Mucizevi (Efsanevi #2)

By YsmnUnal

192K 6.9K 1.1K

Kelimeler yanıltır, görünüşler aldatır... More

Birinci Kitap: Efsanevi
PROLOG
Eylül - "Denizin Çocukları"
Mucizevi Yayın Tarihi-Açıklama!
Alıntı #1
2. Bölüm "Hasret" - Eylül
3. Bölüm 1. Kısım "Yolun Sonu" - Eylül
3.Bölüm 2.Kısım "Yolun Sonu" - Eylül
4. Bölüm 1. Kısım "Ayrılık Şarkısı" - Sümer
4. Bölüm 2. Kısım "Ayrılık Şarkısı" - Sümer
5. Bölüm "Kendi Hâlimde" - Sümer
6. Bölüm "Sonsuza Yazdık" -Eylül
7. Bölüm 1.Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül
7. Bölüm 3. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül
8. Bölüm "Başkadır Başka" - Sümer
9. Bölüm "Resmen Aşığım" - Sümer
10. Bölüm "Böyle Bir Kara Sevda" - Eylül
11. Bölüm "Zaman Zaman" - Eylül
12. Bölüm "İncelikler" - Eylül
13. Bölüm "Aç Kapıyı Gir İçeri" - Eylül
21 HAZİRAN ve Mucizevi maratonu
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen-1"
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen-2"
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen - 3"
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen - Son Kısım"
Yeni Bölüm Duyurusu ve Birkaç Güzel Haber
15.Bölüm "Olur Ya-1 "
15. Bölüm "Olur Ya-2"
15.Bölüm "Olur Ya-Son"
16. Bölüm "Kendine İyi Bak"
17. Bölüm "Ayrılık-1"
17. Bölüm "Ayrılık-2"
17. Bölüm "Ayrılık-3"
18. Bölüm "Evvelim Sen Oldun - Giriş"
18. Bölüm - Evvelim Sen Oldun-2"
18. Bölüm "Evvelim Sen Oldun-3"
18. Bölüm "Evvelim Sen Oldun-Son"
19. Bölüm "Gelevera Deresi - Giriş"
19. Bölüm "Gelevera Deresi-2"
19.Bölüm "Gelevera Deresi-Son"
20. Bölüm "Güzel Ne Güzel Olmuşsun-1"
20. Bölüm "Güzel Ne Güzel Olmuşsun-2"
21. Bölüm "Ayrılanlar İçin -1"
21. Bölüm "Ayrılanlar İçin-2"
22. Bölüm "Gidersen-Giriş"
22. Bölüm "Gidersen-2"
22. Bölüm "Gidersen-3"
22. Bölüm "Gidersen - 4"
23. Bölüm "Her Şey Sensin-1"
23. Bölüm "Her Şey Sensin-2"
24. Bölüm "Deniz Üstü Köpürür-1"
24. Bölüm "Deniz Üstü Köpürür-2"
25. Bölüm "Aşk Bitti-Giriş"
25. Bölüm "Aşk Bitti-2"
26.Bölüm "Köprüaltı"
27. Bölüm "Duvar-Giriş"
27.Bölüm "Duvar-2"
28. Bölüm "Kıyamam Sana -1"
28. Bölüm ''Kıyamam Sana -2''
29. Bölüm "Aşkın Kederi-1"
30. Bölüm "Ne pleure pas"
30. Bölüm "Ne Pleure Pas-2"
31. Bölüm "Aşkın Olmadığı Yerde-1"
Efsanevi Wattpad'de yeniden yayında!
32. Bölüm: "Aslolan Aşktır" - Giriş

7. Bölüm 2. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül

1K 92 8
By YsmnUnal

devam

Etten kemikten, nefesten kandan bir insanoğluna kişi sıfatını kazandıran, bizi biz yapan, yazgımızdaki o meşhur dönüm noktaları çoğu kez zaman çizgisine muhteşem bir illüzyonla kamufle olmuştur. Yaklaştığını asla çıplak gözle göremezsiniz, çünkü yalnızca nedensiz bir iç sıkıntısı olarak vuku bulur, o da ara sıra... Bu manevi evrimin tetikleyicileri, şeffaf ve sessizdir ama hep derinden etkiler bireyi. Değiştirir. Yoğurur. Büyütür.

İri dallar ve ıslak yapraklar arasındaki gece karanlığında adeta kaybolmuş olsam da düşmemek için attığım titrek adımların tedirginliği ele veriyor beni. Terle ıslanan parmaklarımın sımsıkı kavradığı pürüzlü dal, bedenimden yayılan küçük artçı depremlerle kesintisiz sarsılıyor. Yere atlayamaya cesaret edebileceğim kadar iniyor, dizlerimi kırıp kendimi aşağıya bırakmadan önce açık penceremden dağılan kesik bağırışlar dikkatimi dağıtıyor ve o anda dengemi kaybediyorum. Yumuşak bir iniş yapmak için parmak uçlarımın dokunabildiği ilk dala sımsıkı yapışsam da zavallı dal parçası ağırlığımı kaldırmaya yetemiyor, ancak yere sakız gibi yapışmamı da engelliyor.

Çarpmanın etkisiyle zonklayan sağ diz kapağımı ovalarken her iki bileğimden de dirseğime kadar uzanan, ağacın armağan ettiği kanlanmış çizikleri fark ediyorum. Bir saniye olsun durup aldırış etmeden, düştüğüm yerden kalkıyor ve ayağımda sadece çoraplar ve giderek artan bir ivmeyle Kaptan'ın evinin yolunu tutuyorum

Son saniye çantama attığım telefonun titreşimini hissettiğimde annemin aradığını telefona değmeden dahi biliyorum. Eve geldiğinde karşılaştığı manzaranın ne manaya geldiğini, o umursamazla evlenmekle yaptığı hatayı ve bedellerini biraz olsun anlamasını umarak çağrısını yanıtlamıyorum, kimseyle yüzleşmek için henüz hazır değilim.

Çünkü her şey daha çok taze...

Kesik soluklarımın arasında gözlerim hâlâ yaşarmaya devam ediyorken, haşin parmakların acımasızca bastırdığı dudaklarım sızım sızım sızlıyorken, hızla büktüğü kolumun ekleminden dalga dalga bir ağrı yayılıyorken tek istediğim şey, uzaklaşmak. Bunun tek yolu kaçmak da olsa...

Sonradan fark edecektim ki attığım her bir adım, değişimimin bir parçasıymış... Can çekişerek eski benliğimi söküyormuşum, tenimin mütemadiyen acıması ve kesik soluklarımın sebebi buymuş. Masumiyetim içimdeki bir yangınla her geçen saniye küle dönüşü yaşartıyormuş gözlerimi...

Rıhtım Market'i gördüğüm anda, o emniyetli limana nihayet vardığını anlamışlar gibi ayaklarım yavaşlıyor. Zıvanadan çıkan tüm düşüncelerimin yankısını bastırana kadar derin bir nefes çekiyorum içime. Güven, çölleşen ruhuma tatlı bir yağmurdan farksız geliyor.

Nemlenmiş yanaklarımı siliyorum ellerimin tersiyle, koşturmaktan dağılmış saçlarımı hızlıca düzgün bir atkuyruğuna toplayıp derin nefesler almaya devam ederek biraz bekliyorum. Kendimi toplamam lazım, çünkü sesimin dudaklarımı araladığım anda titremeye başlayacağından eminim.

Apartmanın işlemeli, ağır kapısına yaslanıp kalbimi sakinleştirmek istermişçesine elimi göğsümün üzerine koyuyorum, tenim sınırları hunharca ihlal edildikten sonra kendi dokunuşlarıma bile tahammül edemiyor, parmaklarımı yavaşça tekrar indiriyorum. Bugünün hatıraları, flaşlar halinde gösterime sunulmaya başlamadan, bir an evvel Kenan Kaptan'ın güven verici sükûnetine sığınmam gerekiyor, aceleyle ziline basıyorum.

Çok bekletmiyor Kaptan, "Kim o?" diye soruyor.

"Eylül..."diye ilk deneyişimde hecelerimi duyguların fırtınası kapıp götürdükten sonra tekrar deniyorum. "Kaptan, ben Eylül..."

Cümlemi tamamlayamadan demir kapının kilidi gürültülü bir biçimde açılıyor, titreyişini önlemek için sıktığım yumruklarımla iterek apartmandan içeri giriyorum. Kollarımın iç yüzündeki uzun sıyrıkları saklayabilmek için sırt çantamın askılarını tutuyorum. Basamaklardan çıkarken, sanki Kaptan'ın huzuruna çıkmaya hak etmiyormuşçasına adımlarımın hafif, omzumun düşük olduğunu fark ediyorum. Bedenimin kendine olan saygısı kalmamış gibi, özgüvenimi kaybediyorum, her daim referansım olan iç sesim bile küs benimle...

"Eylül?" diye seslendiğinde merdivenlerin başındaki Kenan Kaptan'ı görmek üzere başımı kaldırıyorum.

Gülümsemeye çalışıyorum ama beceremediğimi Kaptan'ın endişenin iyice yayıldığı bakışlarından anlıyorum.

"Kızım, sen üşümedin mi böyle?" diye soruyor.

Onca hengâmenin arasında ilk defa bakışlarımı kendime çeviriyorum. Askılı tişört, pijamadan hallice bir kısa şort ve sokağın kirinden renk değiştirmiş çoraplar... Nereden başlayacağımı bilemediğim için yanıtsız kalma hakkımı kullanıyorum ve aramızda kalan son birkaç basamağı da ikişer ikişer çıkarak karşısına geçiyorum.

"Kaptan," diyorum soluk soluğa. "Çok özür dilerim, seni rahatsız ediyorum bu vakitte."

Kaptan, içeriye girmem için çoktan kenara çekilip evine geçmemi işaret ediyor. Diyeceklerime devam etmeden önce davetini büyük bir minnettarlıkla kabul edip onu takip ediyorum. Çünkü bir iş günü, saat artık gece yarısına yaklaşırken Kaptan'ı komşularıyla zor durumda bırakmak istemiyorum.

"Bir şey mi oldu, kızım?" diye soruyor Kenan Kaptan. Gözleri yanıt ararcasına çoraplarımda... Neler olduğundan bihaber olmak, tedirgin ediyor onu; tedirginlik de kotasını doldurup oyalanmadan telaşa dönüşüyor ve bu, her zamanki huzur dolu simasındaki havayı bozuyor.

Bense direkt konuya girerek, "Kaptan, bu gece burada kalabilir miyim?" diye soruyorum.

"Bu da soru mu, Eylül! Salona geç, kızım."

Çıkaracak bir ayakkabım olmadığı için, ellerim hâlâ sımsıkı bir şekilde çantamın askılarına yapışmış bir vaziyette salona açılan koridorda yürüyorum. Şokun vücudumda yarattığı uyuşturucu etkisi yavaş yavaş silinirken, kollarımdaki sıyrıklar giderek daha fazla canımı yakıyor. Salona vardığımda en köşede kalmış, tek kişilik küçük koltuğu seçip oturuyorum. Sırt çantamı bile çıkarmadan diken üstünde etrafımı izliyorum. Kollarımın acısı dayanamayacağım raddeye gelince askıları tutmaktan vazgeçip ellerimi kucağımda kavuşturuyor, acısını biraz olsun dindiriyorum.

Çantamdaki telefondan sırtıma yayılan titreşim, annemin ısrarla bir açıklama talep ettiğini anlatmaya çalışıyor bana, onu da cevapsızlıkta boğulmaya terk ederken Kenan Kaptan bir elinde battaniye diğerinde bir bardak su ile salona giriyor. Ağır hareketlerle yaklaşıyor bana, kanadı kırılmış bir kuşa ilgi gösterirmiş gibi temkinli... Bardağı hemen yanımdaki fiskos sehpaya bıraktıktan sonra yumuşacık battaniyeyi omuzlarıma örtüyor.

"Üşümüşsündür," diyor usulca.

"Özür dilerim, Kaptan," diye başlıyorum. Üşüdüğümü daha yeni idrak ediyor ve battaniyeyi tüm vücuduma örtebilmek için bacaklarımı kendime çekip kollarımı doluyorum. "Seni rahatsız etmek istemezdim gecenin bir vakti..."

Kaptan, kaşlarını daha da çatıyor. Bu kez sinirli..."Kızmaya başlıyorum, Eylül. Sana her zaman kapım açık," diyor önce, devam edecekken gözleri kollarımdaki çiziklere takılıyor. "Kızım, kolların ne hâlde senin öyle? Dur, pamuk falan alıp geliyorum."

İki dakika sonra, içi su dolu bir kâse ve anti-bakteriyel bir merhemi de fiskos sehpanın üzerine, bardağın yanına koyuyor ve hemen sonra karşımda diz çöküyor. Her iki kolumu da daha iyi görebilmek için avuçlarımdan tutup ona doğru uzatmamı söylüyor ve elindeki pamuk parçalarından birini ıslattıktan sonra asıl sıyrıkları daha iyi görebilmek için kuruyan kanı silmeye başlıyor. Acı, refleks olarak kolumu çekmeme sebep olduğunda avucumdaki parmaklarını daha sıkı bastırıp kolumu oynatmamı engelliyor.

"Bir dakika, kızım. Kolların fena halde, şunu temizleyene dek biraz sabret, enfeksiyon kapar yoksa..." dediğinde sanki onun da canı acıyormuş gibi yüzünü buruşturduğunu görebiliyorum.

Pamuk, yaranın derin kısımlarına geldiğinde dikkatimi acıdan başka yöne çekmek istermiş gibi konuşmaya devam ediyor, Kaptan.

"Kızım, beni merak içinde bırakma..." diye rica ediyor, "Neler oldu? Evden mi geliyorsun?"

Cevap vermiyorum. Nasıl vereceğimi bilmiyorum.

"Titriyorsun sen, kızım benim," diyor, pamuktan başka temiz bir tomar koparıp diğer koluma geçiyor. Yeterince susma hakkı tanıdıktan sonra devam ediyor: "Eylül, iyice endişelendiriyorsun beni."

"Kaptan," diye başlıyorum, sesim kendimi öyle güzel ele veriyor ki... "Ben o eve dönemem bir daha. Dönmem!"

Bir teşvik primi gibi, "Seni bu halde bir yere göndermem zaten," diyerek söz veriyor Kaptan. "Ama neler olduğunu bana anlatır mısın lütfen, Eylül kızım..."

Bedenimin tüm odalarına bir hırsız girmiş gibi, özgüvenimi çalıp gitmiş benden. Bir suskunluk dudaklarımı mühürlüyor, başımı eğiyorum.

"Eylül..." diye sesleniyor Kaptan sanki uzaklardan, her geçen saniye, yanıt arzusu bir çığ gibi büyüyor.

Aramızdaki sessizliğe, titreyen telefonumun vızıltısı katılınca son çare olarak ona başvuruyorum.

Çantamın gözünden çıkardığım telefonun ekranına bakıyor ve yaşam enerjimin biraz daha çekildiğini hissediyorum. Çağrıyı kabul edip kulağıma dayarken dahi inceden titremeye devam ettiğimi fark ediyorum.

"Alo?"

"Sonunda!" diye derin bir nefes veriyor annem. "Kızım, neredesin sen? Hemen eve!"

"Hayır!" Tüm gücümle karşı koyuyorum. "O eve bir daha adımımı atmam ben. Güvendeyim, sen merak etme."

"Eylül!" Kızmaya başlıyor, dudaklarının ipince bir çizgi halini aldığını hattın diğer ucundan anlayabiliyorum. "Neredesin, diye sordum," dediğinde bile çıkan heceler öfke ile bilenmiş...

Kenan Kaptan bile annemin sorusunu telefondan işitmiş olmalı ki, elime hafifçe dokunup anneme istediği yanıtı vermemi istercesine gözlerimin içine bir beklentiyle bakıyor.

"Kenan Kaptan'ın yanındayım," diyorum.

Annemin telefonu yüzüme kapatmadan önce "Oh, çok şükür," dediğini duyabiliyorum ancak. Sonrası konuşmanın bittiğini haber eden bir sessizlik...

İçimde kabarıp köpüren bir sinir ile bana tekrar ulaşamaması için telefonumu kapatıyor ve çantamın derinliklerine atıyorum.

Kaptan, hâlâ gözümün içine bir cevap arıyormuş gibi bakıyor.

"Kızım, tekrar soruyorum: Neler oldu?" diyor. Sesindeki rica, nice türküler doğurmuş bir bağlamanın tellerinden düşen notalar kadar içli... "İyi misin?"

"Hayır, Kaptan," diyorum, soluklanmaya çalışırken kaçak bir hıçkırık, cümlelerimin önünü kesiyor bir eşkıya gibi. "Hiç iyi değilim," dediğimde hecelerim, gözyaşlarımın seline kapılıp gidiyorlar. "Kendimi zor kurtardım elinden..."

Kaptan, "Kimin?" diye soruyor.

Utanç, şiddetli bir ıstırap kadar güçlü... Yüzümü ellerime gömüp bir devekuşu gibi saklanmak istiyorum. Anlatmak için çok yakışıksız kaçan bir hadisenin çirkin kelimeleri can çekişiyor ruhumda, attıkları tiz çığlıklar kulaklarımı acıtıyor. Hepsini sessizliğimde infaz ederken Kaptan, görmüş geçirmiş bir şifacı edasıyla sunduğu merhamet dolu bakışlarını ayırmayarak yalnız olmadığımı vurgulamak istiyor.

"Canım kızım benim," diye başlıyor, yumuşacık sesine banan kelimeleri, yaralı ruhumda pansuman görevi görüyor. "Ben senin hep arkandayım, biliyorsun. Kimsenin sana zarar vermesine izin vermem. Lakin bana neler olduğunu anlatırsan seni tam olarak neye karşı koruyacağımı bilirim."

"Kaptan, o eve dönmem bir daha ben," diyorum. Bu bir ültimatom, kararlılığım elimde tutunabilmek için kalan yegâne niteliğim...

"O zaman dönmezsin, kızım," diyor Kaptan.

Anlatmak için hazırlandığım anda flaşlar patlamaya başlıyor. Densiz bir hayalet başıma dadanmış gibi, tiksindirici dokunuşlarının hatıralarını bile bedenim kabul etmiyor. Nasıl izin verdin diye bağırırcasına kasılı kalıyor. Tüm vücudum giderek katatonik bir pozisyon alırken parmaklarım, onun boynumda bıraktığı ize gidiyor istemsizce. Islak dudaklarının tenimde bıraktığı nemi ve diş izlerini silmek istiyorum, derimi parçalarcasına ovalamaya başlıyorum.

Kenan Kaptan, durdurmak için elimi tutuyor.

"Engin mi yaptı bunu?" diye soruyor.

Onun sesini ilk kez böyle soğuk duyduğum için duruyor ve bakışlarımı tekrar ona çeviriyorum. Kaptan'ın kaya gibi sert bakışlarına ilk defa çarpıyor gözlerim. Yüz hatlarını mesken tutan bir öfke, adeta bambaşka birine çeviriyor onu.

"Engin mi?" diye tekrar ediyor sorusunu.

Kafamı iki yana sallıyorum. Gözlerimi tekrar düşürmeden önce, "Arkadaşı..." diye mırıldanıyorum.

"Devam et, kızım. Anlat," diyor.

Devamını düşündükçe utancımdan ağlamaya başlasam da Kaptan'a duyduğum güven, engin bir derya... Bir büyüğün kanatları altına sığınmaya ihtiyacım var. Bunun için de Kenan Kaptan'dan daha uygun bir aday düşünemiyorum. Derin bir nefes alıp tek solukta anlatmaya çalışıyorum.

"Senin yanından çıktıktan sonra eve gittim, Kaptan. Annem aradı işte, mesaiye kalacağı için geç kalacakmış. Engin de..." İkinci bir nefes... "Arkadaşlarıyla dışarıda olacak, dedi. Ben duştayken eve gelmişler, Kaptan. Duymadım geldiklerini. Engin'in arkadaşlarından biri..." Yutkunuyorum istemsizce. "Turgay diye biri... O pis adam önce üzerime geldi, ilkinde elinden kurtulup odama sığındım. Sonra birileri evden çıkınca, Engin misafirlerini yolladı sandım, su içmek için mutfağa gittiğimde o Turgay denen pislik..." Devam edemiyorum, sadece ıslak hecelerler kekeliyorum. "Ner- Neredeyse... Neredey-se... ba- bana..."

Sessiz hıçkırıklarla ağlamaya başlarken Kenan Kaptan tekrar ayağa kalkıyor, nefesinin altında çıkaramadığım bir şeyler mırıldanıyor.

Neredeyse...

Kayıp olasılıkların o lanetli kelimesi, sonsuza dek taşıyacağım bir yarayı temsil ediyor.

"Engin neredeydi o sırada?" diye soruyor Kaptan, sıktığı dişlerinin arasından dediklerini zar zor duyuyorum.

"Bilmiyorum," diye mırıldanıyorum. "Muhtemelen diğer odada içip içip sızmıştı."

"Alkollüler miydi?"

Başımla yanıtlıyorum.

"Merak etme, kızım," diyor Kaptan. "Hiçbir yere gitmiyorsun, burada güvendesin."

Onu takip etmemi işaret ederken yanaklarımı siliyorum. Koridorda soldaki ikinci kapıyı açıp içeri girmem için bekliyor.

"Burası Sevda'nın odasıydı," diyor. "Üzerine giyecek bir şeyler ayarlayayım ben, sen geç."

Odadan çıkarken kapının zili tekrar çalınca Kaptan, her şeyin yolunda olduğunu belirten bir gülümsemeyle huzursuzluğumu yatıştırıyor. Odaya yerleşmemi işaret ediyor başıyla, ardından kapıyı açmak üzere gözden kayboluyor.

Tek kişilik yatağın üstüne oturup çantamı nihayet sırtımdan çıkarırken kapının açıldığını ve hemen sonra da telaşlı bir sesin bana seslendiğini duyuyorum.

"Eylül, burada mı?"

Annem...

Kaptan, annemi içeri davet etmiş olmalı ki tekrar konuştuğunda hissiz sesi daha net geliyor. İşittiğim hecelerde en ufak bir telaş kırıntısı bile yok.

"Telefonda sizin yanınızda olduğunu söyledi de... Ama şimdi ulaşamıyorum, Kenan Bey."

"Evet, Eylül burada, Seher Hanım."

"Çağırabilir misiniz?" diye soruyor annem.

Hayır, hayır, hayır...

"Seher Hanım, endişenizi anlıyorum; fakat Eylül şu an çok korkmuş durumda, bugün onu kendi haline bırakırsanız belki iki taraf için de en iyisi olur. Merak etmeyin, benim yanımda güvende."

Kaptan'ın hakkını ödeyebilmek artık iyiden iyiye imkânsız hale geliyor.

"Ayrıca..." diyor Kaptan. Sesine bir otorite yerleşiyor, dudaklarından çıkan tüm sözcüklerin bir yaptırım gücü, bir ağırlığı var. "Engin, Eylül'ün anlattıkları çok vahim... O arkadaşın olan herifin buna teşebbüs etmesi bile ne kadar ciddi bir suç, biliyorsun değil mi?"

Engin de mi burada? Midem bulanmaya başlıyor.

"Ya tam ne oldu, ben bilmiyorum ki... Melih gittikten sonra kanepede uyuyakalmışım ben. Seher eve girdiği sırada kapının sesine uyandım."

Kelimelere yaptığı garip vurgulardan, lüzumsuz uzattığı hecelerden hâlâ alkollü olduğunu anlıyorum. O kadar sinirleniyorum ki kalbim sıkışıyor, çenem ağrıyana dek dişlerimi birbirine bastırıp hıncımı kendimden çıkarıyorum.

"Turgay denen biri-" diyor Kaptan, o bile soğukkanlılığını kaybetmek üzere.

Pis alkolik, "Ha, Turgay ile konuştum ben," diye girerek Kaptan'ın sözünü kesiyor. "O olay yanlış anlaşılma tamamen... Arkadaş canlısıdır ya bizim Turgay... Samimiyeti çabuk kurar. Eylül'e yabancı olduğundan korkmuştur bizim kız muhtemelen. Turgay da öyle anlattı zaten bana. Eylül ile konuşmaya çalışırken ürküp odasına kaçmış işte, Turgay da bu durumu düzeltmek için odasının kapısını çalıyordu.  Yapmaz öyle bir şey bizim Turgay."

Öfke, birden köpürüyor içimde. Duyduğum zırvalıkların hiçbirini hazmedemiyorum, sinirden gözlerim tekrar doluyor. Oksijen israfı söylemlerinin hepsini ona geri yutturmak üzere, içimin daha da parçalanacağını bile bile, karşılarına çıkmaya karar veriyorum.

"Sen de eve girerken öyle görmüştün, Seher. Değil mi?"

Düzgün cümle bile kuramayan kocasına, annem bir yanıt vermekle uğraşmıyor, çünkü gözleri salona giren kızının üstünde... Ancak annemin bakışları bomboş, elinde kelepçe gibi duran bir alyansla her şeye gönülsüz bir buz kraliçesini andırıyor. Yanında oturan adamdan bozma kocası, alkolden pancar gibi kızaran ablak yüzüyle bir şeyler saçmalamaya devam ediyor.

Yangının alevlerini cesurca karşılayan bir ağaç gibi dimdik çıkıyorum karşılarına. Selam bile vermiyorum; zira sessizliğimin bile bir omurgası var, vermeye çalıştığım mesajı anlamalarını diliyorum sadece.

"Hah!" diyor Engin, volümünün ayarını kaçırarak. "Kaçak kızımız da ortaya çıktı nihayet..."

Onun tarafına dahi bakışlarımı çevirerek zamanımı harcamıyorum, benim savaşım annem ile...

"Turgay Ağabeyin korkuttu mu seni?" diye soruyor Engin, hatta kendini bilmezlikte yeni bir çığır açıp kolunu omzuma doluyor ve espri sandığı densizliğine beraber gülmemiz için bekliyor.

"Dokunma bana, seni pis ayyaş herif!" diye bağırıyorum. Elini nefretle itip aramıza metreler sokana kadar uzaklaşıyorum. Engin, bu kadarı yetermiş gibi maskesini indirip hiç umurunda olmadığımı belirten gerçek yüz ifadesini takınıyor ve buyur edilmediği halde Kaptan'ın salonuna geçip bir koltuğa kuruluyor.

Annem daha sert bir şekilde aramıza girmek istese de Kenan Kaptan'dan çekiniyor; Kaptan'a fırlattığı kaçamak bakışlar arasında sesini yükseltmeden beni çağırıyor, daha ziyade uyarıyor:

"Eylül, Kenan Bey'i daha fazla rahatsız etme. Gel eve, doğru düzgün konuşalım."

"Asla!" diyorum. "Sokakta yatarım ama yine de dönmem oraya."

Engin, buna dünden razı olduğunu söyler gibi alkol kokan ağzının içinde mırıldanıyor.

Kaptan ise her an müdahale etmeye hazır bir sağlık görevlisi gibi saha kenarında bizi izliyor.

"Anne," diyorum sakince. Ailemin tükenmek bilmeyen dramatik olaylarıyla Kaptan'ı daha fazla meşgul edip sinirlerini bozmak istemiyorum, bir an önce noktayı koymak için kısa kesiyorum. "Senden sadece tek bir ricam var. Yarın eşyalarımı topla sen, ben bu hafta okulun yurduna başvuracağım."

"Eylül!" diyerek tekrar uyarıyor annem. "Abartma, kızım."

"Abartma mı?" diyorum ancak gözyaşlarıma daha fazla hâkim olamayınca sesim kısılıyor. "Abartma mı?"

"Olay çıkarma, kız!" diye sesleniyor Engin, boş fikirlerine çok ihtiyacımız varmış gibi...

"İstersem çıkarırım!" Bağırıyorum, ağlıyorum, yine de içimdeki yangın sönmek bilmiyor.

O kaotik saniyelerin birinde Kaptan ile göz göze geliyoruz. Asla yargılamıyor, aksine halime hak veriyor. Varlığından güç alarak anneme ve kocasına dönüyorum.

"Neler yaşadığımdan, neredeyse neler olacağından haberin var mıydı, ha?" diyorum bağırmamaya çalışarak. Ancak haksızlar yüksek sesle bağırırlardı... "Elimde tek kalan özgürlüğüm, olay çıkarmak iken onu da mı bastıracaksınız?"

"Anne," diyorum, artık son sözlerimi söylüyorum. "Eğer sen yardım etmezsen, babamı arayacağım. Her şeyi anlatıp özel yurt için para isteyeceğim. Öyle ya da böyle bu iş olacak."

Bu bir tehdit değil, anneme bunların hepsini yapabileceğime dair söz veriyorum.

Babamı işin içine katmamla annemin buzdan katmanları birer birer çatlıyor. Ya parmağımı tehdit edercesine yüzüme sallamak ya da caydırıcı bir tokat atmak için, bilemiyorum, sağ elini hızla kaldırıyor. Boş bakışlarında canlanan kıvılcımları görmezden gelmek mümkün değil, ateş püskürerek beni yok etmeden önce Kaptan araya giriyor.

"Seher Hanım, yeter!" diyor Kaptan. "Görüyorsunuz, Eylül şu an çok hassas. Lütfen, üstelemek kimseye iyi sonuçlar doğurmayacak. Eylül artık güvende, merak etmeyin."

Annem ile aramıza geçip ona kapıyı işaret ediyor, Engin'in tarafına başını bile çevirmeden ona da sesleniyor.

"Haydi, Engin!"

İkisi de kapıya yöneldiğinde derin bir nefes alıyorum. Gücümün tümden tükendiğini hissedince koltuklardan birine çöküyorum.

Kapıyı örtmeden önce Kaptan'ın fısıltısını duyuyorum.

"Engin, sen de o Turgay denen herife söyle, aklı varsa gelmesin bir daha buralara. Çünkü karşıma çıkarsa bizzat ben hesabını keseceğim onun."

Çok geçmeden tekrar salona gelip yanıma oturuyor Kaptan. Bir şey demesine fırsat vermeden omzuna başımı dayayıp ağlamaya başlıyorum. Gözyaşlarımı içimde tutmak bile güç gerektiriyorken Kaptan'ın öz babamda bile rastlamadığım şefkatine sığınıp kendimi bırakıyor ve zafiyetimi bütün hatlarıyla görmesine izin veriyorum.

"Geçti, kızım," diyor Kaptan, tek kolunu omzuma sarıp kanadının altına alıyor. "Güvendesin artık."

Parmaklarıyla başımı okşarken bir süre sonra ıslak hıçkırıklar, sessiz iç çekişlere yerini bırakıyor.

"Uykun geldi mi?" diye fısıldıyor.

Başımı sallıyorum.

"Gel," diyor Kaptan, kızının eski odasına tekrar götürüyor ve yatağımı hazırlıyor. Yatak başı komodininin üstüne sürahi ve bardağı da bıraktıktan sonra elinde bir tişört ve eşofman altıyla geri geliyor.

"Bunlar bizim eşşek oğlanın..." diyerek yatağın üstüne bırakıyor. "Biliyorsun, kafasına estikçe buraya kalmaya gelir. Birkaç kıyafeti o yüzden bende duruyordu."

Sümer...

Zihnimde yankılanan ismi bile yüreğime su serpmeyi başarıyor. Kıyafetlerine bile öyle uzun bakıyorum ki, Kenan Kaptan bunu farklı yorumluyor.

"Merak etme, temiz bunlar," diyor. "Yıkandılar."

Güldükten sonra teşekkür ediyorum.

Kaptan ise beni izlerken içi rahatlamış gibi görünüyor.

"Daha iyisin, değil mi kızım?" diye soruyor, dudaklarında kırık bir tebessüm varken onu biraz daha yaşlanmış görüyorum.

"İyiyim, baba-" dedikten çok sonra ağzımdan habersizce çıkanı fark ediyorum. "İyiyim, Kaptan," diye düzeltiyorum.

Kaptan uzunca bir süre sessiz kalıyor. Boş yatağa odaklanan bakışları kızının hatıralarında derin bir dalışa geçiyor ve göğsünün biraz daha hızla kalkıp indiğini görebiliyorum. Fakat endişeye yer bırakmayacak bir hızla kendini toparlıyor, yaptığım çocukça hataya gülümsedikten sonra iyi geceler diliyor.

"Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, hiç çekinme, saat kaç olursa olsun beni uyandır Eylül kızım," diye temin ediyor Kaptan ve sonradan aklına gelmiş gibi soruyor: "Sabah okul için 7'de uyandırayım mı seni?"

"Olur," diyorum. "Teşekkür ederim, Kaptan... Tüm yaptıkların için."

"Etme, kızım benim. Kim olsa aynısını yapardı. Allah rahatlık versin," diyerek odanın kapısını örtüyor.

Üstümü değiştirdikten sonra yatağın içine giriyorum. Bedenime fazla uzun gelen tişörte biraz daha sarılıyorum, burnuma dolan kokunun Sümer'e ait olduğunu bilmek, rezalet geçen günümün tek tesellisi oluveriyor.

Konuşacağız, dediğini hatırlıyorum.

Hissediyorum, sevgisinin biraz daha bağımlısı oluyorum bu akşam... Ona duyduğum aşk, uyuşturucum olmuş. Kokusunu içime çekmeden duramıyorum. Pencereden yastığıma düşen ayın ışığı eşliğinde bakışlarımı gökyüzüne çevirdiğimde bile, Sümer benim için göz alıcı bir yıldızdan farksız. Tüm dileklerimi ona bakarak diliyor, hayallerimi ona ithaf ederek kuruyorum. Aşkım, tüm üzüntüleri dindiren sihirli bir yıldız tozu ve ben bağımlısı olmuşum. Bunun ne bir geri dönüşü ne de bir rehabilitasyonu var...

Dalgaların kıyıya vurmayı bıraktığı, güneşin batıdan doğduğu, yıldızların birer birer gökten düştüğü gün ancak, onu gizlice duyduğum sevgiden vazgeçeceğim; bilmez misiniz, zor günlerin buğusuna onun adını yazarım ben parmak uçlarımla...

Ondan bir haber olup olmadığını görmek için yataktan kalkıyor ve telefonumu tekrar açıyorum. Hattın servisi sağlanır sağlanmaz, kimin aradığını haber veren mesaj geliyor. Annemin numarasının altı kez arayışının dışında, sanki telefonu alırken içime doğmuşçasına, Sümer'in numarasını da görüyorum.

Onu geri aramak için birden heyecanlansam da, tuşa basamadan tekrar bir mesaj geliyor. Yine Sümer'den...

Seni aradım ama telefonun kapalıydı. Uyudun sanırım?
Konuşmamız için beklemeyip uyuduğuna üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. :-) Zaten benim de eve gelmem geç saati bulacak. Hatta büyük ihtimalle Doğukan'larda kalacağız bu akşam. O yüzden sabah sana eşlik edemeyeceğim. Yarın okul çıkışı görüşmek üzere ;-)

Mesajı okumayı bitirdiğim anda zihnimin duvarlarına çarpan bir soru, beni sarsmaya ve tüm gecemi uykusuz geçirmeme yetiyor.

Her şeyden öyle habersizdi ki...

Nasıl anlatacaktım ona tüm bu yaşananları?

Not: Kimler geliyor TÜYAP'a? Hikâye nasıl gidiyor, yeni okurlarımız neler düşünüyor? Eski okurlarımız neler düşünüyor? :D

Continue Reading

You'll Also Like

2.5K 205 9
Mardindi orası! Cahilliğin geliştiği ama aklın gelişmediği bir şehir.Milyonlarca insanların kanı aktılan şehirdi Mardin. --- Yıllarca,annesinden küfü...
4.4M 376K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...
202K 392 50
Geçmiş, geçmişte kaldı demek yetmez bazen. Eğer duyulmak, bilinmek istiyorsa kolayca bugüne ulaşabilir.
88.6K 6.3K 53
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!