Mucizevi (Efsanevi #2)

By YsmnUnal

192K 6.9K 1.1K

Kelimeler yanıltır, görünüşler aldatır... More

Birinci Kitap: Efsanevi
PROLOG
Eylül - "Denizin Çocukları"
Mucizevi Yayın Tarihi-Açıklama!
Alıntı #1
2. Bölüm "Hasret" - Eylül
3. Bölüm 1. Kısım "Yolun Sonu" - Eylül
3.Bölüm 2.Kısım "Yolun Sonu" - Eylül
4. Bölüm 1. Kısım "Ayrılık Şarkısı" - Sümer
4. Bölüm 2. Kısım "Ayrılık Şarkısı" - Sümer
5. Bölüm "Kendi Hâlimde" - Sümer
6. Bölüm "Sonsuza Yazdık" -Eylül
7. Bölüm 2. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül
7. Bölüm 3. Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül
8. Bölüm "Başkadır Başka" - Sümer
9. Bölüm "Resmen Aşığım" - Sümer
10. Bölüm "Böyle Bir Kara Sevda" - Eylül
11. Bölüm "Zaman Zaman" - Eylül
12. Bölüm "İncelikler" - Eylül
13. Bölüm "Aç Kapıyı Gir İçeri" - Eylül
21 HAZİRAN ve Mucizevi maratonu
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen-1"
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen-2"
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen - 3"
14. Bölüm "Gözleri Aşka Gülen - Son Kısım"
Yeni Bölüm Duyurusu ve Birkaç Güzel Haber
15.Bölüm "Olur Ya-1 "
15. Bölüm "Olur Ya-2"
15.Bölüm "Olur Ya-Son"
16. Bölüm "Kendine İyi Bak"
17. Bölüm "Ayrılık-1"
17. Bölüm "Ayrılık-2"
17. Bölüm "Ayrılık-3"
18. Bölüm "Evvelim Sen Oldun - Giriş"
18. Bölüm - Evvelim Sen Oldun-2"
18. Bölüm "Evvelim Sen Oldun-3"
18. Bölüm "Evvelim Sen Oldun-Son"
19. Bölüm "Gelevera Deresi - Giriş"
19. Bölüm "Gelevera Deresi-2"
19.Bölüm "Gelevera Deresi-Son"
20. Bölüm "Güzel Ne Güzel Olmuşsun-1"
20. Bölüm "Güzel Ne Güzel Olmuşsun-2"
21. Bölüm "Ayrılanlar İçin -1"
21. Bölüm "Ayrılanlar İçin-2"
22. Bölüm "Gidersen-Giriş"
22. Bölüm "Gidersen-2"
22. Bölüm "Gidersen-3"
22. Bölüm "Gidersen - 4"
23. Bölüm "Her Şey Sensin-1"
23. Bölüm "Her Şey Sensin-2"
24. Bölüm "Deniz Üstü Köpürür-1"
24. Bölüm "Deniz Üstü Köpürür-2"
25. Bölüm "Aşk Bitti-Giriş"
25. Bölüm "Aşk Bitti-2"
26.Bölüm "Köprüaltı"
27. Bölüm "Duvar-Giriş"
27.Bölüm "Duvar-2"
28. Bölüm "Kıyamam Sana -1"
28. Bölüm ''Kıyamam Sana -2''
29. Bölüm "Aşkın Kederi-1"
30. Bölüm "Ne pleure pas"
30. Bölüm "Ne Pleure Pas-2"
31. Bölüm "Aşkın Olmadığı Yerde-1"
Efsanevi Wattpad'de yeniden yayında!
32. Bölüm: "Aslolan Aşktır" - Giriş

7. Bölüm 1.Kısım "Dayan Kalbim" - Eylül

1.1K 106 4
By YsmnUnal

"Kırık kalpler yaşar
Gülen yüzler solar
Zaman durmaz, akar
Dayan kalbim, dayan"
-Gökhan Kırdar

9 Yıl Öncesi, Kuruluş Yemeği Günü, İstanbul

Eylül

Sümer, "Konuşacağız," dedikten sonra daha bir neşeleniyor, öyle ki mahalleye varınca "Kaptan!" diye bağırarak Rıhtım Market'e abartılı bir giriş yapıyor, hemen arkasından onu takip eden ben ise markete girer girmez Kenan Kaptan'ı aramakla meşgulüm... Kaptan, marketin arka tarafında depo olarak kullandığı odanın kapısında Sümer'e gülümseyerek tepki veriyor. Elindeki küçük not defterini pantolonunun arka cebine yerleştirip kalemi de kulağının üzerine sıkıştırdıktan sonra bize doğru ilerliyor, Sümer de iddialı girişini, başka muzip bir replik ekleyerek sürdürüyor.

"Aslan oğlan geldi."

Kenan Kaptan, Sümer'deki bu neşenin nedenini anlamak için bana bir kaçamak bakış fırlatıyor ve bakışlarımda cevabı bulamamış olmalı ki, üzerinde fazla durmuyor. Neredeyse kendi boyuna gelmiş olan Sümer'i kucaklayarak karşılıyor.

"Hoş geldin, oğlum," diyerek sarılıyor sıkıca. Sümer'in neşesini karşılıksız bırakmamak için sesindeki neşeyi ona denk tutuyor. "İyi özlettin kendini bu kez, Eylül ile gözlerimiz yollarda kalmıştı vallahi..."

Sümer, bu sözü teyit etmek için bakışlarını bana çevirdiği anda, üzerime hiç alınmıyor ve etrafı seyretmeye devam ediyorum. Yaramaz bir tebessüm dudaklarının kenarını bir süre meşgul ettikten sonra konuşmayı kaldığı yerden devam ettiriyor Sümer.

"Babamın çok selamı var sana, Kaptan."

Kenan Kaptan bana doğru ilerleyip kollarını benim için de açarken Sümer'i yanıtlamayı ihmal etmiyor.

"Benden de ona söyleseydin... Hani baban da gelecekti seninle? Geçen konuştuğumuzda belki Sümer ile İstanbul'a beraber döneriz, demişti."

"Son anda işi çıktı," diye yanıtlıyor Sümer. Eline aldığı bir makarnanın ambalajıyla oynuyorken mırıldanıyor. "Biliyorsun, karışıktır hep onun işleri."

Kenan Kaptan "Bilmez miyim..." dedikten sonra dikkatleri bana çekmek istercesine soruyor. "Sende bir durgunluk var, kızım. İyi misin?"

Kafamı sallarken Sümer'in arka plandaki meraklı bakışlarını tenimde hissedebiliyorum.

"Neyse," diye mırıldanıyor ve ardından derin bir nefes alarak araya giriyor Sümer. "Ben şimdi hazırlanmaya gidiyorum, Kaptan. Yarın yanına uğrarım. Haydi, görüşürüz," diyor elini sallayarak ve marketin çıkışına yöneliyor. Kapıdan çıkıp gözden kaybolmadan önce göz göze geliyoruz ve göz kırparken "Görüşürüz, Eylül," diye tekrarlıyor. Vurgusunda ne manalar sakladığını yalnızca kendisi biliyor.

"Ne için hazırlanmaya gidiyor bu sıpa?" diye soruyor Kaptan dikkatimi başarılı bir şekilde dağıtarak.

Açıklamaya başlıyorum.

"Benim okulumun kuruluş yemeği var da bugün, ona gidecek bu akşam,"

Kafası karışıyor ve haklı olarak "Senin okuluna?" diye soruyor. "Sen neden gitmiyorsun peki?"

"Bilmem..." derken omzumu silkiyorum ve Kenan Kaptan'ın şüpheleneceği bir hızda konuşmaya başlıyorum. "Tek başıma gitmek istememiştim de... Hem oturup ders falan çalışsam daha iyi olur. Dershanelerin indirim sınavları var, onlar için hazırlanırım."

"Tek başına olmayacaksın ki," diye itiraz ediyor Kaptan. "Sümer'le neden gitmiyorsun?

"Sümer başkasıyla gidiyor," diyorum, sesim duyulamayacak kadar kısık. Gözlerimi sorgulayıcı bakışlarından kaçırıp adeta mırıldanıyorum. "Başka bir kızla..."

Arkamı dönüp kendimi meşgul edecek bir şeyler bulmaya çalışıyorum, raftaki fiyat etiketlerini düzeltiyorum mesela... İçeceklerin hepsini göze daha güzel görünmesi için aynı hizaya getiriyorum. Kendimce Kenan Kaptan'ın içimdeki fırtınaları göremeyeceğini umarak ilgisizlik maskesini takıyorum, ama Kaptan ikimizi de öyle derinlemesine tanıyor ki bir sonraki adımımızı bizden önce tahmin edip politikasını ona göre yönetiyor.

İçimdeki kaosun farkında olmalı, çünkü üzerime gelmiyor. Neyi ne zamanda konuşacağını çok iyi bildiğinden bugünlük kendi halime bırakıyor.

"Anlayacağın," diyorum Kaptan'a. "Yine bugün başına kaldım, Kaptan."

Kahkaha atıyor, kulağıma ulaşan sesi benim de dudaklarımın kenarını gıdıklıyor hatta.

"Şikâyet eden mi var, kızım..." diyor Kaptan derin bir nefesle. Markette ona yardım etmeyi sevdiğimden, beş litrelik suları yerlerine taşırken beni durduruyor. "Kızım bıraksana sen onları," diyerek hafifçe kızıyor önce. "Ben kaç defa söyleyeceğim sana, okuldan yorgun geliyorsun zaten. Uğraşma bunlarla... Gel sen, şöyle otur, soluklan önce, sohbet edelim biraz."

Beni kasanın yanındaki her zamanki yerime oturttuktan sonra kendisi tezgâhın arka kısmına geçip hayranı olduğum sandviçlerinden birini hazırlıyor. Yardım etmek için ayaklandığım anda amacımı sezip tekrar sesleniyor. "Eylül, otur kızım. Dinlen demedim mi ben sana!"

"Yardım etseydim ya Kaptan!" diye itiraz ediyorum artık.

"Bitirdim bile," diyor elinde iki tabakla tezgâhın arkasından tekrar çıkarak. Birini benim önüme, diğerini de kendi kucağına koyuyor ve asla reddedemeyeceğim kadar leziz duran sandviçten ilk ısırığımı almamı bekliyor.

"Şahane!" diyorum lokmamı yutar yutmaz. "Eline sağlık, Kaptan..."

"Afiyet olsun, kızım," Karnımı doyurmuş olmanın iç huzuruna eriştikten sonra kendi yemeğine başlıyor.

Lezzet dolu fakat sessiz geçen birkaç dakikadan sonra Kenan Kaptan tekrar soruyor.

"Evde durumlar nasıl?"

Soruyu sormak için bile önümdeki sandviçi bitirmemi beklemiş olmalı.

Derin bir nefes alıp anlatmaya başlıyorum:

"Annemin beni anladığını düşünmüyorum, Kaptan," diyorum. "Anlasaydı zaten evlenmezdi o Engin denen adamla."

Haftalarca yalvarmıştım: Annemin bu evliliği gönülden dileyerek yapmadığını gayet de anlayabiliyordum. Eski sevgilisi Fatih'in tüm mahallenin önünde annemi rezil etmesinden sonra, çıkan bütün asılsız dedikoduları kökünden çözmek için böyle bir yönteme başvurmuş, başka bir işi olmayan mahallelinin karşısına çıkardığı ilk taliple evlenme kararı almıştı. Bu kadar yanlıştan bir doğru çıkması imkânsızdı...

"Bilmiyorum, Kaptan," diye dertli bir iç çekişle devam ediyorum. "O adamla da evin içinde birbirimizi yok saymaya devam ediyoruz. Ancak emniyette hissetmiyorum kendimi o evde. Yabancı biri sonuçta, bu saatten sonra kaynaşacağımızı da düşünmüyorum. Annem desen... Onun yanında tamamen farklı biri, sanki Engin onun enerjisini çekiyor gibi..."

"Engin'i çok yakından tanımam," diyor Kaptan. "İllet ettiğim bir arkadaş grubu vardı önceleri, daha gençlerdi o zamanlar tabi..."

"Hımm..." diye mırıldandıktan sonra ortamın ağırlığını dağıtmak için konuyu değiştirmeye çabalıyorum. "Bir buçuk yıl sonra üniversitede olacağım zaten."

"Siz de büyüdünüz... İyice yaşlandım." diyor Kaptan. "Bak görüyor musun, Yaşlı Kaptan da senin başına kaldı."

Kaptan'a sarılırken, "Şikâyet eden mi var?" diyerek sözünü tekrarlıyorum.

Kollarımı sıvazlıyor, "Sayende," diye mırıldanıyor. "Kızımı daha az özlüyorum."

"İyi ki varsın, Kaptan..."

"Sen de, kızım... Sen de."

•••••

Saatler sonra, "Eylül, ben mesaiye kalacağım bu akşam," diyor annem hattın diğer ucunda. "Eve gelmem 10-11'i bulur. Sanırım Engin de bugün arkadaşlarıyla dışarıda olacak. Sen de açsan yemeği dışarıdan sipariş et bu akşam, olur mu?"

Annemi "Tamam," diye yanıtlıyorum. O da artık tamamen yabancılaşan evden böyle kaçarak kurtarıyor kendini.

Kucağımdaki kitabın sayfalarına kitap arasını sıkıştırıp kendime yiyecek bir şeyler hazırlamadan önce duşa girmeye karar veriyorum. Ev, gereğinden fazla sessiz olsa da bu bana yalnızca huzur veriyor. İşimi bitirdikten sonra kafama kocaman bir havluyu doluyor ve bornozumla odama doğru giderken salondan gelen kahkaha seslerini işitiyorum. Kapının girişindeki ayakkabıları ve asılan ceketleri görünce Engin'in arkadaşlarını eve getirdiği sonucunu çıkarıyorum. Yemek yerken salondaki geniş ekran televizyonda film izleme hayalime şimdiden veda ederek odama geçiyor, üstümü giyinip kendime yiyecek bir şeyler hazırlamak üzere mutfağa giriyorum. Salondan sızan bir melodi, ağzıma dolanırken dolaptan malzemeleri çıkarıp sandviçim için hazırlıyorum. Servis tabağını en üst raftan almaya çalışırken hemen arkamdan kulağıma uzanan yabancı bir ses ile olduğum yerde sıçrıyorum.

"Seher'in kızı mısın sen?" diye soruyor adamın teki.

Arkamı döndüğümde mutfak kapısının eşiğinde otuzlarının sonunda olduğunu tahmin ettiğim bir adam bana bakıyor, göz kapakları kara gözlerinin neredeyse yarısını örtmüş olsa bile görünen kısmı beni ürpertmeye yetiyor. Uzun saçlarından bir tutam alnına düşmüş, burnu sivri, ince dudaklarını avına hazırlanan bir yırtıcı edasıyla yaladıktan sonra kenarlarını kıvırıyor. Gülümsemesi bile kanımı donduruyor adeta.

Sorusuna cevap vermekte geç kaldığımı anlayınca evet manasında başımı sallıyorum.

Elindeki boş rakı şişesini görmemiş olsaydım bile "Turgay ben. Senin ismin ne, güzel kız?" diye sorduğunda alkolün hecelerini uyuşturduğunda ve kelimeleri yalpaladığında bunun elbet farkına varırdım.

"Eylül," dedikten sonra her şey yolundaymış gibi hazırladıklarımı tabağa hızla koyup mutfağı terk etmek için hareketleniyorum. Rahatsızlığımı belli edersem daha fazla üzerime gelecek cinsten bir adama benziyordu.

Elimde sandviçin olduğu bir tabak ve su şişesiyle çıkmak için kapıya döndüğümde o hâlâ orada, bana yol vermek için kenara bile çekilmek aklından geçmiyor; çünkü bakışları, pijama niyetine üzerime giydiğim askılının çıplak bıraktığı omuzlarım ve şortumun kapatamadığı bacaklarım arasında kararsız kalmış.

Bu odadan çıkabilmek için üzerine yürümek zorundayım. Adımlarımın aramızdaki mesafeyi kapatması onun sırıtışını derinleştirirken, giderek artan anason kokusu yüzünden benim ise midemi bulandırıyor.

"Yaşın kaç senin?" diye soruyor bana. Bir gıdım bile kenara kaymıyor.

"17" dedikten sonra artık bulduğum aradan sıvışmaya çalışıyorum.

Geçmemi kolaylaştırmak için iki eliyle birden izinsizce belimi sarıp vücuduma yön vermeye çalışıyor. Temas sadece iki saniye sürse de, tüm bedenim panikle geriliyor, ister istemez nefesimi tutuyorum, kalbimin kuvvetli atışları göğüs kafesimi zorluyor. Elimdeki tabağı daha sıkı kavrıyorum ve mutfaktan kurtulur kurtulmaz odama geçip kapıyı ardımdan kilitliyorum.

Salondan gelen sesler tamamen kesilene kadar odamı terk etmemeye karar veriyorum, yemeğimi bitirdikten sonra bir süreliğine yatağıma geçsem de kendi evimde odama hapis kalmak zorunda olmayı hazmedemiyorum. Saat artık 11'e yaklaşırken koridordan sızan vedalaşmaları duyup misafirlerin gittiğini çıkarıyorum, evimizin kapısı kapanır kapanmaz su içmek için odamdan çıkıp mutfağa yöneliyorum.

Odamdaki bulaşıkları makineye yerleştirdikten sonra bardağımı su doldurmak üzere elime aldığımda oluyor her şey.

"Eylül," diyor sesin sahibi önce.

Turgay...

Vücudumu mutfak tezgâhına ağırlığıyla yapıştırdıktan sonra, ellerini tüm sınırlarımı işgal edercesine acımasız bir aç gözlülükle göğsümde gezdiriyor.

"Sen," diyor, ben elimden bardağımı düşürüyorum. Koca bir gürültüyle mermere çarpıyor ama kimsenin umurunda değil.

"Çok güzel bir kızsın," diye devam ediyor hain adam, dirseğimin tersiyle kendimi bu felaketten kurtarmak istiyorum fakat benden çok daha güçlü, bir hamleyle çırpınan kollarımı kanatlarımı kırar gibi sabitliyor. Alkol kokan nefesini kulağıma yapıştırıyor, "Engin şanslı piçin teki," diye fısıldıyor. Sağ kulağımdan ayak parmak ucuna kadar ürperiyorum. "Annen, sonra sen... Cennete düşmüş haberi yok."

Panik, beynimi felce uğratıyor. Nefessiz ve tepkisiz kaldıktan hemen sonra hücrelerim direnç gösterip kaçıp kurtulmak için tüm gücümü kullanıyorlar. Ağzımın hâlâ açıkta olduğunu fark eder etmez, ciğerimi parçalarcasına bir çığlık atıyorum.

"Çekil be üzerimden!" diye bağırıyorum. "İmdat!"

Tepkisi çok gecikmiyor, kalça kemiklerini kaçamayacağımı belirtircesine arkama daha çok bastırırken "Şşşş..." diye uyarıyor ve sol göğsümdeki elini yukarı kaldırıp ağzımı örtüyor. Çenemi eliyle ittirip, başımı omzuna yasladığı bir pozisyona getirdiğinde o zafer kahkahasını atıyor, benim ise çaresizlik gözyaşları genzimi yakıyor. Bedenimdeki bütün kas hücreleri kurtuluş için kasılsa da, şu an kapana kısılmış durumdayım.

Her nefes aldığımda onun iğrenç kokusunu duyuyorum.

Her uzaklaşmaya çalıştığımda vücudumu davetsiz dokunuşlarıyla biraz daha işgal ettiğini hissediyorum.

Sanki her geçen saniye, çaresizlik kaleme bir gol daha atıyor. Asla unutamayacağım bir korku giderek daha belirgin bir iz bırakıyor ruhumda.

Canavar, boşta kalan eliyle askılı tişörtümü belimden sıyırırken konuşmaya devam ediyor.

"Neden saklanıyordun odanda, Eylül? Gelip kaynaşsaydın ya... Dozunda alkol pamuk gibi eder her adamı... Azıcık eğlenirdik..." diyor, dalga geçer gibi bir saygısızlıkla tenimi istila ediyor, ruhumu yerle bir ediyor, doya doya kötülüğünü yaşıyor ve bunu durdurmak için yaptığım hiçbir şey karşılık bulmuyor. Acizliğimi kabullenemiyorum.

"Çırpınmana hiç gerek yok, güzel kız," diye yine fısıldıyor kulağıma. Ağzıma kapattığı eliyle başımı yatırıp boynumu açığa çıkarıyor ve bir vampir gibi dudaklarını salıyor tenime, insanlığı öğrenememiş bir hayvandan farksız dişlerini geçiriyor. Gözyaşlarım görüşümü iyice buğulandırınca gözlerimi sımsıkı yumup bunun bir kâbus olması için dua etmek kalıyor elimde sadece. "Bu işten ikimiz de kârlı çıkabiliriz," diyor pis öpüşlerinin arasında. "Bu akşamı sana unutulmaz kılabilirim, bebeğim. Hem sen yeterince büyümüşsün, seve seve senin ilkin olurum ben."

Onun hızlanan nefeslerine gözyaşlarım eklenirken zevkle inleyişlerinden daha korkunç bir ses duyamayacağımı düşünüyordum ki indirdiği fermuarının sesi korkudan neredeyse kendimden geçmeme sebep oluyor. Kalbim öyle kuvvetli atıyor ki, sarsılıyorum. O pis ağzını, dudaklarıma yaklaştırmaya zorlarken fırsatımı kollayıp hareket ettirebildiğim kolumu öne uzatıyor ve parmak uçlarımın dokunduğu ilk nesneyi kavrıyorum. Az önce elimden düşen bardağı, kafasında kırmak için atılsam da o benden önce davranıp elimi yakalıyor ve kolumu arkamdan büktüğü gibi yüzümün yarısını mermere yapıştırıyor. Acı, ciğerlerimde sahip olduğum iki nefeslik havayı da söküp götürürken parmak uçlarıma kadar tüm sinirlerim alev alıyor, bedenim tamamen adrenalinle dolup taşıyor.

Şanslıyım ki, alkol koordinasyon yeteneğini hatrı sayılır oranda zayıflatmış, pozisyonunu ayarlarken dengesini yitirince kalçamdaki elini çekip tezgâha dayıyor. Gözlerimin hemen önündeki elini fark ettiğimde, sırtımdaki bükülü kolum izin verdiğince bir hızla dişlerimi bileğine geçiriyorum. Çarpık zihni bunu bir cilve olarak algılayabileceğinden, bağırışını duyana kadar çenemi kapalı tutmaya tüm gücümle kendimi zorluyorum. Çabalarım nihayet bir sonuca kavuşuyor ve üzerimdeki ağırlığın biraz hafiflediğini hissediyorum. Saniyeyi bile parçalayacak bir hızla atılıp kendimi kurtarıyorum ve tüm bedenime hakimiyetimi tekrar kazandığım anda, Sümer'in bir zamanlar bir erkeği en net alt etme yöntemi olarak bahsettiği hayalarına bir tekme savurmayı ihmal etmiyorum. İntikamdan çok, zaman kazanma meselesiydi bunu yapmamın sebebi...

Mutfaktan koşarak çıkar çıkmaz, bağırmaya başlıyorum:

"Anneee!"

Bir yardım çağrısından çok daha fazlası bu çığlık. Bir isyan, bir yakarış, bir kırılma noktası...

Kalbim lav pompalıyormuş gibi, beynim vücuduma kaçmam için yalvarıyormuş gibi, hayatım buna bağlıymış gibi odama koşuyorum.

Kapıyı ardımdan örterken onun da mutfaktan sekerek çıktığını görüyorum, gözlerinde şimdi daha farklı bir bakış var.

Güm...

Ellerimi titreye titreye kilitten çekerken biraz önce panikle çevirdiğim paslanmış demir anahtar yere düşüyor sarsıntının etkisiyle. Kalbim kulaklarımda atıyor sanki. O yüzden kapıya tekrar mı vuruluyor, emin değilim, kulaklarım hâlihazırda zonkluyor zaten.

Güm...

Kapı yerinden oynuyor tekrar. Üzerine astığım renkli yılbaşı süsleri yerle buluşuyor.

Genellikle dolabımla duvarın arasına dayadığım şemsiyeyi sakar parmaklarımla kavrayıp sopa misali tutuyorum. Güçlü bir görüntü sergilesem de dikkatle bakarsanız; kesik kesik nefeslerimdeki çaresizliği koklayabilir, titreyen bacaklarımda korkunun oynattığı kukla iplerini görebilirsiniz.

Güm...

Kapı yerinden oynayınca kenarından toz yağıyor üstüme.

Daha sıkı kavrıyorum şemsiyemi. Yalvarış niyetine avuçlarını gökyüzüne açarmış gibi bir muhtaçlıkla bakışlarımı kısa bir süreliğine diğer apartmanın ışığı kapalı penceresine çeviriyorum.

Kuruluş yemeği, geliyor aklıma. Sümer bugün evde değil.

Güm...

Hayal kırıklığı o kadar şiddetle patlıyor ki içimde, yanaklarımın ıslandığını hissediyorum.

Güm...

"Hey!" diyor bir ses.

Annem!

Uzaklardan "Ne yapıyorsun sen?" diye bağırıyor annem.

Kapımı yıkarcasına vurmaya devam ettiğinden annemin sorusu yanıtsız kalıyor. Kapının üst menteşesinden bir çatırtı koptuğu anda kaçmanın tek çare olduğunu kabulleniyorum.

"Kaptan..." diye mırıldanıyorum, gözlerim pencereden dallarını yardım eli gibi uzatan ağaca çevriliyor. Yeterince sağlam tutunabilirsem aşağıya inmem mümkün olmalıydı. Sırt çantama okul üniformamı rekor hızla tıkıştırdıktan sonra omuzlarıma takıp pencereyi açıyor, dışına çıkıyor ve aşağıya inmek için sıkıca ilk sağlam dala yapışıyorum.

Not: Efsanevi'nin beşinci bölümünde italik yazılan yerleri anımsayanlar el kaldırsın... Yorumlarınızı, kalplerinizi bekliyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

87.4K 6.2K 52
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
76.1K 2.8K 26
Kızın tecrübesiz masum aşkı gözüne perde indirmişti. Çıkışı olmayan karanlık, her yönden onu sararken nasıl bir çıkmaza girdiğinden habersiz yaşıyo...
24.7K 4.6K 32
Huzurla yaşadığın evinde yalnız mısın gerçekten? Hiç tanımadığın ve sokakta gördüğünde yüzünü çevirdiğin biri ile paylaşmak ister misin? Peki ya on...
361K 10.4K 30
Yüzümde hissettiğim dokunuşlarla birbirine yapışmış olan gözlerimi zar zor aralamaya çalıştım. Yüzümden kayan el yavaş yavaş boynuma inerken bir türl...