordu? Tek sebebi yeniden şantiyede çalışmak istemesi olamazdı. Olmadığını da biliyordu zaten. Hissediyordu. Onun yüzünden gitmek istiyordu. Bunu sırf laf olsun diye onun canını acıtmak için söylemiş olsa bile. Gitmeyi aklından geçirmesinin tek nedeni kendisiydi. Şimdi bu kocaman masanın iki ayrı ucunda, yanlarında başka başka insanlarla oturuyorlarsa bunun sorumlusu kendisiydi. Batu sabırla düzelmesini beklerken, ağzının içine bakarken gideceğim diye tutturup sonrasında da dediğini yapan, onu bırakıp giden oydu. Tabii bunu yaparken Batu'nun hiç vakit kaybetmeden başka bir kadını kollarına alacağını düşünememişti, o ayrı! Ama birbirlerinden bu kadar uzaklaşmalarına sebep olan o saçma ayrılık kendisinin fikriydi. Bunu o yapmıştı. Ona hiç eskisi gibi bakmayacak olmasının nedeninin kendisi olduğunu bilmek öyle bir şeydi ki... Bu duruma düşmelerine sebep kendisiydi. Eğer hiç gitmeseydi, o günkü sevişmelerinden sonra Batu hala üzerinde uzanırken kendini kaybedip hıçkıra hıçkıra ağlamasaydı sonunda onun da sabrını taşırıp uçak biletini kendi elleriyle almasına neden olmasaydı... Şimdi ne başka bir kadın olacaktı Batu'nun yanında ne de bu şantiyede çalışmak için Belarus'a gitme hikayesi olacaktı ortada. Her şeyi kendi elleriyle yakıp yıkmış mahvetmişti. Ama böyle olacağı hiç aklına gelmemişti ki...

Batu'nun suratına hayalet görmüş gibi daha ne kadar bakakaldı öyle bilmiyordu. Neden sonra Galip Bey'in sakin sesini duydu.

"Yaa öyle mi?" diyordu Galip Bey. "Demek yurt dışına gitmek istiyorsun. "

Lale nefesini tutmuş Batu'ya bakıyordu. Batu konuşmaya başladığındaysa büyük bir uğultunun arasından duyuyordu sanki sesini.

"Evet istiyorum." dedi Batu sakin bir sesle. "Ama daha hiçbir şey belli değil. Bir-iki ay içinde netleşir herhalde. Şu otel işi kesinleşmeden bir yere gidemem zaten." diyerek başıyla hafifçe Ela'yı işaret etti.

Ela kendisinden bahsedildiğini fark etmiş ancak yine konuşulanları anlayamamıştı. Merakla bir Galip Bey'e bir Batu'ya bakıyor ve bir açıklama bekliyordu. Ancak Galip Bey soracağını sormuş, aldığı son cevaptan sonra sessizliğe gömülmüştü. Batu zaten yemeğin başından beri direk kendisine yöneltilen bir soru olmadıkça konuşmuyordu, Galip Bey'in sorularını sabırla bir bir yanıtlamış olması bile mucize gibi bir şeydi zaten. O da susmuş, fazla konuştuğuna pişman olmuş gibi başını yeniden tabağına eğmişti. Lale'yse içten içe çıldırıyordu. Batu'nun sesini duymak istiyordu o. Anlattığı ne olursa olsun onu dinlemek, kndini o çok özlediği ses bırakıp her şeyin düzeldiğini hayal etmek istiyordu. Hem tam bu noktada susamazdı! Bir şeyler söylemek zorundaydı! Ne vardı Galip Bey bir şeyler daha sorsa! Bu Belarus işinin nereden çıktığını sorsa ne olurdu yani? Sorguyu suali kesmekiçin bula bula bu anı mı bulmuştu?! Batu'nun söylediklerinde ciddi olup olmadığını öğrenmek için deliriyordu. Kendini tutamayıp "Bu Belarus işi neymiş?" diye lafa atlamasına ramak kalmıştı, dayanamıyordu.

Üstüne bir de Ela Batu'ya doğru eğilip İspanyolca bir şeyler sorunca delirecek gibi oldu, gevşekçe tuttuğu çatalını sıktı hırsla. Bu kadın her laftan çıkmak zorunda mıydı! Üstelik Batu da ona kuzu kuzu cevap veriyordu. Ve Lale bu ikisinin ne konuştuklarını anlayamamaktan nefret ediyordu!

Ela Batu'yu dinlerken 'anladım' dercesine başını sallamaya başlamıştı. Sonra bakışlarını Galip Bey'e çevirerek "Evet evet." dedi yine aksanlı Türkçesiyle. "Biz işleri ayarlayabilirsek Batu çalışacak bizim Belarus'taki şantiyede. Minsk'te çok büyük bir şey yapacağız biz. Şey eee..." Kelimeyi çıkaramamış olacak ki yüzünü buruşturarak Batu'ya baktı. "Ne deniyordu ona?"

"Alışveriş merkezi." dedi Batu sakince.

"Hah evet alışveriş merkezi!" diye onu tekrarlayarak gülümsedi Ela. "Batu da belki çalışacak orada işte. Zaten proje sorumlusuyla konuştu ben, o da şimdiden okey dedi bile. Batu isterse bizle de çalışacak artık. Uzun süreli bir iş olacak zaten, sürecek birkaç sene."

Ela'nın ağzından çıkan o çat pat sözcüklerle beraber Lale'nin başından aşağı kaynar sular döküldü. Artık dünyanın başına yıkıldığından iyice emin olmuştu. Birkaç sene mi? Birkaç sene mi?! Deminden beri kendini bunun doğru olamayacağına inandırmaya çalışıyordu ama kendi kulaklarıyla duymuştu işte. Doğruydu, kafadan atmıyordu. Uydurmuyordu. Gerçekten gitmek istiyordu. Her şeyi ayarlamıştı bile. Biraz önce bunu kendisinin mersin'deki evi satıp İstanbul'a taşınma ve Cemal'in evine yakın bir yerden ev tutma planlarına misilleme olarak söylediğine inanmak istemişti ama doğruydu işte. Ela bile böyle dediğine göre istediği anda gidebilecekti demek. Üstelik büyük bir zevkle sergilediği otuz iki dişine bakılırsa, Ela denen o sürtük de Batu'nun bu kararından son derece memnundu galiba. Niye olmasın ki zaten? O alışveriş merkezinin inşaatında ona göre de bir iş vardı herhalde. Hani hanımefendi çok başarılı bir mimardı ya, o da orada bir işin ucundan tutacaktır mutlaka. Yine beraber çalışacaklardı. O Allah'ın belası yere beraber gideceklerdi. Beraber olacaklardı. Peki ya o? O ne yapacaktı? Burada bir başına. Batu'dan kilometrelerce uzakta, bütün bunların tek sorumlusunun kendisi olduğunu bile bile nasıl yaşamaya devam edecekti böyle? Batu oraya Ela'yla beraber gitse ne değişirdi ki? Sonuçta gitmiş olacaktı. Onsuz bir hayata başlamış olacaktı. Yıllarca orada kalacaktı. Ela yanında olmuş veya olmamış, bu neyi değiştirirdi ki? Batu gidecekti.

Yediği az biraz mezenin ağzına geldiğini hissedince telaşla elini ağzına götürdü. Bu masadan kalkıp gitmek için bir bahanesi olduğuna memnundu aslında. Yine de kimsenin başına üşüşmesini istemediğinden midesinden yükselen bulantıyı bastırmaya çalıştı. Titrek bacaklarının üzerinde doğrularak ayağa kalktı.

Derya "Lale ne oldu nereye?" diye panikle atıldı. Deminden beri Lale'yi gözlüyordu zaten, halini hiç beğenmemişti.

Lale ona bakarak halsizce gülümsemeye çalıştı.

"Bir yere değil ya." dedi yavaşça. "Yanıklarım çok acıyor da gidip biraz daha krem süreceğim." derken başka kimseden bir itiraz gelmesine fırsat bırakmamak için sandalyesini geriye iterek masadan uzaklaşmaya başlamıştı bile.

"Kızım dur biraz daha bekle, yemekten sonra sürersin kremini." dedi Ayşe Hanım.

Lale hırsından çığlık atmamak için dudaklarını ısırdı. Niye bu kadar ısrarcı olmak zorundaydılar anlamıyordu!

"Yok Ayşe Teyze, bekleyemeyeceğim yemeğin sonuna kadar. Siz devam edin ben birazdan gelirim." derken Batu'dan tarafa bakmamak için elinden geleni yapmasına rağmen gözleri yine ona kaydı. Batu'nun da onu izlediğini görünce birden durdu. Gözlerinin içine baktı. 'Gitme ne olur.' der gibi baktı. 'Ben hala çok seviyorum seni.' diye geçirdi içinde o koyu bakışların ardında tanıdık bir iz ararken. 'Eskisinden bile çok. Biraz hisset ne olur. Biraz güven bana. Anla biraz beni. Gör şu içimi.' Batu'nun onu anladığını düşünmek istedi bir an. Oturduğu yerden kalkıp yanına geleceğine, onu sarıp sarmalayacağına, buradan alıp götüreceğine inanmak istedi.

Ama olmadı. Bütün kalbiyle inanmak istediği, hatta belki de kendi kafasında yarattığı o büyü yine bozuldu.

"E hadi Lale, sıcakları servis etmeden git gel hemen." diye sıkıştıran Ayşe Hanım'dı her zamanki gibi.

İstemeye istemeye bakışlarını Batu'nun gözlerinden çekmek zorunda kaldı Lale. Yutkunarak Ayşe Hanım'a döndü.

"Yok siz beni beklemeyin. Belki uzun sürer." diye bir şeyler geveledi. Yeni bir müdahaleye maruz kalmamak için de onun cevabını beklemeden eve doğru yürümeye başladı.

Batu'nun onun gidişini izlediğine inanmak istiyordu ama bunu yapmayacağını da içten içe biliyordu. Kafasında her şeyi bitirmişti o. Boş boş bakan gözlerinde görüyordu bunu. Artık onu hissedemiyordu. Hissettiği tek şey, Batu'nun onu artık istemediğiydi. Bunun da tek bir anlamı vardı; onu artık sevmiyordu.

Birkaç adımlık yol ona kilometreler gibi gelse de sonunda verandaya ulaşmıştı. İçerisi soğusun diye açık bırakılan klimanın motorundan başka sesin duyulmadığı ıssız salona attı kendini. Aceleyle merdivenlere yöneldi. Koşar adımlarla yukarı çıktı. Kaldığı odaya girdiği anda kapıyı hızla kapatıp arkadan kilitledi. Ve kendini sırt üstü yatağa bıraktı. Yanıklarının acısı umrunda bile değildi.

Ne garip, artık ağlayamıyordu. Göz yaşları mı kurumuştu artık ne? İçi kan ağlarken gözlerinden tek bir damla yaş bile gelmiyordu. Akşamın başında sıkı sıkı toplayıp topuz yaptığı saçlarından yüzüne dökülen bir tutamı parmağına doladı. Baktığını görmeyen donuk gözlerini yukarda uzanan beyaz tavana dikti. Bunlar gerçekten oluyor muydu? Artık gerçekliğine inanmakta zorlanıyordu. Aylardır kim bilir kaçıncı defa her şeyin nasıl bu hale geldiğini düşündü. Ne yazıktır ki bunu her düşündüğünde her şey biraz daha kötüye gitmiş oluyordu. Bunca zaman kendini kandırmıştı. Hiçbir şeyin düzeldiği yoktu.zaten bundan sonra düzelmesi de çok zordu. Batu gidiyordu. Bundan sonrası yoktu artık. Düzelmeyecekti. Kendini inandırmaya çalıştığı o boş avuntular asla gerçeğe dönüşmeyecekti. Hiçbir şey çok güzel olmayacaktı.

Yatakta öylece ne kadar uzandı bilmiyordu. İçeri sivri sinek girmemesi için pencereler kapalıydı. Masaya dönmeye niyetinin olmadığı anlaşılmasın diye klimayı da açamıyordu, klimanın motoru odanın balkonunda olduğu için bahçeden kesin fark edilecekti çünkü. Giderek daha da ısınan odadaki o yatakta tek başına uzandı öylece. Bahçeden yükselen konuşmaları dinledi. Bir umut Batu'nun sesini duymayı bekledi. Ama duyamadı. Ya yine hiç konuşmuyordu ya da duyulacak kadar yüksek sesle konuşmuyordu. Tabii, yine sadece Ela'yla konuşuyorsa, yüksek sesle konuşmak yerine söyleyeceklerini onun kulağına fısıldamak daha çok işine geliyordu belki.
İnleyerek ellerini yüzüne kapattı. Nasıl dayanacaktı buna? Kendi kendine şöyle bir güldü. Bunu sorgulaması da bir tuhafı. Çünkü zaten dayanamıyordu! Delirmek üzereydi. Hatta üzere'si falan yoktu bunun, bildiğin deliriyordu!

Bahçeden Ayşe Hanım'ın "Lale nerede kaldı? Merve git bi bak bakayım, niye gelmiyormuş?" diye söylendiğini duyunca derin derin iç geçirdi. Şu an tek istediği yalnız kalmakken o masaya, Batu'yla Ela'nın yan yana oturduğu ve hiç durmadan bir şeyler fısıldaştıkları o masaya dönmek işkenceden beterdi. Ama Ayşe Hanım'ın gelip onu odadan sürükleyerek çıkarmasını istemiyorsa bir an önce aşağıya inse iyi olacaktı. Merve'yi postalamak sorun değildi de Ayşe Hanım duruma el koymaya karar verirse ne yapar eder, zorla da olsa çıkarırdı onu bu odadan, biliyordu. Ve Batu'nun önünde bir de bu yüzden rezil olmayı asla istemiyordu!

İçini çekerek yataktan kalktı. Odanın içindeki küçük banyoya gitti. Aynadaki kıpkırmızı görüntüsüne baktı. Kendinden öyle nefret ediyordu ki. Sesin aşağıya gitmeyeceğinden emin olsa şu aynayı kırıp paramparça edebilirdi! Kendi yüzünü görmeye bile katlanamıyordu! 'Mutlu musun şimdi?' diye düşündü kendine bakarken. 'İstediğin oldu mu? Yalnız kalmak istiyordun ya hani. Al işte. Sonunda istediğin oldu. Yapayalnızsın şimdi. Bundan sonra da hep yalnız olacaksın. Gidiyor. Hep sen giderdin, o seni beklerdi. Ama şimdi o gidiyor. Hem de bir daha gelmeyecek. Gelse de senin için bir şey değişmeyecek. Seni istemiyor artık. Başardın sonunda. Onu da kendinden bıktırdın. Ne bebeğine sahip çıkabildin ne de aşık olduğun adama. Şimdi istediğin gibi yapayalnızsın işte. Mutlusundur herhalde.'

Elinin tersiyle aynadan kendisine bakan o görüntüyü kırmak yok etmek istiyordu. Kendinden hiç bu kadar nefret etmemişti! Tam o sırada odanın kapısı vurulmasa kendini tutamayıp parçalayabilirdi o aynayı.

"Lale Abla!" diyerek deli gibi kapıya vuran Merve'ydi. "Gel hadi artık, bak annem delirmeye başladı yine!" derken birden durdu. Kapıyı açmaya çalıştı. "Niye kilitledin bunu? İyi misin sen?"

Merve'nin sesini duyduğu anda gözlerini devirdi Lale.

"Saçma sapan konuşma Merve, iyiyim tabii ki!" diye seslendi kapıya doğru. "Sen git, ben de beş dakikaya geliyorum!"

Merve'den kısa bir an için ses gelmedi.

"İyi olduğuna emin misin sen?" dedi sonra şüpheli bir sesle. "Sesin hiç iyi gelmiyor?"

Lale'nin sabrı taşmıştı. "Ya salak salak konuşmasana Merve!" diye bağırdı. "Sen git diyorum işte, birazdan geleceğim ben de!"

"İyi tamam ama bak çabuk ol! Yoksa annem hiç üşenmez kendi gelir seni almaya, biliyorsun!"

Merve'nin sesiyle beraber ayak sesleri de uzaklaşınca rahat bir nefes aldı Lale. İnandırıcı görünmek adına yüzüne gerçekten de biraz krem sürdükten sonra ayakları geri geri gitse de odadan çıkıp aşağıya indi. Salonun bahçeye açılan kapısının önünde durdu bir an için. Derin bir nefes aldı. Omuzlarını dikleştirdi. Ve kapıyı açıp bahçeye çıktı.

Masaya doğru yürürken Batu'yla Ela'nın oturduğu tarafa bakmamak için bütün iradesini kullanıyordu.

Merve onu görünce "Hah geliyor işte!" diye annesine seslendi.

Ayşe Hanım'ın başı anında Lale'nin geldiği yöne doğru döndü.

"E yani ben sana ne diyeyim Lale." diyerek ona dik dik baktı. "Hele şükür teşrif edebildin! Nerede kaldın be kızım, bütün yemekler soğudu!"

Yemeklerin soğuması o an umursadığı en son şey bile değilken yine de konuşmaya başladı Lale.

"Ya haklısınız Ayşe Teyzecim ama napayım, sırtım çok yanıyordu. Ben de krem sürmeden önce saçlarımı ıslatmadan bir duş alayım serinleyim, kremi de öyle süreyim dedim. O yüzden geciktim." derken sandalyesini çekip yerine geçti, oturdu.

Batu'nun bakışlarını üzerinde hissedince biraz önce ona bakmamak için sonuna kadar zorladığı iradesini falan unutup umutla başını kaldırdı. Bir kez daha göz göze geldiler. Ah bir de bu göz göze gelmelerin arkasında neyin yattığını anlayabilseydi... Belki biraz daha uzun bakışsalar, Batu anında gözlerini çekip başka tarafa bakmasa az çok tahmin edebilirdi aklından neler geçirdiğini. Ama olmuyordu. Göz göze geldikleri anda bakışlarının kendini ele vereceğinden korkar gibi anında kaçırıyordu gözlerini Batu. Halbuki kaçırmasa, gözlerinin içine baksa, 'gitme.' diye yalvarmasına fırsat bıraksa, 'beni bırakıp gitme. Ben yaptım ama sen yapma. Ne olur yapma.' demesine izin verse... Ama yok, yapmıyordu işte. Lale daha ne olduğunu anlamadan Batu yine başını çevirip Ela'ya döndü. Ve ona İspanyolca bir şeyler söylemeye başladı.

Boğazına oturan koca yumruya aldırmamaya çalışarak başını öne eğdi Lale. Biraz önce göz yaşlarının kuruduğunu zannetmekle yine hata etmişti anlaşılan. Batu'yu görür görmez yine yaşlar birikmişti işte gözlerine!

Birden boynuna bir nefesin çarptığını hissederek irkildi.

"Lale iyisin değil mi?"

Başını çevirdiği anda Cemal'le burun buruna geldi. Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırarak ona baktı. Galiba gerçekten aklını oynatıyordu. Cemal'in hemen yanında oturduğunu unutmuştu.

Kafasını toparlamak için birkaç saniye bir şey söylemeden Cemal'in suratına baktı. Bu Cemal'i iyice kaygılandırmışa benziyordu.

"Lale?" dedi endişeyle. "Bir şey mi oldu, niye öyle bakıyorsun?"

"Yoo." dedi Lale başını iki yana sallayarak. Şaşkoloz gibi davranmaya devam ederse kendini ele verecekti. "Bir şey olmadı." Dedi gülümsemeye çalışarak. Ve önüne döndü.

Tam o anda Cemal'in parmaklarının omzuna dokunduğunu hissetti. Hızla dönüp baktığında Cemal'in, elbisesinin omzundan düşen askısını düzeltmeye çalıştığını gördü.

Cemal sessizce "Askın düşmüş." diyerek elbisesinin ince askısını usulca omzuna doğru itti.

Lale önce omzuna şöyle bir baktı. Sonra bakışları yukarı doğru kaydı. Aklından geçenleri okumak ister gibi dimdik Cemal'in gözlerinin içine baktı. Ne yapmaya çalışıyordu bu çocuk, anlayamıyordu? Bir de bununla uğraşacak takati yoktu, tam ağzını açmış bir şey söyleyecekti ki bir an için Batu'nun ona baktığını hisseder gibi oldu. Süratle başını kaldırıp ona baktı. Ama yanılmıştı. Ya da geç kalmıştı çünkü Batu'nun ona baktığı falan yoktu. Yine tabağına eğilmiş, yangından mal kaçırır gibi iştahla Ayşe Hanım'ın kendi elleriyle yaptığı kağıt kebabından yiyordu.

Lale yutkundu. İçine oturan hayal kırıklığına aldırmamaya çalışsa da yapamıyordu. Bir an için, çok küçük bir an için Batu'nun artık bu kadarına da sessiz kalamayacağını düşünmüştü. Cemal'i direk terslemediyse tek nedeni buydu. Bir tepki vermesi için kendince Batu'ya fırsat vermek istemişti. Eskiden Cemal'in adı geçtiğinde bile çıldıran, ortalığı birbirine katan, onun değil varlığına adına bile tahammül edemeyen Batu şimdi Cemal'in ona dokunmak için saçma sapan bahaneler uydurmasına seyirci kalıyordu. Ve Lale buna gerçekten dayanamıyordu. Bağıra bağıra ağlamak istiyordu. Ama onun yerine yine otoriter bir tavırla masanın diğer ucundan kendisine seslenen Ayşe Hanım'a kulak vermek zorunda kaldı.

Masadan yükselen çatal bıçak seslerinin doldurduğu bahçede bir süre yemeklerden başka bir şey konuşulmadı. Herkes Ayşe Hanım'ın yöresel yemeklerini övüp duruyordu. Tek konuşmayan ise Lale'ydi. Yarım ağızla söylediği "Ellerinize sağlık Ayşe teyzecim. Hepsi çok güzel olmuş." cümlesinden sonra bir daha sesi duyulmamıştı. Zaten Ela karşısında oturmuş, Batu'yu Hatay yemekleri üzerine sorguya çekerken başka bir şey söylemek de gelmemişti içinden. Oysa Batu bey yine çok konuşkandı. Ela bıkmadan usanmadan her yemek için "Bu ne? Bu ne? Peki bu ne? İçinde neler var?" diye sorup duruyor, Batu da sabırla onu yanıtlıyor, takıldığı yerlerde de Ayşe Hanım'dan yardım alıyordu. Ve Lale, Ela'nın kafasını o çok merak ettiği Hatay yemeklerinden birinin içine gömmemek için kendini nasıl tuttuğunu bilmiyordu!

Batu'nun Ela'ya Hatay yemekleri üzerine verdiği kısa brifing devam ederken Murat Bey ilgiyle dünürüne döndü.

"Ya Galipcim buraya ilk geldiğimizde bizi götürdüğünüz bir restoran vardı. Yol üzerindeydi galiba. Orada yediğimiz şeyin adı neydi yahu?"

Galip Bey arkasına yaslanıp gülerken rakısından bir yudum aldı.

"Belen'de Belen tava yediydik, onu diyorsun sen."

Murat Bey sonunda yemeğin adını hatırlayarak "Hah evet oydu işte!" diyerek elini masaya vurdu. "Tava yemeğiydi zaten. Ya o nasıl bir şeydi arkadaş ya? Bak hala tadı damağımda!"

"Yahu madem o kadar beğendin söylesene bir daha götürelim seni. Deseydiniz bu akşam oraya giderdik, gerçi bir-bir buçuk saatlik yol ama."

"Neyse canım başka zaman gideriz nasılsa. Ama bak valla üstünden ne kadar zaman geçti hala unutmadım, o nasıl bir şeydi öyle ya."

"Turgut da anlata anlata bitiremiyor." diye gülerek araya girdi Derya. "Melis'le Selçuk'un nişanı için geldiklerinde Lale onları havaalanından buraya getirirken yedirmiş de kaç yıldır hala söylüyor." derken aklına bir şey gelmiş gibi heyecanla annesine döndü. "Şu nişan faslından önce biz de onları Belen'de yemeğe götürelim değil mi annecim?"

Lale konuşulanları duyuyordu. Ve deminden beri bu konuşmada adının geçmemesi için içinden dua ediyordu. Başını kaldırıp da Batu'nun donuk gözleriyle karşılaşacak gücü yoktu artık. Halbuki o da o gün yedikleri belen tavayı hala söyler dururdu. Tabii araya, o zamanlar ona sinir olan Lale'nin Hatay mutfağıyla ilgili imalarını da sıkıştırıp dalga geçmeyi ihmal etmeden. Nasıl da damarına basardı "Ha Antakya ha İskenderun" diyerek... Oysa şimdi tüm bunları yapan başka biriymiş gibi yabancı bir insan vardı artık karşısında.

Sevinç Hanım'ın bir şey demesine kalmadan "Götürelim tabii ya." diyerek lafa karıştı Galip Bey. Sonra da alaycı bir tavırla metin bey'in sırtına vurdu. "Metin doğru düzgün ağırlasın damadının ailesini değil mi ya? Hep beraber gidelim Kurtoğlu Restoran'a da bir güzel tava yedirelim misafirlerimize." Bakışlarını tekrar masaya çevirdiğinde Ela gözüne çarpınca durdu. "Zaten yabancı misafirimiz de var. Madem bizim yemekleri bu kadar merak ediyor, ona da yedirelim şu tavadan."

Lale'nin kalbi tekledi bir anda. Tanıştıkları ilk gün Batu'yu götürdüğü o restorana şimdi Batu yanında Ela'yla gidecekti öyle mi? Bu kadarı artık çok fazla değil miydi?! Üstelik Galip Bey de buna çanak tutuyordu.

Gayet normal bir sesle "Olabilir tabii, bakarız." diyen Batu'yu duyunca gözlerini kapattı. Hafızasını falan mı kaybetmişti acaba? Sahiden hiçbir şey hatırlamıyor muydu?! Ona dair, birlikte yaptıkları onca şeye dair hiçbir şey hatırlamıyor muydu? Hatırlıyorsa da nasıl bu kadar duyarsız, bu kadar umursamaz olabiliyordu? Hem de o; duygularını saklamayı asla beceremeyen, denese bile çok geçmeden öncekinden bile büyük bir şiddetle patlak veren Batu!

Yok olmak istiyordu! Artık gerçekten dayanacak gücünün kalmadığını hissediyordu. Nedense tam o anda izlediği bir film geldi aklına. Dua eden küçük bir kız vardı. Ne diyordu? "Tanrım, beni bir kuşa dönüştür ki buradan uzağa, çok uzağa uçabileyim."* Şimdi aynı şeyi o da o kadar çok istiyordu ki... Kimseye bir şey demesine gerek kalmadan uzaklaşabilseydi, uçup gidebilseydi bu masadan keşke.

"Lale sen hakikaten fena yanmışsın ya."

Olabildiğince sessizce derin bir nefes almaya çalıştı. Cemal hiç vazgeçmeyecekti galiba. Neden anlamıyordu ki, konuşmak istemiyordu işte! Gerçi onu suçlayacak durumda değildi, yemeğin başında Cemal'e gereğinden samimi davranan kendisiyken şimdi bir türlü çenesi kapanmıyorsa bunda suç onun değil kendisinindi.

"Baksana kolun ateş gibi yanıyor resmen." diyerek Lale'nin koluna dokundu Cemal. Lale'nin şaşkın bakışlarını görünce yavaşça elini çekti. "Yani demin yanlışlıkla kolum koluna değince fark ettim de." diye ekledi. "Gerçekten baya kötü yanmışsın bu sefer."

Lale "Yaa evet öyle oldu." dedi ruhsuz bir sesle.

"Hakikaten ya." diye masanın diğer ucundan başını uzatarak lafa karıştı Merve. "Dün hayalet gibi bembeyazsın diye dalga geçiyordum ama sen de vur deyince öldürmüşsün, bugün de ıstakoz gibi kıpkırmızısın!"

"Sağol Mervecim." dedi Lale yapmacık bir tebessümle. "Sen de her zamanki gibi çok tatlısın bu akşam!"

Merve ona bakarak güldü. "E napayım, dün ben 'Yarın Timuçin'in yeni açtığı otelde güneşlenmeye gidelim' dediğimde kızıyordun bana ama sonra bana söylemeden kendi başına güneşlenmeyi biliyorsun!"

"Güneşlenmedim ki ben Merve, denizdeyken farkında olmadan yanmışım dedim ya. Hem Timuçin'in oteline falan da gitmedim!"

Filiz Hanım ellerini çenesinin altında birleştirmiş, kaygılı gözlerini de Lale'nin yüzüne dikmişti. "E Lalecim dikkat etsene ama, senin kadar beyaz tenliler için bu kadar yanmak çok tehlikeli. Sahiden çok fena olmuşsun."

Lale bir kez daha yavaşça derin bir nefes aldı. Şimdi çığlık çığlığa bağıracaktı. Onun iyiliği için böyle konuştuklarını düşünerek kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Biliyorum Filiz Teyze, zaten normalde çok dikkat ediyorum ama bugün dalgınlığıma gelmiş işte." dedi.

"Ah beyaz tenin de böyle zorluğu çok işte." diye hayıflanmaya devam etti Filiz Hanım. "Hele bir de böyle sıcak memlekette yaşayınca valla ben koruyucumu sürmeden evden çıkmam. Sen de çok beyazsın, dikkat etmen lazım."

"Doğru haklısınız." diyerek otomatiğe bağlamış gibi yine başını salladı Lale.

Filiz Hanım "Valla elimde olsa bu kadar beyaz olmak istemezdim ben!" dedi hararetle. "Neyse ki çocuklar bana değil de babalarına çektiler, benim gibi değiller." diyerek başıyla Selçuk ve İrem'i işaret etti.

Lale Selçuk'la bir daha hayatı boyunca göz göze gelmek istemediği için ondan tarafa hiç bakmadı bile ama İrem'e içtenlikle gülümsedi. "Ben de hiç memnun değilim bu kadar beyaz olmaktan." dedi. "Hem çok dikkat etmek gerekiyor hem de bütün kusurları kabak gibi gösteriyor."

Bir an Batu'nun ona baktığını hisseder gibi oldu. Ama gözlerini ona çevirdiğinde bir kez daha boş yere umuda kapıldığını görmüş oldu. Batu sadece Ela'ya bakıyor, ona bakmadığı zamanlarda da yalnızca yemeğiyle ilgileniyordu çünkü! Nitekim şu anda da tabağına gömülmüş durumdaydı, önünden alacaklar gibi kağıt kebabını hızla mideye indiriyordu.

Bu sırada Melis sohbete katılamadığı için kendini dışlanmış hissediyor olacak ki o da başını uzatarak Lale'nin suratına baktıktan sonra "Ay inşallah leke kalmaz yüzünde. Zaten çillerin de çıkmış." diyerek yeni bir tespitte bulundu.

"Farkındayım Melis." dedi Lale dişlerinin arasından.

"Aaaa." diyerek bir hayret nidasıyla yine araya girdi Derya. "Lale hani sen telefonda anlatmıştın ya, şu kuzenin Anita'nın küçük kızı şey diyormuş hani. Ne kadar çok çilin varsa o kadar güzelmişsin?"

Anita'nın küçük kızı Seren'in adı geçince yemeğin başından beri Lale'nin yüzü ilk defa gerçek bir gülümsemeyle aydınlandı. Seren'in o tombul suratı geldi gözünün önüne. Onun o bilmiş konuşmalarını hatırlayınca gülmeden edemedi.

"Evet, annesi yüzündeki çilleri açıklamak için 'bunlar güzellik işaretleri' demiş. Çilli olduğu için güzel olduğunu söylüyordu o yüzden. Teninde ne kadar çok ben veya çil varsa o kadar güzelsin demekmiş."

Seymur peçetesini dudaklarına bastırarak güldü. "Senin de işine gelmiştir bu açıklama tabii." diyerek Lale'ye yandan bir bakış attı. "Bütün cildin ben dolu olduğu için. Şuna bak." Dedi ve Lale saçlarını topuz yaptığı için askılı elbisesinin de sayesinde tamamen açıkta kalan boynunu işaret etti eliyle. "Bunlar güzellik işaretiyse senin kainat güzeli falan olman lazımdı."

Lale de ona yandan bir bakış atarak omuzlarını silkti. Şakacı bir tavırla "Sende yok diye kıskanma." dedi gülerek.

"Ne kıskanacağım be, senin yerinde olsam sırt dekolteli bir şey giymeye utanırdım hatta. Sırtında senden çok beni olan yoktur herhalde."

Lale şakacı bir hayretle "Sen nereden biliyorsun acaba benim sırtımdaki benleri?!" Diyerek güldü yine.

Bütün masa ilgiyle onları dinliyor gibiydi, masanın başından "Sahi Lale, sen Kanada'da babanın kuzeninin yanında kaldın değil mi?" diye sordu Metin Bey.

"Evet Metin Amca." diyerek başını salladı Lale. "Bu bahsettiğim de onun küçük kızı Seren zaten. Dört yaşında. Bir kızı daha var, bir de oğlu. Bir görseniz, o kadar güzel bir aile olmuşlar ki." derken gözünün ucuyla Batu'nun kendisini izlediğini fark edince durdu.

Bakışlarını ağır ağır ona doğru çevirdi. Göz göze geldikleri anda sözcükler boğazında düğümlendi. Biraz önce artık Batu'nun gözlerine baktığında ne düşündüğünü anlayamamaktan şikayet ediyordu ya hani. Evet belki hala anlayamıyordu. Ama elini şakağına dayamış onu izlediğini görünce içi burkuldu. Yüzündeki bu kırgın ifadeyi tanıyordu. Her ne kadar göz göze geldikleri anda Batu kendini toparlayıp alelacele gözlerini kaçırsa da görmüştü işte. Bozulmuştu söylediklerine. Bir gölge vurmuştu yüzüne. Kim bilir ne zannediyordu? Kanada'da Anita'nın ailesiyle çok iyi vakit geçirdiğini, oradayken çok mutlu olduğunu mu düşünüyordu acaba? Melis ve Derya'yla her gün telefonda konuştuğunu, onlara o kadar en kadar güzel zaman geçirdiğini anlattığını mı sanıyordu? Söylediklerinden gerçekten bu mu çıkıyordu? Ama öyle değildi ki. O sadece Anita'nın bütün engellere rağmen Arda'yla beraber kurmayı başardığı hayatına ve ailesine özendiği için öyle konuşmuştu. Bir de Seren'in çillerini göstererek bilmiş bilmiş "bunların hepsi güzellik işareti!" deyişini anımsayınca gülesi gelmişti sadece. Peki Batu? Eğer yanlış görmediyse, eğer Batu, Kanada'da geçirdiği günlerden böyle şen şakrak bir şekilde bahsetmesine bir anlığına da olsa bozulduysa bu ne demek oluyordu? Durumu sandığı kadar umutsuz değil miydi yoksa? Ya da belki de o öyle görmek istediği için Batu'nun bozulduğunu sanıyordu. Belki de kendi kendine boş yere umutlanıyordu yine? Belki de Batu boynunun tam kenarındaki o küçük beni öptüğü anların hiçbirini hatırlamıyordu bile?

"Onlar kaç senedir oradalar Lale?" dedi Metin Bey tam o anda.

Batu çoktan bir kez daha başını tabağına eğmiş, önündeki tepsi kebabına gömülmüştü ama gözlerini onun üzerinden çekip tekrar Metin Bey'e dönmek Lale'ye her şeyden daha zor geldi.

"Tam bilmiyorum." dedi ağır ağır. Biliyordu aslında ama unutmuştu. Aklında Batu'nun biraz önceki o saniyelik yüz ifadesinden başka bir şey yoktu. Metin Bey'in bu cevaba şaşırdığını görünce sesli düşünmek için kendini zorladı. "Ama bayadır oradalar. Herhalde on iki sene falan olmuştur, büyük kızları Ceren bir-iki yaşındayken gitmişler çünkü. E şimdi Ceren on dört yaşında olduğuna göre..."

"Ay o Ceren Lale'ye nişan için nasıl güzel bir elbise aldırmış anlatamam sana Derya!" diyerek sohbetin konusunu yüz seksen derece değiştiren Melis'ti her zamanki gibi. "Görmen lazım yani, benim kelimelerle anlatmam imkansız!"

Lale gözlerini devirdi. "Off Melis nasıl da abartıyorsun ya." dedi bıkkın bir sesle. "Normal bir elbise işte, nesi var bu kadar abartacak anlamadım."

"Aman sen anlasan şaşardım zaten!" diye bir güzel payladı onu Melis. "Moda düşmanı bu yeni Lale'yi hiç sevmiyorum haberin olsun!" Sonra tekrar Derya'ya dönüp ballandıra ballandıra elbiseyi anlatmaya devam etti. "Ay kızlar görmeniz lazım ya, böyle kırmızı uzun bir elbise. o kadar güzel ki!" derken heyecanla kollarını sallayarak elbiseyi tasvir ediyordu Melis. "İyi ki zorla aldırmışlar o elbiseyi Lale'ye. Birazdan yukarı çıkalım da göstereyim size."

"E elbisen kırmızıysa yanman iyi olmuş o zaman." diye her zamanki gibi sorulmadan fikrini belirtme ihtiyacı hisseden de Merve'ydi. "Nişana kadar biraz rengin de açılır nasılsa, yoksa bu kıpkırmızı vücudun üzerine kırmızı elbise pek olmaz tabii."

Lale'nin ters bakışlarını görmezden gelerek devam etti konuşmaya.

"Yarın hep birlikte Timuçin'in oteline gidelim de biz de biraz güneşlenelim ya. Lale Abla yıllar sonra ilk defa bronzlaşmışken böyle soluk kalmayalım yanında!"

Seymur "Kızım sen de taktın şu Timuçin'in oteline ha." diye Merve'ye laf atarak bir bakıma Lale'nin de hislerine tercüman olmuştu. "Dünden beri dilinden düşmüyor hayırdır? Hani gitmene sıcak bakılmıyordu?"

Merve anne-babasının önünde Dağhan'ın lafının açılmasından korktuğu için birden paniklemişti, "Ya hayır niye sıcak bakılmasın saçmalamayın." dedi telaşla. "Biraz uzak ya ben ondan diyorum, hani gitmesi zor olur diye."

Neyse ki babası Galip Bey bir şeyden şüphelenmemişe benziyordu. Eşine ve arkadaşlarına bakarak "Hakkaten neredeymiş o çocuğun oteli ya?" demişti çünkü. Aksi takdirde bu kadar rahat olması mümkün değildi zira.

"Konacık yolundaymış işte, dağ yolunda." dedi Metin Bey. "Yaz bitti ama biz hala bir hayırlı olsuna gidemedik, ayıp olacak Reşatlara."

"Aman ne yapalım canım, bizim kendi telaşımız var." dedi Sevinç Hanım. "Kızımızı nişanlıyoruz kolay mı? Bir de Reşat'la Aylin'in oğlunun otelinin derdine mi düşecektik bu kadar işin arasında?"

"Bu Timuçin sizin yaşıtınızdı değil mi Derya?" diyerek kızına seslendi Metin Bey. "Aynı ilkokuldaydınız değil mi?"

"Evet, ortaokulda da beraberdik hatta." diyerek yanıtladı babasını Derya.

Seymur'un yüzünü hain bir sırıtma kapladı birden.

"Ortaokuldayken ne yapışkandı o çocuk ya. Onun kadar azgın ergen de görmemişimdir herhalde. Sırayla üçünüze birden çıkma teklif etmişti hatırlıyorsunuz değil mi?" diye sırıtarak kızlara baktı. "O zaman çıkma teklif etmek diye bir şey vardı tabii!" derken sabit tutamadığı dudaklarından kahkaha atmamak için kendini zor tuttuğu belli oluyordu.

Selçuk'un yüzünde değişik bir ifade belirirken Melis önemsemez bir tavırla yüzünü buruşturdu.

"Öff evet." dedi. "Gördüğü her kıza yazardı o zaten."

"Sizden ekmek çıkmayınca birkaç yaz önce Lale'ye tekrar sarmıştı." derken Seymur'un gözleri fıldır fıldır dönüyordu. "Sen hatırlarsın değil mi Cemal?"

Cemal cevap vermek yerine Seymur'a ters bir bakış atmakla yetindi. Lale ise zaten kendi dünyasındaydı, konuşulanları duysa da hiç tepki vermiyordu. Oturduğu sandalyede masaya doğru eğilmiş, sol dirseğini tabağının yanına koyup yüzünü de avucuna dayamıştı. sağ eliyle tuttuğu çatalıyla tabağındakilerle oynayıp duruyordu.

Galip Bey sertçe rakı bardağına masaya vurdu. "Onun babası da öyleydi gençken. Ailecek sapık onlar!" dedi öfkeli bir sesle. Sonra hırsla Metin Bey'e baktı. Bunun tek sorumlusu oymuş gibi "Bir de hala o sapık herifin oğlunun oteline hayırlı olsuna gitmekten bahsediyorsun!" diye çıkıştı.

"Aman Galip..." diyerek gülmeye başladı Metin Bey. "Senin de şu deve kinin yok mu? Lemi'den betersin yeminle ya. Kaç yıllık olayı hala unutamadın gitti."

"Herhalde unutmayacağım be, sen olsan unutur muydun! Biz lisedeyken utanmadan Ayşe'ye asılırdı o yavşak!"

Masadaki gençlerden, özellikle Merve ve Melis'ten kahkahalar ve alkışlar yükselirken Ayşe Hanım kıpkırmızı olmuştu.

"Ben hep diyorum işte zamanında endamıyla İskenderun'u birbirine katmış diye." diyerek kahkahayı patlattı Merve. "Vay be, anneme bakın be! Erkekleri birbirine düşürmüş işte gördünüz mü?"

Ayşe Hanım'ın gözlerinden ateş çıkıyordu. "Merve doğru konuş, almayayım ayağımın altına!" diye bağırarak haşladı kızını. "Yani bravo Galip, sayende rezil olduk çocuklara!"

"Allah Allah suç benim mi oldu şimdi! O yılışık herife yüz veren sendin Ayşe Hanım, unuttun herhalde?"

"Galip!"

"Ya siz söyleyin Allah aşkına ya." diyerek yardım uman gözlerle Metin Bey'le Sevinç Hanım'a baktı Galip Bey. "O Reşat denen it etrafında döndükçe zevkten dört köşe olmaz mıydı Ayşe?!"

Masadaki şamata devam ederken Lale sessizdi. Çünkü maç seyreder gibi başını bir o yana bir diğer yana çevirerek bu atışmaları takip eden Ela durup durup Batu'ya İspanyolca bir şeyler soruyor, Batu da sakin sakin onu yanıtlıyordu. Onları böyle baş başa vermiş konuşurken gördükçe içinde bir şeyler kopuyordu. boğuluyordu, nefes alamayacak gibi oluyordu. Masadaki gürültülü sohbeti de fırsat bilerek yerinden kalkıp içeri gitti. On-on beş dakika geçmeden dönmemekte de kararlıydı.

Döndüğünde herkesin sessiz sakin yemeğine devam ettiğini gördüğünde hayal kırıklığına uğrasa da belli etmemeye çalıştı. Birbirlerine laf yetiştirirlerken onunla uğraşacak fırsatları kalmıyordu çünkü. daha demin masadan kalkıp gittiğini kimse fark etmemişti bile. oysa şimdi masaya döner dönmez sorular başlamıştı yine.

"Ya Lale, şimdi ilk okul orta okul falan deyince aklıma ne geldi." diye gülümseyerek ona bakıyordu Sevinç Hanım. "Sen ne çok severdin piyano çalmayı eskiden."

Lale'nin dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi.

"Evet çok severdim." dedi yavaşça.

"Derya da senden örnek alsın da çalsın diye çok uğraştım ama yok. İki derse gitti bıraktı hemen."

Derya bu iğnelemeyi duymazlıktan gelmeyi tercih etmişti, hiç cevap vermedi.

"Bana kalsa ben de mutlaka bırakırdım da işte anneannem..." diyerek başını yana eğip hafifçe gülümsedi Lale. "Her gün zorla ders aldırırdı bana biliyorsunuz."

Ayşe Hanım da "Bilmez miyim..." diye araya girerek konuya dahil oldu. "Ağlasan da zırlasan da kolundan tutup zorla piyano dersine götürürdü seni. Annenle baban kıyamazdı, 'istemiyorsa gitmesin' derlerdi ama anneannen onları da dinlemezdi."

"Olsun ama canım, bak kötü mü yapmış. çocuklara bıraksan hiçbir şey öğrenecekleri yok. Bak ne güzel, sonunda Lale bir enstrüman çalmayı öğrenmiş oldu işte. Öyle değil mi ama Lale?"

Lale mahcupça gülümsedi.

"E orası öyle, evet." dedi.

Yumuşak ses tonuyla araya girerek "Bak ben bunu hiç bilmiyordum." dedi Filiz Hanım. Sevecen gözlerle Lale'ye bakarak gülümsedi. "Demek piyano çalmayı biliyorsun."

Lale başını sallarken Melis atıldı. "Hem de ne güzel çalar bir bilseniz. Kaç kere resital verdi." derken sesi gurur doluydu.

"Sen de biliyor musun çalmayı?"

Melis "Yok hayır." diye başını sallayarak yanıtladı kayınvalidesini. "Ben de Derya gibi iki dersten sonra bırakmıştım ama Merve biliyor. O çok özenirdi Lale'ye, o da baya uzun bir süre ders aldı."

İrem Merve'ye dönerek "Aa içerdeki piyano da senin o zaman?" diyerek ilgiyle sordu.

"Ya evet, çalmayı bırakınca annem buraya getirtti." dedi Merve. İmalı bir sesle "İskenderun'daki evde çok yer kaplıyormuş!" diyerek gözlerini devirdi.

"Hadi ya. Ben hiç bilmiyordum ikinizin de piyano çaldığını." diyerek eğilip Lale'ye baktı İrem. "İkiniz de hiç bahsetmediniz!"

Merve 'bilmem' dercesine dudaklarını sarkıttı. "Hiç sıra gelmedi demek ki." diyerek omuzlarını silkti. "Zaten Lale Abla'nın yanında benimkine piyano çalmak denemez ya. Ben anca tıngırdatıyorum ama gerçekten baya iyidir."

Lale yüzünü avucunun içinden çekmeden gülen gözlerle Merve'ye baktı. "Ha sonunda kabul ediyorsun yani?" dedi kaşlarını kaldırarak.

Merve ondan beklenmeyecek abartılı bir olgunlukla başını sallayarak "E artık zamanı gelmişti." deyince karşılıklı güldüler.

Sonra Lale'nin gözleri, dikkatle Ela'nın fısıldamalarını dinleyen Batu'ya takıldı. gülümsemesi yüzünde dondu kaldı. Bakışlarını tekrar tabağına çevirdi.

"Merve'nin de sesi çok güzeldir ama." diyordu Derya bu sırada. "Lale'ninki de idare eder tabii ama Merve'ninki cidden güzeldir."

"Aaa aşk olsun ama, Laleciğim'in bet sesini niye harcadınız iki dakikada!" diyerek korumacı bir tavırla kolunu Lale'nin omzuna attı Seymur. "Kızcağız nasıl hem iyi piyano çalıp hem de güzel şarkı söylesin?"

Lale'nin başı hala önüne eğikti. Başını kaldırmadan yukarı diktiği gözleriyle kaçamak bakışlar atarak Batu'ya bakmaya çalıştı. Seymur'un dostane hareketlerinden bile medet umar hale düştüğü için kendinden utanıyordu. Ayrıca Cemal'in gereğinden fazla samimi davranışlarına bile gıkını çıkarmayan Batu'nun Seymur'u takacağını hiç zannetmiyordu. ama işte umutlanmadan da edemiyordu.

Ama yine hepsi boşunaydı. Batu ona bakmıyordu bile. kısacık bir an için gözleri onlara doğru kayar gibi oldu ama bakmadı. tekrar Ela'ya dönerek İspanyolca bir şeyler söyledi. Lale'nin de hevesi bir kez daha kursağında kalmış oldu. başı biraz daha öne eğildi.

"E hadi o zaman eskisi gibi Lale çalsın, Merve söylesin, biz de dinleyelim!"

Galip Bey'in emrivakisi sayesinde ancak kaldırabildi başını Lale.

"Yok Galip Amca hayır." diye atıldı hemen. "Çalamam ben."

Bunca zaman sonra bu kadar insanın önünde piyano çalmak, hele de bunu Batu ve Ela'nın önünde yapmak kabus gibi bir şeydi! Hiçbir kuvvet yaptıramazdı bunu ona. hayır! Yapmayacaktı! O piyanoyu çalmayacaktı!

Ama Galip Bey onun itirazlarına pek kulak asacak gibi değildi.

"Aa nazlanmayım canım! Eskiden hep birlikte yemek yediğimiz zamanlar da yapardınız ya. Lale sen çal, Merve de söylesin işte!"

"Off baba ısrar etme ya!" diye söylenmeye başladı Merve. "Nereden çıktı şimdi durup dururken."

"Ya içerde boşuna mu duruyor o piyano. Valla paslanacak orada. Zamanında alayım diye ne kadar yalvardığını unuttun herhalde, bir torba dolusu para döktüm ben o alete ya! Sen çalmıyorsan Lale çalsın da dinleyelim biz de."

Lale işin giderek ciddiye bindiğini görünce paniğe kapılmıştı.

"Yok Galip Amca çalamam ben.lütfen ısrar etmeyin." dedi yalvarırcasına.

"Niye çalamazmışsın?" diye dimdik gözlerinin içine bakarak sordu Galip Bey. "Ne var yani beni kırmasan da çalsan, eline mi yapışır?"

Lale Merve'nin "Başladı yine duygu sömürüsüne." diye mırıldandığını duydu. o da aynen böyle düşünüyordu ama bunu Galip Bey'in yüzüne söyleyebilmesi imkansızdı! Sakinliğini korumak için elinden geleni yaparak "Olur mu öyle şey Galip Amcacım, tabii ki de sizi kırmak istemem ama." diyordu ki Galip Bey sözünü kesti.

"Ee daha ne o zaman? İçeri geç de bir şeyler çal hadi."

Lale'nin kafası delicesine bir hızla çalışıyordu, işe yarar bir bahane bulmak için içten içe çırpınıyordu ama Galip Bey'i ikna etmenin hiç de kolay olmadığını bildiğinden aklına hiçbir şey gelmiyordu.

"Ya şey." diye geveledi. "Ne bileyim yani... Çok uzun zamandır çalmadım, unutmuşumdur mutlaka."

"Hadi ordan sen de!" dedi Galip Bey kızgın bir sesle. "İnsan piyano çalmayı unutur mu canım!"

Lale hamlesinin elinde patlaması karşısında yüzünü buruşturmuştu. "Yani unutmaz da sonuçta pratik yapmadan olmaz, sürekli çalışmak lazım." diye bir şeyler uydurarak alttan almaya çalıştı. "Ben çok uzun zamandır dokunmadım bile piyanoya."

"Ee ne olacak yani, şimdi dokunmuş olursun işte." diyerek umursamazca omuzlarını silkti Galip Bey.

Lale yardım bekleyen gözlerle çaresizlikle Merve'ye baktı.

Mesajı alan Merve "Babacım ısrar etme ne olur. Hem bak benim de sesim kısık zaten..." diyordu ki Galip Bey yine kadehini sertçe masaya vurdu.

"Ulan amma nazlandınız be!" diye isyan edercesine bağırdı. "Ne nankör çocuklarsınız yahu. İyi ki kırk yılın başında bir şey istedik! Sanki canınızı alacağız dedik, bu ne itiraz böyle arkadaş ya!"

Lale içini çekerek sıkıntıyla alnını ovuşturdu. Galip Bey'in her zamanki taktiğiydi bu zaten. Eninde sonunda ne yapıp edip o piyanoyu çaldıracaktı ona, biliyordu.

Nitekim öyle oldu. Galip Bey'in duygu sömürüsü işe yaramayınca her zaman olduğu gibi ılımlı tavrıyla Metin Bey araya girdi önce. sonra Ayşe Hanım eşininkini aratmayan bir ısrarcılıkla söylenmeye başladı. Sevinç Hanım da hep yaptığı gibi ona destek çıktı. Onlar yetmiyormuş gibi Murat Bey, Filiz Hanım ve İrem de ısrara başlayınca sonunda Lale ve Merve'ye homurdanarak masadan kalkıp kös kös salonun yolunu tutmak düştü. Onlar eve doğru yürürken Galip Bey keyifle "Öyle bizim bilmediğimiz iç bayan gıy gıy bir şey çalmayın ha, şöyle güzel bir şey çalın!" diye sesleniyordu arkalarından.

Merve arkasına dönüp "Oldu olacak istek parçanı peçeteye yazıp yollasaydın baba!" diye bir hışımla bağırdı babasına.

Masadan gülüşmeler yükselirken onlar salona girmişlerdi bile. Lale sıkıntıyla beyaz piyanonun durduğu köşeye baktı.

"Off durup dururken nereden çıktı şimdi bu ya?" derken dokunsalar ağlayacak gibiydi. "Piyano falan çalmak istemiyorum ben!"

"Ben de şarkı söylemek istemiyorum!"

"Ne yapacağız şimdi?" diye mutsuzca dudaklarını sarkıtarak Merve'ye baktı Lale.

Merve'ninse bahçeye açılan kapıya doğru bakan gözleri kocaman açılmıştı o sırada. "Olamaz!" diye inledi. "Buraya geliyorlar!"

Yanılmamıştı. Galip Bey'in başını çektiği grup çok değil bir yarım dakika kadar sonra salona doluşmuştu bile. "Sizi hem dinleyelim hem izleyelim diye biraz da burada oturalım dedik." diyerek sırıttı Galip Bey. "Bahçeden sesinizi iyi alamayız diye düşündük."

'Aman ne iyi düşünmüşsünüz!' diyerek onu terslememek için kendini zor tutuyordu Lale. Korkulu bakışlarla bahçeye açılan kapıyı gözlüyordu. Tek istediği Batu'yla Ela'nın bu seremoniye katılmayıp bahçede kalmasıydı! Ondan bu kadar nefret ettiğine göre herhalde piyano çaldığını izlemek istemezdi Batu, öyle değil mi?

Ama öyle olmadı ne yazık ki. o aklından bunları geçirirken kapıda önce Ela göründü. Arkasından da Batu! Yine bir anlığına gözleri yeniden buluştu demeye kalmadan Batu yine bakışlarını kaçırdı. Yüzü asıktı. bakışları yine anlamsız denecek kadar soğuktu. Uzaktı. Buzdan bir maske vardı sanki suratında. Tabii ya, onun piyano çalmasını dinlemek gibi bir oldu bittiye getirildiği için sinirlenmiş olsa gerekti. Muhtemelen 'ne gerek vardı şimdi bunlara?' diye düşünüyor olmalıydı. Öyle ya, Ela'yla fısıltılı İspanyolca sohbetler etmek dururken neden buna katlanıyordu ki!

Bu düşünce iyice hırslanmasına neden oldu. Kendisi burada onun önünde piyano çalacağı için stresten bayılmak üzereyken beyefendi bunu zulüm olarak addediyordu. Suratının şu haline bakınca başka bir şey düşünmek imkansızdı zira. Zaten o ne anlardı piyanodan falan, Allah'ın kırosu! Ona göre tabii ki zulüm olacaktı piyano dinlemek. ama gösterecekti şimdi ona! Neden deminden beri ezik gibi yapamam edemem diye düşünüyordu ki zaten? Neden yapamayacaktı? Sanki ilk kez piyano çalıyordu, bu kadar heyecanlanacak ne vardı ki! Tamam uzun zamandır çalmamış olabilirdi ama Galip Bey'in de dediği gibi çalmayı unutacak hali yoktu herhalde. Hata yaparsa da yapardı, ne olacaktı yani? Dünyanın sonu değildi ya. Niye bu kadar büyütmüştü ki?

Aslında niye bu kadar büyüttüğünü çok iyi biliyordu. Aralarında defalarca konuşmuş olmalarına, Batu ona bu konuda sayısız kez sitem etmiş olmasına rağmen onun önünde hiç piyano çalmamıştı. Bir nedeni yoktu, sadece denk gelmemişti Yapamadıkları ne çok şey vardı. Erteledikleri, 'nasılsa bir gün yaparız' diye düşündükleri, yapacaklarını hayal ettikleri o kadar çok şey vardı ki... Niye böyle olmuştu? Hep 'nasılsa sırası gelir' diye ertelediği onca şeyi asla yapamayacaklarını bilmek öyle acıydı ki ama nereden bilebilirdi? Bir gün ayrılacaklarını, aralarının bu kadar kötü olacağını, hatta ve hatta Batu'nun yanında yeni sevgilisiyle karşısına oturup yemek yiyeceğini nereden bilebilirdi? Hiç aklına gelmemişti ki? Keşke zamanı geri alabilse, her şeyi eskisi gibi tutabilseydi. Leman Hanım'ın evde gördüğü piyanodan yola çıkarak onların ayrı dünyaların insanı olduğuna bir kez daha kanaat getirdiği o gün ne kadar uzak geliyordu şimdi. Şu an o evde baş başa olmalarını, salonda hemen merdivenlerin yanında duran piyanoda sadece Batu'ya özel bir şeyler çalabilmeyi öyle çok isterdi ki...

"Ne yapacağız şimdi, ne çalacağız ne söyleyeceğiz?" diye panikle kulağına fısıldayan Merve'nin sesini duyunca kendine geldi.

Gözlerini Batu'dan çekip Merve'ye baktı.

"Ben galiba biliyorum ne çalacağımızı." dedi.

"E bana da söyle o zaman istersen çünkü ben bilmiyorum!" dedi Merve alaycı bir tavırla.

Lale "Hayır sen de biliyorsun." dedi sakince. "Hem de ezbere biliyorsun." Sonra eğilip Merve'nin kulağına bir şeyler fısıldadı.

Merve geri çekilip ona şöyle bir baktı. nedense birden durgunlaşmıştı ama itiraz etmedi. Sadece "Tamam." dedi. "Ama sen de söyleyeceksin, bana eşlik edeceksin!"

Geniş salonda herkes kendine bir yer bulunca Lale de piyanonun önündeki küçük tabureye oturdu. Piyanonun akordunu ayarlama bahanesiyle epey bir oyalandı. Ama daha fazla kaçamayacağını biliyordu. Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Ela'yla Batu'nun piyanonun tam karşısında duran ikili koltukta yan yana oturduklarını unutmaya çalıştı. Nasılsa onlara arkası dönüktü. Görmeyecekti. Ama belki de böylesi daha kötüydü. Ne yaptıklarını, birbirlerine dokunup dokunmadıklarını bilmemek, bunu görememek ve kafasında kendi kurduklarıyla yetinmek kesinlikle çok daha kötüydü!

Bir kez daha derin bir nefes alarak Merve'ye baktı. Merve gözleriyle hazır olduğunu işaret edince Lale önüne döndü. Ellerini yavaşça piyanonun üzerine koydu. Bir kez daha derin bir nefes aldı ve çalmaya başladı.


Ne bir ses ne de haber gelmiyor artık senden

Öylece kalakaldım da deli hasretinle ben

Bir yabancı selamın ile hüzünlere daldım

Kendi ellerimle ben beni kederlere saldım

Sonunda bir oyuncak kara sevda aldım senden

Yani değişmedim hala öyle biraz çocuk kaldım

Yok öyle el gibi durma gül biraz

Sana gülmeler yaraşır

Yok öyle güz gibi soğuk olma

Güz ayrılık taşır


Merve şarkıyı söylerken Lale de incecik sesiyle elinden geldiğince ona eşlik etmeye çalışmıştı ama pek başarılı olduğu söylenemezdi çünkü sesi titriyordu. Boğazı da düğüm düğümdü. Şu şarkı bir an önce bitmezse herkesin önünde göz yaşlarına boğulacağından, piyanonun üzerine kapaklanıp ağlamaya başlayacağından korkuyordu ve belki de bu yüzden şarkı bitmek bilmiyordu. Sonunda son tuşa basıp ellerini piyanodan çekti. Rahat bir nefes almasına kalmadan salondaki küçük topluluktan bir alkış koptu.

Merve tatlı bir şımarıklıkla dizlerini kırıp reverans yaparak selam verirken o yerinden kalkamıyordu. Çok kötüydü. Gözlerine yine yaşlar birikmişti. Arkasını dönüp Batu'nun o cam gibi bakan donuk gözleriyle karşılaşmak istemiyordu.

"Ha şöyle işte ya!" diye onları alkışlamaya devam ederek bağırıyordu Galip Bey. "Boşu boşuna o kadar nazlandınız, bak ne güzel çalıp söylediniz işte! Gelin bakayım yanıma, şöyle bir güzel sarılacağım ikinize de!"

Merve babasını ikiletmeden yanına koşturdu hemen. Lale'yse hala yerinden kalkamıyordu. Bacaklarının titrediği hissediyordu. Ama kaçarı yoktu. Daha ne kadar burada böyle oturabilirdi ki? Ağır ağır doğruldu oturduğu tabureden. Ayağa kalktı. Arkasını döndü.

Batu'yla göz göze geldiler. Tam karşısında ayakta duruyordu. Yine ellerini ceplerine sokmuş dosdoğru gözlerinin içine bakıyordu.

Lale iliklerine kadar ürperdiğini hissetti. Artık özlemekten ölmek üzereydi. Yerinde duramıyordu. Koşup kollarına atılmayı o kadar çok istiyordu ki... Sanki... Sanki Batu da o kadar soğuk bakmıyordu artık? Tamam o kapkara gözleri eskiden olduğu gibi aşkla şefkatle dolup taşmıyordu değildi belki ama buz gibi de bakmıyor gibiydi. Ya da yine ona öyle geliyordu. Belki de tanıştıkları günden beri gözlerinde görmeye alışkın olduğu o çapkın pırıltıları öyle özlemişti ki şimdi en ufak bir bakışmada yine öyle baktığını zannediyordu.

Batu'nun bakışlarının altında yatan anlamı bulmak için gece siyahı gibi kopkoyu kesilmiş gözlerinin içinde kaybolmuşken birdenbire karşısında Ela'yı bulunca neye uğradığını şaşırdı.

"Tebrik ederim, çok güzel çaldı siz!" dedi Ela gülümseyerek. "Yani sözleri ben çok anlamadı ama müzik çok güzeldi!"

Lale gerginliğini bastırmak için elbisesinin eteklerini çekiştirdi. Sonra parçalarcasına sıktığı eteklerini bıraktı. Avuçlarının içi terlemişti, buruşmuş kumaşı düzeltmeye çalıştı. Elinin tersiyle Ela'nın suratına bir tane patlatmadan nasıl durabildiğini kendi de bilmiyordu. Yüzsüz kadın, bir de utanmadan gelip kendisini tebrik ediyordu! Hem Melis'in dediği gibi niye Türkçe konuşmakta ısrar ediyordu bu kadın? Böyle çok sevimli olduğunu mu zannediyordu?!

"Teşekkürler." dedi dişlerini gıcırdatarak. Güya teşekkür ediyordu ama surat ifadesinden Ela'yı bir kaşık suda boğmak istediği açık ve net bir şekilde anlaşılabiliyordu!

Ela da bunu fark etmiş olmalıydı. Ama o bunu kendini Türkçe ifade edememesine yormuş olacak ki İngilizce konuşmaya başladı.

"Biraz önce o kadar ısrar etmelerine rağmen siz çalmak istemeyince ben de iyi çalamadığınız için tereddüt ettiğinizi düşünmüştüm. Ama sonra siz çalmaya başlayınca hayran kaldım, çok güzel çalıyorsunuz!" Lale öfkeden infilak etmek üzereyken o gülümseyerek Batu'ya döndü. "Öyle değil mi Batu? Çok güzel çaldı değil mi?"

Lale'nin gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Bu aptal kadın ne yapmaya çalışıyordu? Ve her ne yapıyorsa Batu buna nasıl izin veriyordu?! Bu kadar da geniş biri olmadığını biliyordu! Nasıl izin verirdi buna, aklı almıyordu. İçine düştüğü bu trajediye de inanamıyordu. Resmen Batu'nun yeni sevgilisi tarafından çok güzel piyano çaldığı için tebrik ediliyor, üstelik bir de kadının bunu Batu'ya onaylatmaya çalışmasına şahit olmak zorunda kalıyordu!

"Aaa bahçe kapısı çalıyor galiba çocuklar!" diye seslendi o sırada Ayşe Hanım. "Bakıversin biriniz hadi!"

Lale Ayşe Hanım'ın ricasına can simidi gibi sarıldı. Gerçekten de Ayşe Hanım sayesinde hayatı kurtulmuştu. Çünkü aksi takdirde Ela'yı boğazlamadan durması işten değildi!

"Ben kapıya bakayım." diye bir şeyler geveledi. Ve Batu'ya bakmamaya çalışarak, onun yakınından geçmemek için elinden geleni yaparak hızla bahçe kapısına doğru ilerleyip dışarı çıktı.

Dışarı çıktığında nefes nefeseydi. Duvara tutunarak dizlerinin üstüne eğildi. Bu başına gelenler neyin cezasıydı böyle anlamıyordu. Bunları hak etmek için ne yapmıştı acaba!? O kadın hangi yüzle gelip kendisini tebrik ediyordu!?! O kadın onunla nasıl konuşurdu? Buna nasıl cüret ederdi? Hadi belki onun Batu'yla olan geçmişlerinden haberi yoktu... Ki büyük ihtimalle öyleydi. Batu'nun ona geçmişini anlattığını pek sanmıyordu. Zaten Ela onun Batu'nun eski sevgilisi olduğunu bilse böyle otuz iki dişini birden göstererek yanına gelip tebrik etmezdi herhalde. O kadar da rahat bir insan olamazdı! Batu'yu daha şimdiden bu kadar sahiplenmiş kadın öyle bir şey yapmazdı. Bilmiyordu mutlaka. Nereden bilecekti ki zaten? Batu ona böyle buz gibi bakarken bir şeylerden şüphelenmesi de mümkün değildi. Ela'nın onların geçmişine dair hiçbir şey bilmediğinden emindi. Ama Ela öyle boş boş konuşurken Batu nasıl orada durup hiçbir şey yapmadan onları seyredebiliyordu!? Neden bir şey yapmıyordu!? Ne geçiriyordu içinden acaba. Ağzını açıp tek kelime edemediğine, o kadını durdurmaya tenezzül etmediğine göre 'İşte seviştiğim iki kadın yan yana.' falan diye ego patlaması yaşamakla meşguldü herhalde!

Bahçe kapısından "La-looooş La-loooş!" diye bahçe kapısını yumruklayarak yeri göğü inleten Daniel ve Lena'nın çığlıkları gelmeye başlayınca şaşkınlıkla doğruldu. Çocukların bu saatte burada ne işi vardı? Bir an korku doldu içine. Yoksa çocuklarla beraber babası da mı gelmişti? Öyle ya, Melisler'de kaldığından mutlaka haberi olmalıydı. Hem Galip Bey'le Metin Bey de aralarını yapmaya gönüllü olduklarını açıkça söylemişlerdi. Belki de emrivaki yapıp babasını buraya çağırmışlardı? Eğer böyle bir şey yaptılarsa burada bir saniye daha durmaz çeker giderdi! Peki nereye? Bilmiyordu ama giderdi işte!

"Lalooooş açsana kapıyııı!" diye bağıran Lena'nın sesiyle kendine gelmek zorunda kaldı. Titrek ama yine de yere sağlam basan adımlarla bahçe kapısına doğru yürüdü.

Derken abisinin "Çocuklar bağırıp durmasanıza!" diyen kontrollü sesini duyunca birden rahatladı. Omuzlarından büyük bir yük kalkmıştı sanki. Demek çocukları getiren abisiydi. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Galip Bey'le Metin Bey'in de boş yere günahını almıştı. Adımlarını hızlandırdı. Ve bir koşu gidip bahçe kapısını açtı. Açtığı anda da abisinin boynuna atladı.

"Abicim!"

Leon da onu gerçekten özlemiş olacak ki bu sefer 'abi' demesine hiç takılmadı bile. O da sıkı sıkı sarıldı kardeşine. "Nerelerdesin sen?" diye mırıldandı. "Sonunda teşrif edebildin!" dedi şakayla karışık bir sitemle.

Başını abisinin omzuna yaslayarak "Yaa öyle deme." dedi Lale üzüntüyle.

"Ya ne diyeyim peki? Yaptığın marifet miydi yani!"

Bir dakika içinde ikinci kez gözleri doldu Lale'nin. Yaptığının marifet olmadığını ondan iyi bilen olamazdı herhalde. Düşündükçe pişmanlığından kendini tokatlayası geliyordu. Zamanı geri alabilseydi her şeyi ama her şeyi çok daha farklı yapardı. Ama alamıyordu işte. Geç kalmıştı. Ne yazık ki çok geç kalmıştı. Ağlamasını saklamak için biraz daha sarıldı abisine. Boğazı düğümlenmişti yine zaten, konuşacak halde değildi. Bir şey söylemeden abisine sıkı sıkı sarıldı sadece.

Biraz sonra ayrıldıklarında Lale'nin gözlerinin ıslak olduğunu gören Leon'un içi elvermedi ona daha fazla yüklenmeye. Ten rengini gördüğünde ise zaten şoka girmişti.

"Lale nerede yandın sen böyle!?" dedi dehşetle.

Omuzlarını silkerek "Burada." dedi Lale. "Bugün yandım."

Leon duyduklarına inanamıyormuş gibi baktı kardeşinin suratına.

"Sadece bir günde mi bu kadar yandın yani?" diye sordu inanamayarak.

Lale suçunu bilir gibi başını salladı. "Krem sürmeyi unutmuşum." dedi cılız bir sesle.

"Aferin!" diye parladı birden Leon. "İyi halt etmişsin! Şu haline bak." diyerek korka korka Lale'nin soyulmaya başlamış yüzüne dokundu. "Acımadı demin ben sarıldığımda?"

Lale eskisi gibi başını yana eğerek şirin şirin abisine baktı. "Acıdı da..." derken Lena'nın birebir büyümüş haliydi. "İşte seni çok özlediğim için çok da fazla acımadı.

"Baba ben Laloş'a dedim, 'bak Tetam Laloş da krem sürsün dedi' dedim ama o beni dinlemedi krem sürmedi sonra da böyle tavuk gibi kızardı!" diye pür hevesle halasını babasına şikayet etmeye başlamıştı Daniel. "Benim sözümü dinleseydi böyle yanmayacaktı!"

"Yaa evet." dedi Lale abartılı bir pişmanlıkla. "Daniel'ı dinleseydim böyle olmayacaktım."

"Beni de dinleseydi böyle olmayacaktı!" diye lafa karıştı Lena. Abisinin yanında altta kalması söz konusu olamazdı zaten. "Ben de dedim Laloş'a 'krem sür' diye ama beni dinlemedi! Hem de ben bir kere değil, kaç kere dedim. Ama beni dinlemedi!" derken ellerini iki yana açmıştı.

Lale ve Leon ona bakarak gülmeye başladılar. Daniel'ın kaşlarının çatılmasından onun bu müdahaleden hiç memnun kalmadığını anlamak zor değildi zaten. Lale de yeni bir kavganın ufukta olduğunu sezdiğinden lafı değiştirmek için atıldı hemen.

"Melisa nerede? O gelmedi mi?"

"Onun kalfası izinliydi bugün, eczanede tek başına kalınca da canı çıkmış. Biraz dinlenmek istedi. Ben döndüğünden beri seni göremediğim için gelmek istedim ama o çok yorgundu. Zaten siz bugün görüşmüşsünüz değil mi?"

"Evet ben eczaneye gittim onu görmeye." derken bir durgunluk gelmişti Lale'nin üzerine. Melisa'yı görmeye gitmişti evet. Ve o sırada Batu'yla Ela'yı da görmek zorunda kalmıştı, hem de prezervatif alışverişi yaparken. Abisine bunu anlatsa ne düşünürdü acaba? Gün geçtikçe kendini Selin'e daha çok benzetmeye başlamıştı. Git gide daha çok benziyordu sanki hikayeleri. Ya onun sonu da Selin gibi olursa? Batu bu Ela denen kadınla veya başka bir kadınla evlenmeye kalkarsa? Hiç sürpriz olmazdı aslında. Daha yeni iş kurmuşken yurt dışına çalışmaya gitmeye karar veren adamın ani bir evlilik kararı almakta fazla zorlanmayacağı ortadaydı.

"Babacım biliyor musun Laloş dedi ki ben çok büyümüşüm artık beni kucağında taşıyamıyormuş, öyle dedi!"

Lena'nın bıcır bıcır konuşmasıyla daldığı düşüncelerden sıyrılmak zorunda kaldı. Başını eğip gülümseyerek Lena'ya baktı.

Daniel 'bu da bir şey mi?' dercesine küçümseyen gözlerle kardeşini süzdü.

"Beni zaten taa ne zamandır kucağına alamıyordu." dedi burun kıvırırcasına. "Tabii sen büyümekte biraz geç kaldığın için..."

Lena'nın anında kaşları çatıldı. Ok gibi bakışlarla abisine döndü.

"Ben büyümekte geç kalmadım!" dedi kızgınlıkla.

"Hmmm tabii tabii." dedi Daniel kız kardeşini çıldırtan bir umursamazlıkla. "Belli oluyor!"

Leon yorgun bir sesle "Çocuklar başlamayın yine!" dedi.

"Ama baba baksana bana ne dedi!" diyerek isyankar bir tavırla ayağını yere vurdu Lena.

"Dediğinde bir şey yok ki kızım, sen boş yere alınganlık ediyorsun."

Lena kızgınlıkla ellerini beline koydu. "Hiç de bile öyle bir şey yapmıyorum ben!" diye diklendi babasına. "Asıl sen hep onun tarafını tutuyorsun!"

Lale gülmemek için dudaklarını ısırarak eğilip Lena'yı kucağına aldı ve bahçenin iç tarafına doğru yürümeye başladı. Sevgi dolu gözlerle kucağındaki küçük kızı izliyordu.

"Bak bugün ben de biraz büyümüşüm ki yeniden kucağıma alabiliyorum seni."

Lena küskün bir ifadeyle kollarını kavuşturup başını çevirdi. "Hıı ben de inandım!"

"Niye inanmıyorsun ama Lenacım bak kucaklayabildim seni?"

Lena'nın sabrı taşmıştı anlaşılan, ellerini yine iki yana açarak "Bir günde mi büyüdün yani Laloş, bir günde mi? Bir günde mi!?" diye isyan etti.

Lale dudaklarının kıvrılmasını daha fazla engelleyemedi, gülüşünü saklamaya çalışarak tam ona cevap vermek için ağzını açmıştı ki... Batu'nun biraz ilerde tek başına durmuş onları izlediğini görünce adımları yavaşladı. Daha fazla yürüyemedi, kaldı olduğu yerde.

Batu yine elleri ceplerinde, ifadesiz bir yüzle onlara bakıyordu. Bakışları yine anlamsızdı. Aklından ne geçirdiğini anlamak yine imkansızdı. Bir milim bile oynamıyordu yüzü, taştan bir ifadeyle öylece onlara bakıyordu sadece.

"Neyse ben sana bir şey soracaktım Laloş. Şimdi hani sen bizimle evde kalmıyorsun ya. Ama akşam oldu ya, hatta gece oldu. Şimdi de biz beraberiz ya. Biz eve gitmeden önce sen benim saçlarımı örsen? Ben de sonra koşa koşa eve gitsem, hemen uyusam? Sabah kalkınca saçlarım yine lüle lüle olur değil mi? Laloş cevap versene!"

Lale gözlerini Batu'dan ayıramadan "Olur tabii Lenacım." dedi güçlükle. "Birazdan örerim saçını."

"Seninkini de örelim ama! Yarın ikimizin saçı aynı olsun! Hem sen niye saçını böyle balerin topuzu gibi yaptın? Açsana saçını."

Lale yine cevap vermeyince onun bu tuhaflığından sıkılan Lena off'layarak onun neye baktığını görmek için başını çevirince fark etti Batu'yu. Batu'yu gördüğü anda da iğrenç bir şeyle karşılaşmış gibi "Iyyyy!" diye çığlığı bastı anında. "Bu da mı buradaymış!" diyerek gördüğünden hiç hoşnut kalmadığını gösterir bir biçimde yüzünü buruşturdu.

Sonra Lale'nin kucağından sıyrılıp yere indi. Ve Lale'nin elini çekiştirerek onu bahçenin ortasındaki masaya doğru yürütmeye başladı.

"Gel Laloşcum hadi Meloşlar'ın yanına gidelim!" diyerek Lale'yi zorla çekiştirip sürükleyerek götürdü oradan.

Lena elinden tutmuş zorla götürürken elinde olmadan dönüp arkasına baktı Lale. Bir umutla Batu'nun arkalarından gelip gelmediğini görmek istemişti aslında. Ama yanılmıştı bir kez daha. Çünkü Batu artık yalnız değildi. Çünkü Ela yine yanında bitmişti! Kendisi arkasını döndüğü anda yine Ela'yla bir araya gelmişti. Elleri hala ceplerindeydi, sessizce ona bir şeyler söylüyordu. Sonra Ela yine koluna girdi ve yavaşça masaya doğru yürümeye başladılar.

Lale, Ela'nın Batu'nun koluna girdiğini gördüğü anda hemen önüne döndü. Sabahtan beri bu sahneye kaçıncı tanık oluşuydu bilmiyordu, sayamıyordu artık. Ama her defasında daha da bir acıtıyordu canını. Bakamıyordu.

Daniel'la beraber arkasından gelen abisinin kolundan tutup çektiğini fark edince adımlarını yavaşlatmak zorunda kaldı. Gerçi Lena hala elinden çekiştirerek onu yürütmeye çalışıyordu ama biraz önceki küçük konserden sonra tekrar bahçeye çıkan Galip Bey yüzünde güller açarak "Aman da aman kimler gelmiş böyle?" diye onu yanına çağırınca Lale'nin elini bırakıp koşa koşa onun yanına gitti. Daniel da Metin Bey'in yanına seyirtince Leon Lale'nin kulağına eğildi.

"Batu ne zaman geldi? Birlikte mi geldiniz yoksa? Barıştınız mı?"

Sesindeki bastırmaya çalıştığı o umut Lale'nin o kadar canını yakıyordu ki. 'Sence?' dercesine baktı abisine. Barışsalar bu halde olmazdı herhalde..

"E neden geldi o zaman?." derken merak dolu gözlerini Batu'ya doğru çevirmişti Leon. Bakışları karşılaşınca Batu şöyle bir durdu. Başını hafifçe hareket ettirerek küçük bir selam verdikten sonra Lale'nin yüzüne bile bakmadan kafasını çevirdi, yeniden Ela'yla konuşmaya başladı.

Leon'un kaşları çatılmıştı, Batu'nun bu mesafeli tavrına bir anlam veremediği her halinden belli oluyordu.

"Ne yapıyor bu böyle?" derken kendi kendine konuşur gibiydi. "Yanındaki o kadın kim?"

Bu soruyla beraber içinden yükselen isyana engel olamadı Lale. Gözlerini abisine çevirdiğinde sanki tüm bunların oymuş gibi, hırsını ondan çıkarmak ister gibi büyük bir hınçla baktı ona.

"Valla sen daha iyi bilirsin, sana sormak lazım!" dedi iğneler gibi.

Leon bir şey anlamadığını gösteren boş boş gözlerle Lale'ye baktı. Şaşkınlıkla ağzı aralandı.

"Nasıl yani?" dedi. "Ne demek istiyorsun?"

"Batu da senin yaptığını yapmış demek istiyorum." derken Lale'nin sesi titriyordu. "Yanındaki kadın yeni sevgilisi." derken boğazı kuruduğu için yutkunmak zorunda kaldı. Sözcükler genzini yakıyordu sanki. "Aynı zamanda da iş arkadaşı tabii onu atlamayalım. Batu'nun Belarus'ta bir şantiyede çalışmasına ön ayak olacakmış. Ne güzel değil mi?" Kirpiklerinin ucunda göz yaşları titreşmeye başlamıştı. "Ben de Selin gibi bir başkasıyla evlenip ondan olacak kızımın adını Defne koyarım artık!"

Abisinin yüzünün birbirine girdiğini görünce anında pişman oldu söylediklerine. Ne var ki kendini tutamamıştı işte. Batu'nun o kadınla olmasının, yurt dışında çalışmaya gidecek olmasının tek nedeni abisiymiş gibi durduk yere saldırmıştı ona. Ama kendini Selin'e benzettiği kadar, Batu'yu da abisine benzetmekten alıkoyamıyordu kendini. Birkaç ay önce İstanbul'da bütün bunları bir de Selin'in ağzından dinlediği içindi belki de. Abisinin Melisa'yla tanışması ve onunla evlenmeye karar vermesi arasında geçen süre o kadar kısaydı ki... Selin onunla defalarca konuşmaya çalışmasına rağmen o hep soğuk durmuş, ne onunla konuşmaya ne de onu dinlemeye yanaşmamıştı. Arkasından kovalayan var gibi apar topar Melisa'yla evlenmiş ve hiç beklemeden hemen çocuk yapmıştı. Peki sonra? Sonrası koca bir hüsran. Şimdi Selin'in adı geçtiğinde bile böyle allak bullak oluyordu işte. Ama ne fayda? İş işten geçmişti bir kere. Selin'in yıllar öncesinden beri adını Didem koymak istediğini söylediği kızının babası başka biriydi!

Daniel koşa koşa yanına gelip bacaklarına sarılmasa abisiyle daha ne kadar hiç konuşmadan birbirlerine bakmaya devam ederlerdi bilmiyordu.

"Laloş gelsene hadi senin pastanı keseceğiz!" derken heyecandan yerinde duramıyordu Daniel.

Lale gözlerini güçlükle abisinden çekip Daniel'a döndü. Gözlerinin coşkuyla parladığını görünce gülmeden edemedi. Yeğenleri geçmiş doğum gününü kutlayıp pasta kesmek için ondan heveslilerdi. Oysa o kendini yapayalnız hissettiği, her telefon çaldığında onun aradığını zannedip her defasında bir kez daha yıkıldığı o günü tekrar hatırlamak istemiyordu.

"Ama benim doğum günümün üstünden kaç gün geçti." dedi. "En iyisi Lena'yla siz kesin pastayı, ben hiç ellemeyeyim."

Bu dünyanın en absürd teklifiymiş gibi "Hayır!" diye feryadı bastı Daniel. "Öyle şey olmaz! Doğum gününde burada olmadığın için pasta kesememiştik, beraber mum üfleyememiştik. Şimdi yapacağız işte! Gel hadi!" diyerek Lale'yi elinden tuttuğu gibi çekiştirmeye başladı. Lena'dan çok daha kuvvetli olduğundan bu kez hiç karşı koyamadı Lale. Peşinden masaya doğru yürümeye başladı.

Cemal'in onlara doğru geldiğini gördüğünde ise sessizce içini çekti. Kendini öyle yorgun hissediyordu ki. Hiçbir şeyle uğraşacak hali kalmamıştı. Yemeğin başında aldığı kararlar çoktan uçup gitmişti aklından. O gayretli hali çok çabuk kaybolmuştu. Cemal'le daha fazla cv muhabbeti yapabileceğini zannetmiyordu.

Cemal yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ona doğru geldi. Ve ne oluyor demeye kalmadan Lale'ye sarılıp yanaklarından öptü.

Daniel bu beklenmedik atak karşısında deliye dönmüştü.

"Heeey ne oluyor!" Diye kendince kükreyerek Cemal'i var gücüyle itti. "Kendine gel genç!"

Daniel'ın her zamanki gibi izlediği bir filmden öğrenip benimsediği son cümlesi karşısında Lale'nin gözleri hayretle büyürken içinden de esaslı bir kahkaha yükseliyordu, güldüğünü belli etmemek için ellerini ağzına kapattı.

Cemal de Daniel'ın itişi karşısında neye uğradığını şaşırmıştı ama "Kendine gel genç"i duyduktan sonra onun da suratına tuhaf bir gülümseme yayıldı.

"Şey..." Dedi gülmemek için kendini güçlükle zapt ederken. "Pardon haklısın. Özür dilerim."

Daniel bu sözüm ona özür karşısında daha da sinirlenmiş gibiydi, artık iyiden iyiye öldürecek gibi bakıyordu Cemal'e. Cemal kendini tutamayıp hasbelkader gülecek olsa üstüne atlayacağından şüphe yoktu.

Cemal de bunun farkında olsa gerek ki Daniel'ı sakinleştirmek için tane tane konuşarak "Demin halan, yani Laloş piyano çaldı da." dedi. "Çok güzel çaldığı için tebrik etmek istemiştim sadece. Kızacak bir şey yok yani. Sakin ol."

Daniel aşağılayan bakışlarla Cemal'i tepeden tırnağa şöyle bir süzdü. "Niye öyle robot gibi konuşuyorsun sen?" derken sesinde meydan okuyan bir hava vardı. "Geri zekalı mısın?"

Lale her ne kadar Cemal'in bu hareketlerinden rahatsız olmaya başladıysa da artık duruma el koyması gerektiğini anlamış bulunuyordu.

Gülmesini bastırmaya çalışarak "Danielcım öyle denir mi ama, çok ayıp." diye araya girdi.

"Bana ne!" Diye diklendi Daniel. Sonra babasının oralarda olduğunu hatırlamış olacak ki yeni bir ceza almamak için lafı çevirdi hemen. "Hem o da geri zekalı gibi konuşmasın o zaman!" diye bağırarak kendini savundu. "Ne söylediğini anlamayacak mıyım ben, salak mıyım? Niye öyle konuşuyor?"

Cemal bu soruyu yanıtlayamayacağını bildiğinden yapılacak tek şeyi yaptı, Daniel'ı duymazlıktan gelerek Lale'ye döndü.

"Gerçekten çok güzel çaldın ama Lale. Hala aynısın, hiç bozmamışsın. Tebrik ederim."

"Sağol, teşekkür ederim." dedi Lale küçük bir tebessümle.

Daniel bu konuşmanın daha fazla uzamaması için elinden geleni yapmaya kararlıydı, Lale'nin elini çekiştirerek yürütmeye başlamıştı yine. Lale de Cemal'le daha fazla konuşacakları bir şey olduğunu sanmıyordu zaten.

Ama Cemal arkada bırakılacak gibi değildi, yanlarında yürümeye başlamıştı. "Merve de güzel söyledi." diyerek muhabbeti devam ettirmekteki azmini gösterince Lale de yanıldığını anlamış oldu.

"Yaa evet." dedi başını sallayarak. "Çok güzeldir onun sesi zaten, biliyorsun."

Cemal "Ama sen de baya iyiydin." dedi gözlerinin içine bakarak.

"Yok canım..." dedi Lale önemsizce elini sallayarak. "Ben çok az eşlik ettim sadece. Sesim duyulmamıştır bile eminim."

"Ben duydum ama."

Lale'nin adımları yavaşladı. Başını çevirip dikkatle Cemal'e baktı. Gözlerini kırpıştırdı. Bu tavırlarına bir anlam veremiyordu. Anlam veremediği için de nasıl davranması gerektiğini çözemiyordu. Tamam yemeğin başında biraz fazla yakın davranmıştı, inkar edemezdi bunu. Ama Cemal'in bu kadar havaya girmesini gerektirecek bir şey de olmamıştı. Yoksa yanlış mı anlıyordu? Belki de Cemal bütün bunları iyi niyetle, sırf ilgi olsun diye yapıyordu? Ne yaptığını anlayamıyordu ki işte! Anlasa ona göre bir tavır takınacaktı zaten ama... Anlayamıyordu!

"Seçtiğiniz şarkı da çok güzeldi." diye devam ediyordu Cemal bu sırada. "Sen zaten Sezen Aksu şarkılarını hep çok severdin."

"Hıı evet." dedi Lale sadece. Başka ne diyebileceğini bilememişti açıkçası.

Daniel Cemal'in konuşmayı uzatmasına iyice sinir olmuş durumdaydı, yüzünde huysuz mu huysuz bir ifadeyle Lale'yi adeta sürüklemeye başlamıştı ama Cemal ona hiç aldırmıyor, yanlarında yürümeye devam ediyordu.

"Hatırlıyor musun, bizim de bize, yani senle bana çok uyduğunu düşündüğümüz bir şarkısı vardı."

Lale bahçenin loş ışıklarının altında garip garip baktı Cemal'in kahverengi gözlerine. Neyden bahsettiğini anlaması için birkaç saniye düşünmesi gerekti.

"Hatırlamıyorum." dedi neden sonra. Doğru söylüyordu, gerçekten de hatırlayamamıştı. O zamanlar dinlediği sevdiği o kadar çok şarkı vardı ki şimdi birden aklına gelmesi zordu. Ayrıca hatırlasa bile söyleyeceğini zannetmiyordu, Cemal'in pes edip konuyu kapatmasını her şeyden çok istiyordu çünkü! Bir de bununla uğraşamayacaktı.

"Ya şeydi. Adını tam hatırlamıyorum ama. Şey diyordu nakaratında. 'mektepli sevgililer'dik falan."**

Lale bir an durdu. Sonra gayri ihtiyari "Aaa evet!" deyiverdi birden. "'Pek kırılgan...'" diye hafifçe mırıldanarak şarkının devamını söyledi sonra.

Cemal de ona eşlik ederek devam ettirdi.

"'Pek acemi.'"

Dalgın gözlerle "'Bir söyler bir gülerdik.'" diye yavaşça tamamladı Lale. Sonra dikkatle Cemal'in gözlerinin içine baktı. Sinirlenmeye başladığını hissediyordu.

Şarkıyı şimdi hatırlamıştı. Hatırlamıştı da Cemal'in bunu hatırlatmasından çok rahatsız olmuştu. Ne alakaydı şimdi? Yani yanlış hatırlamıyorsa aralarında bu konuşmalar geçtiğinde lise ikiye falan gidiyorlardı. Cemal'in ailesi üniversiteyi Amerika'da okumasını istediği için arada böyle kendilerince efkar yaptıkları olurdu. O zaman iyiydi hoştu da şimdi üzerinden on yıl geçmişti! Cemal niye durup durup birden böyle davranmaya başlamıştı anlamıyordu. Batu'yla aralarında geçenleri bilmiyor olması imkansızdı. Elbette biliyordu. Mersin'de, evin karşısındaki Hilton otelindeki o lise arkadaşlarının düğününde Batu'yla onu birlikte gören ve sonra bunu herkese anlatan sadece Dilara'nın babası değildi. Cemal'in annesiyle babası da oradaydı ve tabii Cemal de. Her şeyi biliyordu, her şeyden haberi vardı. O zaman neydi şimdi bu? Batu'yu yanında başka bir kadınla görünce ayrıldıklarını anlamış olmalıydı. Şimdi ikisi de boştalar diye yeniden bir araya gelip Derya'nın nişanına kadar birkaç gün gönül eğlendireceklerini falan mı zannediyordu?
Cemal'le daha fazla konuşmak istemiyordu. Elinden çekiştirip duran Daniel'ı bahane ederek başka bir şey söylemesine izin vermeden adımlarını hızlandırıp yürüdü gitti masaya doğru. Çok rahatsız olmuştu. Tam olarak neden rahatsız olduğunu da bilmiyordu ama Cemal'in bu son söyledikleri hiç hoşuna gitmemişti.

Masaya gelip de yanında Daniel'la beraber yerine oturmuştu ki o sırada ellerinde üstü mumlarla dolu kocaman bir pastayla Melis çıktı. Hemen arkasından da mumlarla süslü başka bir pastayla beraber Ayşe Hanım. Bunu gören Daniel ve Lena sevinçten çılgına dönmüş gibiydiler, "Aaa iki pasta var oley!" diye bağırışıp duruyorlardı.

Galip Bey de Lale'nin yanına gelip kolunu omzuna atmıştı. "Bak doğru tahmine etmişsin, o çikolata soslu fıstık krokanlı pasta seninmiş meğersem." diyerek göz kırpmıştı.

Lale daha yeni oturduğu sandalyeyi arkaya doğru iterek ağır ağır ayağa kalktı. Konuşamayacağını hissediyordu. Çok duygulanmıştı. Daniel ve Lena'yla beraber Derya, Merve ve İrem'in "İyi ki doğdun Lale!" Ddye tempo tutarak şamata yaptığını duyuyor, Filiz Hanım'la Sevinç Hanım'ın gülümseyerek onu izlediğini görüyordu. Metin Bey'in Daniel ve Lena'yı aratmayan borazan gibi bir sesle kızların şamatasına eşlik ettiğini görünce onu da bir gülme tuttu. Sonra ona doğru gelen Ayşe Hanım'la Melis'e baktı nemli gözlerle.

"Yaa." dedi zor duyulan incecik sesiyle. "Niye zahmet ettiniz bu kadar? Geçti gitti doğum günüm zaten."

"Ay abartma Lale, gören de üstünden üç ay geçti zannedecek!" diye onu bir güzel haşlarken elindeki kocaman pastayı da masanın üzerine yerleştirmişti Melis.

"Bak ben de sen seviyorsun diye şeftalili pasta yapmıştım. Tabii Galip bana gelirken Petek'ten pasta alacağını söylemediği için..." derken eşine ters bir bakış attı Ayşe Hanım. Sonra tekrar Lale'ye bakarak gülümsedi. "Neyse işte kısmetin bolmuş, iki pastan oldu!" dedi neşeyle.

Lale içinden 'Yaa evet. Sormayın.' diye geçirse de bir şey söylemedi, gülümsemekle yetindi. Batu'nun Ela ve Selçuk'la biraz ilerde yine elleri ceplerinde dikildiğini ve ne onun ne de yanındaki iki beyinsizin bütün bu şamataya hiçbir şekilde dahil olmadıklarını göz ucuyla görebiliyordu. Selçuk umrunda değildi zaten. Ela biraz önceki tebrik fiyaskosundan sonra bir de doğum gününü kutlamaya kalkışırsa elini kana bulayacağından da emindi! Ama Batu... O niye böyle yapıyordu? Zaten kutlamamıştı ki doğum gününü. Ne aramıştı ne de mesaj atmıştı. Belki de unutmuştu. Aklına bile gelmemişti. Bütün gün ondan telefon beklemiş, ona kızgın olduğu için bilerek aramadığını düşünmek istemişti. Oysa şimdi anlıyordu, bu kadın her an yanındayken doğum günü Batu'nun aklına bile gelmemiş olmalıydı. Hatırlamamıştı bile herhalde. Şimdi de öyle baston yutmuş gibi dikilmesinin nedeni yaşadığı şaşkınlık olsa gerekti. Birkaç gün önce doğum günü olduğunu yeni fark etmişti herhalde. Hadi ona da tamam. Araları bu kadar kötüyken doğum günümü nasıl unutursun diye hesap soracak değildi herhalde. Ama şimdi... Şimdi niye böyle yapıyordu? Gözünün önünde onun doğum günü için bir kutlama yapılıyordu ve Batu ona bir 'mutlu yıllar' demeye bile tenezzül etmiyordu. Bunu bile ona çok görüyordu.

Melis ve Ayşe Hanım iki pastanın da üstünü tamı tamına yirmi yedi mumla doldurduklarından mumlardan pastaların yüzeyi görünmüyordu.

Dikkatle mumları inceledikten sonra başını kaldırıp üzüntüyle Lale'ye baktı Lena.

"Ay Laloş sen de çok büyümüşsün. Bu ne kadar çok mum." Diyerek dudaklarını büzünce Lale küçük bir kahkaha atmaktan kendini alamadı. Lena'yla Daniel'ı kollarından tutup iki yanına çekti. Onlara doğru eğildi.

"Benim bu kadar mumu tek başıma üflemem imkansız. Üçümüz beraber üfleyeceğiz tamam mı?"

Çocuklar buna dünden hazırlardı zaten. Hevesle başlarını salladılar.

"Bir dakika dur dur!" diye telaşla atıldı Lena. "Dilek tutacak mıyız?"

Lale gülerek eğilip yanağından öptü.

"İstiyorsan tut tabii."

"Sen de tut ama! Senin doğum günün!"

Lale'nin bakışları durgunlaştı. Yutkunarak Batu'nun durduğu tarafa göz ucuyla baktı. Sonra Lena'ya döndü.

"Tamam ben de tutarım." diye gülümseyerek yeğeninin saçlarını okşadı. "Hadi üfleyelim artık. Hazır mısınız?"

Lena'yla beraber Daniel da hazır olduğunu ilan edince Lale derin bir nefes aldı. Ellerini masaya koyup pastalara doğru eğildi.

"Hadi bakalım o zaman. Bir... İki... Üç!"

Alkışlar, ıslıklar, bağırtılar arasında yeğenleriyle beraber pastaların üzerine eğilip mumları üfledi Lale. Başını kaldırdığı anda Batu'yla gözleri buluştu. Çünkü Batu da elleri ceplerinde ona bakıyordu. Ama göz göze geldikleri anda arkasını dönüp hızlı adımlarla eve doğru yürüdü gitti.

**

Batu ellerini ceplerinden çıkarmadan hızlı adımlarla eve doğru yürürken 'Bakmayacağım... Bakmayacağım...' diye kendi kendine tekrarlayıp duruyordu içinden. Dönüp bakmayacaktı. Aklının ona oynadığı bu kurnaz oyuna teslim olmayacaktı. Buraya kadar dayandıysa... Bundan sonrasına da dayanabilirdi. Yapmayacaktı. Kendini bırakmayacaktı. Aynı hatayı tekrarlamak, zaafına bir kez daha yenik düşmek aptallık olurdu. Ama el birliği etmişçesine her şey o kadar çok üstüne geliyordu ki... Onun pastaların üzerindeki mumları söndürüşünü izlerken orada bir saniye bile daha fazla kalamayacağını hissetmiş, bu yüzden kimsenin ne düşüneceğine aldırmadan arkasını dönüp yürüyüp gitmişti. Daha fazla dayanamamıştı. O dik durmak için çabaladıkça yaptıklarıyla söyledikleriyle bilerek onu eğip bükmeye çalışıyorlar, adeta sabrını deniyorlardı. Buna daha fazla izin vermeyecekti.

Salona adım attığı anda klimadan yüzüne vuran soğuk havayla beraber derin bir nefes aldı. Dönüp terasa açılan kapıyı sertçe kapattı. Bunu yaparken gözlerinin bahçenin ortasındaki o kalabalığa değmemesi için bütün iradesini kullanması gerekse de başardı. Oraya hiç bakmadı. Kendini biraz önceki o küçük resital sırasında oturduğu ikili koltuğun üzerine bıraktı. Başını arkaya yaslayarak gözlerini tavana dikti. Ama olmuyordu işte, kaçamıyordu. Zihninde birbiri ardına patlayan flaşların aydınlattığı karmakarışık enstantaneler zincirinden kurtulmak için kolunu gözlerinin üzerine kapattı. Gözlerinin önünde canlanan o görüntülerden kurtulmak istiyordu artık. Ama onlardan kaçsa bile bahçeden gelen gürültüleri duymaktan kaçması imkansızdı. Kapıyı kapatmış olmasına rağmen hala seslerini duyabiliyordu. Belki de içinden geçenlere rağmen hala kulak kabartıp onları duymaya çalıştığı içindi. Kulağına çalınan sesler genelde hep onun dibinden ayrılmayan o iki leş kargasına ait olduğuna göre büyük ihtimalle öyleydi! Kulağının hala orada olduğunu fark edince kendine sinirlendi, doğrularak dirseklerini dizlerine dayayıp yüzünü ellerine gömdü.

Tam karşıda duran o beyaz piyanoyu görmek istemiyordu. O şarkının hala kulaklarında çınlayıp duran ezgilerini duymak da istemiyordu. Hele gözlerini kapattığı anda zihninde canlanan o görüntüyü, bakışlarını yakalamaya çalışan mavi gözlerini, mumları üflemek için masaya doğru eğildiği anda akşamın başından beri olduğu gibi bir kez daha omuzlarından sıyrılıp düşen o ince askıları, eğildikçe açılan yakasından görünen içindeki o sıradan askısız ten rengi sutyeni ve o sutyenin üzerinden taşan güneşte yanmış dolgun göğüslerini hiç görmek istemiyordu! Saatlerdir omuzlarından kayıp düşen o askılara takılan bakışlarını zapt etmeye uğraşıyor, açıkta kalan kıpkırmızı tenini görmezden gelmeye çalışıyordu. Ne kadar zayıflamıştı... Gözlerinin köprücük kemiklerinin çıkıntılarına takılmaması için bir ara başını tabağından hiç kaldırmadığı bile olmuştu. 'Bakmayacağım. Bakmayacağım.' diye kendi kendine komut vermekten yorgun düşmüştü. Eskiden olsa neyse ama şimdi... Bu kadar küçük bir şeye kapılıp gidemeyeceği kadar dönülmez bir yerdeydi artık. Bugüne kadar onun teninden gelen çağrıya hiç karşı koyamadığı düşünülürse şimdi bu kadar dayanması mucizeden de öte bir şeydi. Ama... Sanki o dayandıkça o da karşı atak olarak daha can alıcı bir şey buluyor, onu zorlamak için elinden geleni yapıyor gibiydi! Akşamın başında şu Allah'ın cezası bahçeye adımını atıp onu o yaşlı başlı adamların kolları arasında gördüğünden beri böyleydi bu. O iradesini dağılıp un ufak olmaktan korumaya çalıştıkça aklını başından alacak yeni bir şey oluyordu. O gözlerinin önünde öyle eğilip de göğüslerini açarsa nasıl bakmadan durabilirdi ki? Bir erkek olarak doğasına aykırıydı bir kere! Yaradılışı böyleydi ne yapabilirdi ki? Hem yaşadıkları onca şeyden sonra böyle şeylerden etkilenmesi normal değil miydi? O öyle eğilince görünen sutyeninin aklına geçmişe dair bin bir şey getirmesi gayet doğaldı. Bütün bunlar geçmişte kalmıştı ama hatırlaması zihnine yaptığı bir anlık bir uyarıya bakıyordu işte. Üstündeki o ince askılı beyaz elbise, omuzlarından kayıp duran o askılar, asırlar önce kalmış gibi gelen zamanlarda "yanmışsın ama göğüslerin hala bembeyaz." dediğinde "istiyorsan bundan sonra üstsüz güneşleneyim?" diye cevap vererek onu çıldırtması, şimdiyse o söz konusu göğüslerin bile güneşten yanmış kıpkırmızı kesilmiş olması... Bütün bunlar hatırladıkça iradesini zorluyordu elbet. Ama bundan normal bir şey yoktu ki zaten. Hem onu daha önce hiç böyle görmemişti ki. Güneşten bu kadar yandığına, teninin tamamen başka bir renk aldığına tanık olmamıştı hiç. Şimdi onu böyle görünce o başka bir renk almış tenle ilgili olmadık düşüncelere kapılması doğaldı. O yüzden bakmıştı. Merak ediyordu sadece, nasıl olurdu diye. O da bunu bildiğinden yapıyordu zaten! O omuzlarından düşen askılar, masaya eğilirken sözüm ona yanlışlıkla göğsünü açmalar, bütün masaya saçlarını ıslatmadan hızlı bir duş aldığını ilan etmeler; hepsini bilerek yaptığından emindi!

Neler düşündüğünü fark edince avuç içlerini gözlerine bastırarak yavaşça inledi. Artık bunları düşünmenin hiçbir faydası yoktu. Kendine gelmeliydi. Ama işte, öyle ha deyince olmuyordu. Yalnızca fiziksel bir şey değildi ki bastırmaya çalıştığı duygular. O piyanoyu çalarkenki ürkek narin hali, ıslak saçlarını sımsıkı toplayıp topuz yapınca açıkta kalan kuğu gibi ince boynu, yemeğin başından beri o lanet masadaki herkesin ağzına sakız olan, elbisesinin izin verdiği ölçüde görünen sırtı, minik benleri, piyanonun üzerinde uçarcasına gezinen küçük beyaz elleri... Sonra çaldığı o şarkı... Ahh o şarkı... Şarkıya eşlik etmeye çalışan incecik sesi... Neredeyse kendini bırakacak, bir kez daha ona teslim olacaktı. Ama buna da ilk kez tanık oluyordu zaten. Daha önce piyano çaldığını, şarkı söylediğini hiç görmemişti ki. O yüzden etkilenmişti. Herkes onun eskisi kadar iyi çaldığını söylerken o karmakarışık duygularla boğuşmak zorunda kalmıştı. İlk kez böyle mi dinleyecekti onu? Ama demek böyle olması gerekiyordu işte. Bir an için bütün bunlar çok saçma gelmiş, kendini 'ne yapıyorum ben?' diye düşünürken bulmuştu. Şarkı sona erdiğinde ondan kaçmak için yerinden kalkmadığını görünce... İçinden yükselen arzu öyle kuvvetliydi ki sanki bilmediği bir güç onu oraya, o piyano taburesine doğru çekiyordu. Ne zaman ve nasıl ayağa kalktığını bilmiyordu bile. Birdenbire kendini ayağa dikilmiş halde bulmuştu. Artık daha fazla kontrol edemeyecekti kendini. Yanına gitmek, elinden tutup ayağa kaldırmak, içine sokarcasına sımsıkı sarılmak, belinden tutup kendine çektikten sonra... Ama yok hayır. Yapmayacaktı. Kendini son anda frenlemeyi başarmıştı. Onu daha önce piyano çalarken görmediği için olmuştu hep bunlar, sesini daha önce dinlemediği için. İlk kez dinleyince de haliyle etkilenmişti işte. Sonra bir de nereye gittiğini görmek için peşinden bahçeye çıktığında kucağındaki Lena'ya gülerek bir şeyler söylediğini görünce, ondan böyle olmuştu. Peki ya Seymur? Çenesi hiç kapanmayan Cemal? Ve o mumlar üflenirken Cemal'in de onunla aynı şeye bakıyor olabileceği aklına gelince beynine hücum eden kanı hissetmesi, gözlerinin hiddetle etrafı araması, sonra arkada Seymur'un yanında duruyor olduğunu fark edince bedenine yayılan o rahatlama... Ona ne diyecekti? Hiçbir şey. O nasıl Ela'yı yanında gördükçe geriliyorsa onun da Cemal'den hala zerre kadar hoşlanmaması normaldi. Eline koluna hakim olamayan Cemal... Yemek boyunca hanımefendinin dilinden düşürmediği Cemal..."Sana cv'mi yollayayım Cemal, sen nerede çalışıyordun Cemal, ben de iş arıyorum Cemal." Cemal, Cemal, Cemal... Aklınca onu kudurtmak için böyle adını söyleyip duruyordu, bundan emindi! Ama bunda garip bir şey yoktu ki. O nasıl Ela'dan rahatsız oluyorsa kendisinin de Cemal'den hiç haz etmemesi çok doğaldı. Ve tabii Seymur'dan da... Ve masada onu delirtmek için bahsedip durdukları o Timuçin'den de...

Ellerini gözlerinden çektiği anda o beyaz piyanoyla burun buruna gelince öfkeyle ayağa fırladı. Salondan çıkıp hemen yandaki mutfağa zor attı kendini. Kupkuru boğazı canını yakmaya başlayınca bir bardak bulabilmek için önündeki dolaba uzandı. Elinin halini görünce bir an durdu. Dudaklarını kemirerek eline baktı durdu bir süre. Sonra dolabı açıp bir bardak çıkardı. Mutfağın ortasındaki adanın üzerinde duran sürahiden su doldurup başına dikti bardağı. Yetmemiş olacak ki bardağı bir kez daha doldurup kafaya dikti.

Elleri bir dakika boş kalmasın, kendini tutamazsa, onlara söz geçiremezse bir şeyleri kırıp parçalamaya kalkışmasınlar diye saatlerdir deli gibi yemek yemekten midesi ağrıyordu. Bu sıcak havada yediği onca ağır yemeğin yanına katık yapıp içtiği onca kadeh rakının da midesine pek iyi geldiğini zannetmiyordu. Ama sırf bu yüzden değildi ağrısı, biliyordu. Kendini kasmaktan yalnız midesi değil, bütün vücudu ağrıyor, sızım sızım sızlıyordu çünkü. Ama suç yine kendisinindi... Bunun böyle olacağını biliyordu. Buraya hiç gelmemeliydi. Niye gelmişti ki zaten? Bilmiyordu. Kendini anlayamıyordu. Ne yapmak istediğini çözemiyordu. Onu kıskandırmaya, delirtmeye mi çalışıyordu? Ne kaybettiğini görsün anlasın diye mi böyle yapıyordu? Burada ne işi vardı? Hem de Ela'yla! Sadece nişana katılsa olmuyor muydu? Böyle günler öncesinden gelip kendine işkence çektirerek ne yapmaya çalışıyordu? Bu akşam buraya neden geldiğini kendine soruyor ama bir cevap bulamıyordu. Evet onları davet eden Selçuk'tu. Ama onun da burada olacağını bile bile o daveti kabul eden ve Ela'yı da alıp buraya gelen kendisiydi. Niye yapmıştı bunu? Amacı neydi? Bilmiyordu işte. Tıpkı bu öğlen oteldeki restoranda neden gidip onun arkasına oturduğunu bilmediği gibi bunu da bilmiyordu. Bir amacı olduğundan da emin değildi zaten. Kafası o kadar karışıktı ki... Ne düşüneceğini, neye inanacağını şaşırmıştı artık. Bazen öyle bir bakıyordu ki eli ayağına dolaşıyordu. 'Ne yapıyorum ben ya?' diyordu kendi kendine. Kolundan tutup götürmek, sonra da... Ama yok hayır, bunlara bir kez daha kanmayacaktı. Bu kadar salak değildi. Olamazdı! Öyle bakmak için çok geç kalmıştı o! Peki ya Kanada'dan koşa koşa ailesinin yanına döndüğünü, babacığının kollarına sığındığını zannederken Melisler'de kaldığını öğrenmesi; o ne olacaktı? Bu öğlen yemek yerken Lena eve gelmesi için ısrar etmesine rağmen inatla gelemeyeceğini söylemesi. Bu neydi şimdi? İyi de bu saatten sonra bunlar neyi değiştirirdi ki? Üzerinde durmaya değmezdi bile. Artık bunlar için çok geçti. Ama işte kafasının içindeki onca sesi bastıramıyordu. Kendini tanıyamıyordu. Bazen fazla ileri gittiğini düşünürken buluyordu kendini. Her şeyden önce Ela... Aralarında olanlara rağmen alıp buraya, Arsuz'a getirdiği ve bunu neden yaptığını hala anlayamadığı Ela. Gerçekten biraz fazla ileri mi gitmişti ne? Aklından geçenlerin farkına varınca iyice hiddetlendi, sızlayan ellerini sıktı yumruk yaparak. Kendini suçlu hissettirmelerine izin vermeyecekti! Bu durumun tek sorumlusu oydu. "Gidersen biter" demesine rağmen ardına dönüp bakmadan giden oydu. Aylarca geri gelmeyen, geldiği zaman her şeyi bıraktığı gibi bulacağını zanneden ve sonunda lütfedip geldiğinde de saçma sapan bir şekilde hiç ummadığı bir anda karşısına çıkan oydu. Madem öyle yaptıklarının sonuçlarına da katlanacaktı o zaman. Ne sanmıştı ki? Hayatının sonuna kadar onu bekleyeceğini mi düşünmüştü gerçekten?! Ama yine de... Kendini suçlu hissettirmesine izin vermemeye kararlı olmasına rağmen aklından geçenlere de ket vuramıyordu işte. Ne olursa olsun Ela'yı buraya getirmemeliydi belki de. Sadece onu değil, kendini de getirmemeliydi. Buraya gelmemeliydi. Sadece bu yemeğe değil, Arsuz'a da en başından hiç gelmeyecekti. Kendini bu kadar zorlarsa olacağı buydu işte. Aldığı bütün kararlara rağmen bir noktadan sonra tutamıyordu kendini. O kadar da güçlü değildi! Kendine engel olamıyordu. Niye o kadar çok konuşmuştu ki ? Melis'in babasının her sorduğuna cevap vermek gibi bir mecburiyeti mi vardı sanki? Neden anlatmıştı ki Belarus'a gitmek istediğini? Ne düşünmüştü acaba? Ona nispet olsun diye öyle konuştuğunu zannetmişti mutlaka. Peki gözlerinde gördüğü o yıkılmış ifade gerçek miydi? Gerçekten üzülmüş müydü? O yüzden mi birden masadan kalkıp gitmişti? O yüzden mi gözlerinin içine bakarken o kadar çaresizdi? Kim bilir belki de umrunda bile değildi. Gerçi neden merak ediyordu ki? Onun ne düşündüğünü umursamıyordu artık, öyle değil mi? Ne düşünürse düşünsün, onun için bir önemi yoktu artık. İyi de... O zaman neden aynı soru beynini kemirip duruyordu? O evi gerçekten satıp satmayacağını neden bu kadar çok merak ediyordu? Ona neydi ki? Bu saatten sonra bu onu neden ilgilendiriyordu ki? İlgilendirmiyordu zaten. Sadece... Sadece bir anlık bir meraktı.

Sinirden kendine hakim olamıyordu yine. Mutfağın ortasındaki o adanın etrafında dört dönüyordu. Neydi bu şimdi? Niye böyle yapıyordu? Ellerini ensesinde birleştirip çaresizce tavana dikti gözlerini. Yapabilirdi. Sabrını sınamak ister gibi üzerine üzerine geliyordu her şey. Ama buna dayanabilirdi. Şunun şurasında yemeğin bitmesine ne kalmıştı ki? Şimdi bir duble daha içerse bir yarım saat daha dişini sıkabilirdi. Hem o zaman biraz sakinleşirdi de. Bu işkenceye dayanması biraz daha kolay olurdu. Artık o kendine yeni bir yol çizmişti. Yeni kararlar, yeni fırsatlar bekliyordu onu, değil mi?

Onun o pastaların üzerindeki onlarca mumu üflemeye çalıştığı o görüntü gözlerinin önüne gelince kendine olan kızgınlığı daha da arttı. Neden kendine bu işkenceyi yapmaya devam ettiğini bir türlü anlayamıyordu! Ama elinde değildi. Mumları üflemeden önce Lena dilek tutup tutmayacağını sorduğunda neden ona baktığını merak ediyordu. Ne dilemişti acaba? İçinden ne geçiriyordu? Dönüp dolaşıp yine aynı şeyleri düşünmeye başladığını fark edince ağır bir küfür mırıldanarak kendini adanın etrafındaki sandalyelerden birine attı.

Başını kollarına yasladı. Kısa bir süre hareketsiz kaldı. Ama tıpkı ruhu gibi bedeni de huzursuzdu, yerinde duramıyordu. Stresten sağ bacağını sallamaya başladı. Burada daha fazla kalamayacaktı. Olmuyordu işte. Dayanabileceğini sanmıştı ama yapamıyordu. Şimdi önce yüzüne biraz soğuk su çarpıp kendine gelecek, sonra da oraya gidecek, Ela'nın yarasını bahane ederek otele dönmeleri gerektiğini söyleyecekti. Sonra da Ela'yı alıp buradan gidecekti. Böylece o da gönül rahatlığıyla yad edebilirdi Kanada'da geçirdiği günleri.

Ama nedense bir türlü kalkamıyordu oturduğu yerden. Aklı bedenine söz geçiremiyordu sanki. Ayağa kalkamıyordu. Ayaklarının üstüne basıp doğrulamıyordu. Son bir gayretle kendini toparlayıp bir kez daha doğrulmayı deniyordu ki arkadan gelen ayak seslerini duydu. Telaşla arkasına döndüğünde görmeyi en son beklediği kişi o an tam karşısında duruyordu.

***

Lale her an dolup taşmaya hazır nemli gözlerle bakıyordu Batu'nun arkasından. Neden öyle ansızın arkasını dönüp gitmişti sanki? Yarım ağızla bile olsa bir 'mutlu yıllar' diyemez miydi? O 'mutlu yıllar'ın onu ne kadar mutlu edeceğini bilmiyor olamazdı. Tanıştıkları günün akşamında yine bu bahçede yedikleri yemekte bakışlarıyla onu yiyip bitiren, Temmuz sıcağında üzerine şal almasına yol açacak kadar ısrarlı bakışlarını üzerinden bir an olsun çekmeyen adam şimdi gözleri bir anlık buluştuktan sonra hiçbir şey söylemeden arkasını dönüp gidiyordu. Tuttuğu dileklerin asla gerçekleşemeyeceğini adeta tokat gibi yüzüne çarparak arkasını dönüp gidiyordu...

Batu'nun bir kere bile dönüp arkasına bakmadan eve doğru yürüyüşünü izlerken dokunsalar ağlayacak gibiydi. Lena eline yapışıp "Hadi Laloş pastaları kesmeyecek miyiz?!" diye ciyaklayınca yavaşça içine çekti. Boğazındaki düğümleri yutmaya çalıştı. Gözlerini Batu'nun siluetinden ayırıp Lena'ya döndü mecburen.

"Tabii ki keseceğiz Lenacım."

"İkimiz beraber keseceğiz ama değil mi?" derken sorusunun altında yatan gizli anlamın aksine melekler gibi masum görünüyordu Lena. Lale onun yüzündeki o ifadeyi görünce gülmeden edemedi.

"Hayır, üçümüz beraber keseceğiz." diyerek gözleriyle Daniel'ı işaret etti.

Daniel'ın yüzündeki zafer dolu sırıtma Lena'nın dudaklarının büzülmesine yetmişti ama sesini çıkarmadı. Yine alkışlar ve ıslıklar arasında iki pastayı da üçü beraber kestiler. Sonra kızların yardımıyla sırayla herkese servis yaptılar. Lale nasıl olup da hala hiçbir şey olmamış gibi insanlarla konuşmaya devam ettiğini bilmiyordu. Çünkü aslında tek kelime etmek gelmiyordu içinden. Aklı Batu'daydı... Hala gelmemişti... Ve Lale onun içerde ne yaptığını deli gibi merak ediyordu. Arkasından gitse miydi acaba... Konuşur muydu onunla? Konuşmasa bile... Dinler miydi?

"Bak bak bak iki tabak aldı eline, kesin birini o Latin orospusuna götürüyor!"

Lale daldığı derin düşünce denizinden sıyrılarak şaşkın bakışlarını yanında duran Melis'e çevirdi.

"Ne?"

Melis'in gözleri şüpheyle kısılmıştı.

"Selçuk'u diyorum Selçuk'u! Geldi, iki tabak pasta alıp gitti! Kesin birini Ela'ya götürüyor." diyerek başıyla Selçuk'u işaret etti.

Yanılmıyordu. Selçuk Ela'nın yanına gidip elindeki tabaklardan birini ona uzatınca Ela da gülümseyerek bir şeyler söylemiş ve almıştı tabağı.

"Ay ne bu yardımseverlik ne bu misafirperverlik anlamadım ben ya!" diye hırsla söylenmeye başladı Melis. "Ne Ela'ymış maşallah herkes etrafında pervane oldu kadının! Hayır Selçuk'a ne oluyor anlamıyorum ki. Derdi ona mı düştü?!"

Derya Lale'ye bir bakış atarken bir yandan da gülmesini bastırmaya çalışıyordu.

"Off Melis abartma ya." dedi. "Ne var bunda bu kadar abartacak. Ayıp olmasın diye bir tabak götürdü kadına sadece."

"Ne demek abartma Derya!" diye gözlerini kocaman açarak arkadaşına döndü Melis. "Yaptığı normal bir şey mi sence? Bana sormadan onları buraya davet ettiği yetmiyormuş gibi bir de resmen kadına hizmet ediyor ya! Var bu işin altında bir şeyler ama hadi hayırlısı!"

"Ay ne olabilir bu işin altında Melis, saçmalama Allah'ını seversen!"

Melis tam bayramlık ağzını açarak Derya'yı bu soruyu sorduğuna soracağına pişman edecek bir cevap vermeye hazırlanıyordu ki... Yüzünde geniş bir gülümsemeyle onlara doğru gelen Cemal'i görünce sustu.

Cemal elindeki pasta tabağından bir çatal alırken gülümseyerek Lale'ye bakıyordu.

"Lale iki pastan da inanılmazmış ya." dedi gülerek. "Sen bu krokanlı pastayı zaten çok severdin ama şeftalili de baya iyiymiş."

Lale zoraki gülümsedi.

"O şeftalili pasta Ayşe Teyze'nin özel tarifi." dedi yalnızca. Zira Cemal'in laf arasına sürekli geçmişe dair bir şeyler sıkıştırmasından sıkılmaya başlamıştı.

"Yaa evet öyleymiş." dedi Cemal gülümsemeye devam ederken. Sonra Lale'nin yanağına doğru uzandı. "Doğum günün kutlu olsun bu arada."

Ancak Lale bu sefer hazırlıklıydı, kendini usulca geri çekerken Cemal'e kibarca gülümsedi.

"Teşekkür ederim." dedi.

Cemal böyle aleni bir şekilde geri püskürtüldüğüne içerlemiş gibiydi ama bozuntuya vermedi.

"Sosyal medyadan da mesaj atıp kutlamıştım ben aslında ama mesajımı aldın mı bilmiyorum?"

Açıkçası o mesajı alıp almadığını Lale de bilmiyordu. Çünkü o gün doğum gününü kutlamasını beklediği sadece tek bir kişi olduğu için aldığı mesajlar da gelen aramalar da hiç umrunda olmamıştı. Sırf Batu acaba oradan mesaj atmış mıdır diye merak ettiğinden girip mesajlarına bakmış, gelen mesajlar arasında onun adını göremeyince de diğer mesajların kimden geldiğine bile bakmadan direk çıkmıştı siteden. Cemal'in mesaj attığını görse hiç şaşırmazdı gerçi. Aklına bir şey gelmezdi. Hiçbir şeyden şüphelenmezdi. Çünkü Cemal'le gerçekten de arkadaş kalabildiklerini sanıyordu. Ancak Cemal bu akşamki davranışlarıyla kafasında bir soru işaretinin oluşmasına yol açmıştı. Onun bu her zamankinden farklı tavırlarının sorumlusu aklınca Batu'yu kıskandırmak için ona her zamankinden yakın davranan kendisi miydi yoksa Cemal mi durumu biraz abartıp kendi kendine gelin güvey olmaya başlamıştı bilmiyordu. Ama zaten çok da umrunda değildi.

Cemal'in enerjik sesinin aksine büyük bir kayıtsızlıkla "Hayır görmedim." dedi. "Bakmaya fırsatım olmadı. Ama yine de teşekkür ederim."

Cemal yine hiç bozuntuya vermedi.

"Ya şaka maka amma büyüdük değil mi?" dedi elindeki tabaktan bir çatal daha pasta alırken. "Şimdi düşününce sanki liseden daha dün mezun olmuşuz gibi geliyor."

Lale Cemal'e göstermeden Melis'le Derya'ya bakarak gözlerini devirdi. Zaten canı burnundaydı, bir de Cemal'in bu anlamsız nostalji turları iyice içini sıkmaya başlamıştı.

"Şu bizim şarkıda dediği gibi 'ah kaldırımlar biliyor bir devir muhteşemdik' değil mi Lale?"

Lale şaşkınlıktan masmavi gözleri her saniye biraz daha büyürken "Off!" diye iç geçirdi. "Evet Cemal öyleydik, yaklaşık bir on sene önce!"

Cemal yemeğin başından bu yana ona şaşırılacak kadar yakın davranan Lale'den gelen bu beklemediği huysuz yanıt karşısında birden öyle afallamıştı ki şaşkınlıktan tabağının kenarında duran çatalını yere düşürüverdi.

Biraz arkalarında durmuş, dikkatle kısılmış gözleriyle onları seyreden Melis de anında yanlarında bitti.

Cemal'e "Aaa yere mi düşürdün çatalını?" diyerek eğilip yerden aldı çatalı Melis. "Dur o zaman ben sana mutfaktan yeni çatal getireyim, burada kalmadı."

"Gerek yok ya, sen zahmet etme." dedi Cemal bozuk çalan bir ifadeyle. "Ben kendim gidip alırım."

"Yok canım olur mu öyle şey, sen şöyle geç otur ben getiririm."

"Ya ben kendim alırım Melis, yabancı mıyım ben?" derken Lale'nin göz bebeklerinin içine bakıyordu Cemal.

Belli ki bir şeyler söylemesini, "hayır yabancı değilsin" demesini bekliyordu. Ya da belki mutfağa çatal almaya beraber gitmelerini teklif edeceğini falan zannediyordu? Her ne bekliyorsa boşunaydı. Ağzını açıp tek kelime etmeyecekti bundan sonra. Cemal her dediğini işine geldiği gibi anlayacaksa o da hi. konuşmayacaktı o zaman. Hiçbir şey söylemeden büyük bir iştahla pasta yemekte olan Lena'yla Daniel'ın yanına gitti. Cemal arkasından seslenemesin diye o kadar hızlı hareket etmişti ki nefes nefese çocukların yanına çöktü. Göz ucuyla baktığında Cemal'in süklüm püklüm eve doğru yürüdüğünü gördüğünde de rahat bir nefes aldı. Bir an arkasından gelecek, çocuklara gereksiz şirinlikler yapmaya çalışarak işi iyice abartacak diye korkmuştu.

Halinden memnun bir yüz ifadesiyle Cemal'in eve doğru yürümesini izlerken "Laloşcum pastan çok güzelmiş!" diyen Lena'ya dönüp baktığında dudaklarının çikolataya bulanmış olduğunu görünce gülmeye başladı.

Masaya uzanıp aldığı peçeteyle Lena'nın ağzını silerken "Afiyet olsun canım." diyerek güldü. Sonra eğilip şefkatle saçlarını öptü. "Bak bugün boşuna ağlamışsın o kadar değil mi? Saçlarına hiçbir şey olmadı işte. Bitlenmedin!"

"Olsun, yarın bitlenebilirim ama!" diyerek abisine haşin bir bakış attı Lena.

Büyük bir iştahla gömüldüğü tabağından başını ancak kaldırabilen Daniel kardeşine bakarak pis pis sırıttı. "Keşke bitlensen de ben de sana bakıp bakıp gülsem!!"

Lale onun da ağzına da çikolata bulaşmış olduğunu görünce iyiden iyiye gülmeye başladı.

"Gel buraya gel." diyerek Daniel'ı kolundan tutup çektikten sonra yeni bir peçeteyle onun da ağzını sildi. Alnına düşen saçlarını yavaşça geriye doğru iterek yanaklarına iki küçük öpücük kondurdu.

"Bir kere ben bitlenirsem sana da bit bulaşır ki!" dedi Lena kendinden son derece emin bir tavırla. "Herkes sana bitli der!" diyerek sırıttı abisine.

"Bana niye desinler be, asıl sana bitli derler!"

"Neyse neyse ikinizin de saçları gayet temiz olduğuna göre kimse kimseye bitli demeyecek!" diyerek araya girdi Lale. "Hadi pastanızı yesenize."

Daniel da hiç ikiletmedi halasını, yeniden tabağına gömüldü. Çatalını ağzına götürürken "Laloş bu çikolatalı pasta gerçekten çok güzel!" Dedi ağzı dolu dolu. "Zaten senin en sevdiğin pasta buydu değil mi?"

"Benim de en sevdiğim pasta bu!" derken Lena da kocaman bir parça götürdü ağzına. Abisinden geride kalmamak için pastaya olan beğenisini iyice abartmış, ballandıra ballandıra anlatmaya başlamıştı. "Ben de bu pastayı çok seviyorum! Ben de doğum günümde bu pastadan istiyorum. Hayatımda gördüğüm en güzel şey bu. Yediğim en güzel pasta bu benim!"

Lale gülümseyerek onları dinliyor, varlıkları için içinden şükrediyordu. İyi ki varlardı. İyi ki buradaydılar. Şu an bu masada göz yaşlarına boğulmadan oturabiliyorsa onların sayesindeydi. Ama sonra Lena'nın son cümleleriyle beraber uzun zaman önce onu çok mutlu eden, sonrasında da çok özlenen bir anda söylenen sözcükler kulaklarında çınladı. Lena ve Daniel'ın birbirlerine laf yetiştiren çocuksu sesleri duyulmaz oldu. Delicesine özlem duyduğu o anın perdeleri aralandı. Aklı bir yıl kadar geriye, Paris'e gitti.

Bütün gün el ele dolaşmışlardı Paris sokaklarında. Eyfel Kulesi.,Montrmarte, Sacré Coeur Bazilikası, Notre Dame Katedrali... Görmedikleri yer, gezmedikleri sokak kalmamıştı. Bütün kış boyunca kurduğu hayaller gerçek olmuştu sonunda. Batu buradaydı. Yanındaydı. Hemen hemen her şeyine bayıldığı ama ondan kaçmak için kendini buraya sürgüne mahkum ettiğimden beri gözüne o kadar güzel gelmeyen bu şehirde sonunda onunla birlikteydi. Herkesten her şeyden uzakta burada onunla baş başa olmak öyle güzeldi ki... Keşke hiç bitmese. Hiç dönmeseler. Dönmek zorunda kalmasalardı. Hep böyle baş başa olsalar. Babasının bunaltıcı baskısından, anneannesinin yargılayıcı bakışlarından, kardeşinin hakaretlerinden ve tabii Batu'nun annesinin aşağılayıcı bakışlarından, her şeyden uzakta kendilerine yeni bir hayat kurabilseler... Burada onunla baş başayken öyle mutluydu ki. Ondan başka hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Mutluluktan kendinden geçmiş bu hali fazla uzun sürmeyecek, eninde sonunda Türkiye'ye dönmek zorunda kalacaklardı, biliyordu. Ama buradayken, onun yanındayken ayakları yere değmiyordu. Sadece mutluluktan değil, gerçekten de pek yere değmiyordu ayakları çünkü Batu karşı koymasına izin vermeden her fırsatta belinden kavrayıp kucağına alıyordu onu. Onca insanın içinde olmalarına aldırmadan yüzünü ellerinin arasına alıp kendine çekiyor, kimseye aldırış etmeden dudaklarına kapanıyordu. Dudaklarına, boynuna, göğsüne, omuzlarına, gerdanına, kulaklarının altına, şakaklarına, avuçlarına; o an için dudaklarının nereye ulaşması daha kolaysa orasına. Bıraktığı öpücüklerin, dokunuşların, okşamaların hiç sonu gelmiyordu. Elini bir an bile bırakmıyordu. Bu aşkını hiç sakınmadan deli dolu yaşayan ve yaşatan hali öyle hoşuna gidiyordu ki. Her dokunuşla, her öpücükle beraber onu Batu'ya asla kopamayacak kadar sıkı sıkı bağlayan demirden zincirlere bir yenisinin daha eklendiğini hissediyordu.

Her ne kadar Batu bıkmadan usanmadan her fırsatta "Tamam hadi bu kadar yeter, eve gidelim!" dese de onun da Paris'i sevdiğini ama en çok da kimseye hesap vermek zorunda kalmadan günün her anını beraber geçirmelerine olanak sağladığı için bu şehre bayıldığını hissedebiliyordu. Onun da Batu'dan bir farkı yoktu ki zaten. Evet eskiden de severdi Paris'i ama... Şimdi bir başkaydı. Artık çok daha başka bir anlam taşıyordu gözünde bu şehir.

Batu'nun küçük bir erkek çocuğu gibi "Ne zaman eve gideceğiz?" diye sızlanmalarına rağmen çok güzel bir gün geçirmişlerdi. Çok geçmeden kendisi de ayaklarının ağrıdığından şikayet etmeye başlayınca Saint-Germain Bulvarı'ndaki ünlü cafelerden birine oturmuşlardı. Cafe turistlerle dolup taştığından uzunca bir süre masa beklemişler, sonunda iki kişilik ufak masalardan birinde yer bulabilmişlerdi. Garsonun gösterdiği küçük masaya yerleştiklerinde Batu'nun tam karşısındaki sandalyede oturduğuna yemin edebilirken kendini nasıl olup da onun kucağında bulduğunu ise bilmiyordu. Batu arkasına doğru yaslanıp oturduğu yerde kaykılmış, onu rahat ettirmek için araladığı bacaklarından birini öne atmıştı. O ise Batu'nun kucağında yan oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, kollarını da onun boynuna dolamıştı. Batu'nun güçlü kolları sımsıkı çevrelemişti belini. Söz geçiremediği parmakları yandan göğüslerini okşuyordu arada.

"Yaa ne yapıp edip hep böyle kandırıyorsun ama beni. Benim senin karşındaki sandalyede oturuyor olmam lazım!"

"Yoo hiç de öyle bir şey yapmıyorum ben." diye mırıldanarak burnunu boynunu sürttü Batu. Usulca nefes alarak kokusunu içine çekti.

Lale tuttuğu nefesi bırakarak gözlerini kapattı. Batu'nun dudakları için biraz daha yer açmak adına başına yana eğdi. "Kaşındaki dikişlerin izi kaybolmaya başlamış mı diye bakmam için beni yanına çağırırken aklında bu yoktu yani öyle mi? Beni kandırmadın?" Batu tam da beklediği gibi boynuyla omzunun birleştiği noktaya dudaklarını demirleyince iliklerine kadar ürperdiğini hissetti.

"Kandırmadım tabii. Olaylar kendiliğinden öyle gelişti." diye mırıldanırken çenesinden tutup kendine doğru çevirdi yüzünü.

Parmak uçlarında birikip toplanmış şefkatle Lale'nin yüzüne dökülen saçlarını arkaya doğru itti. Gözleri Lale'nin gözbebekleriyle birlikte hareket ediyor gibiydi, o maviler mıknatıs gibi içine çekiyordu sanki onu. Lale'nin vücudunu saran anlık ürpertiyi fark edince belinde duran kollarının baskısını biraz daha arttırdı, daha sıkı sarıldı ona. "Lalem..." diyen küçük bir iniltiyle yüzünü saçlarının arasına gömdü.

Lale sessizce içini çekti. İsmini böyle söyledi mi aklını başından alıyordu işte. O sıkı sıkı tutunmaya çalıştığı mantığı artık buhar olup uçmuştu. Ne aklı kalmıştı ne mantığı. Ondan başka hiçbir şey düşünemeyecek kadar kendini kaybetmiş durumdaydı artık. İlk günden beri hep ayak diremiş, her geçen dakika ona daha çok kapıldığını hissetmesine rağmen mantığı elden bırakmamak için çırpınıp durmuştu. Batu yanında olmadığı zamanlarda ondan uzak durmak için öyle çok kararlar almış, öyle çok sözler vermişti ki kendine... Ama onunla yan yana geldikleri anda o çok önemsediği mantığını kullanarak aldığı o kararların hiçbir hükmü kalmamıştı, aklı başından uçup gitmişti. Zaten Batu'ya neden vazgeçmediğini sorduğunda o da öyle dememiş miydi. Boşuna çabaladığını şimdi anlıyordu. Hep Batu'ya karşı koymaya çabalamış, deli deli akan bir suya karşı durmaya çalışan incecik bir dal gibi oradan oraya savrulmuş ve sonunda kendi kararıyla, bile isteye yenik düşmüştü bu aşka. Ama ne yapabilirdi ki? Batu bu kadar güzel severken, Batu'nun aşkı çağlayan bir nehir gibi üzerine gelir, onu önüne katıp akmak için böylesi bir gayret gösterirken daha ne kadar karşı durabilirdi ki? Sonunda suya kapılıp gitmişti işte. Karşı koymaya çabalamak gereksizdi. Her geçen dakika biraz daha aşık oluyordu ona. Hiçbir zaman bir araya gelemeyeceklerini, birlikte olmalarının imkansız olduğunu düşündüğü günlerde içine düştüğü o derin, karanlık kuyulardan sonra şimdi öyle açtı ki onun sevgisine. Teni gibi ruhu da delicesine açtı sevilmeye. Ve Batu öyle güzel seviyor, sevildiğini öyle güzel hissettiriyordu ki... Onun o tutkulu gözü kör aşkı bütün hücrelerinden içeri giriyor, bütün eksikleri kapatıp bütün boşlukları doldurarak onu iyileştiriyordu.

"Ya Batu." Diye inledi tek bir solukta. "Dışarıdayken yapma böyle ne olur, çok kötü oluyorum."

Batu'nun ılık nefesi ensesine vurunca güldüğünü anladı.Batu sırtından aşağı dökülen saçlarını toplayarak omzundan aşağı doğru itip yüzünü ensesine gömerek yine kokusunu içine çekti.

"Eve bir gidebilseydik. Orada yapardım ben de." diye soluyarak bu kez de oraya öpücükler bırakmaya başlayınca Lale ne yaptığını anlamadan gözlerini kapatıp bütün itaatkarlığıyla biraz daha yana eğdi başını.

"Hadi pastandan ye n'olur." dedi yalvarırcasına. "Bak gerçekten kötü oluyorum."

Batu hınzırca gülerek ellerini bacaklarının üzerinde gezdirmeye başladı.üstündeki kısa şortun paçalarından içeri sızmaya çalışan parmakları sonunda Lale'yi biraz olsun kendine getirebilmişti. Bu duruma el koymazsa işin nerelere varacağını çok iyi tahmin ettiğinden bütün iradesini kullanarak masaya doğru uzanıp önündeki pasta tabağından bir çatal aldı. Batu'nun ağzına uzattı.

"Aç ağzını."

Batu ikiletmeden çocuk gibi ağzını açınca güldü.

"Acıktın değil mi?" dedi çatalın ucundaki pastayı iştahla ağzına götürmesini izlerken.

Batu "Yoo." dedi ağzı dolu dolu."Acıkmamı gerektirecek fiziksel aktivitelerde bulunamadım ki bir türlü!" dedi inceden bir sitemle.

Lale gülerek sevgi dolu gözlerle ona baktı.

"Farkında mısın bilmiyorum ama saatlerdir şehri yürüyerek dolaşıyoruz Batu! Daha ne kadar fiziksel aktivitede bulunabilirdin acaba?!"

"Tamam da yürümek ayrı, benim dediğim şey ayrı." diye sırıtarak uzanıp Lale'yi dudaklarından öptü. Sonra geri çekilip ona baktı. Arzudan kapkara kesilmiş gözleri hayranlık dolu parıltılarla Lale'nin yüzünde dolaştı. Baş parmağıyla Lale'nin yanağını küçük dokunuşlarla okşadı.

Lale'nin yerinden fırlayacak gibi atmaya başlayan kalbi yoldan çıkmış gidiyordu. Batu'nun bu bakışlarına daha fazla dayanamayıp kollarında eriyip kalacağını hissediyordu.

"N'oldu?" Dedi yutkunarak.

"Hiç." dedi Batu tatlı bir gülümsemeyle. Hayranlıkla akrışık bir arzuyla gözlerini gözlerine dikti. "Sadece yüzün hayatımda gördüğüm en güzel şey. Gördüğüm en güzel yüz, ona bakıyordum."

Lale tek kelime edemeden onun o kapkara gözlerine bakakaldı. Nefesi kesilmişti sanki, soluk alamıyor gibi hissediyordu kendini. Kıpırdayamıyordu. Hiçbir şey söyleyemiyordu. Başka zaman olsa "yalan söylüyorsun, kim bilir benden önce kaç kadına söyledin aynı şeyi." Diye huysuzlanır, nazlanırdı. Ama şimdi konuşamıyordu. Boğazı düğüm düğümdü. Garip bir şekilde Batu'nun doğru söylediğini hissedebiliyordu. Öyle değilse bile o doğru söylüyor olduğuna inanmak istiyordu... Gözlerini bir an bile onunkilerden ayırmadan kollarını boynuna doladı. Başını göğsüne doğru çekti. Kömür karası saçlarına gömdü yüzünü. İçine sokmak ister gibi başını sımsıkı göğsüne bastırdı. Aslında içinden geçen, Batu'nun göğüs kafesinden içeri girip ona bunları söyleten yer neresiyse orada yaşamaktı. Batu'nun hiç vakit kaybetmeden bluzunun üzerinden göğsüne bıraktığı öpücükleri hissedince yavaşça güldü.

"Hadi pastanı ye de kalkalım, eve gidelim." diye fısıldadı kulağına.

Saatlerdir bu teklifi duymak için bekliyor olmasına rağmen bir cevap gelmedi Batu'dan. Aksine Lale'yi biraz daha aldı kollarının kıskacına. Başını biraz daha gömdü göğsünün yumuşaklığına.

Lale "Yemeyecek misin pastanı?" dedi gülerek.

Boğuk bir sesle "I-ıh." diyerek bluzunun üzerinden yüzünü göğsüne sürttü Batu.

Lale usulca masaya uzanıp bir çatal daha aldı tabaktaki pastadan.

"Ama bak çok güzel bir şey bu, niye yemek istemiyorsun?" Dddi çatalı ağzına götürürken.

"Çünkü..." Diyerek başını kaldırdığında bu kez muzip parıltılar yanıp sönüyordu gözlerinde. "Yediğim en güzel pasta burada benim!" diyerek eğilip bu kez aleni bir şekilde göğüslerini öpmeye başlayınca Lale küçük bir çığlık attı. Onu itmeye çalışırken bir yandan da deli gibi gülüyordu.

Batu az biraz durulduktan sonra pastayı elleriyle yedirdi ona Lale. Sonra bir de kruvasan istediler. Onu da Batu'ya Lale kendi elleriyle yedirdi. Hesabı istediklerinde artık Batu yerinde duramaz hale gelmişti. Ama bunun tek nedeni bir an önce eve gitmek istemesi değildi.

"Bu Fransızlar da amma yavşak heriflermiş." Diyerek yandan bir bakış attı Lale'ye. "İyi ki bir hesap istedin. Utanmasa gözümün içine baka baka senle flört edecekti herif."

Lale dudaklarının kenarında küçük bir gülümsemeyle içini çekti. Kahve fincanını dudaklarına götürürken Batu'ya şöyle bir baktı.

"Adam neredeyse babam yaşında."

"Olabilir! Bu sen hesabı istedin diye ağzından salyalar akarak hemen muhabbet etmeye kalkışmasını gerektirmez!"

Yine huysuzluğu tuttu tutacaktı. Lale kendini tutamayıp gülerse onu daha fazla sinirlendireceğini bildiğinden kendini tutuyordu, dudaklarına ufak bir öpücük kondurduktan sonra ensesindeki saçlarıyla oynamaya başladı.

"İyi de sevgilim burası çok turistik bir yer, baksana sadece benimle değil herkesle öyle konuşuyorlar. Sempatik davranmaya çalışıyorlardır işte ne yapsınlar." dedi usul usul saçlarını okşayarak.

"Yaa sorma gerçekten çok sempatikler... Demin şu yan masadakiler sipariş verirken İngilizce konuştular diye senin turist meraklısı garsonun adamları bir dövmediği kaldı. Ama sen hesap isteyince herif gülücükler saçıyor maşallah!"

"E çünkü ben Fransızca istedim hesabı." dedi Lale.

"Eee yani? Her Fransızca konuşana bu kadar yavşadığını hiç zannetmiyorum ben!"

Lale elindeki kahve fincanını masaya bırakarak Batu'ya döndü. Soran gözleri Batu'nun giderek kararan yüzünde dolaştı.

"Ne demek istiyorsun yani? Ben mi adama yüz verdim, onu mu söylemeye çalışıyorsun?"

"Ben öyle bir şey demedim." diye homurdandı Batu. "Ayrıca ne demek yüz vermek falan, benden başka kimseye yüz veremezsin sen!" Sonra birkaç saniye sessiz kaldı. Delip geçen bakışlarla Lale'yi süzdü sessizce. Ve içindekileri daha fazla tutamayarak"Sen de ben askerdeken garsonluk yaptığın o cafeye turistler gelince böyle 'sempatiklik' yapmak zorunda kalıyor muydun peki?" deyiverdi.

Lale'nin mavi gözlerinde şimşekler çaktı bir anda. Öfkeyle gölgelendi yüzü. Dik dik baktı Batu'nun simsiyah kesilmiş gözlerine.

"Batu doğru konuş benimle!" dedi sertçe. "Başlamayalım gene!"

"Ben zaten doğru konuşuyorum, bir soru sordum sadece." dedi Batu ters ters. "Hani senin patronun da elli yaşlarında ya. Belki o da senden böyle bir şey istemiştir falan, ne bileyim..." dedi diken gibi batan imalı bir sesle.

"Seni tanıştırdım ya patronumla! Hatta sen kendin demedin mi 'onca ay boşu boşuna kuruntu yapmışım, boş yere hem sana hem kendime işkence etmişim' diye?! Şimdi niye boş yere kavga çıkarıyorsun?"

Batu o sözü geçen 'onca ay'ı anımsamış gibi hoşnutsuzca yüzünü buruşturdu. Oturduğu yerde hafifçe kıpırdanarak Lale'yi biraz daha kendine doğru çekti, kemiklerini kıracak gibi sımsıkı sarıldı beline. Bir süre ikisi de konuşmadılar. Lale çok sinirlenmişti, yüzü asıktı. Batu da yine somurtmaya başlamıştı.

Neden sonra Batu birden "Ne zaman şu meşhur Stella ve ekürisi Gabriel'le tanıştıracaksın beni?" Deyiverdi.

"Ne?" dedi Lale gözleri her saniye hayretten biraz daha açılırken. Batu'nun bunca zaman sonra, hem de böyle beklenmedik bir anda Stella ve Gabriel'i nereden hatırladığını bilemiyordu. Nereden aklına düşmüştü kim bilir? Hiçbir şeyi unutmayan ve o unutmadıklarını da hiç beklemediği anlarda yüzüne vuran hafızası karşısında bir kez daha afallamıştı. "Nereden çıktı şimdi?"

"Ne demek nereden çıktı!" dedi Batu öfkeli bir sesle. "Ben askerdeyken aylarca evinde kaldığın o dallama kimmiş görmek istiyorum, oradan çıktı! Şöyle bir güzel gırtlağını sıkmak istiyorum, oradan çıktı! Benim yokluğumda sevgilime Fransız bir yavşağı ayarlamaya cüret edecek kadar densiz o iki geri zekalı kimmiş bi görmek istiyorum, ağızlarının payını vermek istiyorum, oradan çıktı!"

Lale bunca şeyden sonra bile hala vicdan azabından içini yakan, hala büyük bir suçluluk duyduğu o geceyi anımsayınca çok kötü oldu. Batu'ya diyecek hiçbir şeyi yoktu çünkü kızmakta haklıydı. Ne kadar fevri biri olduğu düşünülürse az bile yapıyordu belki de. Ama artık ne o geceyi ne de ayrı geçirdikleri diğerlerini hatırlamak istemiyordu.

"Ya haklısın." dedi cılız bir sesle. "Ama boşver şimdi, onlarla tanışıp ne yapacaksın ki?"

Batu'nun gözleri kıvılcımlandı. "Neden, yoksa beni arkadaşlarınla tanıştırmak istemiyor musun?" dedi zehir zemberek bir ses tonuyla.

"Batu hayır, tabii ki de ondan değil." dedi titreşen kirpiklerinin altından üzgün bakışlarla. "Ben sadece..."

"Ben o işgüzarlara iki çift laf etmeden dönmem Türkiye'ye, haberin olsun Lale! Tanıştıracaksın beni onlarla! Hatta o arkadaşları Alex denen pezevengi de getirsinler de bir güzel döveyim, anasını sikeyim o herifin, içimde kaldı zaten!"

Lale çaresizce içini çekti. Batu adamın ismini bile hatırlıyordu. Durup dururken nereden çıkmıştı bu şimdi anlamıyordu ki. Onun bu işin ucunu kolay kolay bırakmayacağını kestirebiliyor, bu da içinin sıkılmasına yol açıyordu.Son bir gayretle konuyu kapatmayı denedi.

"Ya tamam sonra konuşuruz bunları." dedi parmaklarını Batu'nun saçlarının arasından geçirerek. "Hani eve gidecektik biz?"

Batu'nun gergin yüz hatları yumuşar gibi oldu.

"Gideceğiz zaten." dedi. "Ama bu konuyu böyle geçiştiremezsin, onu da söylemiş olayım!"

"Off Batu." diye sızlanarak ona sokuldu Lale. Başını boyun çukuruna bıraktı. "Niye böyle yapıyorsun. Şurada ne güzel keyif yapıyorduk, yine durup dururken dellendin bütün tadımızı kaçırdın!"

Batu yutkundu. Pişmanlık taş gibi oturmuştu midesine. Onun hüzünlenen gözlerini gördüğü anda içine çöken pişmanlık bulutunu savuşturmak istercesine çenesinden tutup yüzünü kendine doğru çevirdi yine.

"Kaçırdığım gibi hemen geri getirebilirim ama tadımızı..." dedi hınzır bir fısıltıyla. Ve iri ellerini Lale'nin bacaklarına attı. Dudaklarıysa kelebek dokunuşlarına benzer küçük öpücüklerle deli gibi sevip kıskandığı kadının yüzünde dolaşıyordu.

Lale'yse onun yüzündeki çizgilerin gevşeyip yumuşamasını, biraz önce öfkeyle söylenirken ince bir çizgi halini alan dudaklarının yeniden o bildik çapkın sırıtmayla kıvrılmasını hayranlıkla seyrediyordu. Dudaklarına bırakılan minik öpücüğü hissedince hiç durmadı, ellerinin başının iki yanına koyarak onu kendine doğru çekip dudaklarına gömüldü.
Hep olduğu gibi Lale ona tutkuyla karşılık verdikçe içindeki arzu daha çok kamçılandı, daha büyük bir iştahla öptü onu. Kah acıtarak kah zevklerin en büyüğünü yaşatarak kana kana öptü dudaklarından. Dokunduğu dudaklar onu yaktıkça o da yakarak öptü kucağındaki Lale'yi. Ayrıldıklarında baş parmağı usulca Lale'nin titreyen nemli dudaklarının üzerinde dolaştı.

"Şimdi eve gideceğiz. Ve en az yirmi dört saat o evden çıkmayacağız!"

"Yaa hayır!" diye hemen itiraz etti Lale. "Yarın önce Louvre Müzesi'ni gezeceğiz sonra da Luxemburg Bahçeleri'ne gideceğiz dedik ya!"

"Off ben müze falan gezmek istemiyorum!" diye çocuk gibi huysuzlandı Batu.

Lale gülerek dudaklarını onunkilere değdirdi.

"Paris'e kadar gelip Louvre'u görmeden mi dönmek istiyorsun?!"

Batu'nun dudakları alayla kıvrıldı.

"Yani daha hayati ihtiyaçlarım varken orayı görmek çok umrumda değil açıkçası."

"Zaten sen ne anlarsın, kıro!"

Batu bu suçlamaya hiç aldırış etmeden omuzlarını silkti.

"Evet öyleyim napayım! Evde yapabileceğimiz çok daha cazip şeyler varken neden saatlerce müze gezmek isteyeyim?"

"Valla sen istemesen de zorla götüreceğim ben seni." diyordu ki biraz önce Batu'yu sinirlendirmeyi başaran garson hesabı getirip Fransızca bir şeyler söylemeye başlayınca susmak zorunda kaldı.

Batu adamın dediklerinin tek kelimesini anlamıyor olmasına rağmen dikkat kesilmiş onu dinliyor, cehennem gibi kapkara gözleriyle karşısındaki adama öldürecek gibi bakıyordu.
Lale ondaki gerginliği fark ettiğinden hiç lafı uzatmadı, garsona sadece kısa bir "Merci."yle cevap verince adam da muhabbeti daha fazla uzatamadı. Yanlarından ayrıldı.

Ve Batu anında "Ne dedi o adam sana çabuk söyle!" Diye patladı. "Bıdır bıdır ne anlattı o öyle?"

Lale umursamazca omuzlarını silkerken "Ya önemli bir şey değil." diyecek oldu ama Batu'nun bu cevap karşısında dehşetle kocaman açılan gözlerini görünce daha fazla sinirlenmesine engel olmak için "Ya işte 'umarım tatlılarımızı beğenmişsinizdir' falan dedi." diye telaşla ekledi. "Neyse hadi ödeyip kalkalım mı?" Diyerek Batu'nun kucağından doğrulup ayaklanacak oldu ama Batu belinden çektiği gibi geri oturttu onu kucağına.

"Niye seninle Fransızca konuşup duruyor bu adam?!"

Lale'nin uçsuz bucaksız gibi görünen sabrı taşmak üzereydi.

"Bilmiyorum, ben de Fransızca konuşabildiğim için olabilir mi acaba?" dedi ters ters.

"Hadi senin Fransızca konuşman bana çok seksi geliyor, etkileniyorum falan. Ama o azgın moruğa ne oluyor ya? O kim oluyor da tatlıları beğenip beğenmediğini soruyor sana?!"

Lale sessizce içini çekti. Gözlerini kapatarak sıkıntıyla şakaklarını ovuşturdu. Batu bu işi uzattıkça başı ağrımaya başlamıştı.

"Artık gidebilir miyiz lütfen? Biraz daha uzatırsan yediğimiz iki lokma şey de burnumuzdan gelecek şimdi!"

"Hayır efendim gitmiyoruz!" diyerek kollarını kavuşturup arkasına yaslandı Batu. "Ben o herife bu yavşaklığının hesabını sormadan hiçbir yere gitmiyoruz!"

Duydukları karşısında gözleri dehşetle büyürken Lale "Batu sana inanamıyorum ya!" Diye bağırdı. "Küçücük bir şeyi bu kadar büyütüp olay haline getirdiğine inanamıyorum!" Diyerek ayağa fırladı.

Bu kez Batu'yu hazırlıksız yakalamış, onu belinden tutup çekmesine fırsat bırakmadan kucağından kalkmıştı. Bir hışımla çantasını kavradıktan sonra Batu'yu orada bırakıp cafeden çıkıp gitmekte kararlıydı ama Batu bileğine yapıştığı gibi tutup onu sertçe kendine çekince... Kendini yeniden onun kucağında buluverdi. Sonrasında da daha ağzını açmaya fırsat bulamadan yüzünü kavrayan eller ve dudaklarını sahiplenen o haşin öpücükle bir kez daha aklı başından uçtu gitti.

Orada ne kadar kendilerinden geçmişçesine öpüştüler, daha başka neler yaptılar tam farkında değildi. Bir noktadan sonra sanki bilinci kapanmış,aklını da mantığını da yoğun bir sis perdesi sarmıştı. Sonunda nerede olduklarını hatırlayarak kendini geri çekmeyi başardığında duyduğu zevkten göz kapaklarını açık tutmakta zorlanıyordu. Ancak tesadüfen gözüne çarpan bir ayrıntıyla beraber o gözler fal taşı gibi açıldı.

"Batu çabuk kalk gidiyoruz buradan!" Dedi dehşetle.

"Hmm. Gideriz birazdan." Diye mırıldanarak yüzünü tekrar boynuna gömecek oldu Batu ama Lale telaşla itti onu.

"Yapma Batu!" Dedi sinirle. "Ne olur gidelim, arka tarafta oturan bir sapık resmen bizi izliyor!"

"Ne?!" Diye feryat etti Batu. "Ne demek... Ne demek bizi izliyor??"

"Basbayağı bizi izliyor demek! Yaşlı başlı bir adam. Bir de pis pis sırıtıyor. Üstelik elleri de masanın altında, göremiyorum!"

Batu'daki mahmurluk anında kayboldu, Lale'yi yavaşça kucağından indirdiği gibi ayağa kalktı.

"Hani nerede o şerefsiz? Nerede? Nerede?" Diye bağırarak Lale'nin bahsettiği adamı görebilmek için arkasına dönmeye kalkışınca Lale panikle eline yapıştı.

"Bırak ne olur uğraşma o sapıkla! Hadi gel lütfen eve gidelim. Bak lütfen diyorum Batu, lütfen!" Diye yalvararak elinden çekiştirdi. "Hadi gidelim ne olur."

"Ne eve gitmesi ya saçmalama Lale, röntgencilik yapmak nasıl oluyormuş göstermeden gitmeyeceğim o amına koduğumun sapığına!"

"Ya Batu saçmalama gel hadi ne olur!"

Batu'yu yalvar yakar o cafeden çıkarışı, dakika başı "Yok yok ben gidip boğazına yapışacağım o şerefsizin!" diyerek cafeye geri dönmeye kalkan Batu'yu vazgeçirebilmek için dil dökmesi, olay daha fazla dallanıp budaklanmadan onu apar topar eve götürmeye çalışması; hepsi sanki daha dün olmuş gibi teker teker canlanıyordu gözlerinin önünde. Batu'nun kucağında oturup ona kendi elleriyle yemek yedirdiği akşamları hatırlayınca ağzındaki o yutamadığı lokma git gide biraz daha büyüdü. Boğazından geçmedi bir türlü. Doğum günü pastalarından sonra masaya getirilen çeşit çeşit meyvenin arasından gördüğü karpuz dilimleri kendini daha da kötü hissetmesine yol açtı. Başını çevirip ışıkları ışıl ışıl yanan eve baktı. Batu hala geri dönmemişti. Ela buradaydı ama ohala içerdeydi. Tek başına ne yapıyordu orada? Niye gelmiyordu? Yoksa onu görmeye bile katlanamıyor muydu artık? Bu muydu göz göze geldikleri anda arkasını dönüp gitmesinin nedeni?

Bir kez daha kendi dünyasının karanlığına gömülmüşken kulağındaki meraklı fısıltıyla kendine geldi.

"Lale baksana." dedi Melis fısıldayarak. "Sence de Cemal biraz fazla abartmadı mı?"

Lale hüzne bulanmış gözlerini arkadaşına doğru çevirdi.

"Biraz mı?!" dedi imalı bir sesle. "Sadece 'biraz' mı? O 'biraz'ı geçeli baya oldu bence!"

"Değil mi ya, değil mi ya! Sakız gibi yapıştı resmen! " dedi Melis hararetle. Lale'nin de kendisiyle aynı fikirde olmasından cesaret almış, içindekileri bir bir sayıp dökmeye başlamıştı. "Ne yapmaya çalışıyor anlamadım. Acaba Batu'yu kıskandırmak için yaptığını anladı da sana yardımcı olmak için mi öyle davranıyor?"

Lale bu konudan sıkılmıştı. Bütün bedeni, kalbi, aklı sadece Batu'yla doluyken bunları konuşmak çok saçma geliyordu. Bir o kadar da gereksiz. "Bilmiyorum." diye kestirip attı. "Umrumda da değil."

Melis'in konuyu daha fazla uzatmamak için mesajı aldığını ümit ederek etrafa göz gezdirdi. Batu hala dönmemişti. Ela ise hala buradaydı ve iştahla onun doğum günü pastasını mideye indiriyordu! Hırsla 'o pasta löp löp selülit olur bacaklarında inşallah!' diye geçirdi içinden.

Sonra gözleri masanın diğer ucunda tek başına oturmuş, çatalıyla tabağındaki pasta dilimini tırtıklayan abisine takıldı. Pişmanlık kabus gibi çöktü üzerine. Biraz önce söyledikleriyle onun ne kadar canını acıttığını biliyordu. Zaten onu acıtacağını bile bile söylemişti. Hıncını ondan almak istemiş, Batu'nun ona şimdi yaptığını sekiz yıl kadar önce Selin'e yapan abisinden çıkarmak istemişti öfkesini. Ama kelimeler ağzından çıktığı anda da pişman olmuştu. Abisinin yüzünün birbirine girdiğini, gözlerini yoğun bir hüzün bulutunun kapladığını ve yıllardır içinden atamadığı pişmanlıkla vicdan azabının ağırlığıyla omuzlarının çöktüğünü ama en çok da "Ben de Selin gibi bir başkasıyla evlenip ondan olacak kızımın adını Defne koyarım artık!" dediğinde abisinin gözlerine yerleşen katıksız acıyı görünce lanet etmişti söylediklerine. Abisi için ayrı, Selin için ayrı o kadar çok üzülüyordu ki. Batu'yla İstanbul'da Selin'i görmeye gittiklerinde çocuk gibi hiç durmadan ağlaması da bu yüzdendi. Kendini abisinin yerine koyduğunda çıldıracak gibi oluyor, yaptığı hatanın altında nasıl ezildiğini, Selin'i hala deli gibi sevmesine rağmen evliliği ve çocukları nedeniyle elinin kolunun bağlı olması karşısında hissettiği çaresizliği hayal ettikçe içi parçalanıyordu. Kim bilir ne kadar üzülüyordu... Kendini Selin'in yerine koyduğunda ise ayrı bir yıkım yaşıyordu. Onun, abisinin Melisa'yla evleneceğini öğrendiğinde neler hissetmiş olabileceğini düşünmek bile canını acıtmaya yeterken Selin'in neler yaşadığını, buna nasıl dayandığını, hala abisini seviyor olmasına rağmen başkasıyla evlenip ondan bir çocuk yapmayı nasıl başardığını, bunun ona nasıl bir acı verdiğini hayal bile edemiyordu. İnsan birini deli gibi severken nasıl olur da bir başkasıyla evlenip hayatını onunla geçirmeyi göze alabilirdi? Beyrut'ta büyük dayısının anneannesinin hayatıyla ilgili anlattıklarından sonra bunu çok düşünür olmuştu. Anneannesinin dedesiyle olan ilişkisini çocuk aklıyla hatırlayabildiği kadarıyla değerlendirmeye çalışıyordu. Nasıl bir ilişkileri olduğunu, anneannesinin dedesinin yanındayken nasıl göründüğünü, mutsuz olup olmadığını hatırlamaya çabalıyor, en çok da dedesinin, anneannesinin bu kırık gençlik hikayesinden haberi olup olmadığını merak ediyordu. İnsan eşinin bir başkasına aşık olduğunu bilerek nasıl yaşardı? Melisa abisinin hala Selin'i sevdiğinden haberdar mıydı acaba? Abisi ona bunu hissettirmemek için elinden geleni yapsa da Melisa mutlaka biliyor olmalıydı. Abisinin Selin'le olan ilişkisinin onların evliliğinden kısa bir süre önce bittiğinden zaten haberdardı. Şimdi de Leon'un hala Selin'i düşündüğünü muhakkak hissediyordu. Ve Lale onun iç dünyasında ne fırtınalar koptuğunu düşündükçe kendini berbat hissediyordu. Hangi kadın böyle bir durumu kabullenmek isterdi ki? Ama ortada iki çocuk vardı. Hem de dünya tatlısı iki çocuk...

Peki ya Selin'in eşi Aykut? O kısacık karşılaşmalarında inceden bir serzenişle Selin'in İskenderun'daki arkadaşlarını hiç tanımadığından yakınan o genç adam, o biliyor muydu acaba karısının İskenderun'daki hayatını? Orada yarım kalmış büyük bir aşk bıraktığını, kızlarının adını koyarken bile onu düşündüğünü biliyor muydu? Biliyorsa buna nasıl katlanabiliyordu? Düşünüyor düşünüyor ama bir türlü anlayamıyordu. Batu'ya hala böyle korkutucu bir tutkuyla bağlıyken, ona hala aşıkken başka biriyle evlendiğini, kalbinin aslında kime ait olduğunu ondan saklamak için her Allah'ın gününü rol yaparak geçirdiğini düşünemiyordu. Sonra da içini bir korku kaplıyordu. Belki de büyük konuşuyordu? Belki de sırf böyle düşündüğü için anneannesiyle abisinin yaşadıkları onun da başına gelecek, ya Batu bir başkasını seçip ondan vazgeçecek ve onu istemediği biriyle yeni bir hayat kurmaya mecbur bırakacak ya da kendisi yaşadıkları bunca zorluğa dayanamayarak pes edecek ve başka biriyle evlenecekti? Batu'ya bu kadar aşıkken böyle bir şey yaptığını düşünemiyordu. Yapmaktan en çok korktuğu hata buydu. Ama şundan adı gibi emindi ki, Selin'le ayrılmalarından çok değil birkaç gün önce abisine sorsalar, Selin'den vazgeçip başka biriyle evleneceğini ve ondan iki çocuk yapıp kendi ailesini kuracağını söyleseler bunun mümkün olmadığını söyler, güler geçerdi. Batu da öyle demiyor muydu zaten? Abisinin buna nasıl dayandığını anlayamadığını söylüyor, "Biz onlar gibi olmayacağız. Ölürüm ben. Dayanamam." demiyor muydu? Ama bunları diyen Batu şimdi başka bir kadınla beraberdi! Hayatta her şey mümkünse, bir gün gelip de anneannesinin veya abisinin durumuna düşmeyeceğini kim garanti edebilirdi ki? Bu kadını kolunu takıp buraya getiren Batu'nun öyle bir garanti veremeyeceği kesindi zaten!

Lena ve Daniel'ın Melis'le pastalar üzerine koyu bir sohbete dalmasını fırsat bilerek yanlarından ayrılıp abisinin oturduğu tarafa gitti. Sessizce yanındaki boş sandalyeye ilişti. Leon geldiğini duymamıştı bile, o kadar kendi dünyasına dalmıştı ki Lale'den yana hiç bakmıyordu.

Duyulur duyulmaz bir sesle "Özür dilerim." dedi Lale. Uzanıp Leon'un masanın üzerinde duran elini tuttu. "Çok özür dilerim."

Leon onun geldiğini ancak elini tutunca fark edebildi. Başını çevirip ona doğru döndü. Uzun uzun kardeşinin pişmanlıkla gölgelenmiş gözlerinin içine baktı.

Lale abisinin bakışlarının altında ezildiğini hissediyordu. "N'olur öyle bakma." derken sesi çatladı. Sertçe yutkundu. "B-ben... Yani ben... Nasıl söyledim onları bilmiyorum. Batu'ya olan sinirimi senden çıkarmaya çalıştım galiba. Özür dilerim."

Leon anlayışlı bakışlar yarım yamalak gülümsedi kardeşine. "Özür dileyecek bir şey yok." dedi. "Yanlış bir şey söylemedin ki. Söylediğin her şey doğruydu."

Lale buna inanmayı reddeder gibi başını iki yana salladı. "Hayır değildi." dedi. "Seni suçlamaya hakkım yoktu. Özür dilerim."

Leon bir şey söylemedi. Susuyordu. Söyleyecek bir şeyi yoktu ki... Ve söyleyecek bir şeyi kalmayan birinin suskunluğu her şeyden daha gerçekti. İki kardeş yan yana, hiç konuşmadan oturdular öylece. Neden sonra Leon başını çevirip yeniden Lale'ye döndü.

"Git konuş onunla Lale." dedi.

Lale şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

"Ne?"

"Git konuş onunla. Git konuş Batu'yla!" diye ısrarla yineledi Leon. "Bana söylediklerini ona da söyle. Ne kadar büyük bir hata yapmak üzere olduğunu anlat. Şimdi gururundan öfkesinden bunu fark edemediğini ama aklı başına geldiği zaman ne kırılan gururunun ne de o yatıştıramadığı öfkesinin hiçbir öneminin kalmayacağını, sadece çok ama çok pişman olacağını anlat ona!"

Lale göz pınarlarına hücum eden yaşlar yüzünden abisinin giderek bulanıklaşan görüntüsüne baktı.

"Dinler mi ki beni?" Dedi çaresizce. "Yüzüme bile bakmıyor. Benimle konuşmuyor."

"Ne yap et bir şekilde dinlet kendini o zaman!" derken git gide yükselmeye başlamıştı Leon'un sesi. Yalnız olmadıklarını hatırlayınca yeniden alçalttı sesini. "Gurur yapmanın sırası değil. Git konuş onunla. Bana söylediklerini ona da söyle. Seni dinlemesini sağla bir şekilde!"

"Dinlemez ki." diye inledi Lale. "Onu terk ettiğimi düşünüyor. Artık beraber olmadığımızı, aramızda bir ilişki olmadığını, bu yüzden de yaptığının aldatma sayılamayacağını iddia ediyor. O kadar vazgeçmiş benden." dedi belli belirsiz fısıltılı bir sesle. "Beni artık sevmiyor."

Leon duydukları komiğine gitmiş gibi kızgın bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. "Sevmiyor öyle mi? Demek artık seni sevmiyor?" Kardeşine bakan gözlerini acınası bir ifade bürüdü. "Ah Lale..." dedi iç acıtan bakışlarla. "Sen de buna inanıyor musun?"

Lale'nin dudakları titriyordu.

"İ-inanmayıp da napayım." dedi. Başıyla Selçuk'un yanındaki Ela'yı işaret etti. "Baksana sevgilisini almış Arsuz'a getirmiş!" Bunu yüksek sesle itiraf etmek bile öyle acı veriyordu ki gözlerini kapatıp başını önüne eğdi. Böyle acınacak bir halde olduğu için kendine kızıyordu ama Batu'yla o kadının adını aynı cümle içinde kullanmak bile etinden et koparıyorlarmış gibi canını yakıyordu.

Leon uzanıp yavaşça çenesinden tutarak kaldırdı başını. Gözlerinin içine bakmasını sağladı.

"Çünkü ne yaptığını bilmiyor. Saçmalıyor. Ama o her ne yapıyorsa senin için yapıyor. O kadını buraya senin için getirdi. Sen gör diye. Görmesen de burada olduğu, yanında başka bir kadın olduğu bir şekilde kulağına gelsin diye. Seni o kadar çok severken üç ay içinde unutmuş olması mümkün mü? Bu dediğine sen kendin inanıyor musun?" derken her zamanki soğukkanlı sakin halinden daha farklı bir olgunluk vardı üzerinde. Bütün bunları yaşamış, bunun nasıl bir şey olduğunu çok iyi bilen birinin tecrübesi hakimdi sözlerine. "Konuş onunla. Dinlet ona kendini. Böyle inat yaparak uzak durarak çözülecek bir şey değil bu."

Lale hafifçe burnunu çekerek parmaklarının ucuyla gözlerini sildi. Konuşmaya başladığında sesi titriyordu.

"Sen Selin'i dinlemiş miydin?"

Leon'un yüzü bir kez daha allak bullak oldu. Pişmanlıkla kıvranan mavi gözleri kardeşinin ağlamaklı suratında dolaştı. Önündeki şarap kadehine sarıldı can havliyle, kadehte kalan şarabı bir dikişte bitirdi. Tekrar Lale'ye döndü.

"Dinlemedim." dedi boğulur gibi. "Dinlemedim. Ve şimdi bunun için ne kadar pişmanım tahmin bile edemezsin."

O böyle konuştukça Lale'nin içi kıyılıyordu. Melisa aklına geliyor, bunca yıl sonra geçmişi kurcalayıp abisini bunları söylemeye zorladığı için büyük vicdan azabı çekiyordu. Abisinin hala eski sevgilisine aşık olmasının Melisa'ya ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu biliyordu. Ve onun için o kadar çok üzülüyordu ki. Hiçbir suçu olmadığı halde bilmeden birbirini seven iki insanın arasına giren kadın durumuna düşmüştü. Daniel ve Lena'nın atışmaları kulağına çalındıkça sanki demirden bir el kalbini sıkıyordu.

"Böyle konuşma n'olur." derken gözlerinden yaşlar dökülüyordu. "Ben... Ben Melisa'nın yüzüne bakamıyorum sonra..."

Leon "Ben bakabiliyor muyum sanıyorsun?" dedi sinirli bir tebessümle. "Senin hissettiğin o suçluluğun bin beterini ben her gün yaşamıyor muyum sanıyorsun?! O her aklıma düştüğünde ben bunu Melisa'ya nasıl yapabiliyorum diye kendimi yiyip bitiriyorum ben. Aradan biraz zaman geçiyor. Sonra yine, yine, yine aklıma geliyor. Ben her şeyi mahvetmeseydim şimdi nasıl bir hayatımız olurdu diye düşünüp duruyorum." Derin bir nefes alarak ellerini saçlarının arasından geçirdi. Kardeşiyle yaptığı bu konuşma kötü bir rüyaymış da uyanmak istiyormuş gibi sertçe gözlerini ovuşturdu. "Ben Melisa'yı seviyorum. Evet onunla evlenirken Selin'e çok öfkeliydim. Çok kırgındım. Kızgındım! Ama Melisa'yla evlenirken onu bu öfkeye alet etmeyi hiçbir zaman düşünmedim. Zaten o da aptal bir kadın değil. Öyle bir şeye yapmaya kalksam anlardı. Buna asla izin vermezdi. Ben onu seviyorum. Sevmesem zaten evlenmezdim. Çocuklarımı her şeyden çok seviyorum. Ama... Ama Selin başka! O... O sadece 'seviyorum' demekle anlatılabilecek bir şey değil Lale. Anlıyor musun? O başka, bambaşka bir şey!"

Lale ıslak gözleriyle abisinin karmakarışık olmuş saçlarına bakarken dili tutulmuş gibi sessizdi. Ne diyeceğini bilmiyordu zaten. Ama diyecek bir şeyi olsa bile konuşamazdı ki. Gözünün içine baka baka eşine aşık olmadığını söyleyen abisine ne diyebilirdi. Onu nasıl teselli edebilirdi? Hatasını bir kez daha yüzüne vurmanın bir anlamı yoktu. Çünkü abisi zaten ne kadar büyük bir hata yaptığını ondan daha iyi biliyordu. "Selin'i unut artık, düşünme" demenin de bir faydası yoktu. Çünkü öyle demekle olmuyordu. Bunu en iyi bilen kendisi değil miydi zaten? Ama abisinin bu dağılmış, umutsuz, çaresiz hali de içini dağlıyordu. Onu böyle görmeye dayanamıyordu. Yapabileceği bir şey olsa yapmaya hazırdı ama yoktu işte. Yapacak hiçbir şey yoktu. Abisinin mutlu olması elbette imkansız değildi. Ama ne yazık ki onun geç kalmış mutluluğu bulması iki evliliğin yıkımına, iki eşin büyük hayal kırıklığına ve küçücük üç çocuğun mutluluklarının çocukluklarının paramparça olmasına, hayatın gerçekleriyle bu kadar erken yaşta tanışmalarına mal olacaktı.

Leon kardeşinin neden bir şey söylemediğini görmek için başını çevirdi. Gözlerine biriken yaşları görünce öfkeli bir gülümseme yavaş yavaş yayıldı yüzüne.

"Şimdi beni anladın mı? O yüzden git Batu'yla konuş diyorum sana! Eğer seni Batu'ya bağlayan şey de yalnızca sevgi değil, çok daha başka bir şeyse. Eğer sonradan benim ve... ve..." Adını telaffuz edebilmesi için bir nefes alıp yutkunması gerekti. "Ve Selin'in durumuna düşmenizi istemiyorsan git konuş onunla! Yapmaya çalıştığı her neyse engel ol! O öfkeli dursa bile, gurur yapsa bil, kırılan o gururun arkasına saklanmaya çalışsa bile sen yapma. Buna izin verme!"

Lale yine suskun kaldı. Abisinin bu dediklerine karşılık bir şey söyleyebilecek kadar güçlü olduğunu sanmıyordu zaten. Sustu. Masaya uzanıp gözlerini silmek için peçete alırke. Ayşe Hanım ve Cemal'in ellerinde meyve tabaklarıyla masaya yaklaştıklarını gördü.

"Hadi sadece pasta yemeyin, biraz meyve de alın!" diye seslendi Ayşe Hanım. Sonra yan tarafta Lena ve Daniel'la birlikte oturmakta olan kızlarına bir bakış attı. "Bu işi evin kızlarının yapması gerekirken misafirler yardım ediyor bana bilmem farkında mısınız?!" dedi. Melis ve Merve bu açık imayı duymazlıktan geldikleri için bir cevap alamayınca daha çok sinirlendi. "Yani mutfakta Cemal'le karşılaşmamış olsam oradan buraya kadar bu kadar şeyi tek başıma taşımak zorunda kalacaktım!" diyerek elindeki kocaman karpuz tabağını sertçe masanın üzerine bıraktı.

Tabakta duran iri karpuz dilimleri gözüne çarpınca içi burkuldu Lale'nin. Batu'ya elleriyle karpuz yedirdiği zamanlar aklına gelince ağlayacak gibi oldu. Batu'nun nerede olduğunu görebilmek için başını kaldırıp etrafına bakındı. Hala dönmemişti. Bunca zamandır ne yapıyordu evin içinde acaba. Neden gelmiyordu?

Abisinin Derya'dan şarap şişesini uzatmasını rica ettiğini duyunca birden kararını verdi. Günlerdir, hatta belki aylardır ilk defa büyük bir enerjiyle ayağa kalktı. Başını kaldırıp şaşkınlıkla ona bakan abisini görünce dudaklarını kırık bir gülümseme kapladı.

"Arabayla geldiyseniz çok içme." dedi.

Leon başını salladı yavaşça.

"Bu ikinci kadehim olacak zaten. Başka içmem. Üstüne kahve falan da içersem bir saate geçer etkisi."

"İyi o zaman." dedi Lale.

Abisinin mavi gözlerinin içine baktı. Birkaç saniye hiç konuşmadan birbirlerine baktılar. Leon onun aklından geçenleri anlamış olacak ki cesaret verici bir ifadeyle gülümsedi. Lale de ona aynı şekilde karşılık verdi. Ve Ayşe Hanım'ın meyve tabaklarını koyduğu tarafa doğru ilerledi.

Bir tabağa doğum günü pastasından, diğer bir tabağa da o göz alacak kadar pembe karpuz dilimlerini tepeleme doldururken kalbi ağzında atıyordu. Cemal'in hemen yanında kendine meyve aldığını fark edince birden durakladı. Şimdi gerçekten onunla muhatap olacak zamanı yoktu! Ama nedense Cemal de onunla konuşmayı hiç denemedi bile. Ne şu sardunyalı şarkılarının lafını etti ne de başka bir şey söyledi. Sessizce tabağına birkaç dilim karpuz aldı ve ona tek kelime etmeden geçip yerine oturdu. O uzaklaşınca Lale belli etmeden rahat bir nefes aldı. Galiba biraz önce Melisler'in önünde onu terslemesi işe yaramış, Cemal sonunda bozulup bu saçma tavırlarından vazgeçmişti.

Tam tabakların yanına çatal koyarken birinin onu izlediğini hissedince gayri ihtiyari başını kaldırdı. Ve Ela'nın kahverengi bakışlarıyla göz göze geldi. Kadın resmen gözlerini dikmiş ona bakıyordu! Yakalandığını anlayınca elindeki pasta tabağını göstererek İngilizce "Doğum günün kutlu olsun!" diye seslendi. Onu delirtmek için bilerek mi yapıyordu bilmiyordu ama ateşle oynuyordu! Bu kadın onunla konuşmaya bir kez daha cüret ederse gerçekten saçını başını yolacaktı!

Ona cevap bile vermeden yeniden başını eğip tabaklarla ilgilenmeye döndü Lale. Çok geçmeden de hazırladığı tabakları alıp eve doğru yürümeye başladı. Ela'nın bakışlarının onu takip ettiğini hissedebiliyordu... Ama şu an buna takılamayacak kadar heyecanlıydı. Kafasında söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyor, onu gördüğü anda eli ayağı birbirine dolaşmasın diye kendini sakinleştirmeye uğraşıyordu. 'Sakin ol.' diye telkin etmeye çalıştı kendini. 'Sakin ol. Bu kadar heyecanlanacak bir şey yok. Konuşacaksınız sadece.' İyi de ya Batu onunla konuşmak istemezse? Bunun ihtimali bile kalbini paramparça etmeye yetiyordu. Ama hayır, bu sefer pes etmeyecekti. Çocuk gibi ağlamayacaktı. 'İstemezse istemesin.' diye düşündü. 'Sen konuşursun, o dinler o zaman.'

Salonun bahçeye açılan kapısı kapalıydı. Elindeki iki tabakla da kapıyı açamayacağından mutfağa yöneldi. İçeri girer girmez etrafı taradı gözleri. Ama mutfak boştu. Zaten Ayşe Hanım'la Cemal'in daha biraz önce mutfaktan meyve tabaklarını getirdikleri düşünülürse Batu'nun burada olması pek gerçekçi bir ihtimal değildi. Batu'yu mutfakta Ayşe Hanım'a meyve tabaklarını hazırlamaya yardım ederken canlandırınca gülecek gibi oldu. Ama çok kısa sürdü bu. Heyecanı galip gelince anında kayboldu gitti gülümsemesi. Ürkek adımlarla salona yöneldi. Batu olsa olsa buradaydı. Başka nereye gidebilirdi ki?

Ama yoktu. İki elindeki tabaklarla olduğu yerde öylece kalakaldı. Salon boştu. Batu burada da değildi. Peki neredeydi o zaman? Yoksa... Yoksa kimseye bir şey söylemeden çekip gitmiş miydi? Otele mi dönmüştü? Aslında her ne kadar onunla konuşmakta kararlı da olsa, bu ihtimal hoşuna gitmişti. Çünkü eğer böyle bir şey yaptıysa ona dünyaları vermiş olacaktı. Ela'yı almadan gitmişse, onu burada bırakıp gitmişse bu onun için dünyalara bedeldi. O da şimdi çıkıp otele giderdi. Onu orada yakalardı ve konuşurlardı. Ve. Ve belki de...

O kadar heyecanlanmıştı ki koşar adımlarla tekrar mutfakta aldı soluğu. Şimdi kimseye duyurmadan bisikletlerden birini alacak. Sonra da yine olabildiğince sessizce hareket ederek arka kapıdan çıkıp gidecekti.

Ama salona inen merdivenlerden gelen ayak seslerini duyunca... Durdu kaldı. Kalbi hızla göğüs kafesini dövmeye başlarken ellerini de bir titreme almıştı. Çok değil birkaç saniye sonra alt kattaki banyonun kapısı sertçe çarpılınca hafifçe yerinden sıçradı. Batu... İşte bildiği, tanıdığı, sevdiği, aşık olduğu, taptığı Batu buydu. Kapıları çarpan bu adamdı aşık olduğu. O donuk bakışlı suskun adam değil!

Tabakları mutfağın ortasındaki adanın üzerine bırakırken elleri titriyordu. Heyecandan bayılacak gibiydi. Soluk alıp verişi düzensizleşmişti. Daha şimdiden dilinin damağına yapıştığını hissediyordu. Ama su içmekle vakit kaybederse asla onunla konuşmak için cesaretini toplayamayacağından korkuyordu. En iyisi fazla düşünmeden, hiç vakit kaybetmeden yanına gitmekti. Derin bir soluk aldı ve arkasını dönüp mutfaktan çıktı.

Biraz ilerdeki odaların hemen yanında yer alan banyonun önüne geldiğinde dizleri daha fazla tutmayacak gibiydi. Başını kaldırıp beyaz maun kapıya baktı. Bu kapının ardındaki adam, hayatta en çok sevdiği, aşık olduğu tek insan olduğuna göre neden hala bekliyordu? Gözlerini kapattı. Son bir kez daha derin bir nefes aldı. Titreyen elini kapının kulbuna götürdü ve kapıyı açıp içeri girdi.

İşte oradaydı. Aynanın önünde ellerini lavabonun iki yanına dayamış, başını önüne eğmiş öylece duruyordu. Kapının açıldığını duyunca hızla başını kaldırıp arkasına döndü. Başını kapıya doğru çevirip karşısında Lale'yi gördüğünde gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

Lale'ye hiç bitmeyecek gibi gelen, uzadıkça uzayan bir sessizlikte birbirlerinin gözlerinin içine baktılar. Neden sonra ilk konuşan Batu oldu.

"Sen... Ne yaptığını zannediyorsun sen?" dedi. "Ne arıyorsun burada?!"

Sesi yine buz gibiydi.

Lale boğazındaki düğümleri bir bir yuttu. Yutmak zorundaydı. Böyle yapacağını biliyordu zaten değil mi? Kırılmak. İncinmek. Söylediklerine bozulmak. Hareketlerine alınmak. Öfkeye kapılıp pes etmek yoktu bu sefer...

Cevap vermek yerine bir adım daha atıp içeri girdi ve gözlerini Batu'dan ayırmadan kapıyı arkasından kapattı.

Bunu gören Batu'nun gözleri biraz daha büyüdü.

"Ne yapıyorsun sen?!" derken sesi git gide sertleşiyordu.

Lale gözlerini ondan bir an bile ayırmıyordu. Onu hiç duymamış gibi ellerini arkasına doğru götürdü. Ve kapıyı kilitledi.

"Lale ne yapıyorsun dedim!"

Lale kısa bir an gözlerini kapattı. Batu'nun gözlerinden taşan koyu öfkenin alazlarından ürkmese böyle kalmak, aylar sonra ona ilk kez 'Lale' deyişinin tadını çıkarmak isterdi. O kadar uzun zaman olmuştu ki... Eskisi gibi yumuşacık fısıldamıyor, içini titreten bir şefkatle 'Lalem' demiyordu belki ama buna bile razıydı.

"Lale çekil o kapının önünden!"

Sesindeki o ürkütücü tınıyla beraber kısacık bir an için gidip geldiği uzaklardan sıyrılıp yeniden bu ana döndü Lale. Gözlerini açıp Batu'nun kara bakışların içine baktı.

"Hayır." dedi. Titrek de olsa kararlıydı sesi. "Çekilmeyeceğim. Konuşacağız."

Batu sert bir yüz ifadesiyle "Konuşacak bir şey yok!" diye kestirip attı. "Şimdi çekil o kapının önünden. Çıkacağım ben!"

Tam da Lale'nin tahmin ettiği tepkiyi veriyordu işte. Konuşmaya yanaşmıyordu. Kaçmak istiyordu. Ama onun aksine bu kez Lale onun tahmin ettiği gibi davranmayacaktı. Ne aklından bir an bile çıkmayan Ela'yı, ne beynine kazınmış o kol kola görüntülerini, ne eczanedeki prezervatif alışverişlerini ne de Batu'nun onunla beraber Belarus'a gitmek istediğini; hiçbirini aklına getirmeyecek, hiçbir şeyin cesaretini kırmasına izin vermeyecekti. Batu'yla konuşacak, ona kendini anlatacaktı. Ne pahasına olursa olsun yapacaktı bunu.

"Hayır." dedi. "Çekilmeyeceğim. Seninle konuşmak istiyorum."

Konuşmak istiyordu da... Bu duvara konuşmaktan farksızdı. Batu'nun o buzdağlarını aratmayan bakışlarında en ufak bir yumuşama olmuyor, taştan yüz ifadesi bir milim bile oynamıyordu.

Lale'nin içini ürperten bir sesle "Benim seninle konuşacak bir şeyim yok." Dedi.

Lale yine gözlerinin yanmaya başladığını hissedince kirpiklerini kırpıştırdı. 'Ağlamayacağım. Ağlamayacağım.' diye tekrarlayıp duruyordu içinden. Bu kez yapmayacaktı. Ağlamayacaktı...

"Ama benim seninle konuşacak çok şeyim var." dedi. Boğazından yükselen hıçkırıkları bastırmak için yutkunarak başını hafiften yana doğru eğdi. "Duymak istemiyor musun?" Dedi çaresizce yalvarır gibi. "Ne konuşmak istediğimi hiç mi merak etmiyorsun?"

"Hayır etmiyorum!" diye bağırdı Batu. "Şimdi çekil o kapının önünden."

Lale inatla başını iki yana salladı.

"Hayır." dedi. "Çekilmeyeceğim."

Aslında içinden geçen "Bu kadar istiyorsan gel sen çek beni kapının önünden." demekti. Çünkü babasının teknesinde bağıra çağıra kavga ettikleri, şimdi çok uzaklarda kalan o gece aklına gelmişti. İlk kez seviştikleri geceden sonra Batu'yu uyandırmadan kaçıp giderek, sonrasında da Paris'e yerleşme kararı alarak çıldırttığı Batu soluğu Arsuz'da alıp karanlığın içinde arabayı üstüne sürünce onu alıp tekneye götürmüştü. Bir çözüme varamadıkları o sonuçsuz, yorucu, yüksek volümlü bir kavgadan sonra Batu gitmeye kalkınca önüne geçmiş, defalarca söylemesine rağmen çekilmemişti. Batu sonunda bunun böyle olmayacağını anlayıp onu kollarından tutup kucaklayarak yolundan çekmeye kalkıştığında ise dudaklarına yapışmıştı. Sonrası zaten malumdu. Ta ki Levin gelene kadar. Ve şimdi... Şimdi aynı şeyin bir kez daha tekrarlanması için her şeyini verebilirdi. Ama Batu'yu kışkırtmak, daha fazla sinirlendirmek istemiyordu. Korkuyordu aslında. O kadar da cesur değildi. Çünkü dudaklarına yapıştığı takdirde, ilk anın şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra onu itmeyeceğinden emin olamıyordu. Ve öyle bir şey yaparsa, onu istemeyip elinin tersiyle iterse ölürdü herhalde. Hem Batu gerçekten bu banyodan çıkıp gitmek istese kapıyı kilitlemek gibi çocukça bir hareketle onu durduramayacağını da biliyordu. İstese ne yapar eder buradan çıkar giderdi. Gerçekten gitmek istese asla önünde duramazdı. Demek ki konuşmayı, daha doğrusu onu dinlemeyi o da istiyordu.

Batu öfkeden kapkara kesilmiş yüzünde iki kömür tanesi gibi parlayan kara gözlerinde yanıp sönen öfke kıvılcımlarıyla ona baktı.

"Konuşmak mı istiyorsun?" dedi ürkütücü bir fısıltıyla.

İçindeki korku an be an büyümesine rağmen sakin olmaya çalışarak omuzlarını dikleştirdi Lale.

"E-evet." dedi. Konuşurken teklediğini fark edince iyice panikledi, kelimeleri ardı ardına sıralamaya başladı. "Konuşmak istiyorum. Biliyorum, sen istemiyorsun ama... O-o zaman... Yani h-hiç değilse ben konuşayım, sen dinle." Batu'nun gözlerindeki karanlık ifadenin bir an bile kaybolmadığını görünce son bir umutla ekledi. "Lütfen."

Batu susuyordu. Hızla alıp verdiği soluklar kara gözlerinden fışkıran alevlere karışıyor, sessizliği uzadıkça Lale kendini daha da kötü hissetmeye başlıyordu. Çoğu zaman haylaz ve çapkınca, genelde kıskançlıkla ama her zaman onu ne kadar çok istediğini gösterip sıcacık bakan bu simsiyah gözlerde gördüğü bu aşağılayıcı ifade karşısında ne yapacağını şaşırmış, eli ayağı birbirine girmişti. Ama sakin olmalıydı. Dediğini yapmalı, sakin kalmalı ve onunla konuşmalıydı.

Ona asırlar kadar uzun gelen bir sessizlikten sonra sonunda Batu konuştu...

"Peki. Konuş bakalım o zaman." diye tısladı. Kollarını göğsünde birleştirip gözlerinde yine o alışkın olmadığı kapkaranlık ifadeyle onu şöyle bir süzdü. "Seni dinliyorum."

Lale'nin içi çekilir gibi oldu. Kendini bayılacak gibi hissediyordu. Neden böyle hissettiğini ise hiç bilmiyordu! Batu'yla konuşmak isteyen, bunun için karşısına dikilip önünde duran, gitmesine izin vermeyip önüne geçen kendisi değil miydi? Şimdi o konuşmaya, daha doğrusu onu dinlemeye ikna olmuşken neden ağzını açıp bir şey söyleyemiyordu? Ama. Ama ne yapabilirdi? Ne söyleyeceğini bilmiyordu ki? Beyni bomboştu. Aklı durmuştu sanki. Ona söylemek istediği onca şey varken şimdi aklına hiçbir şey gelmiyordu!

"N'oldu?" dedi Batu soğuk bir alayla. "Dilini mi yuttun? Niye konuşmuyorsun?"

Nasıl da buz gibi bakıyordu...

Lale gözlerine hücum etmeye çalışan yaşları kovmak için yine kirpiklerini kırpıştırdı. Şimdi hiç ama hiç sırası değildi! Heyecandan kuruyan dudaklarını yaladı telaşla. Kendine hakim olmak gittikçe zorlaşıyordu. Dokunmak istiyordu. İçindeki o o çılgınca ona dokunma isteğini bastıramıyordu bir türlü. Tamam o isterse hiç konuşmasın ama yeter ki yanında olsun. Yanında olsun ki ona sarılabilsin. Yüzüne dokunabilsin. Sakallarını okşayabilsin. Ona temas edemediği için kasıklarında hissettiği şu korkunç baskıdan artık kurtulabilsin! Kavga bile etseler, birbirlerine ağızlarına geleni söyleseler bile, beş dakika sonra bir şeyi bahane edip öpüşerek barışsalar, yine oturup birbirlerine laf yetiştirerek play station'da saatlerce oyun oynasalar... Dudaklarını izlemekten söylediklerini anlayamasa yine. O bir şey anlatırken dişlerini izlemekten onu dinleyemese... Kokusunu çekse içine deli gibi. Yine her fırsatta kucak kucağa otursalar. Batu onu kolunun altına alsa, oonun beline sarılsa, başını omzuna koysa, yüzünü boynuna sokup uyusa, uykusunun arasında parmaklarının saçlarının arasında dolaştığını hissetse. Uyanıp gözlerini açtığında ilk gördüğü şey onun gözleri olsa... Aklından neler geçirdiğini fark edince yine çok kızdı kendine. Batu karşısında durmuş canına okuyan o buz gibi bakışlarla kendisini süzerek konuşmasını beklerken o neler düşünüyordu! Ama ona dokunmayı öyle çok özlemişti ki... Ona naz yapmayı özlemişti. Her nazını çekmesini, o muzır gülüşünü, hınzır bakışlarını özlemişti. Ona dokunmayı o kadar çok istiyordu ki. Ellerine hakim olmaya çalışarak derin bir iç geçirdi.

"Şey..." dedi. Dediğini fark ettiği anda da kendini vurmak istedi! Ona söyleyebileceği bunca şey arasında bula bula "şey"i mi bulmuştu yani. Bunca zaman sonra, Batu onu dinlemeye ikna olmuşken söyleyebildiği tek şey bu muydu?! Ama ne yapabilirdi ki... Gözleri dudaklarına takılıp duruyordu.

Batu'nun dudakları alayla kıvrılacak gibi oldu. Ama çok geçmeden eski haline dönüp yine bir çizgi halini aldı.

Ama Lale fark etmişti. Fark etmişti çünkü gözlerini Batu'nun dudaklarından alamıyordu. Ve bunu görünce üzerine az da olsa bir cesaret gelmişti. Batu'nun sabırsızlandığını fark edince gözlerini kaçırarak telaş içinde konuşmaya başladı.

"Şey ben. Özür dilerim. Ben... Dudaklarına bakarak konuşamıyorum ben." dedi. Kafasını toplamak için biraz zaman kazanmak adına alnını ovuşturdu. "Şey. Demin içeri gittiğini gördüm de. Sonra sen geri gelmeyince sana biraz pasta getirmiştim. Biraz da karpuz. Sen seversin diye." Sesi titreyince bir an için susup yutkunmak zorunda kalmıştı. "Ama sonra burada olduğunu anlayınca tabakları mutfağa bıraktım." Stresten saçmalamaya başladığının farkındaydı ama kendini durduramıyordu. Heyecanlandığı zamanlarda hep yaptığı gibi saçlarıyla oynamak için omzuna gitti eli. Sonra saçlarını topuz yaptığını hatırladı. Kurumuş bir dal gibi yanına düştü eli. "Yani buraya da getirirdim aslında ama ilkokuldayken bir kere elimde gofretle tuvalete girince din öğretmeni çok kötü kızmıştı bana. Günahmış meğerse, ben bilmiyordum tabii ki. Bir de ben Hristiyan olduğum için din dersinden muaftım ya, bir sürü şey söylemişti bana. Çok ağlamıştım. Yani ondan beri dikkat etmeye çalışırım o yüzden."

Sonunda saçmalamada yeni bir çığır açtığını anladı. Giderek alçaldı sesi. Ve Batu'nun kara bakışlarının arasında boğuldu gitti sonunda. Sustu. Bu kadar aptalca konuşmayı nasıl başardığını bilmiyordu ama sinirinden kendini tekmeleyebilirdi! İyice morali bozulmuştu, yaptığı bu falsodan sonra hiç konuşamayacağını, konuşsa da daha çok saçmalayacağını ve kendini asla ifade edemeyeceğini düşünmeye başlamıştı. Ama Batu'nun "Benimle konuşmak istediğin bu muydu?" diyerek çıkıp gitmesinden de o kadar çok korkuyordu ki...

"Gerçekten gidecek misin?" diye soruverdi birden. Pat diye. Hiç lafı dolandırmadan. Ansızın soruverdi öyle. Çünkü bu belirsizliğe daha fazla dayanamıyordu. Kendini ancak bu kadar tutabilmişti. Hem ne yapacaktı ki? Aralarındaki bunca yaşanmışlığa rağmen hiçbir şey olmamış gibi, sanki karşısındaki sıradan biriymiş gibi hatır sorup ayaküstü sohbet edemezdi ki onunla.

Gözlerine ulaşmayan öfkeli bir gülümseme kapladı Batu'nun yüzünü.

"Neden soruyorsun?" dedi. Yüzündeki o zorlama gülümsemeye karşın dişlerinin arasından konuşuyordu. "Çok mu merak ettin?"

Lale yine sertçe yutkundu. Çocuk gibi başını salladı. "Evet." dedi. "Çok merak ettim."

Batu ona doğru bir adım attı. "Neden?" diye sordu yüzünü onunkine yaklaştırarak. "Gidemeyeceğimi mi düşünüyorsun?" dedi zehir zemberek bir sesle.

"Ha-hayır." diye kekeledi Lale. Batu ona yaklaşınca yine aklı durmuştu birden. "Gidemeyeceğini düşündüğümden değil."

"Neden o zaman?" dedi Batu soğuk bakışlarla. "Neden soruyorsun?"

Lale'nin gözleri onun dudaklarına takılmıştı. Bir an ne konuştuklarını, ne durumda olduklarını unutur gibi oldu. Ama neyse ki çabuk toparladı. Gözleri kısa bir süre için onun öfkeden kararmış yüzünde dolaştı. Sonra kapkara kesilmiş gözlerini buldu.

"Çünkü gideceğinden korkuyorum." dedi. "Çünkü gitmeni istemiyorum."

Batu'nun yüzünü kaplayan kısa süreli şaşkınlık kendine güvenini yerine getirmişti. Batu geri çekilirken bu kez o öne doğru atıldı.

"Ne olur doğru söyle bana. Gerçekten Belarus'a gidecek misin?"

Batu'nun gözlerinde tehlikeli bir kıvılcım yanıp söndü.

"Evet gerçekten gideceğim." dedi. "Otel işi hallolursa, başka bir pürüz de çıkmazsa gerçekten gideceğim!"

Lale şok içinde bakakaldı onun yüzüne. Duyduklarının etkisiyle yıkılmış, darmadağın olmuş gibiydi. Yüzü karmakarışıktı. Farkında olmadan birkaç adım geriledi. Sırtının kapıya çarptığını hissedince durmak zorunda kaldı.

Bu sırada Batu yine donuk gözlerle onu izliyordu.

"Ne oldu, çok mu şaşırdın?" dedi acı bir gülümsemeyle. "Beklemiyor muydun?"

"Şaşırdığımdan değil." dedi Lale boğuk bir iniltiyle. "G-gitmeni istemediğimden!" Görüşünü bulanıklaştıran yaşları fark edince kendine verdiği sözü tutamayıp yine ağlamaya başladığı için sinir oldu kendine. Bir hışımla gözlerinin sildi parmak uçlarıyla. Batu'ya dik dik baktı.

"Neden gitmek istiyorsun?" diye sordu inatla. "Şantiyede çalışmayı özlediğine inanmıyorum. Hep anlatıyordun ya bana babanın 'şantiyecilik bok gibi bir iş, bir kere bulaştın mı paçanı kurtaramazsın' dediğini. 'Ben daha fazla bulaşmak istemiyorum, paçamı kurtarmak istiyorum' demiyor muydun? Kariyerinde daha farklı bir yönde ilerlemek istediğini söylemiyor muydun?"

Batu yine yalandan güldü alayla. "Burada oturup seninle kariyer planlarımı tartışacak değilim." dedi.

Bunca söylediği şey arasından nedense Lale'ye en çok koyan bu oldu. Dudaklarını büzmüş kırgın gözlerle Batu'ya bakarken kalbinin kırılıp parçalarına ayrıldığını hissettiğine yemin edebilirdi. Eskiden onunla her şeyi konuşan paylaşan Batu'dan şimdi bunu duymak, bugüne kadar ona hep yumuşacık bakmış sevgi dolu gözlerinden yansıyan bu soğukluğa maruz kalmak öyle dayanılmazdı ki. Daha ne kadar kırabilirdi kalbini merak ediyordu.

"Neden kariyer planlarını tartışamazmışsın benimle?" dedi yavaşça burnunu çekerek. "Ben... Ben kötü bir şey söylemedim ki... Sadece zamanında senin bana anlattıklarını hala hatırladığımı söyledim. Kariyer planlarına karışmak değildi niyetim."

"Karışamazsın da zaten." diyerek haşin bir sesle sözünü kesti. "Ben seninkilere karışıyor muyum? O dilden dile dolaşan kariyer planların için sana hesap soruyor muyum?"

Lale onun ne söylemeye çalıştığını anlayamadığından garip garip baktı. "Ne demek istiyorsun?" diye sordu bütün saflığıyla. Gerçekten de anlamamıştı çünkü.

Ama bu beklemediği bir şekilde Batu'nun sinirine dokunmuşa benziyordu. "Ya tamam Lale bırak, bir şey demek istemiyorum!" diye uzatmadan bir kez daha kestirip attı sinirle.

Onun bu uzlaşmaz tavrı karşısında Lale de sinirlenmeye başladığını hissediyordu.

"Ya Batu lütfen böyle yapma!" derken onun da sesi yükselmeye başlamıştı. "Ben senden bahsediyorum. Senin Belarus'a gitme planlarından bahsediyorum! Bu... Bu dediklerin önemli değil ki. Tamam şantiyede çalışmayı özlüyorsan yine çalışırsın. Ama bunun için o kadar uzağa gitmen şart mı?"

Batu kayıtsızlıkla kollarını kavuşturdu.

"İşte orası seni hiç ilgilendirmez."

"Ne? Ne demek ilgilendirmez?" dedi Lale çatlak bir sesle. "Ne demek ilgilendirmez? Beni mi ilgilendirmez?! İlgilendirmese bu-burada olur muyum? Sen her dakika beni biraz daha aşağılarken ben hala seninle konuşmaya çalışıyorum!"

Batu yine acı acı gülümsedi.

"Ben mi seni aşağılıyorum?" dedi. "Bunu ben mi yapıyorum?"

Lale o büyük umutlar bağladığı konuşmanın nasıl çığrından çıkıp buralara geldiğine inanamıyordu. Hemen bir şeyler yapmazsa, duruma el koymazsa hiçbir şeyin değişmeyeceğini de biliyordu. İçinden Batu'nun göğsünü omuzlarını yumruklamak, "Aptal mısın sen, niye böyle yapıyorsun?" diye haykırmak, hesap sormak geçerken kendini son anda tuttu. Güçlükle yutkundu. Abisinin biraz önce dedikleri hala kulaklarında çınlarken bunu yapamazdı. Sadece bu anı değil, geleceği de düşünerek konuşmak zorundaydı. Eskisi gibi ne olursa olsun Batu'nun ondan vazgeçemeyeceğinden emin olsa şimdi çok daha farklı davranırdı. Batu'ya gereken cevabı verir, bağırır çağırır, ortalığı birbirine katar ama ona haddini bildirmeden de susmazdı. Çünkü aralarında ne yaşanırsa yaşansın Batu'nun onu bırakamayacağını bilirdi. Çünkü her ne kadar sürekli birbirlerini kaybetme korkusuyla yaşasalar da emin olduğu tek şey varsa o da Batu'nun o sımsıkı tutunduğu delibozuk aşkıydı. Ama şimdi. Şimdi her şey farklıydı. Artık ne Batu'nun aşkından ne de ondan vazgeçmeyeceğinden emin olabiliyordu ve bu onu her şeyden çok korkutuyordu.

Sakinleşmeye çalışarak titrek bir nefes aldı. Batu'nun bakışlarındaki öfke ise hala küllenmemişti. Ve Lale onun gözlerinin içine baktığında kendini görebiliyordu yine.

"Tamam." dedi. "Tamam. Ben... Ben yine kavga etmek istemiyorum. Bunun için gelmedim yanına. Ben sadece..." Durup kocaman bir soluk aldıktan sonra sonunda söyledi. "Ben sadece... 'Gitme' demeye geldim." Batu'nun bir anlığına yüzünü kaplayan şaşkınlıktan cesaret alarak devam etti. "Gitme. Ama illa gitmek istiyorsan da... Beni de götür."

Batu'nun yüzüne derin bir hayret ifadesi oturmuştu. Bunu gören Lale heyecanla yutkundu. Daha büyük bir şevkle devam etti sözlerine.

"Evet beni de götür! Ben de seninle geleyim. Nereye gidersen git ama biz beraber olalım. Beni de götür."

Batu'nun şaşkınlığını üzerinden atması uzun sürmedi. Yeniden buz gibi bir uzaklık bürüdü gözlerini. Dişlerini sıkmaktan yanakları kasılıyordu yine.

"Senin kendi planların yok muydu? İstanbul'a yerleşecektin, metroya yakın bir yerden ev tutacaktın hani?"

Onun eskisi gibi öfkeden dişlerini sıktığını gören Lale'nin heyecandan ve korkudan boğazı kurumuştu. Ne yaptığını bilmeden yeniden dudaklarını yaladı.

"Ben." dedi. "Ben..." Ürkek mavileri Batu'nun gölgeli yüzünde dolaştı. Ve o an kararını verdi. "Ya Batu onların hepsini senin dikkatini çekmek için söylediğimi biliyorsun!" dedi.

Birden ağzından fırlayıvermişti sözcükler. O an ona dürüst davranmaya, her şeyi açıkça söylemeye karar vermiş ve kararını değiştirmek için kendine zaman tanımak istemediğinden her şeyi hemen söyleyivermişti işte. İyi mi yapmıştı kötü mü bilmiyordu. Sadece içinden geleni yapmıştı.

"Yani ben de tabii ki bir şeyler yapmak istiyorum. Ama her ne yapacaksam bunu senin yanındayken, seninle beraberken yapmak istiyorum! Her şeyi seninle, senin yanında yapmak istiyorum! Benim için önemli olan sensin. Hayatımdaki en önemli şey sensin! Sen yoksan başka hiçbir şeyin önemi kalmıyor benim için, anlamıyor musun?"

Batu'nun sessizliğini iyiye işaret olarak yormak istiyordu... Heyecandan sesi titrese de devam etti.

"Gitme." dedi. "Gitme ne olur. Gitmesen olmaz mı?"

İki yıl önce birebir aynı cümleleri askere gitmemesi için söylemesinden sonra ilk kez seviştiklerini öyle iyi hatırlıyordu ki... Farkında olmadan o gün söylediklerini tekrarladığını fark edince vücudunu garip bir ürperti aldı. Kendine engel olamayarak titredi. Batu'nun ellerine uzandı. Onun kocaman ellerini kendi ufacık avuçlarının arasına aldı. O gün yaptığı gibi usul usul avuçlarının içini okşamaya başladı.

"Gitme. Gideceksen de beni de götür. Ne olur. Ne olur beni de yanında götür."

Batu ellerini çekmedi. Ama Lale'nin titreşen kirpiklerinin arkasındaki gözlerine bakan bakışları Lale'yi korkudan ürpertecek kadar tehditkardı hala.

"Öyle mi?" dedi tehlikeli bir tonlamayla. "Demek gitmememi, gideceksem de seni de götürmemi istiyorsun..." Bir an sustu. Sonra daha da öfkeli bir sesle devam etti. "Sen öyle mi yaptın? Sen gitmedin mi? Sen giderken beni yanında götürdün mü?"

Ellerini çekti Lale'nin avuçlarından. Ondan uzaklaşmak ister gibi arkasını döndü. Başka hiçbir şey söylemeden yüzünü ovuşturdu.

Ancak Lale'nin ağlamaklı sesini duyduğunda geri dönüp ona bakabildi.

"Ben. Ne kendimi ne de yaptığımı savunamam. Sana hiçbir şey söyleyemem. Ne desen haklısın. Yanlış yaptım. Saçma sapan bir fikrin peşine takılıp gitmemin hem bana hem ilişkimize iyi geleceğini sandım. Başka türlü kendimi toparlayamayınca bunun işe yarayacağını, bana iyi geleceğini düşünmüştüm. Olmadı." Titrek nefesini içine çekti. "Yanıldım. Her şeyi mahvettim; hayatımızı, seni, kendimi... Ama ben... Ben böyle olmasını istemedim Batu! Biliyorum, bu kadar şeyden sonra bunu söylemek anlamsız belki. Ama yemin ederim istemedim! O kapıdan çıkabilmek için kendimi çok zorladım. Çünkü artık eski hayatımıza dönebilmek için, eski ben olabilmek için elimde kalan tek çarenin bu olduğunu düşünüyordum. Sen de biliyorsun işte, psikologa gittim olmadı. Psikiyatra gittim ilaç aldım olmadı. Kendi kendime düzelmeye çalıştım olmadı. Ben de artık deneyebileceğim tek şeyin biraz uzaklaşmak olduğunu zannettim. Sonra da kafamda bunu resmen saplantı haline getirdim. Şimdi düşünüyorum, senin karşı çıkmana rağmen neden gitmek için o kadar diretmişim, niye o kadar ısrar etmişim, kendimi anlayamıyorum. Ama o zaman tek çıkış yolunun gitmek olduğunu sanıyordum. Ama ben... Eğer sonuçlarının bu kadar ağır olacağını bilseydim..."

Artık bu noktadan itibaren kendini daha fazla tutamıyordu, sicim gibi inmeye başlamıştı yaşlar gözlerinden...

"Bilseydim asla gitmezdim. Aklımdan bile geçirmezdim. Ama..." Başını omzuna doğru eğdi. Çaresizce omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bilemedim işte."

Batu yine mermer gibi dimdik duruyordu karşısında. Yüz ifadesinde hiçbir değişiklik yoktu. O hayran olduğu gülüşünün, ezbere bildiği mimiklerinin yerinde şimdi yeller esiyordu. Bir milim bile oynamıyordu yüz hatları. Ruhu alınıp atılmış bakışlarla onu süzüyor, hiç konuşmadan karşısında öylece dikiliyordu sadece.

Lale ellerini yüzüne kapatıp arka arkaya birkaç derin nefes aldı. Ağlamaktan konuşamayacağından korkuyordu. Ama neyse ki aldığı o derin nefesler bir işe yaradı. Çok geçmeden ağlaması kesilmiş, yeniden konuşabilecek hale gelmişti. Ellerini yüzünden çekip Batu'ya baktı.

"O sabah ben... Kapıdan çıkar çıkmaz daha asansöre bile binmeden pişman oldum. Geri dönmek istedim. Hem de deli gibi istedim! Ama sonra... Madem bir halt ettim, madem böyle bir işe kalkıştım en azından işe yarasın, kendimi biraz toparlamadan dönmeyeyim. Batu'ya hayatı daha fazla zindan etmeyeyim diye düşündüm."

Batu'nun küçümser bakışlarını görünce içini ezen pişmanlıkla yutkundu.

"Belki yanlış düşündüm. Ama o sıralar zaten neyi doğru düşünebiliyordum ki? Çok zorladım kendimi. Şimdi düşününce onca saat nasıl ayakta durmuşum anlamıyorum. Çok çok çok kötüydüm çünkü. Saatlerce seni aradım. Açmadın. Bir sürü mesaj yazdım. Cevap vermedin. Sonra... Sonra konuştuğumuzda bana ne kadar kızgın olduğun ancak o zaman dank etti. Beril'i aradım. Seni çok merak ettiğimi söyledim. Eve gidip sana bir bakmasını rica ettim. Sonra Beyrut'taki o havaalanında...."

Ağzına gelen kelimeleri son anda yuttu. Duygu sömürüsü yaptığını, kendini acındırmaya çalıştığını düşünmesini istemiyordu.

"Havaalanında biraz... Yani biraz kötü oldum. Psikolojik herhalde." dedi yalan söylediğini anlamasın diye hızlı hızlı konuşarak. "Sonrasında da sen telefonlarıma çıkmadığın için hep Beril'le konuşmak zorunda kaldım. Biraz hassas bir durumda olduğum için dayım bırakmıyordu ama ben Türkiye'ye dönecektim. Bunu Beril'e de söyledim. Ertesi gün döneceğimi ona söyledim. Ama... Ama o bana 'gelme' dedi."

Beril'den bunu duyduğu anda hissettiklerini tekrar yaşarmış gibi gözleri ıslanmıştı yine. Ama Batu ona ablasını şikayet ettiğini düşünmesin diye panikle devam etti sözlerine.

"Yani bana çok kızgın olduğunu, şimdi dönersem bunun ilişkimizi daha çok yıpratmaktan başka bir şeye yaramayacağını, oraya gittiğime göre bir süre kalıp düzelmeye bakmamı söyledi. Sonra... Sonra..."

Hamile olduğunu zannettiği o gün aklına gelince boğazı tıkandı. Konuşamadı. Galiba karşısındaki Batu bile olsa bundan bahsetmeye hazır değildi. Zaten kendini acındırmaya ve bu şekilde affettirmeye çalıştığını zanneder diye de ödü kopuyordu.

"Ben tekrar rahatsızlandım." dedi yutkunarak. "Yani bünyem zayıf düşmüş sadece, önemli bir şey değildi!" diye telaşla ekledi sonra. "Klimadan üşütmüşüm biraz. Ama dayım korkmuş, annemle abimi çağırmış. Annem de gelince çok telaş yaptı."

Batu'nun alev alev yanan yüzünde gezindi gözleri. Annesinin ona haber vermek istediğinden ama kendisinin buna karşı çıktığından bahsetmeli miydi acaba? Bilemiyordu ki... Biraz önce önemsiz bir şey olduğunu, yalnızca bünyesinin zayıf düştüğünü iddia ettiği o hadisenin gerçekte ne olduğunu açıkça söyleyemediğine göre bundan bahsetmesi de anlamsızdı galiba. Ya da belki değildi, bilmiyordu. Yine de şimdilik bundan söz etmemeyi seçti.

"Sonra annem beni zorla alıp Kanada'ya götürdü."

Batu'nun yüzünde manidar bir ifade belirdi ama onun bir şey söylemesine kalmadan yine Lale konuştu.

"Ne söyleyeceğini biliyorum. 'Zorla götürdü' deyince biraz komik kaçıyor. 'İstesen gitmeyebilirdin' diyeceğini de biliyorum; daha doğrusu demesen de böyle düşündüğünü." diye ekledi acı bir ses tonuyla. "Ama gerçekten öyle oldu. Ben gitmemek için çok karşı çıktım ona. Çünkü ne olursa olsun, Beril bana 'gelme' demiş olsa bile senden o kadar uzağa gitmek istemiyordum."

Göz yaşlarının cayır cayır yaktığı gözlerini bir anlığına kapadı. Hemen sonra karşısında ona sevdikçe sevesi geliyormuş gibi bakan o adamı bulmayı dileyerek açtı gözlerini. Ama olmadı... Batu hala buzdolabını aratmayan bir ifadeyle bakıyordu ona.

"Ama işte sonunda gitmek zorunda kaldım. Oradayken ilk başlarda seni aramaya korktum. Çünkü ne diyeceğimi, Kanada'ya neden geldiğimi sana nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Ama sonra bir gün cesaretimi toplayıp aradığımda... Telefonun kapalı çıktı."

Giderek boğulmaya başlamıştı sesi. Ne dediği zar zor anlaşılıyordu.

"Sonra telefonunu değiştirdiğini fark ettim. Sana mail attım. Ulaşmadı. Facebook'tan mesaj göndermeye çalıştım. Ama onu da yapamadım. Beni silmiştin. Kızları arayıp yeni numaranı istedim. Onlar da bilmiyorlardı. Ofisinizin telefonunu verdiler bana."

Artık sesi cılız bir mırıltı halini almıştı.

"Sapık gibi her gün ofisini arayan bendim. Sıraladığın o küfürleri de dinleyen bendim." Gülmekten çok hıçkırığa benzeyen tuhaf bir ses fırladı boğazından. "Ruh hastası olduğumu düşünüyorsun belki. Haklısın. İnan ben çok daha fazlasını düşünüyorum!"

Çocuk gibi burnunu çekerek Batu'ya baktı. Ufacık da olsa bir yumuşama belirtisi aradı yüzünde, gözlerinde. Bulamadı. Ama artık bu kadar konuşmuşken tam burada susacak değildi.

"Sonra kızlar yeni numaranı bulduklarını söylediler. Çok uzun zamandır ilk defa bir şeye sevindim. Seni aradım. Ama açmadan yüzüme kapattın. Meşgule düşürdün. Sonra da telefonunu kapattın. Ertesi gün doğum günümdü. Aramadın. Kutlamadın. Ben de zaten sonraki gün dönüyordum. Biletimi Adana'ya ayırttım. Ama parayı ödeyen annem olduğu için... Brada Melisler'de birkaç gün kaldıktan sonra seninle konuşmaya gideyim diye düşünmüş, bileti değiştirip Hatay'a almış. Dün havaalanına indiğimde araba kiralayıp direk Adana'ya gelecektim ama Melis beni karşılamaya gelmişti. Beraber Adana'ya gideceğimizi sanarak bindim arabasına. Ama beni buraya getirdi. Sana bunu dün de söyledim. Sen buraya gelmiş olmasaydın ben bu sabah otobüsle Adana'ya gelecektim. Sana gelecektim. Ama sen..."

Tıkanmıştı artık. Daha fazla devam edemedi. Zaten söyleyecek daha fazla bir şeyi de kalmamıştı. Ve ne yazık ki söylediklerinin Batu'nun üzerinde en ufak bir etkisi olmamıştı. Sanki duvara konuşuyordu. O kadar tepkisiz, o kadar ilgisizdi Batu. Ağzını açıp bir şey demiyordu ama o cam gibi bakan gözleri 'bütün bunlardan bana ne?' dercesine umursamazdı. Bütün bunlar artık onu gerçekten de ilgilendirmiyor olmalıydı. Yoksa bu kadar tepkisiz kalabilir miydi? Bu kadar mesafeli durabilir miydi?

"B-bir şey söylemeyecek misin?" derken bir şey söylemesi için yalvarıyordu adeta. Yine dayanamamıştı işte. Güya daha fazla bir şey söylemeyecekti ama tutamamıştı kendini. Yine... Yine...

"Ne söylememi bekliyorsun?" dedi Batu ruhsuz bir ses tonuyla. "Aylar sonra bana bunu anlattığın için önünde diz çöküp ayaklarına kapanacağımı mı düşünüyorsun?"

"Hayır tabii ki Batu!" diye isyan edercesine bağırdı Lale. Bu muameleye daha fazla dayanamayacaktı! "Ben ne zaman senden böyle bir şey bekledim ki?! Neden ısrarla her dediğimi yanlış anlıyorsun?"

"Çünkü seni anlamıyorum Lale!" diye hiddetle bağırdı Batu. "Seni anlayamıyorum! Bana bunları anlatmak için neden bu kadar beklediğini anlayamıyorum! Görmüyor musun, artık bunların benim için hiçbir önemi yok!"

Lale "Görüyorum." dedi hıçkırığa benzer bir iniltiyle. "Görmemem mümkün mü? Görüyorum tabii. Hem de sandığından da iyi görüyorum! O kadınla berabersin artık, tamam. Gördüm! Ama ben de seni anlamıyorum! Bu kadar kolay mıydı ya? Ben bu kadarını hak edecek ne yaptım sana? Bana ne kadar kızgın olursan ol hemen başka bir kadının kollarına koşman mı gerekiyordu? Bana her kızdığında aynı şeyi yapmasan olmuyor muydu? Onu buraya, Arsuz'a getirmesen, gözümün içine baka baka arkadaşlarımla, arkadaşlarımın aileleriyle tanıştırmasan olmuyor muydu Batu?!"

Batu umursamazca omuzlarını silkti.

"Onu buraya getirmemin seninle bir ilgisi yok." dedi. "Ben senin döndüğünü bilmiyordum bile."

Lale "Ama bu akşam burada olacağımı biliyordun!" dedi hırsla. "Ve bunu bile bile o kadını aldın buraya getirdin!" Sonra birden durdu. "Hem..." dedi. "Hem hani benimle ilgili her şey seninle de ilgiliydi?" diyebildi güçlükle. "Nasıl 'seninle bir ilgisi yok' diyebiliyorsun?"

"O eskidendi." dedi Batu soğuk bir sırıtmayla. "Ayrıca bu akşam buraya kendiliğimden kalkıp gelmedim herhalde, Selçuk davet etti!" diye terslendi.

Yüzündeki o sırıtma Lale'yi delirtmeye yetmişti. Sinirinden elbisesinin eteklerini sıktı terli avuçlarıyla. "Yaa... Demek öyle." dedi alayla. "Demek sırf Selçuk davet ettiği için, arkadaşının davetini geri çeviremeyeceğin için geldin, o kadını da bu yüzden buraya getirdin öyle mi?"

Batu dönüp dolaşıp aynı şeyleri konuşmaktan sıkılmış gibiydi. Bu sıkıntısını gayet net açık eden bir yüz ifadesiyle ellerini saçlarının arasında dolaştırıp başında birleştirdi.

"Getirdimse getirdim." dedi bıkkınlıkla. "Sana hiçbir şey için hesap vermek zorunda değilim."

Umursamazlığı, soğukluğu, kayıtsızlığı neyse ama bu pişkinliği artık Lale'nin sabrının sınırlarını fena halde zorlamaya başlamıştı.

"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum!" dedi histerik bir sesle. "Aklınca bana 'artık umrumda değilsin, bak ben hayatıma devam ediyorum,' mesajı vermeye çalışıyorsun. Beni unuttuğunu ispatlamaya çalışıyorsun." Batu'ya bakarak alayla gülerken başını iki yana salladı. "Ama olmuyor. Yapamıyorsun! Böyle şeyler hiç gitmiyor sana. Üstünde eğreti duruyor. Anca böyle soğuk soğuk baktığınla kalıyorsun! Bu duruşun, bu umursamazlığın, bu tavırların; hepsi tamam ama gözlerin o arada bir kendini bıraktığında aynı eskisi gibi bakan gözlerin oynamaya çalıştığın bu saçma oyunu öyle güzel ele veriyor ki..."

Batu'nun gözleri öfkeyle parladı bunu duyduğu anda. Lale'nin üzerine yürümeye başladı.

"Yaa..." dedi. "Demek yapamayacağımı düşünüyorsun?" Diye hırlayan sesi yine tehditkar tınılar yüklüydü. "Kendini bu kadar vazgeçilmez mi zannediyorsun?"

Sinirlenmişti. Boynundaki damarlar yine derisinin altından fışkıracak gibi kabarmış şişmişti. Yüzündeki o karanlık ifade Lale'yi iyice ürkütmeye başlamıştı ama geri adım atmamaya da kararlıydı.

"Ben öyle bir şey demedim!" derken sesinin titrememesi için elinden geleni yapıyordu. "Ben sadece..."

Batu yüzünü ona iyice yaklaştırdı. Sıcak nefesi şimdi Lale'nin yüzünü yalıyordu. Ve Lale ona bu kadar yakınken hiçbir şey düşünemiyordu...

Batu "Sen sadece ne?" Dediğinde nefesi yüzüne vurunca Lale gözlerini kapattı. Sonra sert bir hareketle kolunun kavrandığını hissettiğinde gözlerini açtı.

"Sen sadece ne?!" diye bağırırken bir yandan da kolunu sımsıkı tutuyordu Batu. "Senden başka kimseyle olamayacağımı mı düşünüyorsun? Hayatımın sonuna kadar beni terk eden bir kadının arkasından ağlayıp onun yasını tutacağımı mı zannediyorsun?!"

Bu son cümle Lale'nin inanılmaz sinirine dokundu, bunca zaman sonra kolunu sarsmak için bile olsa Batu ona dokunduğu için hiç kıpırdamamaya, mücadele etmemeye kararlıydı oysa. Ama o son cümleyi duyunca kolunu onun parmaklarından kurtarmak için çırpınmaya başladı.

"Tabii ki de öyle bir şey zannetmiyorum. O kadar da salak değilim! Bana bir şey olsa bırak hayatının sonuna kadar yas tutmayı, bir gün bile arkamdan üzülmezsin sen. Bunu gayet iyi biliyorum!"

Ve Batu birden bıraktı kolunu. Arkasını dönüp birkaç adım atarak ondan uzaklaştı. Lale öfkeden tutuşan gözlerle arkasından baktıktan sonra başını eğip bakışlarını Batu'nun parmaklarında kolunda bıraktığı ize çevirdi. Ateşe değmiş gibi yanan tenini ovuşturdu parmaklarıyla. Sonra tekrar başını kaldırıp hala ona dönmemiş olan Batu'ya baktı.

"Ben sana benden başka kimseyle olamazsın demiyorum. Başkasıyla olabileceğini, olduğunu ve bundan sonra olacağını da biliyorum." dedi.

Bunu yüksek sesle itiraf etmek öyle acı veriyordu ki... İçi yanıyordu.

"Ama ben senin gibi değilim. Yapamam. Ben bir kez sevdiğimden kopamıyorum çünkü. Ayrıca... Ayrıca dün karşılaşmamızın tesadüf olduğuna da inanmıyorum." Diyerek dün geceden beri kendine bile itiraf etmekten çekindiği şeyi söyledi sonunda.

"Sana 'benim burada olduğumu biliyordun, onun için geldin' demiyorum, yanlış anlama. Ama orada bir şey oldu. Ne oldu bilmiyorum ama... Ama ben seni hissettim. Eskiden olsa belki de sen beni hissettin derdim."

Gözlerine biriken yaşlar görüşünü bulandırmaya başlamıştı yeniden ama aldırmadı.

"Ama ben... Ne bileyim." diyerek omuzlarını silkti. "Kokunu aldım da mı geldim yoksa senin beni çağırdığını mı hissettim bilmiyorum ama tesadüf olduğuna inanmıyorum! Çünkü ben..." Elini göğsünün üzerine koydu. "Ben sana kopmayacak bir bağla bağlıyım anlıyor musun?"

Batu'nun hala arkası dönüktü. Dönüp yüzüne bile bakmıyordu. Ama Lale bir kere başlamışken devamını getirmeye kararlıydı. İçinde ne varsa söyleyecekti artık.

"Çünkü ben... Ben sensiz nasıl yaşıyordum unutmuşum. Baksana halime, görmüyor musun? Sudan çıkmış balık gibi kaldım böyle! Sanki ne yapsam senin sevmen için, senin beğenmen için yapıyordum. Sanki her yerde ama her yerde senin beni izleyen gözlerin vardı. Bir tek benim gördüğüm, bir tek beni gören gözlerin vardı sanki her yerde. O yüzden sen olmayınca böyle boşluğa düştüm. Her şey, sanki her şey anlamını yitirdi. Çünkü... Çünkü ben..." Boğazından fırlayan boğuk hıçkırıkla elini ağzına kapattı. "Ben hayatım boyunca... Evet kalabalık bir ailem var, arkadaşlarım var. Ama ben... Ben hayatım boyunca senden başka hiç kimseye kendimi bu kadar yakın hissetmedim. Hiç kimse senin kadar iyi tanımıyor beni. Annem bile! Annem bile senin kadar tanımıyor beni Batu! Hiç kimse senin kadar anlamaya çalışmadı beni. Ve ben de aramızdaki onca soruna rağmen, önümüze çıkardıkları bir dolu zorluğa rağmen, birçok gece bunları düşünmekten uykum kaçmasına rağmen, ne olursa olsun senin yanında hep mutlu uyudum. Hep huzurlu uyandım. Bu yüzden de başkasıyla olamam. Çünkü kimsenin senin gibi olmayacağını biliyorum! Kimseyle karşılaştıramam bile. Benim için senin başkasının yanında yenik düşeceğin bir karşılaştırma olamaz çünkü. Benim sonunda seni seçmeyeceğim bir karşılaştırma olamaz çünkü!"

Bu kez yalnızca göz yaşları değil, burnu da akmaya başlayınca içini çekti. Çamaşır makinesinin üzerinde duran kağıt havlu rulolarından birini aldı, büyükçe bir parça kopardıktan sonra yüzünü sildi. Göz yaşlarını kuruladı. Batu hala ona dönmüyordu. Sırtı dönük bir şekilde dikiliyordu hala. Ve bu Lale'yi çok ama çok yaralıyordu. Şu söylediklerinden sonra bile dönüp suratına bakmaması... Bu kadarına hakikaten inanamıyordu.

"Ama senin için öyle değil biliyorum. Sen başkasıyla olursun. Daha önce de eşiğinden dönmedin mi zaten?" dedi bastıramadığı inceden bir alayla. "Bu sefer affetmemişsindir tabii. E bir de önüne böyle fırsatlar çıkınca..." diye Ela'yı kast ederek imayla güldü. "Ama... Ama kaç kadınla yatarsan yat, kimle sevişirsen seviş benim gibi olmayacağını sen de biliyorsun!"

Batu bunu duyunca ok gibi hızla ona doğru çevirdi başını.

Lale sonunda ondan bir tepki almış olmaktan mutlu, hiç duraksamadan devam etti konuşmaya.

"Seks konusunda senin gibi uçsuz bucaksız tecrübelerim yok. Senden başka kimseyle birlikte olmadım ben! Ne senden önce ne senden sonra. Senin için böyle bir şey imkansız belki ama senin yaptığının aksine, senden sonra önüme çıkan ilk adamın altına yatmadım ben!" Batu'nun bakışlarının sertleştiğini görünce biraz daha umutlanarak devam etti sözlerine. "Ama bizim aramızdakinin kolay bulunan bir şey olmadığını biliyorum! Bunu sen de biliyorsun! Bana hep söylemiyor muydun 'ben de böylesini ilk defa yaşıyorum' diye? Sen de biliyorsun işte! Git istediğin kadar kadınla yat. Ela'ymış şuymuş buymuş. Gördüğün her kadını yatağa at. Tanıştığımızda dünyadaki kadın nüfusunun yarısıyla yatmıştın zaten! Bundan sonra kalan yarısıyla da yat! Ama hiçbirinin benim gibi olmayacağını göreceksin. Bunu sen de biliyorsun! Bende bulduğun her neyse onu o kadınların hiçbirinde bulamayacağını sen de biliyorsun! Ne kadar ararsan ara. Bulamayacaksın! Hiçbiri benim gibi olmayacak!"

İnce bir gülümsemeyle kıvrıldı Batu'nun dudakları.

"Kendine ne kadar güveniyorsun sen öyle." dedi. "Senden önce de bir sürü kadınla yattım ben. O bahsettiğin saçmalığı onlarla yaşamadığımdan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

İşte yine aynı şeyi yapıyordu! Ona dair emin olduğu ne varsa sorgulamaya başlıyor, kendinden şüphe etmesine neden oluyordu! Onu tanıyamıyordu. Söylediği hiçbir şeyden etkilenmeyen, duygularını hiçbir şekilde göstermeyen, bu soğuk, uzak adam onun aşık olduğu Batu olamazdı! Ve işte aynı şeyi yine yapmıştı. Ondan önce yattığı kadınların lafını açarak kıskançlığın o kekremsi tadını bir kez daha hissetmesini sağlamış, içine yeni şüphe tohumları düşürmeyi başarmıştı. Ama bunu ona belli etmeyecekti! Hiç bozuntuya vermeden başını kaldırıp sırtını dikleştirdi.

"İstediğini söyle. Sana inanmıyorum." dese de öfkeden kulakları çınlıyordu aslında. Ama belli etmeyecekti. "Sinirinden böyle konuştuğunu, sırf beni üzmek için özellikle böyle şeyler söylediğini de biliyorum!"

"Yok ya?" dedi Batu alayla. "Demek sırf seni üzmek için böyle konuştuğumu sanıyorsun. Tabii, dünya senin etrafında dönüyor çünkü!"

"Evet öyle!" diye inatla bağırdı Lale. Sonunda o da kaybetmişti kendini. "Senin dünyan benim etrafımda dönüyor çünkü, tamam mı?" derken aslında bundan o kadar da emin değildi ama ancak böyle konuştuğu zaman Batu'dan bir tepki alabiliyordu. "Bu buz gibi bakışlar, soğuk tavırlar, dönüp yüzüme bile bakmamalar, hepsini beni üzmek için yapıyorsun! Eğer gerçekten... Gerçekten artık beni sevmiyor olsaydın böyle davranmana gerek yoktu! Sen beni artık sevmiyorsan bile ben... Ben seni seviyorum. Deli gibi seviyorum! Ama senin sevgine de aşkına da ihtiyacım yok! Bana hiç tanımadığın bir yabancıymışım gibi davranıyorsun. Benden uzak duruyorsun. Çünkü beni asıl üzecek şeyin bu olduğunu çok ama çok iyi biliyorsun! Böyle aramızda hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmak zorunda değildin Batu! Bu kadar düşmene gerek yoktu. Düşman mıyız biz? Yapmaya çalıştığın her neyse beni insan yerine koyarak da yapabilirdin bunu! Sanki hayatına öylesine girip çıkmış sıradan biriymişim gibi bana kendimi bu kadar değersiz hissettirmene hiç gerek yoktu!"

Batu omuzlarını silkerek ellerini ceplerine koydu.

"Kendini fazla önemsiyorsun." dedi ifadesiz bir sesle. "Ben bu dediklerinin hiçbirini yapmadım. Bütün bunlar aklımdan bile geçmedi benim." Sonra alaycı bir kıvrım aldı dudakları. "Hem ne bekliyordun ki? Ayrıldıktan sonra arkadaş kalacağımızı falan mı düşünüyordun? Tabii doğru ya, sen öylesine alışkınsın. Ama kusura bakma, ben o kadar medeni bir adam değilim!"

Ağzından çıkan son kelimelerle beraber Lale çılgına döndü. Bu saçmalık artık canına tak etmişti. Solukları düzensizleşmişti, göğsü hızla inip kalkıyordu. Sinirden şakaklarının zonkladığını hissediyordu. Öylece hiç hareket etmeden, mavi gözleri çakmak çakmak baktı Batu'ya.

"Evet doğru." dedi dişlerini sıkarak. "Dağ adamısın sen! Sende medeniyet ne gezer!"

Sonra bir hışımla Batu'nun üzerine yürüdü, birkaç adımda aralarındaki mesafeyi kapattı. Ve sağ koluna yapıştı.

"Çıkar şu ellerini cebinden. Çıkar!" Diye haykırarak çekiştirmeye başladı kolunu. "Çıkar diyorum sana! Yeter artık bırak şu aptal inadını!"

Batu neye uğradığını şaşırdığından ilk başta karşı koyamadı ona. Ama sonra o da mücadele etmeye başladı. Zaten Lale'yle aralarındaki güç farkı o kadar belirgindi ki o istemeden Lale'nin onu elini cebinden çıkarmaya zorlaması pek olacak iş değildi.

"Çıkar şu elini diyorum sana ya. Çıkar!" diye deli gibi bağırıyordu Lale.

"Ne yapıyorsun ya bıraksana!" diyerek elini cebinden çıkarmadan kolunu ondan kurtarmaya çalışıyordu Batu ama Lale sımsıkı yapışmıştı bileğine.

Sonunda biraz Lale'nin zorlaması, biraz da Batu'nun pes etmesiyle o eller çıktı pantolonun cebinden. Lale yaşadığı kısa süreli şaşkınlığın ardından sol koluna yapıştı bu kez, bileğini çekiştirerek diğer elini de çıkardı cebinden. Batu'nun ellerine baktı. Avuçlarının arasına aldı. Ama sonra gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı.

"Batu..." dedi iniltiye benzeyen tuhaf bir sesle. "Batu ne yaptın ellerine?!"

Biraz önce bir kez daha tutmuştu ellerini ama o zaman ellerinden ziyade gözlerine bakarak sadece avuçlarının içini okşadığından fark etmemişti. Batu'nun iki elinin de üzerinde kocaman birer morluk vardı. Sadece o değil... Bir de tırnaklarının kenarları soyulmuş, kanayana kadar etleri yolunmuştu. Bazı parmakları eklem boğumlarına kadar soyulmuş, kan toplamıştı.

"Ah Batu ne yaptın ellerine?" dedi boğuk bir sesle. Sesi ağlamaklıydı. Başını kaldırıp Batu'nun gözlerinin içine baktı. "Bu yüzden mi cebinden çıkarmıyordun ellerini?"

Batu'dan hiç ses gelmedi. Lale de üstelemedi. Zaten o da onu sıkıştıracak halde değildi, Batu'nun ellerini gördükçe içi acıyordu. Demek ellerini ceplerinde tuttuğu süre boyunca tırnaklarının kenarlarını soymuştu. Ellerini tutup dudaklarına götürdü. Sımsıkı bastırdı dudaklarını yara bere içindeki ellerine.

Dudakları tenine değince ellerini ellerinden çekmesiyle ondan birkaç adım uzaklaşması bir oldu Batu'nun. Yine sırtını döndü Lale'ye. Ama Lale bu kez arkada kalmadı, hemen atılıp önüne geçti.

"Gel n'olur o yaralarına bir şey sürelim. Böyle açıkta kalırsa iltihaplanır mikrop kaparsın."

"Kaparsam kaparım, sana ne?!" diye bağırdı Batu.

Lale ıslak gözlerini kırpıştırdı.

"Batu..."

Batu "Yeter sus artık Lale!" diye öfkeyle haykırdı. "Daha fazla saçmalama artık!"

"B-ben... Ben saçmalamıyorum ki." dedi Lale ağlayarak. "S-sadece yaralarına tentürdiyot gibi bir şey süre..."

Batu "Sus artık yeter bir şey söyleme!" diye kükredi. "Konuşmak istemiyorum artık! Seni dinlemek istemiyorum!!"

Lale onu hiç duymamış gibi başını biraz daha kaldırdı. Onun simsiyah kesilmiş derinliklerine baktı.

"Gerçekten yattın mı o kadınla?"

Batu alayla gülerken gözlerini devirdi.

"Ne oldu, hani çok emindin onunla da başkalarıyla da yattığımdan?" dedi. "Dün gece yeri göğü inletiyordun 'beni aldattın' diye. Şimdi birden fikrini mi değiştirdin? Gördüklerinden şüphe etmeye mi başladın?"

Lale halsizce başını iki yana sallarken gözlerini kaçırdı.

"Ha-hayır. Ondan değil." dedi. "Ben... Yani ben. Onunla da başkalarıyla da yattığın her halinden belli olsa da ben hala içten içe inanmak istemiyorum galiba." diyerek burnunu çekti. Elindeki peçeteyi hafifçe burnuna dokundurdu. "Yani ben..." Başını kaldırıp gözlerini yeniden onunkilere dikti. "Bilmiyorum Batu." dedi kırık bir sesle. "Bu kadar çabuk mu unuttun beni sahiden? Unuttun mu beni gerçekten?" Yutkunmaya çalıştı güçlükle. "H-hiç... Hiç sevmiyor musun artık? Hiçbir şey hissetmiyor musun?"

Bunun onun için hiç kolay olmadığı, gözlerindeki o kopkoyu hüznün sahici olduğu ve içini kanata kanata bunu sorduğu öylesine belliydi ki her halinden... Batu'dan gelecek cevabı beklerken yüreğinin ağzında attığı, nabzının yoldan çıkıp delicesine attığı, kulaklarının uğuldadığı, farkında olmadan kalbinin üzerinde birleştirdiği ellerinin tir tir titrediği o kadar açık seçik ortadaydı ki...

Ama Batu bunların hiçbirini görmedi. Görmemiş olacak ki duygusuz bir sesle "Evet." dedi. "Evet unuttum seni."

Kalbi bir kez daha aldığı darbeyle kırıkla ayrılıp paramparça olurken gözlerini kapattı Lale. Midesine yumruk yemiş gibi nefesi kesilmişti. Onu girdap gibi içine çeken mutsuzluğuna kapılmamak için çırpınıyordu içten içe. Abisini düşünmeye çalıştı. O Selin'i yıllardır unutamamışken... Batu'nun onu üç ay gibi kısa bir sürede unutması mümkün müydü? Bilmiyordu ki. Belki de mümkündü... Abisi ve Batu o kadar farklı insanlardı ki... İkisini karşılaştırmak başından beri gereksizdi belki de. Yine de...

Gözlerini açtı.

"İnanmıyorum." dedi küçük bir sesle. "İnanmıyorum. Ger-gerçekten unutmuş olamazsın?"

Batu'dan cevap gelmedi.

"Gerçekten hiç sevmiyor musun beni artık??"

Batu ona şöyle bir baktı. Omuzlarını silkti.

"Hayır." dedi.

"Hayır ne?" diye bağırdı Lale. "Hayır ne? Açık açık söyle şunu!"

"Söylersem ne olacak?" dedi Batu ona dik dik bakarak.

"Hiçbir şey." dedi Lale. "Hiçbir şey olmayacak. Yine inanmayacağım."

Batu'nun gözlerinin yine öfkeyle yanmaya başladığını görünce üsteledi.

"Eğer artık beni sevmiyorsan o ellerinin hali ne? Neden parçaladın ellerini öyle? Hem söylesene, eğer artık beni sevmiyorsan demin yukarıda ne yapıyordun?"

Batu'nun yüzü birbirine girdi birden. "Ne?" dedi hemen telaşla. "Ne diyorsun ya sen?" dedi kaşlarını çatarak.

"Buraya gelmeden önce merdivenlerden indin. Ayak seslerini duydum!"

Batu ok gibi dik dik baktı ona.

Sonra sakinliğini korumaya çalışan kontrollü bir sesle "Yanlış duymuşsun." dedi.

Lale "Hayır yanlış falan duymadım!" diye diretti inatla. "Buraya girmeden önce merdivenlerden indin sen. Yukarıdaydın! Ne yapıyordun orada?"

Yanılmaktan deli gibi korkuyor olsa da Batu'dan ses gelmeyince biraz daha üsteledi. Batu'nun bu halleri ona şüphelerinin doğru olduğunu fısıldadığı için taze bir güven gelmişti üzerine.

"Benim kaldığım odada mıydın yoksa?"

Batu aniden parladı.

"Ne alakası var ya!" diye şiddetle bağırdı. "Ne işim var benim senin kaldığın odada?"

"Yalan söylüyorsun!" diye ondan altta kalmayan bir sesle bağırdı Lale. "Biliyorum oradaydın. Benim kaldığım odadaydın!"

Batu'nun buzdan bakışları Lale'nin güneş yanığı kıpkırmızı yüzünde dolaştı.

"Senin ne düşündüğün benim umrumda bile değil." diye hırladı. "Nasıl düşünmek istiyorsan öyle düşün. Kendini kandırmaya devam et. Ben gidiyorum!"

Lale'nin yanından geçip kapıya doğru yürüdü.

"Gerçekten sevmiyorsun beni artık yani, öyle mi?" diye seslendi arkasından Lale. "Sevmiyorsun beni artık? İstemiyorsun?"

Batu tam kilidi açmak için elini kapıya atmıştı ki Lale'nin sesini duyunca durdu. Sonra ağır ağır ona doğru döndü.

"Sevmiyorum." dedi. "Sevmiyorum. İstemiyorum. Şimdi oldu mu? İnandın mı şimdi?"

Lale hafiften sendeler gibi oldu. Dizleri yine ona ihanet eder de oracığa yığılır kalır diye hemen arkasındaki lavaboya tutundu can havliyle. Sonra bu banyo halısının üzerinde tek başına kıvrandığı o günü aklına getirince daha da kötü oldu. İçinden 'Yalan söylüyor.' diye telkin etmeye çalıştı kendini. 'Yalan söylüyor. Beni üzmek için bile bile yapıyor.'

Dudakları titriyordu. Gözleri kararmaya başlamıştı. Ama bu sefer bırakmayacaktı, kapıp koyvermeyecekti kendini...

"Hayır olmadı." dedi belli belirsiz duyulan fısıltı benzeri bir sesle. "Olmadı. Çünkü inanmıyorum. Çünkü ben seni hala çok seviyorum!"

Batu ona bakarak şöyle bir güldü.

"Demek inanmıyorsun." dedi. "Bu kadar gurursuzsun demek? Ne yapacaksın, karşılıksız mı seveceksin beni? Bu yaştan sonra karşılıksız aşk mı yaşayacaksın?"

Lale'nin bütün bunları sindirebilmek için birkaç defa üst üste yutkunması gerekti.

"Evet. Evet gerekirse öyle yaparım." dedi. Heyecandan kesik kesik konuşuyordu. "N-ne olmuş? Evet. Karşılıksız severim seni ne yapayım? Ve evet. Gurursuzum. Zamanında ben de sana çok dedim seni istemiyorum diye ama sen inanmadın. Bırakmadın. Sonradan bana gözlerime baktığında sadece dilimin böyle konuştuğunu anladığını, gözlerimin, beni öptüğünde dudaklarımın, saana dokunduğumda ellerimin başka şeyler söylediğini hissettiğini söylemiştin. 'Bu gurursuzluksa evet gurursuzum' demiştin." Ona bunları söyleyen Batu'dan bir iz aradı ona cam gibi bakan o kara gözlerde. "Şimdi ben de aynısını sana söylüyorum işte. Sen ne dersen de... Ne kadar soğuk bakarsan bak. O kadınla birlikte olduğunu gözüme sokmak için ne yaparsan yap. Ben... Ben bu kadar kolay bırakmayacağım. Ne yaparsan yap beni üzmek için, beni sinirlendirmek için bile bile yaptığını düşünmekten vazgeçmeyeceğim! Sen nasıl benden vazgeçmediysen şimdi ben de senden vazgeçmeyeceğim! Sen beni çok bekledin. Önce cesaretimi toplayıp birlikte olmamız için sana tamam dememi bekledin. Sonra ilişkimizi aileme anlatmamı bekledin. Sonra..." Buraya gelince tıkanmıştı işte. Birkaç saniye konuşamadı, devam edemedi. "Sonra. Bebeğimizi kaybettikten sonra o yataktan bile çıkmadığım zamanlarda sabırla başucumda bekledin. O yüzden... Şimdi ben de senin öfkenin geçmesini bekleyeceğim."

Batu'nun bir şeyler söylemesini, söylemese de gözleriyle anlatmasını yine boşuna bekledi. Biraz önce konuşurken kendine çok güveniyor, söylediklerinin Batu'nun inadını kırmakta biraz da olsa etkili olacağını düşünüyordu. Anlaşılan yine yanılmıştı. Batu'nun gözleri yine cam gibi bakıyordu çünkü. Ruhsuz, duygusuz, ifadesiz...

"Batu..." dedi boğuk bir iniltiyle. "N'olur... N'olur böyle bakma!" dedi yalvarırcasına. "Ben seni terk etmedim. Zaten seni böyle köpek gibi seviyorken nasıl terk edebilirim?! Seni terk edip de bir başkasına gitmedim! Gidişimin seni sevmememle, seni istemememle alakası yoktu! Ya bak ben hala... Hala her gün oğlumuzu düşünüyorum! Nasıl bir bebek olurdu, sana benzer miydi, adı ne olurdu, çok ağlar mıydı, iştahı açık olur muydu... Hep bunları düşünüyorum! Şimdi bu banyoda bile kanama geçirdiğim o gün geliyor aklıma! Bunların olmasını, bunları yaşamamızı ben istemedim! Depresyona girmeyi ben istemedim! Bana çok kızgınsın, kırgınsın biliyorum. İstemeden gururunu kırdım, onu da biliyorum. Ama ben bekleyeceğim. Sen 'sevmiyorum' desen de ben seni hala deli gibi seviyorum çünkü! Öfkenin geçmesini, mantıklı düşünmeni, bana haksızlık ettiğinin farkına varmanı bekleyeceğim! Ama sen de şu kızgınlığın biraz geçtiğinde, sırf gururuna yediremiyorsun diye, sırf inat yapacaksın diye bu saçmalığı daha fazla uzatma n'olursun!"

Batu bir süre hiçbir şey söylemeden onu süzdü. Konuşmaya başladığında tıpkı bakışları gibi sesi de öyle yabancıydı ki... Lale karşısında duran bu adamın kim olduğunu bile bilmediğini düşündü.

"Asıl saçmalayan sensin." dedi. "Hiçbir zaman anlamadın sen beni. Şimdi de anlamıyorsun. Sorun depresyona girmen falan değildi anlamıyor musun? Sen... Böyle saçma sapan işlere kalkışacağına benimle kalsaydın ben beklerdim. Bunu sana kaç defa söyledim! Yine yataktan çıkmasaydın. Yine konuşmasaydın. Yine sana dokunduğumda sanki istemediğin bir şey yapacakmışım gibi kaskatı kesilseydin. Saçlarını okşamaya kalktığımda yine 'yapma' diye bağırıp azarlasaydın beni... Hiçbir şey demezdim. Ağzımı bile açmazdım. Çünkü ben... Her şeye rağmen sen yanımda olduğun için.... Ben hepsine razıydım anlıyor musun? Hepsine razıydım ben! Ama sen aptalca bir fikrin peşine takıldın, beni bıraktın gittin! Sonra bir de kalktın dünyanın öbür ucuna gittin! Şimdi de karşıma geçmiş saçma sapan şeylerden bahsediyorsun!"

Batu'nun, nice umutlar bağladığı o itirafları 'saçma sapan şeyler' diye damgalaması karşısında Lale'nin içi acıyordu. Nasıl... Nasıl bu kadar gaddar olabiliyordu anlamıyordu. Önce dudakları büzüldü. Engel olmak için devamlı gözlerini kırpıştırmasına rağmen gözpınarları hemencecik yaşlarla doldu. Ve olan oldu. Lale bir kez daha ağlamaya başladı.

"Hiç öyle ağlayarak bakma bana!" diye gürledi Batu. "Sana daha önce de söyledim. Biz seninle hayatımızın geri kalanını birlikte yaşayacaktık. Her şeyi birlikte yaşayacak, birbirimizle her şeyi paylaşacaktık. Hayat zor Lale! Böyle şeyler tabii ki olacaktı. Sevindiğimiz kadar üzülecektik de. Ama ilk üzüntümüzde de yüz üstü bırakmayacaktık birbirimizi! Arkamızı dönüp gitmeyecektik! Biz daha önce de bir sürü zorlukla baş etmek zorunda kaldık. Ama bu başkaydı. Ben... Ben de senin kadar üzülüyordum! O bebeği ne kadar çok istediğimi biliyordun Lale! Ben de senin kadar üzülüyordum, ben de senin kadar acı çekiyordum! Sana anlayışsız davranmadım ki ben! Bir gün bile ağzımı açıp bir şey demedim sana. Çünkü sen ne yaşıyorsan ben de yaşıyordum aynısını! Ama sen... Sen bana bunu yapmayacaktın Lale! Yapmayacaktın bunu bana!"

Lale ağlayarak başını önüne eğdi. Batu'nun sözlerinin altında eziliyordu.

"Özür dilerim." derken boğulur gibi ağlıyordu. "Ben... Özür dilerim!"

"Bu saatten sonra özür dileyerek hiçbir şeyi düzeltemezsin!!" dedi Batu hiddetle. "Sen... Sen yaşadığımız ilk acıda bırakıp gittin beni. Yalnız bıraktın! Aynısını ben sana yapsaydım kendini nasıl hissederdin?! Buraklar'ın kapısına dayandığım o gece babama bir şey olsaydı... Babamı kaybetseydik...."

"Sus. Sus. Sus n'olur sus!" diye çığlık atarak ellerini yüzüne kapattı Lale. Bunu duymaya bile tahammülü yoktu.

Ama Batu ona kulak asmadan devam etti.

"O gece babam ölseydi ve ben bunun için seni suçlasaydım... Acımı senden çıkarmaya çalışsaydım... Seni tek başına bırakıp dünyanın öbür ucuna gitseydim... Aylar sonra aklıma esince de geri dönseydim... Ne hissederdin Lale söylesene!!"

"Böyle konuşma. N'olur böyle konuşma! Ben acımı senden çıkarmaya çalışmadım ki!" diye ağlayarak bağırdı Lale. "Senin de benim kadar üzüldüğünü tabii ki biliyordum Batu!"

"Hiçbir şey bildiğin yok senin!" diye kükredi yine Batu. "Her zamanki gibi sadece kendini düşünüyorsun. Ama ben artık senin bu bencilliğine, bu dengesizliğine, kararsızlığına daha fazla alet olmak istemiyorum! Çocuk oyuncağı değil bu. Beni öyle istediğin gibi parmağında oynatamayacaksın bundan sonra! Beni terk edip sonra senin yokluğunda yaptıklarım için hesap soramazsın bana! Benim ne yaşadığımı bilmiyorsun bile sen! Seni tanıdığımda... Ben seni tanıdığımda hayatımın geri kalanını birlikte geçireceğim insanı bulduğumu düşündüm! Hristiyan olman, ailenin beni istemeyecek olması, benim ailemin seni istemeyecek olması, hiçbiri ama hiçbiri sikimde bile değildi! Bütün o kadınlar, kulüpler, kızlar, barlar, her gece başka bir yerde başka bir kadınla kalmalar; hepsi bitti. Buraya kadar dedim; bitti!" diye bağırıp ellerini birbirine çırparak 'bitti' işareti yaptı. "Ve o hayatı bir gün bile özlemedim. Bir gün bile pişman olmadım."

Durdu. Nefes nefese kalmıştı. Göğsü hızla inip kalkarken karşısında gözlerinden sicim gibi inen yaşlarla onu izleyen Lale'ye baktı.

"Ama sen... Sen beni terk ettin! Bıraktın gittin. Ezdin geçtin sen beni! Şimdi toparladım kendimi. Hayatıma devam ediyorum. Senin giderken içine sıçtığın hayatımı toparlayabilmek için yaptıklarım yüzünden de senden özür dilemeyeceğim. Dilemem! Paramparça ettiğin hayatımı tekrar yoluna koymak için yaptıklarım yüzünden senden özür dilemem! Sen ne Ela için ne de başka bir şey için hesap soramazsın bana. Anlıyor musun, soramazsın Lale! Beni bırakıp giderken o hakkı kaybettin sen! Bana sen artık hiçbir şey soramazsın! Bundan sonra istediğimi yaparım. Yapıyorum da zaten! Beni ne seni aldatmakla suçlamaya hakkın var ne de seks manyağı bir sapık olmakla! Hiçbir şey için suçlayamazsın sen beni! Buna hakkın yok çünkü. Anladın mı, yok!"

Konuşmanın başından beri gözyaşlarını kontrol etmeye çalışan Lale artık kendini bırakmıştı. Gözyaşları sicim gibi yanaklarından aşağı süzülüyordu.

"N-ne demek istiyorsun yani?" dedi hıçkırarak. "Bitti mi?"

Batu ifadesiz gözlerle ona baktı. Baktı. Baktı.

"Bitti." dedi. "Aramızdaki bu şey her neyse bitti. Zaten çoktan bitmişti." dedi ve kapının kilidini açtıktan sonra bir hışımla kapıyı çarpıp çıktı gitti banyodan.



*Forrest Gump

**Son Sardunyalar

Continue Reading

You'll Also Like

7.9K 203 5
yaş farkı + cinsellik bulunmaktadır ona göre okuyunuz...
15.5K 935 26
RUS MAFYA LİDERİ VIKTOR VOLKOV İLE BALERİN VERA VASILIEV... BİR MAFYA/ROMANTİZM KURGUSUDUR. "İlk öptüğüm erkek sensin." Bu doğru olamazdı, değil mi? ...
17.8K 1K 20
Bir araba kazası her şeyi değiştirir. Tıpkı Bulut Akın'ın hayatını değiştirebileceği gibi. Araba kazasından sonra Bulut hastaneden kaçma girişimind...
181K 9K 36
Aşkın barut kokan hâli... UYARI! → İncelemekte olduğunuz kitap 16 yaş ve üzeri için uygundur. Olumsuz örnek oluşturabilecek unsurlar içermektedir. →...